KADİRİ TARİKATI PİRİ
Guney Azerbaycan'ın GeylĂ‚n şehrinde 1078 (H.471)de doğdu. Kunyesi, Ebû Muhammed'dir. Muhyiddîn, Gavs-ul-a'zam, Kutb-i RabbĂ‚nî, SultĂ‚n-ul-evliyĂ‚, Kutb-i a'zam gibi lakabları vardır. Babası Ebû SĂ‚lih bin MûsĂ‚ Cengîdost'tur. Hazret-i Hasanın oğlu Hasan-ı MusennĂ‚'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır. Annesinin ismi FĂ‚tıma, lakabı Umm-ul-hayr olup seyyidedir. Bunun icin
AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî, hem seyyid, hem şerîfdir. Hazret-i Huseyin'in evladına seyyid, hazret-i Hasan'ınkine şerîf denir.



Babaları tarafından soyları:
"Kutubların Kutbu, Gavsların Ulusu, Hakk'ın Sevgili Kulu Şeyh Seyyid Abdulkadir Geylanı, babası Seyyid Ebu Salih, O'nun babası Seyyid Musa, O'-
nun babası Seyyid Omer Zahid, O'nun babası Seyyid Muhammed Ruhı, O'nun babası Seyyid Davud, O'nun babası Seyyid (ikinci) Musa, O'nun babası
Seyyid Abdullah, O'nun babası Seyyid (ikinci) Abdullah, O'nun babası Seyyid (Ucuncu) Musa, O'nun babası Seyyid (Ucuncu) Abdullah, O'nun babası
(Hasan el-Musenna diye bilinen) Seyyid Muhammed, O'nun babası Seyyid imam Hasan el-Mucteba, O'nun babası (Allah'ın Yenilmez Arslanı) Seyyiduna
Ali bin Ebu Talib (Radıyallahu Anh)" olarak kaydedilmiştir.

Seyyid Abdulkadir Geylanı Hazretleri, tarıkat ve hakıkat ehli arasında "imamlar imamı, Gavsların Buyuğu (Gavs-ı A'zam)"; goktekiler arasında "Beyaz Doğan
(Bazu'I-Eşheb)"; şeriat alimleri arasında "Dini Canlandıran (Muhyiddın)" adlarıyla tanınmışlardır. Bu adların veriliş sebepleri hakkında kitaplarda acıklamalar vardır. Mezhebieri, Hanbeli'dir.
Gavs-ı A'zam Abdulkadir Geylanı Hazretleri'nin Tarikat Silsilesi:
Şeyh Abdulkadir Geylani
Şeyh Ebu Saıd Mubarek el-Mahzumı
Şeyh Hasan Kureyşi el-Hekkarı
Şeyh Ebu'I-Ferec et-Tusi
Şeyh Abdulvahid et-Temımı
Şeyh Ebu Bekr eş-Şibli
Şeyh Cuneyd-i Bağdadi
Şeyh Seriyy-i Sakati
Şeyh Ma'ruf-ı Kerhi
imam Ali Rıza
imam Musa Kazım
imam Ca'fer-i Sadık
imam Muhammed Bakır
imam Zeynul'abidın
imam Huseyn Şehıd-i Kerbela
imam Ali el-Murtaza
Seyyid-i Kainat Hazret-i Muhammed Mustafa
(Sallallahu Aleyhi Vesellem)
(Allah Onlardan razı olsun ve sırlarını yuceltsin)

AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî 1166 (H.561)'da Bağdad'da vefĂ‚t etti. Turbesi Bağdad'dadır.Fıkıh ve hadîs ilimlerinde muctehid idi. KĂ‚diriyye tarîkatının kurucusudur. Orta boylu, zayıf bunyeli, geniş goğuslu, ilm icin vefĂ‚kĂ‚rlıkta emsĂ‚li az bulunur bir velî idi.
AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî daha doğmadan, ilerde buyuk bir zĂ‚t olacağına dĂ‚ir alĂ‚metler, işĂ‚retler gorulmuştu. Babası ruyĂ‚sında Rasulullah efendimizi sallallahu aleyhi ve sellem, EshĂ‚b-ı kirĂ‚mı radıyallahu anhum ve evliyĂ‚yı gordu. Rasulullah efendimiz kendisine; "Ey Ebû SĂ‚lih! Allah bu gece sana kĂ‚mil, olgun ve derecesi yuksek bir erkek evlĂ‚d ihsĂ‚n etti. O benim oğlum ve sevdiğimdir. EvliyĂ‚ arasında derecesi yuksek olacak." buyurdu. Doğduktan sonra da hĂ‚lleri ile dikkatleri cekti. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî on sekiz yaşında Bağdad'a geldi. Buradaki Ă‚limlerden ders almak sûretiyle hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde yetişti. Fıkıh ilmini; Ebû HattĂ‚b Mahfûz, Ebu'l-VefĂ‚ Ali bin Ukayl, Ebû Huseyin bin KĂ‚dı Ebû Ya'lĂ‚ gibi fıkıh Ă‚limlerinden oğrendi. Hadîs ilmini; Hasan-i BĂ‚kıllĂ‚nî, Ebû Saîd Muhammed bin Abdulkerîm,Ebû GĂ‚nim Muhammed bin Muhammed, Ebû Bekr Ahmed bin Muzaffer, Ebû CĂ‚fer, Ebû Kasım bin Ali, Ebû TĂ‚lib AbdulkĂ‚dir, Ebû Bekr Hibetullah ibni MubĂ‚rek, Ebu'l-İzz Muhammed bin Muhtar, Ebû Nasr Muhammed, Ebû GĂ‚lib Ahmed, Ebû Abdullah YahyĂ‚ gibi hadîs Ă‚limlerinden oğrendi.Tasavvuf ilmini ise; Şeyh Ebû Saîd Mahzûmî ile HammĂ‚d-i DebbĂ‚s'tan almıştır.
İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vaĂ‚z ve ders vermeye başladı. Hocası Ebû Saîd Mahzûmî'nin medresesinde verdiği ders ve vaĂ‚zlarına gelenler medreseye sığmaz sokaklara taşardı. Bu sebeple,Bağdad halkının yardımlarıyla cevresinde bulunan evler de ilave edilmek sûretiyle medrese genişletildi. AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî , bir muddet ders verip insanları irşĂ‚d ettikten, hak ve hakikatı anlattıkdan sonra, ders ve vaĂ‚z vermeyi bıraktı. İnzivĂ‚ya cekilip, yalnızlığı secti. Sonra sahrĂ‚lara cıktı. Bağdad'ın Kerh harĂ‚belerinde yaşamaya başladı.
Butun vaktini ibĂ‚det, riyĂ‚zet ve mucĂ‚hede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmakla gecirmeye başladı. Buyurdu ki:
"Irak'ın sahrĂ‚ ve harĂ‚belerinde 25 sene insanlardan uzak kaldım. Benim kimseden, kimsenin benden haberi yoktu. BĂ‚zan uzun muddet yemezdim ve "Acım! acım!" diye midemin feryĂ‚dını duyardım. BĂ‚zan uzerime oyle ağırlıklar gelirdi. Bu sırada; "Muhakkak zorlukla berĂ‚ber bir kolaylık vardır, şuphesiz zorlukla berĂ‚ber kolaylık vardır." meĂ‚lindeki İnşirĂ‚h sûresinin beşinci ve altıncı Ă‚yeti kerîmelerini okuduğumda uzerimdeki ağırlıklar dağılıp, giderdi."
"Şeytanlar ceşitli kılık ve kıyĂ‚fetlere burunup toplu hĂ‚lde yanıma gelir, beni yolumdan cevirmek icin uğraşırlardı. Kalbimde buyuk bir azim ve direnc
hissederdim. İcimden bir ses; "Ey AbdulkĂ‚dir! Onlarla mucĂ‚dele et, onlara galip geleceksin." derdi. İclerinde bir şeytan durmadan bana gelir;
"Buradan git, şoyle yaparım, boyle yaparım." diye beni tehdit ederdi. CĂ‚n u gonulden, "LĂ‚ havle ve lĂ‚ kuvvete illĂ‚ billahil aliyyil azîm" okuyunca, onun
tamĂ‚men yandığını gorurdum." Bir kere AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî şoyle bir ses işitti: "Ey AbdulkĂ‚dir! Ben senin Rabbinim! Sana haramları mubah, serbest kıldım.""Başkasına yasak olan şeyleri sana helĂ‚l kıldım." diyordu. Bunun uzerine AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî "Eûzubesmele" cekti. "Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım. Sus ey mel'ûn!" diye bağırdı. Bunun uzerine aynı ses; "Ey
AbdulkĂ‚dir! Rabbinin izni ile ceşitli yerlerde bana aldanmayarak, şerrimden, kotuluğumden kurtuldun. Halbuki ben bu yolla yetmiş kişiyi yoldan cıkarmışdım." dedi. Onun şeytan olduğunu nasıl anladığını sorduklarında; "Sana haramları helĂ‚l ettim, sozunden anladım. Cunku Allah boyle şeyleri emretmez." buyurdu. Şeytanı başımdan savdıktan sonra bana pek lezzetli
suslu ve parlak şeyler gorundu. "Bunlar nedir?" dedim; "DunyĂ‚ zevkleri ve zînetleridir." denildi. DunyĂ‚ ve onun goz kamaştırıcı lezzeti ve cabuk tukenen nîmetleri kendine cekmek istedi fakat Allah beni onlardan da korudu. Onlara hic kıymet vermedim. Bunun icin kaybolup gittiler. Sonra Allahnın rızĂ‚sına kavuşma yolunda insanın onune cıkan mĂ‚nileri, engelleri gordum. "Bunlar nedir?" dedim. "Senin icinde bulunan mĂ‚nîlerdir." denildi. Bunlara ustun gelebilmek icin bir sene uğraştım. Sonra icimi seyrettim. Kalbimin bircok şeylere bağlandığını boş hayaller kurduğunu, kendini saraylarda sandığını gordum. "Bunlar nedir?" dedim. "Arzu ve isteklerindir." denildi. Tam bir yıl uğraştıktan sonra kalbimi onlardan temizleyebildim.
"Yine nefsim kendi şeklinde bana gelir, kendine dost olmam icin yalvarırdı. Yuz vermeyince zor kullanmak isterdi. Bir kere onu, butun hastalıkları uzerinde, arzu ve istekleri dipdiri, şeytanları emrine hazır olarak gordum. Bir sene mucĂ‚dele ettim. Allah'ın izni ile hastalıklarını iyileştirdim, arzu ve isteklerini kırdım, şeytanlarını kovdum. Kısaca nefsimle tedrîcen, safha safha mucĂ‚dele ettim. "
"Butun bunlara rağmen, henuz matluba, maksada ve asıl istediğime varamamıştım. Bunun icin, tevekkul, şukur ve zenginlik gibi kapıları denedim.
Aradığımı fakirlik kapısında buldum. Burada buyuk bir şerefe kavuştum, kulluk sırrına erdim, sonsuz hurriyete ulaştım. Butun arzu ve isteklerim buz gibi eridi. Butun beşerî sıfatlarım kayboldu. Gonulden Allah’dan başka her şeyi cıkarıp, hep O'nunla olmak olan "fakr" mertebesine ulaştım".
"NihĂ‚yet butun varlıklardan yuz cevirdim. Her şeyim Allah icin oldu. Sahralarda cezbe hĂ‚linde kendimden gecmiş olarak dolaşırdım. Kendime geldiğimde kendimi bulunduğum yerlerden cok uzaklarda bulurdum. Bir gun bu halde bir saat kadar yurumuştum. Sonra kendimi Bağdad'a on iki gunluk uzaklıkta bir yerde buldum. Duşunceye daldığımda bir ses bana; "Sen ki AbdulkĂ‚dir'sin,buna hayret mi ediyorsun?" dedi." "Sahralarda dolaşırken "Ol" sozu ile ihsĂ‚n olundum. Allah'ın izni ile istediğim olurdu. Bunun icin cok şey buldum... Sonra boyle yapmaktan hayĂ‚ ettim. Allah’a karşı edebi gozeterek hepsini terk ettim."

AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî bu uzun dolaşmalardan sonra Bağdad'a donuyordu. Hazret-i Hızır onune cıkıp, şehre girmesine mĂ‚ni oldu. "Emir var. Yedi sene
Bağdad'a girmeyeceksin." dedi. Bu sebeple, Bağdad'ın kenarlarında yedi yıl, yerden biten mubah bakliyatı yiyerek bekledi. Bildirilen muddet bitince; "Ey AbdulkĂ‚dir! Bağdad'a gir, serbestsin." diye bir ses duydu. Soğuk ve yağmurlu bir gecede Bağdad'a girdi. Doğru Şeyh HammĂ‚d bin Muslim DebbĂ‚s'ın zĂ‚viyesine geldi ve geceyi orada gecirdi. Sabahleyin Şeyh HammĂ‚d DebbĂ‚s onu gorunce ağlayarak; "Oğlum AbdulkĂ‚dir! Bu devlet bugun bizim, yarın sizin olacaktır." dedi. Bir muddetten beri Bağdad'da bulunan AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî fitne ve karışıklıklar olunca tekrar sahrĂ‚lara cıkmak istedi. Hibe kapısı denilen yere gelince; "Nereye gidiyorsun? Don, herkes senden faydalanacak." diyen bir ses işitti. "Ben dînimi kurtarmak istiyorum." dediğinde; "Korkma, dînine bir zarar gelmeyecek." denildi. Duşunmeye başladı ve bu işin hakîkatını bildirmesi icin Allah’a yalvardı. Bu esnĂ‚da Muzafferiyye denilen yerden gecerken birisi kapıyı acıp; "Ey AbdulkĂ‚dir! Buyurun." dedi. Yanına varınca; "Soyle, dun Allah’dan ne istemiştin?" dedi. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî şaşırıp cevap veremedi. Bunun uzerine o ZĂ‚t kapıyı şiddetle yuzune carptı. Dun Allah’dan ne istediğini duşunerek yurumeye başladı. Biraz sonra o zĂ‚tın Şeyh HammĂ‚d DebbĂ‚s olduğunu hatırladı. Bundan sonra onun sohbetlerine gider, halledemediği, cozemediği esrarı, gizli şeyleri ondan sorardı. O da ona bir bir acıklardı. BĂ‚zan ilim oğrenmek icin başka taraflara gittiğinden onunla goruşemezdi. Donunce hocası ona; "Allah aşkına nerelere gidiyorsun? Bu civarda senden daha Ă‚lim birisi var mı?" derdi. Şeyh HammĂ‚d'ın muridleri ona bĂ‚zan; "Sen Ă‚lim birisin. Burada ne işin var, buradan gitsene." derler; Şeyh HammĂ‚d da onlara; "Utanmıyor musunuz? Onu buradan kovmak mı istiyorsunuz. İcinizde onun gibisi yok. Benim ona eziyet ettiğime bakmayın. Onu imtihan etmek, denemek, mĂ‚nen kemĂ‚le ermesi, olgunlaşması icin boyle yapıyorum, mĂ‚nĂ‚ Ă‚leminde onu koca bir dağ gibi goruyorum." derdi. Yine bir sohbet toplantısında, AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî dışarı cıkmıştı. Şeyh HammĂ‚d; "Şu genci goruyor musunuz? Bir zaman gelecek ayağı butun velîlerin boynunda olacak, her velî ona itĂ‚at edecek." dedi. Başka bir gun o gelince ayağa kalkıp; "Hoş geldin AbdulkĂ‚dir! Sen Ă‚riflerin, Allah’ı tanıyanların seyyidi, efendisisin. Senin sancağın doğudan batıya kadar dalgalanacak. Butun boyunların sana
eğileceğini ve akranlarının ustunde bir dereceye ulaşacağını mujdelerim." dedi.
ZamĂ‚nındaki diğer evliyĂ‚ da kerĂ‚met olarak ileride onun derecesinin yuksek olacağını haber verdiler. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî zaman zaman Şeyh Tacul
Ă‚rifîn Ebu'l-VefĂ‚ hazretlerinin yanına giderdi. Ebu'l-VefĂ‚ hazretleri o gelince ayağa kalkar, yanındakilere; "Ayağa kalkın, evliyĂ‚dan biri geliyor." derdi. Ona karşı bu şekilde iltifĂ‚t etmesine hayret eden talebelerine; "Henuz zamĂ‚nı var. Vakti gelince, okumuş, cĂ‚hil herkes bu gence muhtĂ‚c olacak, onun feyzinden, mĂ‚nevî ilminden faydalanacaktır..." derdi.

Bir defasında da; "Ey Bağdadlılar! Allah’a yemîn ederim ki, onun başında bir ucu doğuda bir ucu da batıda olan sancaklar dalgalanacaktır." dedi ve AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî 'ye donup; "Bugun soz bizim fakat ilerde senin olacak. O zaman bu ihtiyarı hatırlarsın." diye hitĂ‚b etti. Nihayet AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî Bağdad'da insanları irşĂ‚da, Allah'ın beğendiği yolda bulunmaya dĂ‚vete
ve nasîhat etmeye başladı. Bir gun kendini nûrların kapladığını gordu. Bu hal nedir diye sorunca, Resûlullah efendimiz Allah'ın sana verdiği yuksek
dereceyi tebrik etmeye geliyor, denildi. Nûrun gitgide coğaldığı bir anda Resûlullah efendimiz gorunerek bir elbise verdiler. Sonra; "Bu, kutubluk
denilen velîlere Ă‚it evliyĂ‚lık elbisesidir." buyurdular.
Resûlullah efendimizden Hazret-i Ali vĂ‚sıtasıyla gelen feyzler, mĂ‚nevî ilimler ondan sonra Hazret-i Hasan ile Huseyin ve on iki imĂ‚mdan diğerleri ile devam etti. Bunlardan sonra gelen evliyĂ‚ya feyzler hep on iki imĂ‚m vasıtasıyla geldi. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî dunyĂ‚ya gelip velî oluncaya kadar hep boyle idi. Fakat o evliyĂ‚lıkta yuksek dereceye kavuşunca, on iki imĂ‚mdan gelen feyzler, ilimler,bereketler onun vĂ‚sıtasıyla geldi. Başka hic bir velî bu makĂ‚ma ulaşamadı. Bunun icin; "Onceki velîlerin guneşi battı. Bizim guneşimiz ufuk uzerinde sonsuz kalacak, batmayacaktır." buyurdular. KıyĂ‚mete kadar, her velîye feyzler onun vasıtasıyla gelecektir. Bunun icin kendisine "Gavs-ul-A'zam(= En buyuk Gavs) " denildi. İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî bu hususda onun vekîlidir.
AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî 'nin evliyĂ‚lıktaki derecesinin yuksekliğini zamĂ‚nındaki butun evliyĂ‚ kabûl etmişti.

