Hidayet semasındaki Peygamber yıldızları bir bir doğuyordu. Her yıldızın boy gostermesiyle cehalet karanlıkları biraz daha kayboluyor, dunya biraz daha ay*dınlanı*yor*du. İnsanlığı saadete erdirecek nurlu ufuk daha da bariz hÂle geliyor*du. İşte bu ufuktaki yıldızlardan birisi de Hz. Said idi.

Hz. Said, henuz 19-20 yaşlarında cevval bir gencti. Peygamberimizin İlahî davetini du*yar duymaz, hic tereddude kapılmadan, hanımıyla birlikte huzuruna varıp, İslam kev*serinden abıhayatı yudumladılar. Genc karı koca artık hak di*nin mesut birer ferdi ol*muşlardı. İslam safında 12 ve 13. sırayı al*mışlardı.[1]

Hz. Said’in İslam’ı hemen kabul edişinde ailesinin buyuk payı vardı. Ailesi cehalet Âdetlerinden uzak bulunuyordu. Babası Zeyd temiz ruhlu, Allah’ın var*lık ve birliğine inanan bir insandı. O, daha Peygamberimiz vahye mazhar olma*dan once tevhid inancında bulunuyordu. Muşrik değildi. Hz. İbrÂhim’in dini uzerinde bulunduğunu ifade eder, “Benim ilahım İbrÂhim’in Allah’ı, dinim de İbrÂhim’in dini.” derdi.

Hz. Zeyd, o zamanlar tevhid inancı olan ve “Hanif dini” diye bilinen, Hz. İbrÂhim’in mensup olduğu dini bizzat kendisi araştırarak bulmuştu. Bunun icin Şam’a kadar gitti. Oralarda bir Yahudi Âlimiyle karşılaştı. Onun dinine girmek istediyse de, Yahu*di, “Bizim dinimize girersen, sen de Allah’ın gazabına uğrar*sın!” dedikten sonra, “Ya**hudi ve Hıristiyanlık olmayan ve yalnız Allah’a ibadet eden İbrÂhim’in dini Ha*ni*fi*yet’i bulursan ona tabi ol.” diye yol gosterdi. Aynı sozleri bir Hıristiyan Âliminden de işi*tince Hz. Zeyd, “Y Rabbî! Şahit ol, ben İbrÂhim’in (a.s.) dini uzereyim.” diyerek tev*hid akidesini kabul ettiğini ilan et*ti.[2]Hatt bu Âlimlerden birisi, Hz. Zeyd’e, “Senin buralarda aradığın hak din, memleketinde zuhur edecek.” mujdesini de vermişti. Hz. Zeyd, Mekke’ye don*du. İnancı uzerine yaşamaya başladı.

Bir seferinde Kureyşliler bir ziyafet veriyordu. Bu ziyafete cağırılan Pey*gambe*ri*miz, yapılan yemekten tatmadı. Daha sonra Zeyd de yemedi ve şoyle konuştu:

“Ben sizin putlar uzerine kestiğiniz hayvanların etinden yemem. An*cak Allah’ın is*miyle kesilenden yerim. Koyunu Allah yarattı. Semadan yağmur yağdırdı, yerden ot bitirdi. Sonra siz de bu hayvanı Allah’tan başka ilahlar adına kesiyorsunuz!”

Bu sozler muşriklerin damarına dokundu. Putlarının tahrikine dayanamayan ve bunu en affedilmez bir suc olarak bilen muşrikler, Hz. Zeyd’e işkence etmeye başladılar. Ona eziyet edenlerin başında amcası Hattab geliyordu. Gencleri kış*kırtarak Hz. Zeyd’in uzerine gonderiyor, ona dayak attırıyor, Mekke’ye girme*sine de musaade etmiyordu. O da ancak geceleri gizlice gelebiliyordu. Tek ba*şına inancı uğrunda mucadele veren Hz. Zeyd, Peygamberimize vahiy gelmez*den bir muddet once vefat etti.

Daha sonra Hz. Zeyd’in durumu Peygamberimize sorulduğunda şoyle cevap verdi:

“O, kıyamet gununde tek bir ummet olarak diriltilecek. O, Cahiliye za*manında ibadet ediyordu. Hz. İbrÂhim’in dini uzereydi ve Allah’ı bir bilirdi.”

