Hz. Osman (R.a.), Rasûlullah (sav)'in damadır. Rasûlullah (sav)'ın kızları Rukiyye ve Ummu Gulsum ile evlenmiş, Rukiyye'den Abdullah adında bir oğlu dunyaya gelmişti. Daha sonra Fatihte binti Gazvan ile evlenmişti. Bu hanımından kucuk Abdullah adında bir oğlu dunyaya gelmiş ve o da kucuk yaşta iken vefat etmişti. Daha sonra Ummu Amr binti Cundeb b. Amr b. Humame ed-Devsi ile evlenmiş ve ondan da Omer, Haiid, Ebban ve Meryem adındaki cocukları dunyaya gelmişti. Daha sonra Velid b. Muğire el-Mahzumi'nin kızı Fatıma ile evlenmiş ve ondan da Velid, Sa'id ve Ummu Sa'id adlarındaki cocukları dunyaya gelmişti. Bu hanımlarının dışında ayrıca Hz. Osman (R.a.) Şeybe b. Rabia'nın kızı Remle ile evlenmiş, ondan da Aişe, Ummu EbÂn ve Ummu Amr adındaki cocukları dunyaya gelmişti. Daha sonra FerÂsa el-Kelbi'nin kızı Naile ile evlenmiş ve ondan da Meryem adındaki kızı doğ*muştu. Hz. Osman (R.a.) şehid edildiği sırada nikÂhı altında Şeybe'nm kızı Remle, Naile, Uyeyne'nin kızı Ummu Benin ve Gazvan'm kızı FÂtite bulunuyordu.

Muhasara altında iken Ummu Benin'i boşadığı rivayet edilir. İşte butun bunlar cahiuyye devrinde ve İslÂm doneminde Hz. Osman (R.a.)'in hanımları ve cocuklarıdır. [64]

Hz. Osman (R.a.) ailesi, muhacir ailesidir. Nadr b. Enes (R.a.) anlatı*yor: Enes (R.a.)'ın şoyle dediğini işittim: Osman b. Affan (R.a.) beraberinde zevcesi Rasûlullah (sav)'in kızı Rukiyye (R.anha) olduğu halde Habeşistan'a gitti. Rasûlullah (sav) bir muddet onlardan haber ala*madı. Nihayet Kureyş'ten bir kadın gelerek:

“Onların vaziyetleri nasıldı?" diye sordu. Kadın:

“Osman, karısını zayıf bir merkep uzerine bindirmiş, yularından cekip giderken gordum." dedi. Bunun uzerine Rasulullah (sav) şoyle buyurdu:

“Onların dostu Allah'tır. Şuphesiz Osman, Lut (a.s.)'dan sonra ailesi ile beraber ilk hicret eden kimsedir.” [65]

