Kur’an ve Sunnette, iman, ihlÂs, iffetini koruma ve tevhîd mucadelesinde eşine destek olma konularında ornek gosterilen iki kadın SÂre ve Hacer’dir. Hz. İbrahim Irak’ta Babil yoresinde peygamber olmuş ve kendisini tanrı ilÂn eden hukumdar Nemrud’u hak dine cağırmıştır. Yonetimi kaybetme korkusuna kapılan Nemrud, İbrahim (a.s)’ı ateşe atarak yok etmek istemişse de, Yuce Allah onu korumuş, Nemrud ve adamlarını ise sinek ordusu ile helak etmiştir. (bk. el-EnbiyÂ, 21/69, 70.)
İşte Hz. İbrahim, eşi SÂre ve yeğeni veya amca oğlu Lût (a.s), bu olaylardan sonra Irak’tan ayrılarak bereketli bir ulke olan Şam ve Filistin yoresine gecmiştir. İbrahim (a.s) buradan da bir ara irşad gayesiyle, eşi SÂre ile birlikte Mısır’a gitmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.s) bu yolculuk sırasında Hz. SÂre’nin başından gecen bir olayı şoyle anlatmıştır: “Erdûn” kasabasına geldiklerinde, şehrin kralı İbrahim’in guzel bir kadınla şehre girdiğini oğrenmiş ve Hz. SÂre’ye goz koymuştu. Onu sarayına getirtti ve ırzına goz dikti. SÂre kalkıp abdest aldı ve namaz kılıp şoyle dua etti: “Ey Allahım! Ben sana ve senin peygamberine iman etmiş ve iffetimi kocam dışında herkesten korumuşsam, bana bu kÂfiri musallat etme”. Kralın nefesi kesildi ve cırpınmaya başladı. Bunun uzerine SÂre, “Allahım, eğer bu adam olurse SÂre oldurdu derler, bu yuzden olmesini istemiyorum” deyince kral canlandı ve bu durum uc kere yenilendi. Kral adamlarına; siz bana bir insan değil, şeytan getirmişsiniz; diyerek SÂre’yi serbest bıraktı ve Hacer’i de hediye olarak verdi.” (BuhÂrî, Buyû, 100, EnbiyÂ, 8, Hibe, 36.)
Burada, iffetini koruyan imanlı bir kadının zorda kalınca Yuce Allah’a sığınabileceğine bir işaret vardır. Sığınanın niyet ve samimiyetine gore Yuce Allah kurtuluş yolları gosterir. (bk. el-Ankebût, 29/69.)
Hz. SÂre kısır bir kadındı. Bu yuzden İbrahim’in Hacerle evlenmesine izin verdi. Ancak Hz. Hacer İsmail (a.s)’ı dunyaya getirince iki kadın arasında yaratılışta var olan kıskanclık hali doğdu. Bunun uzerine İbrahim (a.s), yuce Allah’ın emri ile eşi Hacer ve oğlu İsmail’i Filistin’den alıp Hicaz’a goturdu. Şimdiki Beytullah’ın yakınında bir yere konakladılar. Yanlarında bir kırba su ve bir miktar da yiyecek vardı. O donemde Mekke şehri yoktu, cunku Nuh tufanında Âdem (a.s)’dan beri gelen KÂbe-i Muazzama’nın izleri de kaybolmuştu. Her taraf ıssız ve susuz idi.
Hz. İbrahim Hacer’i ve kucağındaki kucuk İsmail’i orada bırakıp, Filistin’e donmek uzere hazırlanırken, Hz. Hacer; “Ey İbrahim! Bizi bu ıssız ve kimsesiz vadide bırakıp da nereye gidiyorsun?” dedi. İbrahim (a.s)’in sustuğunu gorunce, bu ferasetli ve ihlaslı kadın yeniden sordu; “Bizi burada bırakmanı sana Allah mı emretti!? Hz. İbrahim; “Evet Allah emretti” deyince, Hacer; “Oyleyse yuce Allah bize yeter, O bizi korur” diyerek Allah’a tevekkul etti. (İbnu’l-Esîr, el-KÂmîl fî’t-TÂrîh, Beyrut 1965, I, 101 vd.; K. Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, 7. baskı, Ankara 1984, VI, 14, 15.)