Şeyh Halîfet-ul-Ekber anlatır: RuyĂ‚mda Resûlullah efendimizi gordum. "YĂ‚ Resûlallah! Şeyh AbdulkĂ‚dir, ayağım butun velîlerin boynu uzerindedir, diyor ne buyurursunuz?" diye sordum. "Doğru soylemiştir. O benim himĂ‚yemde bir
kutubdur, bu nasıl olmasın?" buyurdu."Adiyy bin MusĂ‚fir; "Bu sozu yalnız o soyledi, başkasından duymadım. O bununla kendi zamĂ‚nındaki ferdiyet
denilen makĂ‚mını acıklar. Onun gibi hic kimse boyle soylemeğe mezun, izinli değildir." der. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî bu sozu soylediğinde, yeryuzunde velîler boyunlarını ona doğru uzattı. O anda boynunu uzatanlardan biri Ahmed RufĂ‚î'dir. Ona nicin boyle yaptığını sorduklarında şoyle dedi:
"Şu anda AbdulkĂ‚dir Bağdad'da "Ayağım, her velînin boynundadır" diyor.Ahmed Rufaî; "O bu sozu mĂ‚nevî emirle soyledi." dedi. Ebû Medyen Mağribî de; "Evet ben Mağrib'de ona boynunu uzatanlardan biriyim." buyurdu.
İbn-i Hacer-i AskalĂ‚nî hazretleri de; "Bunun mĂ‚nĂ‚sı, ilerde o kadar kerĂ‚met gosterecektir ki, inĂ‚d eden ve doğru yoldan sapanlardan başkası onu
inkÂr etmeyecektir." dedi.
Buyuk Ă‚lim İzzeddîn bin AbdusselĂ‚m; "Şuphesiz o, evliyĂ‚nın sultanı idi." demişti. Hayat bin Kays hazretleri buyurur ki: "AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî bu sozu soyleyince, butun velîlerin kalblerindeki nûrlar arttı. İlimlerinde bereket,
hĂ‚llerinde yukseklik goruldu. Cunku onlar istisnĂ‚sız, başlarını onun ayağına doğru uzatmışlardı."
AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî 'nin tasavvuftaki yoluna KĂ‚diriyye tarîkatı denir. Tarîkatının husûsiyeti, dînin emir ve yasaklarına uymak, devamlı zikir, Allah’ı anmak, gonlu Allah’dan başkasından kurtarmaktır.
AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî tasavvuf bilgilerini herkesin anlayacağı şekilde sundu. Rasulullah efendimizin bereketiyle sozleri gayet tatlı ve tesirli idi. Kendileri şoyle anlatır:
Hicrî beş yuz yirmi bir senesi Şevval ayının on altısı olan Salı gunu oğleden once, Resûlullah efendimizi ruyĂ‚mda gordum."Ey oğlum, nicin konuşmuyorsun?" buyurdu. "Babacığım ben yabancıyım. Bağdad fasîhlerinin yanında nasıl konuşurum?" dedim. "Ağzını ac!" buyurdu. Ağzımı actım. Yedi defĂ‚ ağzıma surdu ve; "İnsanlarla konuş, onları guzel hikmet ve vĂ‚zlar ile Rabbinin yoluna cağır." buyurdu. Oğle namazını kıldım. Yanımda kalabalık insanlar gordum. Nutkum tutuldu. Ali bin Ebî TĂ‚lib'i gordum. Mecliste benim
karşımda ayakta duruyor ve bana; "Ey oğlum nicin konuşmuyorsun?" diyordu. "Babacığım! Nutkum, konuşmam tutuldu, konuşamıyorum." dedim.
"Ağzını ac." buyurdu. Actım. Altı defĂ‚ surdu "Nicin yediye tamamlamadınız?" dedim. "Resûlullah'a karşı olan edebimden." buyurdu ve gozden kayboldu. Bundan sonra en fasîh bir dille konuşmağa başladım. Birgun, minberde oturmuş vĂ‚z ediyordu. Birden suratle en son basamağa indi. Ayakta, elini elinin ustune koyarak, mutevĂ‚zi bir şekilde durdu. Bir muddet sonra minbere cıktı. Eski yerine oturdu ve vĂ‚zına devĂ‚m etti. Oradakilerden birisi, ne oldu diye suĂ‚l edince; "Ceddim Resûlullah'ı gordum. Geldi ve minber onunde durdu. HayĂ‚ edip, son basamağa indim. Kalkıp, gitmeye başlayınca, bana yerime oturmamı ve insanlara vĂ‚z etmemi emr etti." dedi.
Sohbetlerinde bĂ‚zan birkac kişi coşarak kendinden gecerdi. Haftada uc gun, cumĂ‚, salı ve pazartesi gecesi halka vĂ‚z ederdi. VĂ‚zında, Ă‚lim ve evliyĂ‚dan
zatlar da bulunur, hepsi buyuk bir huzûr icerisinde dinlerlerdi. Kırk sene boyle devĂ‚m etti. Sorulan suĂ‚llere gĂ‚yet acık ve doyurucu cevaplar verirdi.Ders ve fetvĂ‚ vermeye yirmi sekiz yaşında başlamış olup, bu hĂ‚l altmış yaşına kadar devĂ‚m etti. Huzûrunda Kur'Ă‚n-ı Kerîm tegannîsiz gĂ‚yet sĂ‚de, tecvide riĂ‚yetle okunurdu. Derin ilim sĂ‚hibi idi. On uc ceşit ilimde ders verirdi. Sabah ve ikindiden sonra tefsîr, hadîs ve fıkıh; oğleden sonraları Kur'Ă‚n-ı kerîm ve kırĂ‚at dersleri okuturdu. Akşam ve sabah ise, usûl-i fıkıh ile nahv, arabî cumle bilgisi verirdi. Onun bereketiyle talebeler cabuk ilerlerdi. Ebû Muhammed HaşşĂ‚b der ki:"Gencken nahiv okuyordum. Bana bir gun AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî'nin vĂ‚zlarında cok tesirli konuştuğunu soylediler. Vakit bulamadığım icin gidemezdim. NihĂ‚yet bir gun vĂ‚z verdiği yere gittim. Beni gorunce; "Bizim sohbetimizde bulun, seni Sîbeveyh yapalım." dedi. O gunden sonra yanından ayrılmadım. Din bilgilerinde ve aklî ilimler denilen diğer yardımcı ilimlerde cok istifĂ‚de ettim. " Bir gun birisi huzûrunda Kur'Ă‚n-ı kerîm okudu. ÂbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî okunan Ă‚yet-i kerîmeleri tefsîr etmeye başladı. Kırk şekilde tefsîr yaptı ve hepsinin delilini gosterdi. Orada bulunanlar yalnız on bir tefsîri anlayabildi ve dinleyenleri hayrette bıraktı. Sonra; "Sozu burada bırakıyorum. Şimdi kelime-i tevhide geldik"LĂ‚ ilĂ‚he illallah" dedi. Bunları soyler soylemez cemĂ‚atı bir hĂ‚l kapladı, hepsi kendilerinden gecti. Once lĂ‚zım olan din bilgilerini oğrenmeyi tavsiye ederdi. CubbĂ‚î ismindeki bir zĂ‚t anlatır: "EvliyĂ‚nın hayĂ‚tından ve sozlerinden bahseden arabî Hilyetul- EvliyĂ‚ kitabını birisinden dinlemiştim. Kalbim yumuşadı ve halktan uzaklaşıp yalnız ibĂ‚detle meşgûl olmak istedim. Gidip AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî'nin arkasında namaz kıldıktan sonra huzûrunda oturdum. Bana bakıp; "Eğer inzivĂ‚ya cekilmek istersen, once ilim, sonra da murşid-i kĂ‚millerin huzûrunda edeb oğren. Daha sonra inzivĂ‚ya, yalnız ibĂ‚dete başla. Yoksa, ibĂ‚det ederken dinde bilmediğin bir şeyi oğrenmek îcĂ‚beder de, yerinden ayrılmak durumunda kalırsın." buyurdu.
AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî 'nin şohreti her tarafı kaplayınca, Bağdad'ın ileri gelen Ă‚limleri, herbiri bir mesele sorup imtihĂ‚n etmek icin huzuruna gelip
oturdular. Bu esnĂ‚da AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî'nin goğsunden ancak kalb gozu acık olanların gorebildiği bir nûr cıktı ve Ă‚limlerin goğsunden gecip gitti. Âlimleri bir hĂ‚l kapladı. Bunun uzerine onları tek tek bağrına bastı ve şimdi suĂ‚llerinizi sorun buyurdu. Her biri suĂ‚llerini sorup, hemen cevĂ‚bını aldı. Onlara; "Size ne oldu boyle?" denildiğinde; "Huzûrunda oturduğumuzda, butun bildiklerimizi unuttuk. Bizi bağrına basınca unuttuklarımızı tekrar hatırladık. SuĂ‚llerimizi sorunca, oyle cevaplar aldık ki, hayrette kaldık." dediler.
Ebû Sa'îd Kilevî şoyle anlatmıştır: "Ben, AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî'nin meclisinde iken, Resûlullah efendimizi ve gordum.Bir defĂ‚sında da Hızır aleyhisselĂ‚mı gormuştum. "Her kim dunyĂ‚da kurtuluşa ermek ve saĂ‚dete kavuşmak isterse, Şeyh AbdulkĂ‚dir'in meclisine devĂ‚m etsin!" buyurmuştu."
İbn-i KudĂ‚me şoyle soylemiştir: "1166 (H.561) yılında Bağdad'a girdiğimizde, AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚ni'yi ilmin zirvesine yukselmiş gorduk. O, ilmi ile amel eder, kendisine sorulan cetin sorulara doyurucu cevaplar verirdi. Butun guzel huylara ve ustun vasıflara sĂ‚hipti. Onun gibi bir zĂ‚ta daha hic rastlamadık."
Dîne uygun olmayan bir şeye musĂ‚ade etmezdi. Bir gun yanında; "Falanca cok ibĂ‚deti ve kerĂ‚metleri ile meşhûrdur." diye konuşuldu ve bu arada;"Ben
derece bakımından Yûnus aleyhisselĂ‚mı gectim." dediği nakledildi. Bunu duyunca yuzunde ofke eserleri goruldu...
Cok sabırlı idi. Talebelerinin suallerini kızmadan cevaplandırır, dersi gec anlayanlara sabırla anlatırdı. Ubey isminde, anlatılanları zor kavrayan
bir talebe vardı. Bir gun ders sırasında İbn-us- Semhal isminde bir zĂ‚t gelmişti. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚ni'nin onun dersi gec anlamasına karşı gosterdiği tahammule hayran kaldı. O talebe dersini alıp cıktıktan sonra, gosterdiği sabra hayret ettiğini soyleyince, AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî ; "Bir hafta daha yorulacağım, ondan sonra vefĂ‚t edeceğim." buyurdu. Dediği gibi bir hafta sonunda vefĂ‚t etti.

