Turkistan'da yetişen buyuk velîlerden. İsmi, Ahmed bin İbrĂ‚him bin İlyĂ‚s Yesevî olup, Pîr-i Turkistan, Hazret-i Turkistan, Hazret-i Sultan, HĂ‚ce Ahmed, Kul HĂ‚ce Ahmed diye tanınır. Babası HĂ‚ce İbrĂ‚him'in nesebi hazret-i Ali'nin oğlu Muhammed bin Hanefiyye'ye ulaşır. Soyu, hazret-i FĂ‚tıma vĂ‚lidemize dayanmadığı icin seyyid değildir. Annesi evliyĂ‚dan Şeyh MûsĂ‚'nın Ayşe isimli kerîmesi olup, sĂ‚liha, muttekî ve afîf bir hĂ‚tun idi. Doğum tĂ‚rihi bilinmemektedir. 1194 (H.590) senesinde Yesi'de vefĂ‚t etti. Kabri oradadır. Tîmûr Han onun icin muhteşem bir turbe yaptırmıştır.
Ahmed Yesevî annesini cok kucuk, babasını da yedi yaşında kaybetti. Babası son nefesinde Gevher Şehnaz ismindeki kızına:
"Ey benim kızım! Kardeşin bu dunyĂ‚ya ender gonderilen mubĂ‚rek bir kişi olacaktır. Ona goz kulak ol. Benim dergĂ‚hımda, bağlı bir sofra durur. Ahmed o sofrayı kendi başına actığı zaman onun cihan mulkunde gorunme vaktinin geldiğini bilmelisin. ZamĂ‚nı gelmeyince, bu sırrı kimseye acma." dedi.
Gercekten Ahmed Yesevî'de cocukluğunda garib hĂ‚ller ve yaşından beklenilmeyen fevkalĂ‚delikler goruluyordu. Hızır aleyhisselĂ‚m ile goruşup sohbet ediyor, onun mĂ‚nevî terbiyesi ile olgunlaşıyordu. Bu sırada meydana gelen bir hĂ‚dise, şohretinin butun Turkistan'a yayılmasına yol actı. Menkıbeye gore, o sırada Turkistan'da Yesevî adında bir hukumdĂ‚r saltanat surmekte idi. Bu hukumdar yaz gelince, Turkistan yaylalarına cıkar, kışın da Semerkant kışlalarında kalırdı. Ceylan avından cok hoşlanan hukumdĂ‚r, bir defĂ‚sında ceylan peşinde koşarken, yolu Karacuk Dağına cıktı. Karacuk Dağının yamacları sarp, kayaları yalcındı. Atı, kan tere battı ve avını kacırdı. Buna ziyĂ‚desiyle uzulen hukumdĂ‚r; "Bu dağı ortadan kaldırmak gerek." diye soylendi. Nitekim ulkesindeki velîleri toplayıp, duĂ‚larının bereketi ile bu dağı ortadan kaldırmayı duşundu. Toplanan velîler, duĂ‚ ve niyĂ‚zda bulundular. Ancak istenilen netice elde edilemedi. Bunun uzerine oraya gelmeyen bir velînin olup olmadığı araştırıldı. Neticede, HĂ‚ce İbrĂ‚him'in oğlu Ahmed kucuk olduğundan kimsenin aklına gelip de cağrılmadığı anlaşıldı. NihĂ‚yet, haberci gonderildi ve gelmesi istendi. Cocuk, dĂ‚veti ablasına danışınca, ablası; "Babamızın vasiyeti var, senin tanınma zamĂ‚nının gelip gelmediğini, turbedeki ekmek sofrası tĂ‚yin edecektir. Eğer o sofrayı acabilirsen, tanınma zamĂ‚nın geldi demektir, var git!" dedi. Babasının turbesine giden Ahmed, sofrayı bulup acınca, dosdoğru hukumdĂ‚rın istediği yere geldi. Kendisini bekleyen velîlere sofradaki bir parca ekmeği gosterip duĂ‚ etmelerini isteyince, velîler FĂ‚tiha okudular. O da ekmeği oradakilere taksim etti ve hepsine kĂ‚fi geldi. O toplantıda tam dokuz bin kişi vardı. Bu kerĂ‚meti gorenler, HĂ‚ce Ahmed'in buyukluğunu ve mertebesinin yuksekliğini anladılar. HĂ‚ce Ahmed, sırtındaki babasından kalma hırkaya burunerek, duĂ‚sının neticesini bekliyordu. Birdenbire gok yuzunden yağmur boşanarak, her yer suya garkolunca, velîlerin seccĂ‚deleri su ustunde yuzmeye başladı. Sonunda Ahmed hırkasından başını cıkarınca, yağmur durdu ve guneş cıktı. Oradakiler baktıklarında, Karacuk Dağının ortadan kalktığını gorduler. Bu kerĂ‚mete şĂ‚hid olan hukumdar, HĂ‚ce Ahmed'den, kendi adının kıyĂ‚mete kadar bĂ‚kî kalması icin niyĂ‚zda bulunmasını diledi. HĂ‚ce Ahmed hazretleri de; "Âlemde her kim bizi severse, senin adınla bizi yĂ‚d eylesin" dedi. Bundan dolayı o gunden beri ikisinin ismi birlikte, "Ahmed Yesevî" şeklinde anılır oldu.