Hz. İbrahim Seniye mevkiine gelince Kabe’nin bulunduğu yana doğru donerek beldenin Nuh tufanından onceki gibi guvenli hale gelmesini (İbrahim, 14/35,36.) Yuce Allah’tan istemiş ve zurriyeti icin de şoyle dua etmiştir: “Ey Rabbimiz! Ben neslimden bir bolumunu, senin Haram Evinin yanında, bu tarım yapılamayan vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılsınlar diye (boyle yaptım). Sen de insanlardan bir bolumunun gonullerini onlara meylettir ve onları ceşitli meyvelerle rızıklandır ki şukretsinler.” (İbrahim, 14/37.) Bu duanın kabul olunduğu Kur’an-ı Kerîm’de şoyle belirtilir: “Biz onları, kendi katımızdan bir rızık olarak her şeyin urunlerinin toplanıp getirildiği, guvenli, dokunulmaz bir yere (Mekke-i Mukerreme’ye) yerleştirmedik mi? Fakat onların coğu bilmezler.” (el-Kasas, 28/57.)
Nitekim Allahu TeÂl Hz. Hacer’i ve oğlu İsmail’i zayi etmemiş, yukarıdaki duanın sonucu, kısa surede tecelli etmiştir. Cocuğun su ihtiyacı icin yuksekce yer olan Safa tepesine, oradan Merve’ye koşan Hacer (r. anhÂ), buradan cevreye bakarak su araştırmış ve iki tepe arasındaki gidiş-gelişi yedi defa olmuştur. Su bulmaktan umidini kesen Hacer, İsmail’in yanına dondu ve orada bir su kaynağının akmakta olduğunu gordu. Suyun akıp gitmemesi icin onunu kesmeye calıştı. Yuce Allah onlara boylece “zemzem” suyunu bir daha kesilmemek uzere ikram etmişti. Hz. Peygamber şoyle buyurmuştur: “Allah, İsmail’in annesi Hacer’e merhametiyle muamele etsin. Eğer o zemzemi kendi haline bıraksaydı akarsu meydana gelirdi.” (BuhÂrî, EnbiyÂ, 9; Miras, a.g.e. VI, 15.)
Hz. Hacer’in suyu bulmasından sonra Mekke vadisinden gecmekte olan Yemenli Curhumluler kabilesi, kuşların hareketinden vadide su bulunduğunu anlamış ve Hacer’den izin alarak oraya yerleşmeye karar vermişlerdi. İşte Mekke’nin ilk yerlileri bu kabile ile, daha sonra Hz. İsmail’in Curhumlulerle evlenmesi sonucu meydana gelecek nesillerinden ibarettir.
Boylece, zemzem suyundan yararlanma karşılığında Curhumluler Hacer’in ve oğlu İsmail’in ihtiyaclarını karşılamayı ustlenmişlerdi. Hz. Hacer’in tevekkulu kısa bir sure icinde meyvesini vermiş ve kendilerini ıssız vadide guvenli bir topluluk icinde bulmuşlardı.