VEFATI :
AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî vefĂ‚t edeceği sırada, oğullarına buyurdu ki: "Yanımdan ayrılın! Cunku zĂ‚hirde, gorunuşte sizinle, bĂ‚tında Allah ile berĂ‚berim." Yine o esnĂ‚da buyurdular: "Yanımda sizden başkaları da vardır. Onlara yer acın. Onlara edebi gozetin. Burada buyuk rahmet vardır. Onları sıkıştırmayın!" Yine; "Aleykum-us-selam ve rahmetullahi ve berekĂ‚tuhu. Allah beni ve sizi mağfiret etsin! Allah benim ve sizin tovbelerimizi kabûl etsin!" Bir gun bir gece hep boyle buyurdular.
Oğlu Şeyh AbdurrezzĂ‚k anlatır:
Gavs-ul Ă‚zam, o esnĂ‚da, ellerini kaldırıp, uzattı ve; "Ve aleykum selĂ‚m ve rahmetullahi ve berekĂ‚tuhu! Tovbe ediniz!" buyurdu. VefĂ‚t ederken iki defĂ‚; "Allahumme refîk al a'lĂ‚." deyip; "Size geliyorum, size geliyorum." buyurdu.Tekrar buyurdu ki: "Durun!" Bunun ardından, ona olum ve sekerĂ‚t hĂ‚li geldi. Bu hĂ‚lde iken; "Bana kimse bir şey sormasın. Ben, Allah'ın ilminde bir hĂ‚lden başka bir hĂ‚le gecmekteyim." buyurdu. Son anlarında, oğlu AbdulcebbĂ‚r; "Babacığım, bedenin acı duyuyor mu?" diye arz edince; "Butun uzuvlarım acı icindedir. Yalnız kalbimde hic acı ve elem yok. O, Allah iledir." buyurdu. Oğlu Şeyh Abdulazîz; "Hastalığınız nasıldır?" diye sorunca; "Benim hastalığımı, insan, cin ve meleklerden hicbiri bilmez ve anlayamaz. Allah'ın ilmi, hukmu ile nĂ‚kıs olmaz. Hukum değişir, ilim ise değişmez. Allah, dilediğini siler, dilediğini yazar. Umm-ul-kitab O'ndadır, O'na yaptığından suĂ‚l olunmaz. Kullara ise, yaptıkları sorulur." buyurdu.
Daha sonra; "Kudret ile hĂ‚kim, kullarına olum ile gĂ‚lib olan Allah, her ayıp ve kusurdan munezzehdir. LĂ‚ ilĂ‚he illallah Muhammedun Resûlullah!" Sonra da; "Allah Allah Allah..." deyip sonra sesini kesti, dilini damağına yapıştırıp,
mubarek rûhunu teslim eyledi. CenĂ‚ze namazını oğlu AbdulvehhĂ‚b
kıldırdı.Cenaze merasimine gelen buyuk kalabalık sebebiyle ancak gece defn edilebildi.

VASİYYETİ :
Oğlu AbdurrezzĂ‚k'a şoyle vasiyet eyledi: Ey oğlum! Allahu tealĂ‚ bize ve sana ve butun muslumanlara tevfîk, başarı ve muvaffakiyet ihsĂ‚n eylesin! Sana Allah'tan korkmanı ve O'na tĂ‚at uzere olmanı, dînimizin emir ve yasaklarına riĂ‚yet etmeni ve hudûdunu gozetmeni vasiyet ederim.
Ey oğlum! Allah bize, sana ve muslumanlara tevfîk versin! Bizim bu yolumuz, Kitap ve Sunnet uzere bina edilmiştir. Kalbin selĂ‚meti, el acıklığı, comertlik, cefĂ‚ ve ezĂ‚ya katlanmak ve din kardeşlerinin kusurlarını affetmek uzere kurulmuştur.
Ey oğlum! Sana vasiyet ederim! Derviş yĂ‚ni Allah adamlarıyla berĂ‚ber ol. MeşĂ‚yıha, tasavvuf buyuklerine hurmeti gozet! Din kardeşlerinle iyi
gecin! Kucuk ve buyuklere nasîhat uzere ol. Dinden başka şey icin kimseye duşmanlık etme! Ey oğlum! Allah bize ve sana tevfîk versin! Fakirliğin hakîkati, senin gibi olana muhtac olmaman, zenginliğin hakîkati ise, senin gibi olandan bir şey istememendir. Tasavvuf hĂ‚ldir, soz değildir, soz ile de ele gecmez. Dervişlerden, Allah'tan başkasına ihtiyac duymayan birisini gorursen, ona ilim ile değil, rıfk, yumuşaklık, guler yuz ve tatlı soz ile muĂ‚mele eyle! ZîrĂ‚ ilim onu urkutur, rıfk, yumuşaklık ise ceker ve yaklaştırır. Ey oğlum! Zenginlerle sohbetin, goruşmen izzet ile, onlara değer vermeyerek, fakirlerle goruşmen ise, kendine değer vermiyerek olsun. İhlĂ‚s uzere ol! İhlĂ‚s, insanların gormesini hĂ‚tıra getirmeip, yaradanın dĂ‚imĂ‚ gorduğunu unutmamaktır. Sebeplerde Allah’a dil uzatma. Her hĂ‚lde Allah’dan gelene rĂ‚zı ve sukûn uzere ol. Allah adamlarının huzûrunda şu uc sıfat uzere bulun: Alcak gonulluluk, iyi gecinmek ve kotuluklerden arınmış bir kalb. Hakîkî yaşamak, nefsini oldurmenle, nefsinin arzularını, haram ve zararlı isteklerini yerine getirmemenle olur."
AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî'nin kız ve erkek pek cok cocuğu vardı. Nesli onlar vĂ‚sıtasıyla tarikatı dunyĂ‚nın ceşitli yerlerinde [ Mısır, Kuzey Afrika, Endulus (İspanya), Irak, Suriye ve Anadolu'da ] yayılmıştır. Oğullarından Ebû AbdurrahmĂ‚n Şerafeddîn ÎsĂ‚ Mısır'a hicret etmiş olup şimdi Mısır'daki KĂ‚dirî şeriflerin dedesi odur. Torunları, Kuzey Afrika'da daha cok "Şerif "diye , Irak, Suriye ve Anadolu'da ise Seyyid ve GeylĂ‚nî diye anılmaktadır.