Hz. Omer’le SÂid bin Zeyd’in sorusu uzerine, Peygamberimiz, ona dua edebile*cek*lerini de soylemişti.[3]

İşte Hz. SÂid bin Zeyd boyle bir babanın oğluydu. Hz. Said, babasının tek ba*şına verdiği mucadeleyi, Peygamber safında devam ettirdi. Peygamberimizin akrabası oluyordu. Nesli Peygamberimizin dedelerinden KÂ’b’da birleşiyordu. Hz. Omer’in de amcası oğlu ve eniştesi idi.

Hz. Said ve hanımı, Hz. Omer’den once Musluman olmuşlardı. Hz. Omer’in iman etmesinde onların buyuk tesiri oldu. Hz. Omer henuz muşriklerin arasın*dayken alınan karar uzerine Peygamberimizin vucudunu ortadan kaldırmak uzere yola cıktığında, yolda kız kardeşi ile eniştesinin de Hz. Muhammed’in (a.s.m.) dinine girdiğini oğrendi. Hiddetinden kabına sığmayan Omer, once on*ları haklamak istedi ve giderek kapılarını vurdu. O sırada kulağına, o zamana kadar hic duymadığı lahuti bir ses geldi. Kapı acılır acılmaz:

“Nedir o okuduğu*nuz?!” diye bağırdı.

Telaş ve heyecan icinde bulunan Hz. Said:

“Bir şey yok, sadece aramızda yuksek sesle konuşuyorduk.” dediyse de, Omer meseleyi anladı, eniştesinin yakasından tutarak yere carptı. Tekme tokat vurmaya başladı. Kocasını kurtar*mak icin yardıma gelmek isteyen kız kardeşi FÂtıma’ya da bir tokat atarak onu kan revan icinde bıraktı. Bu hareketi imani şehametine yediremeyen Hz. FÂtıma, ayağa kalkarak imanını haykırdı:

“Omer, Omer! Elinden geleni yap. Ben ve kocam artık Musluman’ız. Allah’a ve O’nun Resûl’une iman ettik. Dinimizden de donecek değiliz.”

Kardeşinin bu acınacak hÂlde, cesurca cıkışı karşısında insafa gelen Omer, okudukları Kur’Ân sayfalarını istedi. O sırada perde arkasına saklanan Hz. HabbÂb ortaya cıkarak Âyetleri ona uzattı.

Hz. Omer okur yazardı. Allah’ın azamet ve kudretini anlatan TÂh Sûresi’nin ilk Âyetlerini okuyunca kalbinin yumuşadığını hissediyordu. Daha sonra Pey*gamberimizin bulunduğu yere giderek Musluman oldu.[4]

Hz. Said, Peygamberimizden bir an olsun ayrılmayan, eşsiz bir iman eriydi. İslam’ın cileli devrinde yılmadan ve bıkmadan davası uğrunda hizmette bulun*du. Medine’ye, Peygamberimizden sonra hanımıyla birlikte ilk hicret eden sahabiler icinde yer aldı. Peygamberimiz, kendisini Ensar’dan Hz. Ubeyy bin KÂ’b ile kardeş ilan etti.

Hz. Said, Bedir Savaşı haric butun savaşlarda Peygamberimizin yanıbaşındaydı. Bedir Savaşı’ndan once Peygamberimiz kendisini ve Hz. Talha’yı keşif icin vazifelendirmişti. Şam yolu uzerine gidip muşriklerin hareketlerini kontrol edeceklerdi. Bu vazife icin yola cıkan bu iki sahabi, Medine’ye donduklerinde Bedir’in zaferle neticelendiği*ni oğrendiler. Bizzat savaşa katılamamakla uzuldulerse de, Peygamberimiz, onları savaşta carpışmış gibi kabul etti ve ganimet*ten paylarını tam olarak verdi.[5]

Daha sonraki savaşlarda Peygamberimizle birlikte, birer cengÂver olarak mucadele etti.

