
Kategoriler:178.Sayı, Fıkıh
“Kişi¸ kendi yaptığı guzellik ve iyilikleri riya olmasın diye başka bir kimse uzerinden menkıbe tarzında da anlatabilir. Fakat bu işin dinen sakıncalı tarafları da vardır. Bu sakıncaların başında¸ aslı astarı olmayan menkıbelerin uydurularak¸ dinî duşuncede meydana getireceği yanlışlıklar hesaba katılmadan anlatılması gelmektedir.”
Tarihimizde ve ozellikle tasavvufî bakış acısını onemseyen dindarların hayatında menkıbelerin onemli bir yeri vardır. Menkıbeler coğu zaman tasavvufî sohbetlerin konusunu veya en azından ayrılmaz bir parcasını oluştururlar. Usûlune uygun¸ dinî nasslarla catışmayan ve bilinen gerceklere aykırı olmayan menkıbelerin anlatılması dinen bir sakınca taşımaz. Ozellikle de insanları takvaya¸ hayra ve iyiliğe teşvik ve davet ederken menkıbelerden yararlanılabilir. Kişi¸ kendi yaptığı guzellik ve iyilikleri riya olmasın diye başka bir kimse uzerinden menkıbe tarzında da anlatabilir. Fakat bu işin dinen sakıncalı tarafları da vardır. Bu sakıncaların başında¸ aslı astarı olmayan menkıbelerin uydurularak¸ dinî duşuncede meydana getireceği yanlışlıklar hesaba katılmadan anlatılması gelmektedir. Bu yuzden de menkıbe deyip gecmemek gerekir. Menkıbe uzerine kurulu bir dinî hayatın da zaman zaman insanı yanlışlara surukleyebileceğini unutmamak gerekir. Sonucta biz dinî bilgiyi menkıbelerden değil¸ edille-i şeriyyeden (şer'î deliller) oğrenmekteyiz. Menkıbeleri de bunların ışığında değerlendirmek mecburiyetinde olduğumuzu bilmeliyiz.
Kulturumuzde menkıbenin ne anlama geldiği¸ nerelerde ve nasıl kullanıldığı meselesine baktığımız zaman şunu goruruz:
Menkıbe¸ ovunulecek guzel iş demektir. Genelde bir zatın guzel ahlakından ve faziletlerinden bahseden eserlere “menkıbe” adı verilir. Hadis kitaplarında III.(IX) yuzyıldan itibaren Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ashabının faziletlerine dair hadisleri ihtiva eden bolumlerin adı da “KitÂbu'l-MenÂkıb” olarak adlandırılmıştır. Sahabe¸ mezhep imamları¸ bazı kabileler ve sultanlar icin menkıbeler oluşturulmuştur. Bunlara dair pek cok menakıbname de yazılmıştır.
Tasavvufta menkıbelerin onemli bir yeri olduğunu bilmekteyiz. Temel unsuru keramet ve onu gosteren velîlerin yuceltilmesi olan “menÂkıb kitapları” başlangıcta sadece tarikat pîrleri icin yazılmıştır. Ancak¸ zamanla¸ tarikat icinde onemli yere sahip şeyhleri¸ tarikatın silsilesinde yer alan diğer sûfîleri ve şeyhin halifeleriyle şeyh ailelerini de icine alacak şekilde genişletilmiştir. Ayrıca bir bolge veya şehirde yaşayan velîlerin menkıbelerinin anlatıldığı eserler de kaleme alınmıştır.
Tasavvufun III. (IX.) yuzyıldan sonra İslÂm dunyasında yaygınlık kazanmasıyla birlikte menkıbe kelimesi sûfîlerin hikmetli sozlerini ve ornek alınacak faziletli davranışlarını ifade etmek icin kullanılmaya başlanmıştır.
Evliya menkıbeleri; masal¸ efsane ve destan gibi olağanustu olayların anlatıldığı edebî turler icinde değerlendirilmektedir. Ancak konularının gercek ve kutsal kişiler (velîler) olması¸ bunların yaşadıkları zaman ve mekÂnın bilinmesi¸ anlatılan olayın gercek olduğuna inanılması¸ sade bir uslûpla yazılmış olmaları itibariyle diğer turlerden ayrılır.
MenÂkıb kitapları¸ kerametleri nakledilen velînin yuceliğini muridlere anlatarak onun tarikata daha sıkı şekilde bağlanmasını sağlamak¸ tarikata yaygınlık kazandırmak amacıyla genellikle o tarikatın mensuplarından biri tarafından meydana getirilir.1
Menkıbe kitapları guvenilirlik bakımından tartışmaya acık bilgiler icerirler. Dolayısıyla¸ ilgili kişiyi olabildiği kadar ovme maksadı esas olduğu icin bu tur kitapları kendi turu icinde değerlendirmek gerekir.