BİR MURŞİD OLARAK PORTRESİ :
AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî heybetli bir zat idi. Az konuşur, cok sukût eder, konuştuğunda gĂ‚yet cĂ‚zib, acık ve net konuşurdu. Şahsı icin kızmaz ancak
"din" husûsunda aslĂ‚ tĂ‚viz vermezdi. Misafirsiz gece gecirmezdi. Zayıflara yardım eder, fakirleri doyururdu. İsteyeni geri cevirmez, iki elbisesi varsa, mutlaka birini isteyene verirdi. Yanında oturanlarda; "Ondan daha kerîm ve lutufkĂ‚r kimse olamaz." kanĂ‚ati hĂ‚kim olurdu. Sevdiklerinden biri gurbete cıksa, ondan haber sorar, sevgi ve alĂ‚kasını muhĂ‚faza ederdi. Kendisine kotu davrananları affederdi. Kotuluklere dalmış cok kimse, hırsız ve eşkıyĂ‚ onun vĂ‚sıtasıyla tovbe etti. Koleleri satın alıp, Ă‚zĂ‚d ederdi. Verdiği sozu tutar,kimseye karşı kotuluk duşunmezdi. Anbarında helĂ‚lden kazandığı
buğday bulunurdu. Kendisine hediye gelse, yanındakilere dağıtır, bir kısmını da, kendisine ayırırdı. Hediyeye, mutlaka karşılık verirdi. Dervişlerin nafakasını satın almak icin, vazîfelinin, bir başka işi olsa, yĂ‚hut hastalansa, kendisi carşıya cıkar, ceddi Resûlullah efendimize sallallahu aleyhi ve sellem uyarak, ev icin luzûmlu şeyleri satın alırdı. Bir toplulukla yolculukta olsa ve bir yerde konaklasalar, kendi eliyle, el değirmeninde buğday oğutur, hamur yapar, ekmek pişirir, hepsine taksim ederdi. Kendini ziyĂ‚rete gelenlere saygı gosterir,tevĂ‚zu ederdi. Cok gunler, et ve yağ yemezdi. Sıkıntısı ve dileği olanlar onu vesîle ederek, araya koyarak Allah’a duĂ‚ ettiklerinde dileklerine kavuşurlardı. Buyururdu ki: "Sıkıntıda olan bir kimse beni vesîle edip Allah’a yalvarsa derhĂ‚l sıkıntısı gider. Şiddet Ă‚nında her kim benim ismimi ansa derhĂ‚l rahata kavuşur. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚ni'nin yuzu suyu hurmetine diyerek, her kim Allah’dan dilekte bulunursa, derhĂ‚l işi gorulur."
Bir kere de; "Her kim her rekatında FĂ‚tiha'dan sonra on bir İhlĂ‚s okuyarak, iki rekat namaz kılarsa, selĂ‚mdan sonra da on bir defĂ‚ Allah'ın Resûlune salĂ‚t ve selĂ‚m getirip benim ismimi anarak yalvarırsa, Allah'ın izni ve yardımıyla derhĂ‚l işi gorulur." buyurdu. Muridlerinin, tovbesiz vefĂ‚t etmemeleri icin duĂ‚ etti:"Allah'ım! Ceddim, Habîbin Muhammed aleyhisselĂ‚m ve kullarından takvĂ‚ya erenlerin hĂ‚tırı icin, hic bir murîdimin rûhunu tovbesiz alma." diye yalvardı.
Bir defĂ‚sında; "İyi muridlerin hĂ‚li mĂ‚lum, ya kotulerinki ne olacak?" diye sorduklarında; "İyi olanlar kendilerini bize adamışlardır. Kotulere gelince biz de kendimizi onları kurtarmak icin adadık." buyurdular.
Bir kere de; "Bana gozun alabileceği kadar bir kitap verildi. Onda kıyĂ‚mete kadar muridlerimin isimlerini gordum." buyurmuştur. Cinler de kendisinden cekinir, itĂ‚at edip sozunu dinlerlerdi.Ebû Saîd Abdullah bin Ahmed isminde
birinin kızına cinler musallat olmuştu. HĂ‚lini, Seyyid AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî 'ye arz etti. O da; "Falanca yere git. Oraya cinlerin reisi uğrayacak. Ona benim gonderdiğimi soylersin, hĂ‚lini anlatırsın. O sana yardımcı olur." buyurdu. Halk sıkıntıları olunca ona gelirdi.
DuĂ‚sı makbûl idi. Bağdad halkından biri ona gelerek; "Babamı ruyĂ‚da azĂ‚b icerisinde gordum. Bana Şeyh AbdulkĂ‚dir'e git, bana duĂ‚ etsin. Belki
Allah beni azapdan kurtarır." dedi. Bunun icin sana geldim. Babama duĂ‚ ediverin de azaptan kurtulsun." dedi. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî sukût buyurdu. Bir şey soylemedi. O şahıs ikinci gece babasını ruyĂ‚sında yeşil bir cubbe icerisinde neşeli neşeli gorunce hayret edip; "Baba, dun azĂ‚b icindeydin, bugun ise neşelisin. Sebebi nedir?" diye sordu. Babası; "Şeyh AbdulkĂ‚dir bana duĂ‚ etti. Allah onun duĂ‚sı hurmetine beni azaptan kurtardı." dedi.
Muhammed Ezher şoyle anlatır:
Bir sene Allah’dan devamlı bana evliyĂ‚sından birini gostermesini istedim. Bir gece ruyĂ‚mda İmĂ‚m-ı Ahmed bin Hanbel'in kabrini ziyĂ‚ret ettim, orada birisi vardı. İcimden onun evliyĂ‚dan biri olduğunu gecirdim. Uyanınca Ahmed bin Hanbel'in kabrine koştum. RuyĂ‚da gorduğum zĂ‚t orada duruyordu. Onumden gecip Dicle'ye doğru gitti. ZiyĂ‚retimi acele yapıp onu tĂ‚kib ettim. Dicle Nehrinin iki tarafı, bir adımlık mesĂ‚fe oluncaya kadar yaklaştı ve adımını atarak geciverdi. Sonra o zĂ‚t medresesine gittiğinde ruyĂ‚da ve uyanık iken gorduğu zatın AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî olduğunu anladı. Onu goren tesiri altında kalır, mubĂ‚rek biri olduğunu hisseder, kalbi katı ise, yumuşardı. CumĂ‚ gunleri cĂ‚miye giderken, halk onu gormek icin sokakları doldururdu.
Kendisi hakkında kotuluk duşunene merhamet eder, onun iyiliğini isterdi.
Meclisi musluman olmak icin gelenlerden boşalmazdı. Musluman olan bir rĂ‚hip şoyle anlatır:
"Ben Yemenliyim. İcimden musluman olmak geldi. Bunun icin Yemen'deki İslĂ‚m Ă‚limlerinden birine murĂ‚caat etmek istedim. Boyle duşunurken, uyuya kaldım. RuyĂ‚mda ÎsĂ‚ aleyhisselĂ‚mı gordum. Bana; "Irak'a git, orada AbdulkĂ‚dir isminde biri var, onun huzûrunda musluman ol. Cunku o zamĂ‚nındaki Ă‚limlerin en buyuğudur." buyurdu.Yine on uc kişilik bir hıristiyan cemĂ‚ati musluman olmayı kararlaştırdılar. Kimin yanında musluman olacaklarını duşunurlerken sĂ‚hibini gormedikleri bir ses; "Bağdad'a gidin. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî ismindeki zĂ‚tın huzûrunda musluman olun. Onun bereketiyle kalbinizde oyle bir îmĂ‚n nûru parlar ki, başkasının yanında boyle olmaz." diyordu. Allah'ın izni ile bir anda bircok yerde bulunurdu. RamazĂ‚n-ı şerîfte bir gun, ayrı ayrı yetmiş kişi, birbirinden habersiz, Gavs-ul-a'zamı iftĂ‚ra dĂ‚vet etti. Herbiri kendi evini şereflendirmek, bereketlendirmek istiyordu. Her birinin dĂ‚vetini kabûl etti, aynı anda dĂ‚vet edenlerin evlerinde iftarda bulundu, onlarla birlikte yemek yedi. Bu haber, bu buyuk ve havsalaya sığmaz kerĂ‚met, bir anda Bağdad'a yayıldı. Huzûrunda hizmet eden hizmetcilerden biri, Gavs-ul-Ă‚zam o akşam tekkesinden cıkmadığı, iftarı burada yaptığı hĂ‚lde, o kimselerin evlerine girip, onlarla yemek yemesi ve bu yemeğin aynı anda olması nasıl olur? diye duşunduğu zaman, Gavs-ul-Ă‚zam, o hizmetcisine donerek; "Onlar doğru soyluyorlar, herbirinin dĂ‚vetinde bulundum, ayrı ayrı, fakat aynı zamanda herbirinin evlerinde yemek yedim" buyurdu.
Cilesini cekmeden yuksek mertebelere ulaşılamıyacağını soylerdi. BĂ‚zan sevdiklerine mĂ‚nĂ‚ Ă‚leminde ceşitli şeyleri gosterirdi. Ali bin YĂ‚kub anlatır: Bir kere daha yanına gitmiştik. Başını eğip, murakabeye dalınca, ondan bir nûrun yukseldiğini gordum. Gozumden perde kalktı, melekleri, onların tesbihlerini ve kabirdekileri, onların hĂ‚llerini, derecelerini, tesbih ettiklerini gordum.
Ebu'l-Hacer HĂ‚mid HirĂ‚nî anlatıyor: Bir gun AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî 'nin medresesine gittim ve huzûrunda oturdum. Bana; "Ey HĂ‚mid! Bir gun gelecek meliklerin, sultanların minderinde oturacaksın." buyurdu. Aradan epeyce zaman gecip, Hiran'a donunce, Sultan Nûreddîn beni cağırıp yanına oturttu ve evkaf bakanı yaptı. Bir gun bir cemĂ‚atle terasta durup, BuhĂ‚rĂ‚ tarafına donerek, guzel bir koku aldı ve; "Benim vefĂ‚tımdan yuz elli yedi sene sonra, dunyĂ‚ya Muhammedî meşreb birisi gelir, ismi BahĂ‚eddîn Muhammed Nakşbendî'dir. Bana mahsus nîmetlere kavuşur." buyurdu ve dediği gibi oldu.
Allah ona eşyĂ‚nın aslını, neden meydana geldiğini gosterirdi.
Bir gun devlet ileri gelenlerinden birisi huzûruna gelmişti. Tesirli nasîhatlarını dinledikten sonra memnuniyetinden on kese altını ortaya koyup, bunlar senindir." dedi. AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî almak istemedi. Cok ısrar edince, icinden ikisini aldı ve sıktı. Elinin altından kan akmaya başladı. O şahsa; "Bunları bana getirmekten hic mi hayĂ‚ etmedin?" dedi. Onları helalden kazanmadığını gostermiş oldu.
Her zaman gizli acık kerametleri gorulurdu.
AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî buyurur ki:
"KerĂ‚metler ancak bir hayır, hikmet icin gosterilir. KerĂ‚metini gizlemeyen dunyĂ‚ya duşkundur. Bana talebe olan yĂ‚hut evlĂ‚dımdan ve halîfelerime bağlı olup, kerĂ‚met derecesine ulaşıp, maksatsız kerĂ‚met izhar edenin yuzu iki dunyĂ‚da kara olur." AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî'nin insanları gafletten uyaran,
kendilerine gelmesine vesîle olan pekcok sozu vardır. Bunlardan bĂ‚zıları şunlardır: "İnsanlara rehberlik eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik yapamaz. Kusurları ortucu ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak olması, doğru sozlu ve iyilik yapıcı olması, iyiliği emredip, kotuluklerden men edici olması, misĂ‚firperver ve geceleri insanlar uyurken ibĂ‚det edici olması, Ă‚lim ve cesûr olması."
"Şukrun esası, nîmetin sĂ‚hibini bilmek, bunu kalb ile îtirĂ‚f etmek ve dille soylemektir."
"Âlimlere tĂ‚bi olunuz; bid'at yoluna sapmayınız. Sabrediniz, sızlanmayınız. SĂ‚bit kalınız, ayrılıp dağılmayınız. Bekleyiniz, umit kesmeyiniz. Ozunuzu gunahdan temizleyiniz, kirletmeyiniz. Hele Rabbinizin kapısından hic ayrılmayınız."
"Kalb dunyĂ‚ arzularından birine bağlı kaldığı ve gecici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği muddetce, imkĂ‚nı yok, Ă‚hireti sevmiş olamaz."