Peygamber dilinden ebedî saadet mujdesini işiten Hz. Said, nurlu ve bereket*li omrunu hep iman davası uğrunda harcadı. Peygamberimize o kadar yakındı ki, devamlı pervane gibi etrafındaydı. SÂid bin Cubeyr (r.a.) bu yakınlığı şoyle ifade eder:

“Ebû Bekir, Omer, Osman, Ali, Talha, Zubeyr, Sa’d, Abdurrahman bin Avf ve SÂid bin Zeyd (r.a.), cihat esnasında Re*sû*lul*lah’ın onunde carpışıyor, namaz*da ise arkasında yer alıyorlardı.”[6]

Bu zatlar her zaman ve her yerde Peygamberimizin sadık bir dostu olduklarını, hayatlarının butun safhalarında gostermişler*di.

Resûl-i Ekrem’in beka Âlemine irtihÂlinden sonra da Hz. Said, hizmet kerva*nının en muhim halkasını teşkil ediyordu. Halife secimlerinde ustun gayret gos*terdi. İhtilaflara meydan vermemek icin buyuk hizmet ifa etti. Adalet burcu Hz. Omer’i Peygamberimizin yanı başında bulunan mezarına kendi eliyle indirirken gozlerinden yaşlar akıyordu.

“Nicin ağlıyorsun, ey Eb Aver?” diye kendi*sine kunyesiyle hitap eden zata, Hz. Said yine davası icin ağladığını belirterek:

“İslam icin ağlıyorum! Omer’in (r.a.) şehadeti, İslam’da acılan bir gediktir. Bu gedik kıyamete kadar da kapanmayacaktır.”[7]diyordu. Boylece, Hz. Omer’in İslam tarihindeki eşsiz yerini de dile getiriyordu.

Hz. Omer devrinde elde edilen Yermuk Zaferi’nde ve Şam’ın Fethi’nde Hz. Said’in buyuk emeği vardır. Bizans ordusuyla karşılaşılan Yermuk Vadisi’nde Hz. Said askerî bir birliğin kumandanıydı. Savaşın en kızgın bir Ânında atağa gecen Bizans kuvvetleri, İslam ordusunun sol kanadına taarruz etti. Duşman ustun ge*lecek gibiydi. Mevkilerini koruyarak sebat eden kumandanlar icinde Hz. Said de vardı. Atından sıcrayarak askerlerine şu sozleri soyledi:

“Ciddiyet ve atıl*ganlık, dunyada insana şeref, ahirette rahmet bahşeder. Biz ikisini de kazanma*ya calışalım!”

Bu sozlerle heyecana gelen mucahitler, Yermuk galibiyetinin gozde erleri oldular. Kumandanları onlerde carpışıyor, yorulduğu zaman dizustu cokerek devam ediyordu. Hz. Said’in Bizans kumandanını oldurmesiyle duşman paniğe kapıldı. Bu bozgundan istifade eden Hz. Said, merkeze hucum etti. Pek fazla zaman gecmemişti ki, duşman askeri, arkalarındaki nehri cesetleriyle doldurmuştu.[8]

Şam’ın Fethi’nden sonra ordu kumandanı Hz. Ebû Ubeyde, Şam valiliğini Hz. Said’e teklif etti. HizmetkÂrlığı makama tercih eden Hz. Said, cihat meydanın*da vazife yapmayı isteyerek şoyle dedi:

“Ey Ebû Ubeyde, ben Allah yolunda cihat etmek istiyorum. Sen valiliği munasip gorduğun başka bir kardeşime ver.”

Hz. Said uzun muddet fetih ordusunda hizmet gordu. Irak ve Suriye bolgesi*nin İslam beldesi olmasında buyuk hizmetleri oldu. Daha sonra bu toprakları adım adım gezdi. İlim ve irfan ışıkları sactı. Hz. Osman ve Hz. Ali aleyhinde dedikoduları onlemeye calıştı. Kûfe valiliğini Mugîre bin Şûbe yurutuyordu. Bir gun Mugîre, Kûfe’nin en buyuk camiinde oturmuş, halk da etrafında yer almıştı.