Ancak HĂ‚ce Ahmed'in, daha cok Yesi'li olduğundan, Yesevî nisbesiyle şohret bulduğu kabûl edilmektedir.
Ahmed Yesevî once Arslan Baba hazretlerinden ders aldı. Onun kalblere hayat ve huzur veren soz ve sohbetleri ile teveccuh ve gorup gozetmesine kavuştu. Boylece kısa zamanda cok yuksek makam ve derecelere ulaştı. Ancak Arslan Baba ebedî Ă‚leme gocunce, cok sevdiği ve ziyĂ‚desiyle bağlı bulunduğu bu şeyhinden ayrı duştu. O, hikmetler adını verdiği şiirlerinde Arslan Baba'dan bahsederken şoyle demektedir:
Âhir zaman ummetleri dunyĂ‚ fĂ‚ni bilmezler
Gidenleri gorurler de ondan ibret almazlar
Erenlerin kıldığını gorup rağbet etmezler
Arslan Babam sozlerini dinleyiniz teberruk.
Ahmed Yesevî bundan sonra şeyhi Arslan Baba'nın mĂ‚nevî işĂ‚reti ile BuhĂ‚rĂ‚'ya gitti. Orada Ehl-i sunnet Ă‚limlerinin en buyuklerinden Yûsuf-i HemedĂ‚nî'ye bağlandı ve mĂ‚nevî ilimleri tahsil etti. İnsanlara ilim oğretmek, doğru yolu gostermek icin ondan icĂ‚zet, diploma aldı. O buyuk zĂ‚tın halîfeleri arasına katıldı. Onun vefĂ‚tından sonra bir mikdĂ‚r BuhĂ‚rĂ‚'da kaldı. Talebe yetiştirmeye başladı. Bir zaman sonra onların terbiye ve yetiştirilmesini, Yûsuf-i HemedĂ‚nî'nin en onde gelen, gozde talebesi AbdulhĂ‚lık GoncduvĂ‚nî hazretlerine bırakıp, kendisi Yesi'ye dondu ve talebe yetiştirmeğe burada devĂ‚m etti. Talebeleri git gide coğalıyordu. Buyukluğu ve şohreti kısa zamĂ‚nda, Turkistan, MĂ‚verĂ‚unnehr, Horasan ve Harezm'e yayıldı. Kendisinde daha cocuk yaşta iken başlayan evliyĂ‚lık hĂ‚l ve dereceleri gunden gune artıyordu. Zamanındaki Ă‚limlerin ve evliyĂ‚nın en buyuklerinden, en ustunlerinden oldu. Hanefî mezhebinde idi. ZĂ‚hirî ve bĂ‚tınî butun ilimlerde derin Ă‚lim olan Ahmed Yesevî, Hızır aleyhisselĂ‚m ile goruşup sohbet ederdi.
Ahmed Yesevî hazretleri vakitlerini uce ayırırdı. Gunun buyuk bolumunde ibĂ‚det ve zikirle meşgûl olurdu. İkinci kısmında talebelerine zĂ‚hirî ve bĂ‚tınî ilimleri oğretirdi. Ucuncu ve en kısa bolumde ise alınteri ile gecimini sağlamak uzere tahta kaşık ve kepce yaparak bunları satardı.
Bir rivĂ‚yete gore; "Onun halden anlar bir okuzu vardı. Bu okuzun sırtına bir heybe asar, icine de yaptığı kaşık ve kepceleri koyup, Yesi carşısına salıverirdi. Kim kaşık ve kepceden alırsa ucretini heybenin gozune bırakırdı. Mal alıp da, ucretini vermeyen olursa, okuz o kimsenin peşini bırakmaz, nereye gitse peşinden o da giderdi. Adam ucreti heybeye koymadıkca, o kimsenin yanından ayrılıp başka yere gitmezdi. Akşam olunca da HĂ‚ce Ahmed hazretlerinin evine gelirdi. HattĂ‚ heybenin gozune fazla para bırakanlar da olurdu. HĂ‚ce hazretleri bunları ve kendisine gelen sayısız hediyeleri muhtaclara ve bilhassa talebelerine sarf ederdi.