İmam-ı Azam Ebû Hanife Menkıbeleri
İmam-ı Azam Ebû Hanife icin de pek cok menkıbe anlatılmış ve bu konuda Hicri 4. asırdan başlanarak pek cok kitap kaleme alınmıştır. Tespitlere gore onun menakıbı ile ilgili ilk kitap Hicri 308 tarihinde vefat eden Ahmed b. Es-Salt tarafından kaleme alınmıştır. Bunu diğer menakıbnameler takip etmiştir. Bunlar icerisinde manzum olanlar da vardır. Mesela¸ meşhur sûfi Şemseddin Sivasî¸ Ebû Hanife hakkında manzum bir menkıbe kitabı yazmıştır.
Halk arasında Ebû Hanife'ye dair efsane de denilebilecek ve gercekliği hayli tartışmalı pek cok menkıbe anlatılmaktadır. Bunlardan bazıları şoyledir:
Birinci menkıbe: Babası Sabit'in abdest alırken bir başkasının bahcesinden suya duşen elmayı ısırıp sonra haram olduğunu anlayınca tukurmesi ancak suyundan biraz ağzına gitmesi meselesi boyledir. Anlatılan bu menkıbeye gore Ebû Hanife'nin babası bu elmadan ısırdıktan sonra annesi kendisine hamile kalmıştır. Babası eğer bu haram elmanın suyunu ağzına kacırmamış olsaydı¸ İmam Ebû Hanife daha buyuk imam olurdu. Ancak bu menkıbenin aslı astarı yoktur. Bu tur menkıbelerin anlatılması helal haram duyarlılığına gerekli hassasiyetin gosterilmesi icindir.
İkinci menkıbe: Bir başka menkıbeye gore¸ “Ebu Hanife”¸ “Hanife'nin babası” demektir. Bu lakap kendisine neden verilmiştir? Cunku onun Hanife adında bir kızı vardır. Bir gun Ebû Hanife eve gelmiş ve kara kara duşunmektedir. Kızı Hanife kendisine¸ neden duşunceli olduğunu sorar. O ise¸ “Kızım bana bugun bir fıkhî mesele soruldu¸ fakat tatmin edici cevap veremedim onu duşunuyorum.” der. Kızı¸ o meselenin ne olduğunu sorar¸ babası da¸ taharetlenen kimsenin avret mahallini ne kadar yıkaması gerekir¸ der. Kızı Hanife ise hemen babasının yani İmam-ı Azam Ebû Hanife'nin imdadına yetişir ve der ki: “Babacığım ondan kolay ne var¸ biz kapları gıcır gıcır edene kadar yıkar ve temiz olduğuna hukmederiz¸ taharet de boyle olmalıdır.” Bu cevabı duyan Ebû Hanife cok sevinir ve bu zor(!) meselenin cozumunde kendisine yol gosteren bu kızının adını kendisine kunye yapar ve artık ‘Ebû Hanife' olarak anılır. Hatta mezhebi bile Hanefî mezhebi olup bu kızın adını taşımaktadır. Bu menkıbenin halk arasında anlatılması aile fertlerinin goruşlerine gereken değerin verilmesi icindir.
Menkıbe budur¸ fakat bunun hicbir gercek tarafı yoktur. Bir kere Ebû Hanife'nin boyle bir kızı yoktur. İkincisi¸ bu Ebû Hanife'nin cozemeyeceği kadar zor bir mesele değildir.
Ucuncu menkıbe: Hayatı boyunca ilim tahsil eden Ebû Hanife¸ tasavvufa ve tarikata bağlanmamıştır. Ancak hayatının son iki yılında İmam Cafer SÂdık'la da zaman zaman munasebetleri olduktan sonra tasavvufa yonelmiş¸ hatta bir tarikata girmiş¸ ondan sonra da şu sozu soylemiştir: “Levle's-senetÂn le heleke'n-Nu'mÂn/İki sene olmasaydı Numan helak olurdu.” Bu menkıbenin halk arasında anlatılmasının ana gayesi ise tasavvufa ve mutasavvıflara gereken değerin verilmesi amaclıdır.
Buna gore Ebû Hanife hayatının son iki yılına kadar zuhd ve takvadan habersiz yaşıyor¸ son iki yılında ozellikle İmam Cafer SÂdık'la tanışınca tasavvufu keşfediyor ve bu yola giriyor. Sonra da tasavvufsuz gecen yıllarına vahlanıyor. Tarihe baktığımız zaman ise bu menkıbeyi doğrulatacak hicbir bilgi goremiyoruz. Ustelik burada tasavvufun onemini anlatan bir soylem yanında¸ Ebû Hanife'yi yerin dibine batıran ve takvadan yoksun biri olarak gosteren bir anlatım da var. HÂlbuki Ebû Hanife hayatının her safhasında zuhd ve takva ve guzel ahlakla meşhur olmuştur. Onun yaşadığı donem zuhd ve takva donemidir. Fakat tasavvuf henuz ayrı bir disiplin haline gelmemiştir. Nitekim Sulemi ve Ebû Nuaym gibi evliya tabakatına dair ilk eserleri yazan muellifler kitaplarında bu rivayetlere yer vermemişlerdir. Bu da bu tur olayların guvenilir olmadığını veya o donemden sonra ortaya atıldığını gostermektedir.
Kaynak Tevsir-i Nail
______________________
__________________