"Mumin, insanlara karşı yuzunden sevincli olduğunu gosterir. Fakat kendi mahzûndur. Rasulullah efendimiz; "Muminin sevinci yuzundedir. Halbuki kalbi mahzûndur." buyurmaktadır. Muminin tefekkuru, duşunmesi, ağlaması cok, gulmesi azdır. Tebessumu ile kalbindeki huznu gizler. Dışarıda gecimini temin etmekle uğraşıyor gorunur, kalbi Rabbini anmakla meşgûldur. Coluk cocuğu ile uğraşıyor gorunur, kalbi Rabbi iledir."
"İnsanlara gosteriş icin amel yapıp, sonra da bunu Allahnın kabûl etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dunyĂ‚ya duşkunluğu bırak.
Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz huzunlu ol. Rasulullah efendimiz başkasının kalbini ferahlandırmak icin tebessum buyururlardı."
İlk once yapılması lĂ‚zım olan şeyler husûsunda:
"Mu'minin, en once farzları yapması lĂ‚zımdır. Farzları bitirdikten sonra, vĂ‚cib ve sunnetleri yapar. Ondan sonra, nĂ‚filelerle meşgûl olur. "
Kotu arkadaşlardan uzak olmayı tavsiye eder, şoyle buyururdu:
"Kotu arkadaşları terket. Onlara sevgi duyma, sĂ‚lihleri sev. Yakının bile olsa, kotu arkadaştan uzak dur. Uzak bile olsa, iyi arkadaşlarla berĂ‚ber
ol. Kimi seversen, seninle onun arasında bir yakınlık hĂ‚sıl olur. Bu bakımdan, sevgi beslediğin kimsenin kim olduğuna iyi bak. Ey oğul! Kotu kimselerle duşup kalkman, seni, iyi kimseler hakkında kotu zanna duşurur. Allah'ın kitabının ve Resûlunun sunnet-i seniyyesinin golgeleri altında yuru, felĂ‚h, bulur kurtuluşa erersin."
Ey oğul! Senin duşuncen, yiyecek, icecek, giyecek ve dunyĂ‚ lezzetleri olmasın. Butun bunlar, nefsin ve insan tabiatının istediği şeylerdir. Kalbin duşuncesi nerede, nefsin ve tabiatın istekleri nerede? Kalbin duşuncesi Allah'dır. Senin duşuncen, Rabbin ve O'nun katında bulunan nîmetler olmalıdır. DunyĂ‚dan ne terkedersen, mutlaka bunun karşılığında Ă‚hirette ondan daha hayırlısı vardır. Omrunde sĂ‚dece şu icerisinde bulunduğun gunun kaldığını farz et de Ă‚hiret icin hazırlık yap."
Faydasız şeyleri bırakmak husûsunda:
"Ey zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak. DunyĂ‚ ve Ă‚hirette sana fayda verecek işlerle uğraş. Boş işlerle uğraşmayı bırak. Kalbinden dunyĂ‚ duşuncelerini cıkar. Cunku yakında dunyĂ‚dan alınacak, Ă‚hirete goturuleceksin. DunyĂ‚da rahat ve hoş bir hayat arama. "
İyi zan sĂ‚hibi olmak hakkında:
"Muslumanlar hakkında iyi zan sĂ‚hibi ol. Onlar hakkında niyetini duzelt. Her turlu hayır işi yapmaya koş. Bilmediğin hususlarda Ă‚hireti duşunen Ă‚limlere sor."
DuĂ‚ hakkında:
"Allah’dan dunyĂ‚ ve Ă‚hiretin hayırlarını iste. Sakın; "Ben istiyorum. Fakat Allah vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim." deme. DuĂ‚ya
devĂ‚m et. Eğer istediğin şey ezelde senin icin takdir edilmiş ise, Allah’dan istedikten sonra, Allah onu sana gonderir. Eğer istediğin o rızık ezelde
senin icin takdir edilmemiş ise, Allah seni o şeye muhtac kılmaz ve kendinden gelenlere rızĂ‚ gosterme nîmetini ihsĂ‚n eder. Eğer Allah senin icin
fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allah’a fakirlikten ve hastalıktan kurtulman icin yalvarırsın. O zaman Allah sana rĂ‚zı ve memnûn
olacağın bir hĂ‚l verir. Eğer, ezelde borclu olmak takdir edilmişse ve sen de borctan kurtulmak icin duĂ‚ edersen, Allah alacaklıyı sana kotu muĂ‚mele
etme hĂ‚linden vaz gecirir. Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama hĂ‚line cevirir. Eğer dunyĂ‚da borclu halden kurtarmazsa buna karşılık
sana bol sevap verir. Âhiret işlerini once yapmak husûsunda:
"Âhireti sermĂ‚yen, dunyĂ‚yı bu sermĂ‚yenin kazancı yap. ZamĂ‚nını, once Ă‚hireti elde etmek icin sarf et. Geri kalan vaktini, gecimini temin icin harca. Sakın dunyĂ‚nı sermĂ‚ye, Ă‚hiretini onun kĂ‚rı şeklinde yapma. Boyle yaparsan, dunyĂ‚dan artan zamĂ‚nını, Ă‚hiretin icin sarf edersin. Bu zaman zarfında namazlarını kılmaya calışırsın. Fakat cabucak kılayım diye, rukunlerine riĂ‚yet etmezsin. Sonra dunyĂ‚ işlerinden dolayı yorulur ve bitkin duşersin.
Geceleri namaz kılmaya fırsat bulamazsın. Yorgunluktan olu gibi yatar, gunduz de faydasız olursun. Nefsine, hevĂ‚ ve isteğine hattĂ‚ şeytĂ‚na tĂ‚bi olursun. Âhiretini dunyĂ‚ya karşılık satarsın.
Nefsinin kolesi ve onun bineği olursun. HĂ‚lbuki sen, nefsine binmek, onu yalanlayıp tekzib etmek ve selĂ‚met yoluna sokmakla emrolunmuşsun.
Bunlar Ă‚hiret yolu, Rabbine tĂ‚at yoludur. Sen, nefsinden gelen istekleri kabûl etmekle, kendine zulmettin.İsteklerinde, lezzetlerinde, hevĂ‚sında ona uydun. Sonunda dunyĂ‚ ve Ă‚hiretin hayırlısını kacırdın. DunyĂ‚ ve Ă‚hiretini zarara soktun. Boyle olursa, Kıyamet gunu din ve dunyĂ‚ bakımından insanların en muflisi ve en zararlısı olursun. Nefsine uymakla, dunyĂ‚dan fazla bir şeye ulaşamadın. Eğer nefsini Ă‚hiret yoluna cekseydin, Ă‚hiretini esas ve sermĂ‚ye kabûl etseydin, dunyĂ‚ ve Ă‚hiretini kazanırdın. Nefsin kotuluklerinden korunur, iyilerden olurdun. Eğer dunyĂ‚ya rağbet etmeyerek, kotuluklerden uzak kalarak Allah’a itĂ‚at edersen, Allah'ın has kullarından olursun."
Yapılan nasîhatı kabul etmek hakkında:
"Kardeşinin sana yaptığı nasîhatı kabul et. Ona muhĂ‚lefet etme. Cunku o, senin kendinde goremediğin şeyleri gorur. Bunun icin Resûl-i ekrem; "Mumin, muminin aynasıdır." buyurmuştur. Mumin, din kardeşine yapmış olduğu nasîhatlerde samîmîdir. Onun goremediği şeyleri bildirir. Ona, iyilikler ve kotulukler arasındaki farkı gosterir. Ona, lehinde veya aleyhinde olan şeyleri anlatır." Acele etmemek husûsunda:
"Acele etme. Acele eden, ya hatĂ‚ yapar veya hatĂ‚lı duruma yakın olur. Ağır ve temkinli hareket eden, o işte ya isĂ‚bet kaydeder veya isĂ‚bet etmeye yaklaşır. Acele şeytandandır. Ağır ve temkinli hareket etmek. Allah’dandır. Umûmiyetle aceleye sebep, dunyĂ‚lık toplama hırsıdır. KanĂ‚at sĂ‚hibi ol. KanĂ‚at bitmeyen bir hazînedir."
Gaflet hakkında:
"Allah’dan hakkıyla hayĂ‚ ediniz. Gaflette olmayınız. ZamĂ‚nınız, zĂ‚yi olup gidiyor. HĂ‚lbuki siz, yiyemeyeceğiniz şeyleri toplamak, ulaşamayacağınız şeylerin peşinde koşmak, oturamayacağınız binĂ‚ları kurmakla meşgûl oluyorsunuz. Butun bunlar size, Rabbinizin huzûrunda hesap vermek icin duracağınızı unutturuyor. HĂ‚lbuki Allah’ı anmak, Ă‚riflerin kalblerinde yerleşir. Onların kalblerini kuşatır. Onlara, Allah’ı hatırlamaya mĂ‚ni olan her şeyi unutturur."
Allah icin yapılmayan işler hakkında:
"Senin dilin guzel ve tatlı; yuzun ise kotuluklerden kurtulmuş gibi guluyor, ya kalbinin hĂ‚li nasıl? CemĂ‚at icinde iyi gorunuyorsun, ya yalnız iken,
yanında kimse yok iken nasılsın? Gorunduğun gibi değilsin. Sen namaz kıldığın, oruc tuttuğun, hayır işleri yaptığın zaman, eğer bunları sırf Allah'ın
rızĂ‚sını gozeterek yapmazsan, nifak uzere ve Allah’dan uzak olacağını bilmiyor musun? Şimdi Allah icin yapmadığın butun işlerin, butun sozlerin,
Ă‚dî ve bayağı niyetlerin icin tovbe et. İnsanlara gosteriş icin, onların rızĂ‚larını almak icin amel yapıp, sonra da bunu Allah'ın kabûl etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dunyĂ‚ya duşkunluğu bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz huzunlu ol. Cunku sen, huzun evinde ve dunyĂ‚ hapishĂ‚nesindesin. Rasûlullah dĂ‚imĂ‚ tefekkur ederdi. Sevincleri az, huzunleri coktu. Az gulerdi. SĂ‚dece başkasının kalbini ferahlandırmak icin tebessum buyururlardı."
Allah'ın sevgisinde samîmiyetin nasıl belli olduğu hususunda:
"Kulun Allah’ı sevmesinde samîmi olup olmadığı, başına belĂ‚ ve musîbet geldiği zaman ortaya cıkar. Bela ve musîbet geldiğinde sabır ve sukûn hĂ‚lini
muhĂ‚faza edebiliyorsa, o gercekten Allah’ı seviyor demektir. Musîbet ve fakirlik zamĂ‚nında sebat gosterebilmek bu sevgiye delil ve alĂ‚met yapıldı.
Birisi Rasulullah efendimize;"Ben seni seviyorum." deyince; "Fakirlik icin bir elbise hazırla." buyurdu. Bir başkası gelip Rasulullah efendimize; "Ben Allah’ı seviyorum." deyince; "BelĂ‚ icin elbise hazırla." buyurdu." Sabır ve tahammullerin karşılıksız kalmayacağına dĂ‚ir:
"Halinizden şikĂ‚yette bulunmayın. Sabredin, feryad etmeyin. Doğruluk uzere devĂ‚m edin. İsteyin, istemekte bıkkınlık gostermeyin. İcinde bulunduğunuz istenmeyen hĂ‚llerden dolayı umitsizliğe duşmeyin. DĂ‚imĂ‚ umitli olun. Birbirinize duşman değil, kardeş olun. Birbirinize buğz etmeyin.
Allah’a, rızĂ‚sı icin yapılan sabırlar ve tahammuller, aslĂ‚ karşılıksız kalmaz. Onun icin bir Ă‚n olsun sabrediniz, mutlaka, senelerce bu sabrın mukĂ‚fĂ‚tını
gorursunuz. Omru boyunca kahraman lakabıyla meşhûr olan, bu lakabı, bir Ă‚nlık cesĂ‚reti netîcesinde kazanmıştır. Allah Kur'Ă‚n-ı kerîmde meĂ‚len; "Şuphesiz ki, Allah sabredenlerle berĂ‚berdir." buyuruyor (Bakara sûresi: 2:153)
HayĂ‚tı fırsat bilmeye dĂ‚ir:
"Hayatta olduğunuz muddetce, omru fırsat biliniz. Bir muddet sonra hayat kapısı kapanacak, bu dunyĂ‚dan ayrılacaksınız. Gucunuz yettiği muddetce hayırlı işler yapmayı ganîmet biliniz. Tovbe kapısı acıkken ve elinizde bu imkĂ‚n varken bunu fırsat biliniz. Tovbe ediniz. DuĂ‚ etmeye imkĂ‚nınız varken, duĂ‚ ediniz. SĂ‚lih kimselerle berĂ‚ber olmayı fırsat biliniz."
Kabir ziyÂretine dÂir:
"Kabirleri ziyĂ‚ret ediniz. SĂ‚lih kimseleri de ziyĂ‚ret ediniz. Hayırlı işler yapınız. Boyle yaparsanız, her şeyiniz duzelir."
Gunahlardan sakınmak husûsunda:
"Mumin kimse kucuk gunahları da buyuk gorur. Rasulullah efendimiz; "Mumin kimse, gunahını dağ gibi gorup, kendi uzerine duşeceğinden korkar.
Munafık ise, gunĂ‚hını burnu uzerine konan ve hemen ucan sinek gibi gorur." buyurdu."