Ahmed Yesevî hazretlerinin şohreti, kerĂ‚metleri her tarafa yayılıp, talebelerinin sayısı yuz bine yaklaşınca, kendisini cekemeyenler duşmanlıklarından, ceşitli iftiralara başladılar. Sohbet meclislerine ortusuz kadınlar geliyor, erkeklerle birlikte oturuyorlar." dedikodularını yaydılar. Bu şĂ‚yiayı duyan makam sĂ‚hipleri, bĂ‚zı mufettişler vazifelendirerek durumun araştırılmasını emrettiler. Mufettişler, Ahmed Yesevî hazretlerinin ders verdiği meclisine gizliden gizliye gelip gittiler. Her şeyin, herkese acık olduğu bu yerde, insanlardan ve kanunlardan saklı uygunsuz bir hĂ‚lin bulunmadığını, soylenilenlerin tamĂ‚men asılsız olduğunu, bu zĂ‚ta iftirĂ‚ etmek icin uydurulduğunu bildirdiler.
Ahmed Yesevî hazretleri kendisine iftirĂ‚ edenlere bir ders vermek istedi ve toplandıkları yere geldi. Elinde ağzı muhurlu bir kutu vardı. Oradakilere hitĂ‚ben: "BĂ‚lig olduğu gunden bu Ă‚na kadar, sağ elini avret mahalline hic uzatmamış bir velî istiyorum. Kim vardır? Bu muhim kutuyu ona teslim edeceğim" buyurdu. Hic kimse cıkmadı. O sırada, Ahmed Yesevî'nin talebelerinden, HĂ‚ce AtĂ‚ ortaya cıktı. HĂ‚ce Ahmed hazretleri kutuyu ona verip, bunu Horasan ve MĂ‚verĂ‚unnehr memleketlerine goturmesini emretti. Talebe kutuyu alıp, bildirilen yere vardı. Her tarafa haber salınıp, Ă‚limler ve HĂ‚ce hazretlerine iftirĂ‚ edenler geldiler. Herkes bu kutunun icinde ne olduğunu merak ediyordu. O talebe, toplananlara, bu kutuyu hocası Ahmed Yesevî hazretlerinin gonderdiğini soyleyip kutuyu actı. Kutu acılınca, herkes gordukleri manzara karşısında donakaldılar. Kutunun icinde kor hĂ‚linde ateş, bir mikdar pamuk arasında duruyordu.
Ateş kızarıyor ve pamuğa birşey olmuyordu. Bu hĂ‚li goren herkes hayretler icinde kaldı. HĂ‚ce hazretlerinin bu kerĂ‚meti karşısında, onu sevenlerin muhabbeti daha da arttı. Kendisine muĂ‚rız olanlar hatĂ‚larını anlayıp tovbe ettiler. HĂ‚ce hazretlerine hediyeler gonderip, ozurler dileyip pekcoğu ona talebe oldu.
Merv şehrinde Mervezî nĂ‚mında bir muderris var idi. Ahmed Yesevî hakkında soylenilen uygunsuz ve uydurma sozler ona kadar gitmişti. Bu yalanlara aldanıp, kendisini imtihĂ‚n etmek, şuphesini gidermek niyetiyle, yanına dort yuz muşĂ‚vir ve kırk tĂ‚ne de muftu alarak yola cıktı. Her tarafta talebeleri olduğunu, her zaman sohbetinde binlerce kişinin hazır bulunduğunu oğrenmişti. "Ben uc bin mesele ezberledim. Hepsine ayrı ayrı suĂ‚l sorar, onları imtihan ederim." diye duşundu. Bu sırada Ahmed Yesevî hazretleri hĂ‚negĂ‚hında bulunuyordu. Talebesi Muhammed DĂ‚nişmend'e; "Bakar mısın, bize kimler geliyor?" buyurdu. Mervezî'nin mĂ‚iyyetiyle, yanındakilerle birlikte hĂ‚fızasında uc bin mesele ile geldiğini bildirdi. HĂ‚ce hazretlerinin emri ile Muhammed DĂ‚nişmend, o uc bin meseleden binini, Mervezî'nin hĂ‚fızasından sildi. Sonra talebelerinden SuleymĂ‚n Hakîm AtĂ‚'ya aynı şekilde emretti. O da oyle yaptı. Mervezî, hĂ‚fızasında kalan bin mesele ile Yesi'ye geldi. HĂ‚ce hazretlerinin yanına gelip, "Allah'ın kullarını doğru yoldan ayıran sen misin?" dedi. HĂ‚ce, hic kızmadı. Karşılık da vermedi. Şimdilik uc gun misĂ‚firimiz ol! Ondan sonra goruşuruz." buyurdu. Uc gun sonra bir kursu kuruldu. Mervezî kursuye cıktı. HĂ‚ce Ahmed hazretleri, Muhammed Hakîm AtĂ‚'ya tekrar emredip, o bin meseleyi Mervezî'nin hĂ‚fızasından silmesini emretti. Hakîm AtĂ‚, Allahu teĂ‚lĂ‚ya duĂ‚ etti. Aklındaki bin mesele de silindi. Mervezî, kursu ustunde bir şeyler konuşmak