İbrahim (a.s)’ın ailesi icinde İsmail (a.s)’ın Curhumlulerden evlendiği eşi ile ilgili şu olay da ibret vericidir. Hz. İbrahim Filistin’den zaman zaman Hicaza gelir ailesi ile ilgilenirdi. Bir gelişinde İsmail’i evde bulamamış, onun ava gittiğini oğrenince, eşine gecim durumlarını sormuştu. Hz. İsmail’in eşi; “Darlık icindeyiz, durumumuz kotu” deyince “Kocana selÂm soyle, evinin eşiğini değiştirsin” diye haber bırakmıştı. Durumu oğrenen İsmail bundan, eşini boşaması gerektiği anlamını cıkarmıştı. Bir sure sonra Hz. İbrahim başka bir gelişinde benzer soruyu İsmail’in ikinci eşine yoneltmişti. Ancak sonraki eşi; “Kocasının iyi ve gecimlerinin de rahat olduğunu” soyleyince, İbrahim (a.s), yine İsmail’e selÂm bırakarak, bu defa “evinin eşiğini guzel tutmasını” bildirmiştir. (BuhÂrî, EnbiyÂ, 9.)
Buna gore, hic tanımadığı kişilere aile sırrını veren ve kocasından şikÂyetci olan bir kadın “hayırlı bir kadın” değildir. Aile icinde olabilen maddi ve mÂnevi sıkıntılara erkekle birlikte kadının da goğus germesi ve aile sırlarını dışarıya acmaması gerekir.
Hz. SÂre’nin cocuğu olmadığı icin kocasına cariyesi Hacer’i hediye ettiğini, ancak Hz. İsmail’in doğumu uzerine uzuntuye kapıldığını yukarıda belirtmiştik. Kendisi surekli bir cocuk ozlemi icinde idi. İşte artık ay halinden kesildiği bir donemde, kendisi 90, eşi İbrahim ise 120 yaşlarında bulunduğu bir sırada Allahu TeÂl kendilerine once İshak’ın daha sonra da torunları Ya’kub’un dunyaya geleceğini haber verdi. (HÂkim, el-Mustedrek, II, 556; Hûd, 11/71.)
Artık cocuk sahibi olmaktan fizik, biyolojik ve tıp bakımından umit kesilen bir cağda İbrahim (a.s) ve SÂre’ye bir cocuk ve arkasından, bir torun sahibi olma mujdesinin verilişi Kur’an-ı Kerîm’de şoyle anlatılır: Hz. İbrahim ve yakın hısımı olan Lût (a.s) aynı donemin peygamberleridir. Lût (a.s)’in kavmi eşcinsellik sapıklığına tutulmuş ve ilÂhi gazabı uzerlerine cekmişlerdi. İşte Hz. Lût’a kavminin helak olacağını bildirmek ve bunu infaz etmekle gorevli bir grup melek once İbrahim (a.s)’ın evine gelirler. Bunlar insan suretinde, genc delikanlılar gorunumunde idiler. Onlerine konulan yemeği yemeyince İbrahim (a.s) onların normal insan olmadıklarını anladı ve korkuya kapıldı. Hz. SÂre’de onlara ayakta hizmet ediyordu. İşte bu misafirler kendilerinin melek olduğunu acıklayarak, aileye katılacak bebeği şoyle haber verdiler:
“Elcilerimiz (melekler) İbrahim’e mujde ile gelip, “selÂm” dediler. O da “selÂm” dedi ve hemen gidip onlara kızartılmış bir buzağı getirdi. Fakat onların o buzağıya el surmediklerini gorunce, tuhafına gitti ve icinde onlara karşı bir korku uyandı. Onlar; “korkma biz Lût kavmine gonderildik” dediler. İbrahim’in (hizmet icin) ayakta duran karısı (SÂre) guldu. Biz de ona İshak’ı ardından da torunu Ya’kub’u mujdeledik. Kadın “vay başıma gelene” dedi, “Ben yaşlı bir kadın, şu kocam da yaşlı bir adam iken ben mi cocuk doğuracak mışım? Bu doğrusu şaşılacak bir şey” Melekler: “Ey evin hanımı! Allah’ın rahmeti ve bereketleri uzerinize olmuşken, Allah’ın işine nasıl şaşarsın? O Allah, ovulmeye lÂyıktır, iyiliği boldur” dediler.” (Hûd, 11/69-73.)