Eserlerinden bĂ‚zıları şunlardır :
1) El-Gunye li-TĂ‚libî Tarîk-ıl Hak: ÎmĂ‚n, ibĂ‚det ve ahlĂ‚kî konuları ihtivĂ‚ eder.
2) El-FethurrabbĂ‚nî vel-Feyz-ur-RahmĂ‚nî: VĂ‚zlarından meydana gelir.
3) Futûh-ul-Gayb: Bu eser vĂ‚zlarından ve oğlu Abdurrezzak'a vasiyetinden meydana gelir.
4) El-FuyûzĂ‚tu'r-RabbĂ‚niyye fî EvrĂ‚d-il-KĂ‚diriyye: DuĂ‚ ve virdlerden meydana gelir.
5) Mektûbat: On beş mektuptan meydana gelir.

ALTININ VAR MI?
Bir gun AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî'ye; "Bu işe başladığınızda, bu yola adım attığınızda, temeli ne uzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da boyle
yuksek dereceye ulaştınız?" diye sordular. Buyurdu ki:
"Temeli sıdk ve doğruluk uzerine attım. AslĂ‚ yalan soylemedim. Yalanı kĂ‚ğıda bile yazmadım ve hic yalan duşunmedim. İcim ile dışımı bir yaptım. Bunun icin işlerim hep rast gitti. Cocuk iken maksadım, niyetim, ilim oğrenmek, onunla amel etmek, oğrendiklerime gore yaşamaktı. Kucukluğumde Arefe gunu cift surmek icin tarlaya gittim bir okuzun kuyruğundan tutunup, arkasından gidiyordum. Hayvan dile geldi ve donup bana; "Sen bunun icin yaratılmadın ve bununla emrolunmadın." dedi. Korktum, geri dondum. Evimizin damına cıktım. Gozume, hacılar gozuktu. Arafat'ta vakfeye durmuşlardı. Anneme gidip;
"BeniAllahnın yolunda bulundur. İzin ver, Bağdad'a gidip ilim oğreneyim. SĂ‚lih zĂ‚tları ve evliyĂ‚yı bulup ziyĂ‚ret edeyim." dedim. Annem sebebini sordu, gorduklerimi anlattım. Ağladı, kalkıp babamdan mîrĂ‚s kalan seksen altının yarısını kardeşime ayırdı. Kalanını bana verip, altınları elbisemin koltuğunun altına dikti. Gitmeme izin verip, her ne olursa olsun doğruluk uzere olmamı soyleyip, benden soz aldı. "Haydi Allah selĂ‚met versin oğlum. Allah icin ayrıldım. Artık kıyĂ‚mete kadar bir daha yuzunu goremem." dedi. Kucuk bir kĂ‚file ile Bağdad'a gitmek uzere yola cıktım. Hemedan'ı gecince, altmış atlı eşkıyĂ‚ cıka geldi. KĂ‚filemizi bastılar. Kervanı soydular. İclerinden biri benim yanıma geldi. "Ey derviş! Senin de bir şeyin var mı?" diye sordu. "Kırk altınım var." dedim. "Nerededir?" dedi. "Koltuğumun altında dikili." dedim. Alay ediyorum zannetti. Beni bırakıp gitti. Bir başkası geldi, o da sordu. Fakat, o da bırakıp gitti. İkisi birden reislerine gidip, bu durumu soylediler. Reisleri beni cağırttı. Bir yerde, kĂ‚fileden aldıkları malları taksim ediyorlardı.
Yanına gittim. "Altının var mı?" dedi. "Kırk altınım var." dedim. Elbisemin koltuk altını sokmelerini soyledi. Sokup, altınları cıkardılar. "Neden bunu
soyledin?" dediler. "Annem, ne olursa olsun yalan soylemememi tembih etti. Doğruluktan ayrılmayacağıma soz verdim. Verdiğim sozde durmam lazım." dedim. EşkıyĂ‚ reisi, ağlamaya başladı ve; "Bu kadar senedir ben, beni yaratıp,
yetiştiren Rabbime verdiğim sozu bozuyorum." dedi. Bu pişmanlığından sonra tovbe edip, haydutluğu bıraktığını soyledi. Yanındakiler de, "İnsanları soymakta, yol kesmede sen bizim reisimiz idin, şimdi tovbe etmekte de reisimiz ol" dediler. Sonra, hepsi tovbe ettiler. KĂ‚fileden aldıkları malları sĂ‚hiplerine geri verdiler. İlk defĂ‚ benim vesîlemle tovbe edenler, bu altmış kişidir."