istedi. Fakat hĂ‚fızasında hicbir meselenin bulunmadığını anladı. NihĂ‚yet, defterini acıp oradan okumak istedi. Fakat defterinin sahifelerindeki yazıların da silindiğini gordu. Sahifeler bomboş idi. Bu hĂ‚li goren Mervezî, kusûrunu anlayıp oracıkta tovbe etti. Talebeliğe kabûlu icin yalvardı. Butun mĂ‚iyyetiyle beş sene kaldı. Cok mertebelere, yuksek derecelere kavuştu. Ahmed Yesevî (k. sirruh) bunu, yanında beş kişi ile berĂ‚ber, insanlara Allahu teĂ‚lĂ‚nın dînini doğru olarak anlatmak vazifesiyle Horasan'a gonderdi. Bunlar; Muhammed, Seyfeddîn, Sa'deddîn, BehĂ‚uddîn ve KemĂ‚l isimlerindeki talebeleri idi. Oraya gidip halkı irşĂ‚d edip aydınlattılar (r.aleyhim).
Horasan'da bulunan velîler, Ahmed Yesevî hazretlerinin buyukluk ve ustunluğunu bildikleri ve ona olan muhabbet ve bağlılıklarının daha da artması icin, kendisiyle goruşmek, sohbetinde bulunmak istediler. Buyuk bir toplantı tertib ettiler. HĂ‚ce hazretlerini de bu toplantıya dĂ‚vet icin, aralarından birini Yesi'ye gonderdiler.
Ahmed Yesevî hazretlerini toplantıya dĂ‚vet etmek uzere yola cıkan velî, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile turna gibi ucarak Yesi'ye geliyordu. HĂ‚ce hazretleri bu hĂ‚li keşfederek, yanına talebelerinden bĂ‚zılarını aldı. Bunlar da turna şeklinde ucmaya başladılar. NihĂ‚yet, Semerkand yakınlarında bir nehir uzerinde karşılaştılar. Bu sırada aşağıda buyuk bir tuccar, nehirden gecerken akıntıya kapılıp, malı ve hayvanları suya duşmuştu. Bu tuccĂ‚r, su icinde boğulmamak icin gayret ederken, bu sudan selĂ‚metle kurtulması hĂ‚linde, kalan malının yarısını Allah rızĂ‚sı icin vereceğini nezr edip, adadı. HĂ‚ce Ahmed Yesevî, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ile tuccarın sıkışık ve zor durumunu keşfederek aşağıya indi. Boğulmak uzere iken tuccarı cekip sĂ‚hile cıkardı. Sonra normal hĂ‚line dondu. Bu duruma cok teaccub eden, şaşan tuccar, kendisini kurtaran bu zĂ‚tın ellerine sarılıp cok teşekkur etti; daha sonra malının yarısını bu zĂ‚ta verdi. HĂ‚ce hazretleri istenilen yere geldi. Bir zaman orada kalarak talebeleriyle sohbet etti. Suallerini cevaplandırdı. Hergun yuzlerce kişi huzuruna gelerek sohbetine katılır ve bereketlenirdi. Tuccarın verdiği parayı da orada bulunan yoksullara ve talebelerine dağıtan Ahmed Yesevî hazretleri daha sonra memleketine dondu.
Yesi şehrine yakın bir yerde, Sabran (Savran, Şûrî

Birgun hazret-i HĂ‚ce'ye iftirĂ‚ etmek istediler. Bir yere toplandılar. İclerinden birinin okuzunu getirip mezbahada kestiler. SĂ‚dece ayaklarını bıraktılar. Ertesi gun de kadıya gidip şikĂ‚yet ettiler. Okuzlerinin calınıp mezbahada kesildiğini, kanları akarak acele ile goturulduğunu, kan izlerini tĂ‚kip ettiklerini ve okuzlerinin Ahmed Yesevî'nin tekkesine goturulduğunu anladıklarını bildirdiler. KĂ‚dı izin verip, HĂ‚ce'nin tekkesine girip, okuzlerini arayabileceklerine izin verince, gelip durumu bildirdiler. Hazret-i HĂ‚ce, kalb gozleri ile ve yuksek firĂ‚seti ile, iftirĂ‚cıların hazırladıkları cirkin tertibi gormuş ve anlamıştı. Talebeler bundan habersiz olduklarından, cok şaşırdılar. NihĂ‚yet iceri girmelerine izin verildi. İftirĂ‚cılar, doğruca gece bıraktıkları okuzun yanına vardılar. Tam maksatlarına kavuşmuş olduklarını zannediyorlardı. Bu sırada HĂ‚ce hazretlerinin kerĂ‚meti tecellî edip ortaya cıkıp iftirĂ‚cıların hepsi bir anda kopek oldular. O okuz etine hucûm edip kısa zamanda bitirdiler. Boylece esas hĂ‚lleri anlaşılmış oldu.