Asr-ı Saadetin buyuk olayları icerisinde, Hz. Osman'ın ismi pek onlerde gozukmez. Hz. Peygamber'in hayatını yahut İslÂm'ın ilk asrına dair kitapları okuyan herkes, bu ornek asrın hadiseleri icinde Hz. Ebu Bekir, Hz. Omer, Hz. Hamza, Hz. Ali, Hz. Talha gibi parlayıp ışık sacan simaları gorur de, bu simalar arasında Hz. Osman bir derece geride durur. Zira, onun, bu yıldızlar kumesi icinde ozellikle secilip ayırt edilmesini temin edecek olan, ozellikle one cıktığı belli bir olay, bir gazve yoktur. O ne Hz. Ebu Bekir misali, Mirac vesilesiyle soylediği soz veya Resûl-i Ekrem'e hicrette arkadaşlık veyahut hastalığında ona vekÂleten ummete namaz kıldırma gibi bir sebeple temayuz eder; ne Hz. Omer gibi putper*estliğin en keskin mudafii olarak nam salmışken bir iman kahramanına donuşme gibi bir hadiseyle one cıkar; ne de, Bedir'de Hamza'nın, Uhud'da Talha'nın, Hayber'de Ali'nin durumuna benzer bir kahramanlığı sozkonusudur. Asr-ı Saadet'e dair kitaplarda Hz. Osman hep vardır; ama hep bir derece gizlidir, saklıdır, gerilerdedir, pek one cıkmamaktadır. Bu durum, insana, buna rağmen onun niye sahabeler arasında makamca ve faziletce ucuncu sırada sayılabildiğini sordurur ve duşundurur. Hele hele, onun, Rasûlullah'ın 'ilim şehrinin kapısı' ovgusune mazhar olmuş olan, nitekim bizatihi "Perde-i gayb acılsa yakînim ziyadeleşmeyecek" diyen, ote yandan 'Allah'ın aslanı' diye nam salmış Hz. Ali'den dahi faziletce ve makamca ustun kabul edilmiş olmasını anlamakta akıl ciddi bicimde zor*lanır. Maamafıh, sahabelerin her biri, elbette ustun insanlardır. Hele Aşere-i Mubeşşere, ustunlerin ustunudur. Bu on en guzide sahabe icinde Hz. Ali'nin ustun meziyetleri ise, apacık ortadadır. Peki, ne olmuş ve nasıl olmuştur da, Hz. Peygamber doneminde yaşanmış herhangi bir ozel hadisede veya savaşta pek de one cıkmayan, nisbeten gerilerde duran, o yuzden Asr-ı Saadetteki buyuk olayların akışı icinde insanın coğu zaman varlığının farkına dahi varmadığı bir sima olarak Hz. Osman, butun bun*lara rağmen makamca en ustun ucuncu sahabe olarak kabul olunmak*tadır? Bedir'de bulunamayan, Uhud'da ise savaşın sonuna doğru yaşanan kargaşa ve bozgun halet-i ruhiyesi icinde oraya buraya kacışan sahabeler arasında yer alan Hz. Osman (R.a.), başkaca bir savaşta veya başkaca hadiselerde de en onde gozukmeyen bir isim olduğu halde, neye binaen, sahabeler arasında makamca ve faziletce en ustun ucuncu kişidir? Elbette, siyer kitaplarında, onun adı hic gecmiyor değildir. Kendisinin ilk Muslumanlardan oluşu, İslÂm'ı secişinden dolayı ailesinin kendisine reva gorduğu eziyetler, Habeşistan'a hicret edenlerden oluşu, Medine'ye hicretin akabinde Rûme kuyusunu satın alıp vakfedişi, Hudeybiye'de Hz. Peygamber tarafından Mekke'ye elci olarak gonderilişi, Tebuk gazvesin*den once yaptığı kulliyetli bağış, Hz. Peygamber'e iki kez damat oluşu... butun bunlar siyerlerde elbette mevcuttur. Ancak, ne Ebu Bekir'in muşrikler Mirac hakkında kendisine kanaatini sorduklarında soylediği soz, ne Hz. Omer'in İslÂm'a gelişi, ne Hamza'nm aslan avından donup de Kabe'de Ebu Cehil'e o buyuk hiddetini sergileyişi, ne Ali'nin Hayber'de gosterdiği yiğitlik, ne de Talha'nm Uhud'da vucudunu Hz. Peygamber'e 'siper edişi turunden destansı hadiseler değildir bunlar. LÂkin, Hz. Osman, Aşere-i Mubeşşere'dendir. Hem de, onlar arasında, ucunculeridir. Diğer bir deyişle, cennetle mujdelenen sahabelerini ziyaret ettiği gun, kapısı Resûl-i Ekrem aleyhissalÂtu vesselam tarafından bu mujde ile calınan ucuncu sahabedir. Hz. Peygamber'e halifelikle şereflenenler arasında da, tarihce, ucuncu sırada yer almaktadır.

Hz. Osman (R.a.)'ı bu duruma getiren onun hayÂsıdır. Hz. Osman denildiğinde akla gelen vasıflardan ilkini, 'haya' teşkil ediyor. Hadis kul*liyatlarından, bizatihi Resûl-i Ekrem'in (sav) onu hayası ve edebi ile ovduğunu okuyoruz. Keza, yine Hz. Peygamberin, hayasından dolayı ona karşı hususî bir ihtiramda bulunduğunu bildiren hadisler de cıkıyor karşımıza.