ATEŞİN ODUNU YİYİP BİTİRDİĞİ GİBİ

AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî'nin sohbetleri ile hasta gonuller şifa bulur, katı kalpler yumuşardı. İnsanların mĂ‚nevî hastalıklarını tek tek bildirir, onları tedĂ‚vî ederdi. Hasedin, kıskanclığın Allahın gazĂ‚bına sebeb olacağını şoyle anlatır:
Ey mumin! Ne oluyor ki, seni, komşunu; yemede, icmede, giymede ve başka şeylerde kıskanır goruyorum. Bu nasıl iş? Bilmiyor musun ki, bu senin îmĂ‚nını zayıflatır. MevlĂ‚nın yanında kıymetin kalmaz. Seni, Allahın gazabına uğratır.
Rasulullah efendimiz; "Allah, hasetci kimse nîmetimin duşmanıdır," buyurdu." diye bildirmiştir.
Resûl-i ekrem bir hadîs-i şerîfte; "Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer." buyurdu. Sen, haset ettiğin kimseyi, hangi ve ne hususta haset ediyorsun. Onun kısmeti icin mi, yoksa kendi kısmetin husûsunda mı haset ediyorsun? Eğer onu, Allahnın ona kısmet olarak verdiği şeyde haset
ediyorsan, ona haksızlık etmiş olursun. Haset ettiğin kimse, Allahnın kendisi icin takdir ve taksim ettiği nîmetin icerisinde bulunmaktadır. Sen onu, Allahnın bu ihsĂ‚nından dolayı haset etmekle, ne kadar haksızlık ve cimrilik yaptığını, ne kadar akılsızlık ettiğini biliyor musun? Eğer onu, sana takdir edilenin onun eline gececeğinden endişe ederek kıskanıyorsan, bu senin cok cĂ‚hil olduğunu gosterir. Cunku senin kısmetini başkası yiyemez. Muhakkak ki Allah sana zulmetmez. Allah senin icin takdir ettiğini, sana nasîb olarak verdiğini, senden alıp başkasına vermez.

BU İHTİYARI HİMÂYE ETSİN!.. Gavs-ul-a'zam bir gun, İmĂ‚m-ı Ahmed bin
Hanbel'in kabrini ziyĂ‚ret etti. Yanında evliyĂ‚dan bir cemĂ‚at da vardı. Kabrin başında okudular. İmĂ‚m-ı Ahmed bin Hanbel kabirden cıktı, elinde gomlek vardı. Gomleği verdi ve birbirlerinin boynuna sarıldılar. Sonra İmĂ‚m-ı Ahmed; "Ey Seyyid AbdulkĂ‚dir! Fıkıh, tasavvuf ile helĂ‚lin, haramın ilmi sana muhtactır." buyurdu. Bir gece Rasûlullah efendimizi ruyĂ‚da gordu. Bu
arada İmĂ‚m-ı Ahmed bin Hanbel'i de gordu. Bir eliyle sakalını tutmuş, Resûlullah efendimizden ricĂ‚ ediyor ve; "Ey Allah Resûlu! Oğlun Muhyiddîn Seyyid AbdulkĂ‚dir'e buyur da, bu zayıf ihtiyĂ‚rı himĂ‚ye etsin." diyordu. Resûlullah efendimiz tebessum buyurarak: "Ey Seyyid AbdulkĂ‚dir! Bu şeyhin ricĂ‚sını kabûl et." buyurdu.
Resûlullah'ın emri ile, onun ricĂ‚sını kabûl etti ve sabah namazını Hanbelîlerin namazgĂ‚hında kıldı. HĂ‚lbuki Hanbelî namazgĂ‚hında imĂ‚mdan başka kimse olmazdı. AbdulkĂ‚dir-i GeylĂ‚nî hazretleri oraya gelince, pek cok kimse de ardından gelip, mescidi doldurdu ve boş yer kalmadı. "Eğer Gavsul- a'zam hazretleri o gun, Hanbelî namazgĂ‚hında hazır olmasaydı, Hanbelî mezhebi unutulacaktı." denilmiştir. Bundan sonra Hanbelî mezhebine gore ibĂ‚det etti.


SIRRU’L- ESRAR
Gercekten ilim; değeri anlatılanlar arasında en ustun şerefi taşımakta, en yuce mertebeye sahip olmakta, en pahalı ziynet olmakta, manen en ustun ticareti getirmektedir. Cunku Ă‚lemlerin Rabbı olan Allah’ın (c.c) tevhidine ilimle erilir.
Nebileri, resûlleri tasdik edebilmekilimle olur.
Onlara salÂt ve selÂm olsun...
Âlimler, Allah’ın has kullarıdır; onları dinî ilimleri icin secti.Taşıdıkları fazilet meziyeti icabı ilim nûrunu onlara verdi.Onları halk arasından tercihle ayırdı.
Cunku onlar, nebilerin varisi, halifesi ve resûllerin halka efendi kıldığı kimselerdir.Aynı zamanda peygamberler icin, en iyi irfan duygusunu onlar
taşır. Hakk TeĂ‚lĂ‚ ilim sahiplerini overken şoyle buyurur.
-“Sonra, kitabı oyle kimselere bıraktık ki, onları kullarımız arasından ayırdık... Onların bir kısmı nefsine zulmeder, bir kısmı orta halli gider- hataları ile sevapları eşit gecer- Bir kısmı da hayra koşar.” (Fatır,32)
Sonra... Peygamber S.A. efendimiz de o zatları overken şoyle buyuruyor:
-“İlim sahipleri; peygamberlerin varisleridir.Sema ehli onları sever.Denizdeki balıklar, kıyamete kadar onlar icin bağı diler.”
Allah-u TeĂ‚lĂ‚, bir başka Âyet-i Kerimede ilim sahiplerini şoyle tavsif eder:
-“Ancak, Allah’tan Ă‚lim kulları korkar.(Fatır, 28) (S.14)
“ Ruh-u Muhammedî, olanların ozu; kĂ‚inatın evveli ve aslıdır.Buna işareten Peygamber S.A. efendimiz buyurur:
-“Ben Allah’tan; muminlerde benden...”
Allah-u TeĂ‚lĂ‚, lĂ‚hût Ă‚leminde ve ha