Yine birgun aralarında anlaşıp, HĂ‚ce'yi hırsızlıkla ithĂ‚m etmeye karar verdiler. Bir sığırı kesip parcaladılar ve gece gizlice HĂ‚ce'nin hĂ‚negĂ‚hının bir yerine bıraktılar. Hazret-i HĂ‚ce'den başka hic kimse de, bunların yaptıklarını farketmedi. Ertesi gun bu sığırı aramak bahĂ‚nesi ile, o kasaba halkından bircok kimse tekkenin onunde toplandı. Sığırlarını aramak icin iceri girmek istediklerini soylediler. HĂ‚ce hazretleri bu ahmakların yaptıklarına cok uzuldu, bir an elini kaldırıp dergĂ‚hın kapısını işĂ‚ret etti. Arkasından:
"Girin kopekler, girin itler!.." diye bağırdı.
Bu soz uzerine dergĂ‚ha akın eden ve iceriye adımını atan "Hav, hav, havv" diye yuruyordu. Sabranlılardan dergĂ‚ha adımını atan kopek hĂ‚line geliyor ve getirdikleri sığırın uzerine atılıyordu. Dışarıda kalıp bu muthiş manzarayı seyredenler hayret, dehşet ve korku icerisinde Ahmed Yesevî hazretlerinin eteklerine yapıştılar. Mahcup ve pişman olduklarını bildirip affedilmeleri icin yalvarmaya başladılar. HĂ‚ce hazretleri merhamet edip duĂ‚ etti. Boylece tekrar eski hallerine donduler.
Ahmed Yesevî hazretleri 63 yaşına gelmişti. O, cocukluğundan bu Ă‚na gelinceye kadar Resûlullah efendimizin sunnet-i seniyyesine yapışmakta hic gevşeklik gostermedi. Resûlullah efendimizin Ă‚hirete teşrif buyurduğu andan îtibĂ‚ren yeryuzunde bulunmayı kendilerine munĂ‚sip gormediler. Bu sebeple dergĂ‚hın bahcesine derin bir yer kazdırdı ve icini kerpicle ordurdu. Nihayet hazırlıklar tamamlanınca talebelerini dergĂ‚hın avlusunda toplayıp;
"Ey gonul dostları, Allahu teĂ‚lĂ‚nın en sevgili kulu olan Peygamberimiz Muhammed Mustafa hazretleri 63 yaşında bu dunyĂ‚dan ayrıldı. Ben de şimdi 63 yaşındayım. Artık şu gorduğunuz cilehĂ‚neye cekilecek, omrumun kalan gunlerini bu hucrede tamamlayacağım..." buyurdu.
Muridlerinin gozleri yaşlı olarak; "Ey sultanımız bizim hĂ‚limiz nice olur." sozlerine karşı;
"Sizi Allahu teÂlÂya emÂnet ediyorum." dedikten sonra merdivenle cilehÂneye indi.
Ahmed Yesevî hazretleri mezar misĂ‚li olan o yerde, vefĂ‚t edinceye kadar, devamlı ibĂ‚det, tĂ‚at ve Allahu teĂ‚lĂ‚yı duşunmekle meşgûl oldu. Talebelerine ilim oğretmeye orada da devĂ‚m etti. Kendisini vefĂ‚t etmiş, kabre konmuş şekilde hissederek, bambaşka bir huşû' bağlılık ve teslimiyetle ibĂ‚detlerini yaptı. Burada evliyĂ‚lık yolundaki makam ve dereceleri kat kat arttı. 63 yaşından sonra omrunun diğer yarısını orada ibĂ‚detle gecirdi. 125 veya bir rivĂ‚yete gore ise 133 yaşında vefĂ‚t etti.
Ahmed Yesevî hazretlerinin onde gelen halîfelerinden Seyyid Mansur AtĂ‚ cile kuyusuna ilk defĂ‚ indiği zaman gorduğu manzaradan ciğeri parcalandı. "Hocam bu dar yerde ve sıkıntılı bir haldedir" diye duşunerek gozyaşlarına boğulduğu sırada perdeler acıldı.