Hz. Osman'da temayuz eden bir vasıf olarak hayanın onun nice buyuk ve parlak yıldızı dahi geride bırakacak şekilde faziletce o derece yuk*selmesine nasıl vesile olduğunu ise, en başta, yine Resûl-i Ekrem'in hayaya dair hadisleri sayesinde anlıyor insan. Nitekim, her iki Sahîh'te ve Kutub-i Sitte'nin altı kitabından beşinde mevcut bir hadisinde

"Haya imandandır" buyuruyor sevgili Peygamberimiz. Onun, yine her iki Sahîh'te yer alan, ve Kutub-i Sitte'nin hepsinde bulunan bir başka hadisi ise,

"Haya imandan bir şubedir" diye bildiriyor. Yine Hz. Peygamber'in oğrettiği uzere,

"Hayanın hepsi hayırdır" ve

"Haya ancak hayır kazandırır.” [66] İşte, hayanın niye 'imandan' ve de 'imanın bir şubesi' olduğunu anlayabildiği olcude, hayası karşısında 'meleklerin dahi kendisinden utandığı' Hz. Osman'ın neden bu derece yukselebildiğini de anlıyor insan. Bunu anla*mak icin ise, once şu iki sorunun izini surmesi gerekiyor: İnsan nasıl haya duyar? Yahut, hangi durumlarda daha hayÂlı davranır?

Kendi hayatlarımız dahilinde tecrube ettiğimiz uzere, hayayı, yani utanma duygusunu en yoğun bicimde yaşadığımız haller, 'gorul*duğumuzu' ve 'izlendiğimizi' bildiğimiz hallerdir. Yalnız kaldığımızda yapabildiğimiz bircok şeyi, birisi tarafından izlendiğimizi biliyor isek, yapamayız. Ki bu hal, fıtratın kerih gorduğu, insana fıtraten sevdiril*memiş olan bazı şeyleri uluorta yapmaktan bizi alıkoyduğu gibi, gunah*tan da sakındırır. Kişi hayası olcusunde acıkca gunah işlemekten cekinir, ve hayÂsızlığı olcusunde alenî gunah işler. Bizi tanıyan birinin bizi o halde gormesi endişesiyle gelen psikolojik utanc, coğu kez, nefsin guna*ha davetine rağmen, insanı gunahtan alıkoyan Ancak, yine bu yuzden, tanındığı ortamlarda utamlası fiillerden uzak duran insanlar tanınmadığı ortamlarda gunaha daha rahat duşebilirler. Ki, bundan dolayı, yanında1 bir tanıdığı olmadan tek basma yolculuktan insanı sakındıran, boyle bir durumda şeytanın insana yol arkadaşı olacağını bildiren hadisler vardır. Yine bu babdaki hadislere binaen, refakatinde bir başka mu'min olduğu haide yolculuk, sunnet-i seniyyedendir.

Gunahtan sakınma noktasında hayanın yanımızda başka insanların olduğu durumlar ile yalnız başına kaldığımız durumlar arasında nasıl bir fark husule getirdiğini kendi hayat tecrubemizle biliyoruz acıkcası. Peki, insan yanında başka bir insan yokken, yani yalnız başına iken gercekten yalnız mıdır? Bilakis yanında bir insan yokken de yalnız değildir insan. O'nun Semi', Basîr, Latîf, Habîr, Alîm bir Rabbi vardır. O'nun Rabbi, Semi', yani işitendir. Basîr, yani gorendir. Latiftir, her yere nufuz eder; Habîr'dir, herşeyden haberdardır;' Alîm'dir, herşeyi bilir. Semi', basar ve kudret, yani işitmek, gormek ve guc sahibi olmak, O'nun sıfatları arasın*dadır. Dahası, Semîu'l-Basîr ve Alîmu'l-Habîr olan Rabbimizin, her işe muekke! melekleri olduğu gibi, insanın fillerini kaydeden melÂikesi de vardır. Yani, insan her an Rabbinin huzurundadır ve melekler her an yanıbaşındadır. Ailahû TeÂl ve vazifeli melekleri, insanla her an bera*berdir.