Bu sırada camiye Hz. Said girdi. Vali, buyuk sahabiyi hurmetle karşılayarak yanı*ba*şına oturttu. Daha sonra Kûfelilerden bir adam iceri girerek cirkin sozler soylemeye başladı. Ne olduğunu anlamayan Hz. Said, valiye:

“YÂ Mugîre, bu adam kimin aleyhinde konuşuyor?” deyince, Mugîre:

“Hz. Ali’nin.” dedi. Bu sozu duyan Hz. Said cok uzuldu. Yanında oturan valiye cıkış*tı:

“Mugîre, Mugîre! Re*sû*lul*lah’ın (a.s.m.) AshÂbına senin yanında hakaret edi*liyor, kotuleniyor da, sen mÂni olmayıp susuyorsun?!” dedikten sonra şu dersi verdi.

“Ben size Resûl-i Ekrem’den şu kulaklarımla işittiğim ve kalbimle anladığım bir hadisi nakledeyim. Resûl-i Ekrem şoyle buyurdu: Ebû Bekir cennette, Omer cennette, Osman cennette, Ali cennette, Talha cennette, Zubeyr cen*nette, Sa’d bin Ebî Vakkas cennettedir.’ Bunların dokuzuncusunu da soylemek gerekseydi, onu da sayardım.”

Ertesi gun halk Hz. Said’in etrafını alarak yemin verdiler ve ismini soyleme*diği zatın kim olduğunu ısrarla oğrenmek istediler. Hz. Said onların ısrarlarına dayanamayarak:

“Madem Allah adına yemin veriyorsunuz, oyleyse soyleye*yim: Dokuzuncusu benim!”

Daha sonra şunları soyledi:

“Bir kişinin Re*sû*lul*lah ile birlikte yaşayıp cihatta yuzunun tozlanması, sizden herhangi birinizin Nuh (a.s.) kadar yaşasa bile, bu muddet icerisindeki hayırlı amellerinin hep*sinden hayırlıdır.”[9]

Hz. SÂid bin Zeyd, bereketli omrunun son senelerini Medine’nin Akik mev*kiinde geciriyordu. Orada ziraatle meşgul oluyordu.

Bir gun arazi komşusu “Evra binti Uveys” adında bir kadın, Medine Valisi Mervan bin Hakem’e giderek Hz. Said’i şikÂyet etti:

“SÂid bin Zeyd, benim arazime tecavuz etti! Ondan hakkımı alın.”

Vali, meseleyi tahkik etmek icin Hz. Said’in yanına birkac kişiyi gonderdi. Hz. Said, Akik’teki arazisindeydi. Heyet, meseleyi kendisine arz etti. Dunyadayken cennetteki makamı belli olan Hz. Said, haksızlığa uğradığını anladı ve on*lara şoyle konuştu:

“Size Resûl-i Ekrem’den (a.s.m.) işittiğim bir sozu nakledeyim. Re*sû*lul*lah buyurdu ki: ‘Kim ki kendisine ait olmayan bir toprağı alırsa, yerin yedinci katında da olsa, o toprak, kıyamet gununde onun boynuna dolanır. Kim malı uğrunda olurse, şehittir.”

Bundan sonra Hz. Said, kendi toprağının hududunu tecavuz etmediğine ye*min etti, devamında ellerini kaldırarak:

“Allah’ım, bu kadın yalan soyluyorsa olmeden once onun gozlerini kor et, kuyusunu da ona mezar yap!” şeklinde bed*dua etti.

CenÂb-ı Hak, mazlumun ahını işitmiş, duasını kabul etmişti. İftira eden kadı*nın gozleri cok gecmeden kor oldu. Daha sonra evinde dolaşırken avludaki ku*yuya duştu ve kuyusu ona mezar oldu…[10]

Ornek yaşayışı ve sunnet-i seniyyeye kopmaz bir bağla bağlanışıyla muminler tarafından hurmet ve rahmetle yÂd edilen cennet eri Hz. Said, Hicret’in 51. yı*lında 80 yaşındayken bu fÂni Âlemden goctu. Naaşını Hz. Sa’d bin Ebî Vakkas yı*kadı, cenaze namazını da Hz. Abdullah bin Omer kıldırdı.[11]
__________________