Kalp gozuyle, o daracık zannettiği yeri bir ucu doğuda, diğer ucu ise batıda gordu. Bu hĂ‚l karşısında kalbinden gecirdiklerinin yersiz olduğunu anlayıp, kendi kendine, "Allahu teĂ‚lĂ‚, evliyĂ‚sına sıkıntı cektirmez. Diğer insanların onlarda sıkıntı gormeleri, cok acı cekiyor zannetmeleri, hakîkatte onlar icin bir nîmettir. Bu saĂ‚det sĂ‚hipleri, gorunuşte cok acı zannedilen o sıkıntılardan oyle zevk ve tad alırlar ki, iyiliklerinde o tadı duymazlar. Allahu teĂ‚lĂ‚, bu sevgili kulu icin, daracık bir hucreyi cok geniş yapar. MĂ‚nevî bakımdan oyle lezzetler, tadlar ihsĂ‚n eder. ZĂ‚hir olarak, gorunurde cektiği sıkıntılar, o lezzetler yanında hic kalır. Onun rûhu, zevk ve neş'eden ucmaktadır. Vucûdunu bin parcaya bolseler ne gam..." diye soylendi.
Ahmed Yesevî hazretleri yetiştirdiği talebelerin her birini bir memlekete gondermek sûretiyle İslĂ‚miyetin doğru olarak oğretilip yayılmasını sağladı. Onun bu şekilde gonderdiği talebelerinden bĂ‚zıları sonraları Moğolların katliamından kacıp kurtulmak sûretiyle Anadolu'ya da geldiler. Bu sûretle onun yolu Anadolu'da yayılıp tanındı. Anadolu'nun musluman Turklere yurt olması onun mĂ‚nevî işĂ‚retleri ile hazırlandı.
Ahmed Yesevî hazretleri herkese iyilik eder, kendisinden hic kimse rahatsız olacak bir hareket gormezdi. Butun insanların dunyĂ‚, Ă‚hiret saĂ‚deti ve rahatları icin gayret ederdi. DergĂ‚hı fakir ve yoksullar, yetim ve cĂ‚resizler icin sığınak yeriydi.
Tasavvuf yolunda Ahmed Yesevî hazretlerine bağlananların bĂ‚zı bĂ‚riz husûsiyetleri vardır. Yeseviyye yolunda bulunan bir murîdin, riĂ‚yet etmeleri mecbûri lĂ‚zım olan belli başlı edebler şunlardır:
1) Kendisinden dînini oğrendiği ustĂ‚dının, talebelerin hepsinden efdal olduğunu bilmek ve ona tam tĂ‚bi ve teslim olmak. Ona uyarak, onun huzûrunda her gun ceşit ceşit yemekler yemek, geceleri uyumak, ona uymaksızın kendi anlayış ve goruşune uyarak, geceleri nĂ‚file namaz kılmaktan ve gunduzleri nĂ‚file oruc tutmaktan farksız hattĂ‚ daha faydalıdır. Cunku birincisinde, tĂ‚biiyyet ve teslimiyyet, ikincisinde ise, kendi bildiğine gore hareket etmek vardır.
2) Murîd gĂ‚yet uyanık, zekî ve dikkatli olup, hocasının sozlerinden, rumûzlarından ve işĂ‚retlerinden hemen anlamalıdır.
3) Hocasının butun sozlerinden ve işlerinden rĂ‚zı ve ona itĂ‚atkĂ‚r olmalıdır.
4) Hocasının husûsî hizmetinde veya bildirdiği, emrettiği bir hizmeti yaparken gĂ‚yet atik, dikkatli , ağırbaşlı olmalı, fakat ağır canlı olmamalıdır. İsteksizlik, gevşeklik hĂ‚li, hocasının rızĂ‚sızlığına sebeb olabilir. Onun rızĂ‚sızlığı ise, silsile yoluyla Peygamber efendimize, dolayısıyla Allahu teĂ‚lĂ‚ya gider.
5) Sozunde sağlam, guvenilir ve vĂ‚dinde sĂ‚dık olmalıdır. Hocasının buyukluğu husûsunda hicbir zaman şek ve şupheye duşmemeli ki, Allah korusun, bu hĂ‚l husrĂ‚na sebeb olur.
6) Ahde vefĂ‚ ve hocasına olan tĂ‚biiyyet, uyma ve teslimiyyetinde cok titizlik gostermelidir.
7) Hocasının ufak bir işĂ‚reti ile butun mal ve mulkunu onun emrettiği yere fedĂ‚ etmeye hazır olmalı, bunda en ufak bir tereddud hĂ‚li bulunmamalıdır.
8) Hocasına Ă‚it husûsî hĂ‚l ve sırları tutmasını bilmeli, bunları uygun olmayan şekilde ifşĂ‚ etmekten, acıklamaktan cok sakınmalıdır.