İnsan, bu gerceği kavradığı olcude 'yalnız' iken de yalnız olmadığını bilir; ve bu gercek aklında kaldığı muddetce insanların yanında işlemeye utandığı .gunahtan yalnız iken de sakınır. Zira, bilir ki, etrafında insanlar yoksa bile, Semî ve Basîr olan Rabbinin huzurundadır ve melekler de yanıbaşındadır. Bu acıdan baktığımızda, haya imandandır ve imandan bir şubedir gercekten. Zira, haya duygusunun varlığı ve inkişafı, Allah'ı Basîr herşeyi goren, Semi' herşeyi işiten Alîm herşeyi bilen, Latîf herşeye nufuz eden, Habîr herşeyden haberdar olan gibi isimleriyle tanıyıp bilmeye, her an boyle bir Rabbin huzurunda olduğu gerceğinden gaflet etmemeye, yani İman Billaha ve iman-ı Billah.icindeki marifetullaha bakmaktadır. Yanısıra, melÂikeye imana da... Fıtratımıza konuimuş 'haya duygusu, Semi' ve Basîr olan Allah'a ve meleklerine imandaki te*rakki sayesinde gelişmekte; haya duygusunun gelişmesiyle de, insan takva zırhıyla donamp pek cok gunahtan ve pek cok cirkin halden sakınıp korunarak, Rabbinin hoşnut olup meleklerin takdir edeceği salih ameller işlemeye yonelmektedir. Kısacası, haya sahibi olmak ve hele hayada zir*veye ulaşmak ne basit bir iştir, ne de kolay ve sıradan bir iş... Haya, iman*dandır ve imandaki terakki sayesinde bu duyguda bir genişleme ve derin*leşme yaşanmaktadır. Hayada zirveye doğru yolculuk, ozellikle de, Semi', Basîr, Alîm, Latîf, Habîr gibi esmÂ-i husnÂya dair sağlam bir kavrayışla birebir alÂkalıdır. Haya ile iman arasındaki bu birebir ilişkidir ki, Hz. Osman gibi bir sahabe, AshÂb-ı KirÂm'm Rasûlullah'ın yanında Allah adına giriştiği savaşlarda iz bırakan buyuk bir kahramanlığı gorulmediği halde, hayÂsıyla şohret bulmuş bir kişi olarak, sahabelerin en ustunleri arasındadır. Hz. Osman (R.a.), imandan bir şube olan ve dillere destan olmuş hayası sayesinde, mertebece Hz. Ebubekir ve Omer'in hemen ardında, ucuncu sırada anılmaktadır. Hayadaki bu sırrın, Hz. Osman'daki haya halinin, ve onun haya ile gelen yukselişinin, şu zamanın gunaha cağıran binbir kapısı karşısında bunalan ahir zaman mu'minlerî icin de hem bir kurtuluş recetesi, hem de bir yukseliş imkÂnı sunduğunu duşunuyorum. Bizler de, Hz. Osman (r.a.) misali, Allah'ı sozkonusıı isimlerinin azamî mertebesinde tamr ve de bu isimlerden gafil olmaz isek, keza kudsî meleklerin hayatımızın her amuda bize yoldaş olduğunu biliryani, melÂikeye imanda da terakki eder^isek, umulur ki, haya ha*limiz o derece inkişaf eder; ve hayadaki inkişafımız nisbetinde de, nefis ve şeytanın bizi gunaha sevketmesi zorlaşır. İşte bunu başarabilmek, Hz. Osman (r.a.)'ın hayatından hayatımıza izler taşımakla mumkundur. Hz. Osman (R.a.)'ın hutbe ve oğtutlerden bazıları şunlardır:

"Ben ilk nasihat alanlardan ve kendisine yapılan nasihati kabul edenlerdenim. Bundan dolayı Allah'tan mağfiret diliyor ve tevbe ediyorum.”[67]

“Allah, bir kimsenin icinde sakladığı duygulan, mutlaka yuz hat*larına/yuz ifadelerine konuşurken kullandığı kelimelere/kelimelerin telaffuz ediliş şekline aksettirir.” [68]

“Gozu haramdan korumak ne guzel şehvet perdesidir."

“Allah, Kur'an ile giderilmesi mumkun olmayanı sultan (devlet) ile giderir.”

“İnsan kendisini ihmal ederek, fakirlik yuzunden zarara bile uğrasa, tok gonulluluk kendisini zenginleştirir. Dunyada hicbir gucluk yoktur. Şayet bir guclukle karşılaşırsan, onu bir kolaylık takib edecek demektir. Bu sebeple sabırlı olmalısın. FelÂketlerle karşılaşmayan, sıkıntı; uzuntu nedir bilmez. İleride neler olacağı da belli değildir.” [69]

Hz. Osman (R.a.), servetini Allah yolunda comertce infak eden bir şah*siyettir. Bir gun Şam'dan Hz. Osman (R.a.)'a yuz deve yuku buğday gelmişti. Kıtlık senesiydi. Sahabeler Hz. Osman (R.a)'ın etrafını cevirdi*ler. Buğdayı satın almak icin Medineli muslumanlar yuksek fıatlar verdi*ler. Hz. Osman (R.a.) kabul etmedi. Sahabelere "Sizden daha yuksek fıat veren vardır. Ona vereceğim." dedi. Sahabeler buna uzulduler. Doğruca Halife Hz. Ebû Bekir (R.a.)'ın yanma gittiler. Durumu Hz. Ebû Bekir (R.a.)'a arzettiler:

“Ya Emire'l Mu'minin! Hz. Osman (R.a.)'a bugun yuz deve yuku buğ*day geldi. Yuksek fiat vermemize rağmen bize vermedi. Hep sizden daha yuksek fıat veren var ben ona vereceğim dedi. Muhacir ve Ensar'a bunu yapmak reva mı? Daha fazla para istemesi ona yakışır mı?" dediler. Hz. Ebû Bekir (R.a.):

“Siz Osman hakkında kotu duşunmeyiniz, aranızda bir munakaşa da cıkmamıştır. Osman, Rasûlullah (sav)'ın Me'v Cennetinde refikidir. Resul-i Ekrem'in damadı olmak şerefini kazanmıştır. Her halde siz onun sozunu yanlış anladınız, beraber gidelim" buyurdu. Beraber kalkıp Hz. Osman (R.a.)'ın yanına vardılar.

“Ya Osman! AshÂb-ı Kiram senin bir sozune uzulmuştur. Kimdir sana yuksek fiat veren?" Hz. Osman (R.a.):

“Evet, ya Halife-i Rasûlullah! Onlardan iyi olan, bire yediyuz veriyor. Bunlar bire yedi veriyorlar. Biz buğdayı bire yediyuz verip alana verdik. Allah'ın şu ayetini okumadınız mı?:

“Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, bir tanenin durumu gibidir ki, yedi başak bitirmiş ve her başakta yuz tane var. Allah, dilediğine daha da katlar. Allah'ın rahmeti geniştir. O, her şeyi bilir.” [70]

“Allah yolunda mallarını infak eden, sonra verdiklerinin arkasın*dan başa kakmayı, gonul incitmeyi uygun gormeyen kimselerin Rableri yanında mukÂfatları vardır. Onlara hicbir korku yoktur ve onlar, uzulmeyeceklerdir.” [71]

Bundan sonra yuz deve yuku buğdayı Medine-i Munevvere'de bulu*nan fakirlere dağıttı. Yuz deveyi de kurban etti. Ebû Bekir (R.a.), buna cok sevindi. Kalkıp Hz. Osman (R.a.)'ın alnından optu. AshÂb-ı Kiram'ın, senin sozundeki inceliği anlıyamadıklarmı onceden sezmiştim" buyurdu.[72]

Mu'min, mu'min kardeşi hakkında surekli husn-u zan sahibi olmalıdır. Hz. Ebû Bekir (R.a.), Hz. Osman hakkında onyargılı davranmamıştır. Hz. Osman (R.a.), muslumanların derdiyle dertlenen bir kimsedir. O, Kur'an ayetlerini hayata donuşturen bir kimsedir. Zengin mu'minler mallarıyla infak ayetlerinin canlı tercumanları olmalıdırlar.

Hz. Osman (R.a.) fıraseti zirvede olan bir sahabedir. O, meselelere Allah'ın nuruyla bakan bir kimsedir. Ebu Hureyre (R.a.) bir gun Hz. Osman (R.a.)'ın huzuruna gidiyordu. Yalda bir kadına gozu ilişti ve baktı. Huzura varınca Hz. Osman (R.a.):

“Bana ne oldu? Gozlerinizde zina eseri goruyorum." buyurdu. Ebû Hureyre (R.a.):

“Ya Emire'l Mu'minin! Rasûlullah (sav)'den sonra vahy iner mi?" diye sordu. Cevabında:

“Hayır, vahy inmez, fakat mu'minin fıraseti doğrudur. Nitekim Rasûlullah (sav):

“Mu'minin firasetinden kacınınız. Cunku mu'min Aziz ve Celi! olan Allah'ın nuruyla bakar." buyurmuştur" dedi.[73]

Hz. Osman (R.a.) insanlara sozuyle değil, fiiliyle nasihat ediyordu. O, dunya zenginliğinden gonul zenginliğine geciş yapmış bir din fedaisidir. Hududullah zemininde hayÂli yaşamış ve İslÂm ummetine de yaşayışla hayÂ'yı oğretmiştir. Şunu unutmayalım ki; beşeri munasebette haya, "hayattır!"

______________________

__________________