Başka bir Âyette; Hz. SÂre’nin, meleklerin cocuk doğuracağını mujdelemesi uzerine, ellerini yuzune vurarak, kendisinin yaşlı ve kısır olduğunu bildirdiği, meleklerin ise; “Rabbin boyle dedi. O, tam hukum ve hikmet sahibi ve herşeyi bilendir” diyerek işi ilÂhi iradeye bağladıkları belirtilir. (bk. ez-ZÂriyÂt, 51/25-30.)
Sonuc olarak genclik yaşlarında cocuk dunyaya getirmemiş olan ve kısır bulunan Hz. SÂre ay halinden de kesildiği bir donemde yuce Allah’ın dilemesi ile Hz. İshak’ı doğurmuştur. Nitekim MucÂhid ve İkrime, cocuk mujdesi haberini alan SÂre’nin gulmesini “ay hali oldu” şeklinde tefsir etmişlerdir. Cunku “guldu (dahike)” fiili arapcada kadınlar hakkında bu anlamı da kapsamaktadır. Ancak coğunluk bilginler buna “bilinen sevinc gulmesi” anlamı vermişlerdir. (el-Kurtubî, el-CÂmi’, 1. baskı, Beyrut 1408/1988, IX, 45.)
Hz. SÂre’nin meleklerin yanında ayakta durması, misafirlerine hizmet icindir. Bazı mufessirler onun tesetturlu olduğunu, melekleri gorunce ayağa kalktığını soylemişlerdir. (bk. Kurtubî, a.g.e., IX, 45) Hz. Peygamber (s.a.s)’e de bir duğun merasiminde gelinin hizmet ettiği nakledilmiştir.
Ebû Useyd es-SÂidi (r.a.), Allah’ın elcisini kendi duğun cemiyetine davet etmişti. Eşi gelin hanım onlara hizmet ediyordu. Yemekten sonra, Rasûlullah (s.a.s)’e geceden hazırlanmış hurma suyu ikram etti. (bk. BuhÂrî, Eşribe, 7, NikÂh, 71, 78, EymÂn, 21, İbn MÂce. NikÂh, 24; Ahmed b. Hanbel, III, 498.) el-Kurtubî (o. 671/1273) bu hadisi naklettikten sonra şoyle der: “Bu, gelinin kendi duğununde kocasına ve onun arkadaşlarına hizmet etmesinin caiz olduğunu gosterir. Yine, bir erkeğin eşine, salih arkadaşlarına hizmet ettirmesinde bir sakınca bulunmaz. Ancak bu uygulamanın hicÂb (tesettur) Âyetlerinin inmesinden once vuku bulmuş olması da muhtemeldir.” (el-Kurtubî, a.g.e. IX, 46.)
Buna gore evin hanımının, tesetture riayet etmek şartıyla ve kocası da hazır bulununca kayın biraderi, kocasının amca, dayı gibi hısımları ile kendi amca, dayı hala ve teyzesinin erkek cocuklarına ve yine kocasının ahlÂk ve fazilet sahibi arkadaşlarına yemek ve meşrubat ikram etmesi mumkun ve caizdir. Ancak fitne korkusu olur ya da eşler, yakın mahrem hısımlar dışında kalan erkeklerle goruşmede takva yolunu secerlerse, bu daha guven verici ve daha fazla koruyucu olur. Nitekim erkek veya kadının, karşı cinsi gorunce, bakışlarını one eğmesini bildiren Âyetlerde bu davranışın daha temiz olduğuna işaret edilmiştir. (en-Nur, 24/30, 31.) Yine, kimsenin bulunmadığı eve izinsiz girmeyi yasaklayan, izin isteyince de, “geri donun” denilirse, donup gidilmesini bildiren Âyette de, bu davranışın daha temiz olduğu belirtilmiştir. (en-Nûr. 24/28.)
______________

__________________