9) Hocasının butun hareketlerini, sozlerini ve nasîhatlerini dikkatle tĂ‚kib etmeli, bunda ve bunlara uymakta kacamak ve gevşeklik yapmamalıdır. Bunları yapmakta ihmĂ‚lkĂ‚r ve gevşek davranmanın zararlarını duşunmelidir.
10) Allahu teĂ‚lĂ‚ya kavuşmak yolunda, kendisini vesîle, vĂ‚sıta yaptığı hocası icin, her fedĂ‚kĂ‚rlığa hazır olmalıdır. Onu sevenlere dost olmalı, sevmeyenlere, sevmediklerine ve istemediği şeylere meyl ve muhabbet etmeyi oldurucu zehir bilmelidir.
Ahmed Yesevî hazretleri sohbetlerinde talebelerine buyururdu ki:
"Ey Dostlar! CĂ‚hillerle dostluk kurmaktan sakınınız."
"Akıllı ve uyanık kimse isen, dunyĂ‚ya gonul bağlama. Şeytan seni kandırıp, dunyĂ‚ya meylettirirse, seni emri altına almış demektir. Bundan sonra felĂ‚ketlerden felĂ‚ketlere suruklenirsin de hic haberin olmaz."
"Himmet, yardım kuşağını sıkı sıkıya beline sarmayan insan, dunyĂ‚ya meyl ve muhabbetten kurtulamaz. Allah yolunda goz yaşları dokerek ağlamadıkca, Allahu teĂ‚lĂ‚ya Ă‚it ince sırlara kavuşamaz ve bu yolda ilerlemesi mumkun değildir."
"İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarına uymakta gevşek davranan kimse, insanı Allahu teĂ‚lĂ‚ya kavuşturan yolda ilerleyemez. Gonlu ve kalbi ile dunyĂ‚ duşunce ve işlerinden sıyrılıp, yalnız Allahu teĂ‚lĂ‚ya yonelmedikce, hakîkat meydanında bulunmak mumkun değildir. Bunlar hakkı idrĂ‚k edip, anlayıp bilmekten uzaktırlar."
"Ey dostlar! Bir kimse, Allahu teĂ‚lĂ‚nın aşkı ile yanıp yakılarak, bu denizde cok usta bir dalgıc olmadıkca, bundan cok daha derin olan vahdĂ‚niyet denizine giremez. Ona girmek icin cok usta ve dikkatli bir dalgıc olmak gerekir."
"Gonlunde Allahu teĂ‚lĂ‚nın aşkını taşıyanlar, dunyĂ‚ ile tamĂ‚men alĂ‚kalarını kesmişlerdir. Halk icinde Hak ile olurlar. Bir an Allahu teĂ‚lĂ‚yı unutmazlar."
"AhkĂ‚m-ı İslĂ‚miyyeyi, İslĂ‚mî hukumleri tam bilmiyen, tatbik etmeyen bir kimse, evliyĂ‚lık yolunda bulunmağa kalkarsa, bunun îmĂ‚nını şeytan calar. Emir ve yasaklara uymakta gevşek olanlar, sonra da evliyĂ‚lık yolunda bulunduğunu, ilerlediğini, hattĂ‚ kendisinde bĂ‚zı hĂ‚llerin meydana cıktığını zanneden kimseler bu noktada cok yanılırlar. Bu hallerinin rahmĂ‚nî olduğunu zannederler. Halbuki bunlar, abdestte, namazda, alış-verişte bir takım noksanlarının bulunduğunu ve yiyip ictiklerinin haram olduğunu bilmezler. Kendisinde var zannettiği o hĂ‚ller, şeytanın oyunudur. Şeytan onu idĂ‚resine almış, istediği gibi hareket ettirmekte, o ise velî olduğunu zannetmektedir. Bunlar ne kadar zavallı ve bedbahttırlar."
Gunahlar sebebiyle, paslanan gonullerin kurtuluşu Allahu teĂ‚lĂ‚ya cok tovbe, istigfĂ‚r etmek, her zaman Allahu teĂ‚lĂ‚yı duşunmek, O'nun rĂ‚zı olduğu, beğendiği işleri yapmak ve hicbir zaman O'ndan gĂ‚fil olmamakla mumkundur.
"Malının cokluğu dillere destan olan KĂ‚rûn bile, malının hayrını, faydasını goremedi. NihĂ‚yet toprak altında yok olup gitti."
"KĂ‚fir bile olsa, hic kimsenin kalbini kırma. Kalb kırmak, Allahu teĂ‚lĂ‚yı incitmek demektir."
"Nefse uymak yolunda bulunan kimse rusvĂ‚ olmuştur. Artık, yatıp kalkarken onun yoldaşı şeytandır."
"Gariblere merhamet etmek, Resûlullah'ın sallallahu aleyhi ve sellem sunnetidir. Nerede bir garib gorsen, ona olan merhametinden dolayı gozyaşların akmalıdır."
"Gonlu kırık, zavallı ve garib birini gorursen, yarasına merhem ol. Onun yoldaşı ve yardımcısı olmaktan cekinme."
Ahmed Yesevî hazretleri hikmet denilen şiirler yazmıştır. Bu şiirler; DîvĂ‚n-ı Hikmet'te toplanmıştır. Şiirleri o zamanda kullanılan ve herkesin anlıyabileceği sĂ‚de bir lisĂ‚n ile soylenmiştir. Bu manzumelerin konuları umûmiyetle şunlardır:
Allahu teĂ‚lĂ‚yı ve O'nun dostlarını her şeyden cok sevmenin luzumu:
Aşkın kıldı şeydĂ‚ beni, cumle Ă‚lem bildi beni
Kaygım sensin dunu gunu, bana sen gereksin sen
Soylesem ben dilimdesin, gozlesem bu gozumdesin
Gonlumde hem canımdasın, bana sen gereksin sen
FedĂ‚ olsun sana canım, doker olsan benim kanım
Ben kulum sen Sultanım, bana sen gereksin sen.
Allahu teÂlÂya tÂat, kulluk ile ibÂdet ve zikrin onemi ve bunlardan zevk alma:
Ne hoş tatlı Hû yĂ‚dı, seher vakti olanda
Baldan tatlı Hû adı, seher vakti olanda
Seher vakti kalkanlar, canın fedĂ‚ kılanlar
Aşk oduna yananlar, seher vakti olanda
Seher vakti hoş saat, kalkana olur rĂ‚hat
Acılır devlet, saĂ‚det, seher vakti olanda
Her gun yanar bu canım, kullukta yok dermanım
Sen bağışla gunahım, seher vakti olanda
Hak yolunda olan dervişlerin halleri:
Yol ustunde oturup yolu soran dervişler
UkbĂ‚dan haber duyup yola giren dervişler
AsĂ‚ları elinde himmet kuru (kuşak) belinde
Rabbim yĂ‚dı dilinde, Allah diyen dervişler
Hırkaları eğninde, gonlunde yuz bin ayĂ‚n
Biliniz, iki cihan, goze almaz dervişler
Sırrı ile soylerler, dile hikmet dizerler
Âşıkla can gozlerler rengi sarı dervişler.
GunĂ‚hkĂ‚rların vaziyeti:
DunyĂ‚ benim diyenler, cihan malını alanlar
Herkes kuş gibi olup, o harama batmışlar.
Molla, muftu olanlar, yalan fetv verenler
Akı kara kılanlar Cehenneme girmişler.
KĂ‚dı, imĂ‚m olanlar, haksız dĂ‚vĂ‚ kılanlar
Eşek gibi olarak yuk altında kalmışlar.
Ruşvet alan hĂ‚kimler, haram alıp yiyenler
Parmağını dişleyip, korkup durup kalmışlar.
DunyĂ‚nın gecici olduğu, buradaki lezzetlere zevklere, mal, mevki, gorunuş ve gosterişlere aldanmamak gerektiği, olumun varlığı ve her nefsin olumu tadacağını da bĂ‚zı şiirlerinde işler.
Ey dostlarım, olsem, ben, bilmem hĂ‚lim nice olur;
Kabre girerek yatsam, bilmem hÂlim nice olur.
Goturup lahde koysalar, arkaya bakmadan donseler
SuÂllerimi sorsalar, bilmem hÂlim nice olur.
Girse karış adlı yılan, dolansa tene o zaman
Kalmaz butun bir ustuhan, bilmem hÂlim nice olur.
Olsa kıyĂ‚metin gunu, hĂ‚zır olur cumleleri
Kıldığın ameller hani, bilmem hĂ‚lim nice olur.
Ahmed Yesevî hazretlerinin vefĂ‚tından yaklaşık 200 yıl gectikten sonra, birgun Buyuk Turk HĂ‚kĂ‚nı Emîr Tîmûr BuhĂ‚rĂ‚'ya gitmek uzere yola cıktı ve Turkistan'a uğradı. O gece ruyĂ‚sında Ahmed Yesevî hazretlerini gordu. Kendisine:
"Ey yiğit! BuhĂ‚rĂ‚'ya cabuk git! İnşĂ‚allah orada sana fetih nasîb olur. Senin başından cok hĂ‚diseler gecse gerek. ZĂ‚ten oranın insanları senin gelmeni bekliyorlar." buyurdu. Tîmûr Han uyanınca, bu mujdeye cok sevinip, Allahu teĂ‚lĂ‚ya şukretti. Ertesi gun Turkistan hĂ‚kimine cok para verip, Ahmed Yesevî hazretlerinin kabri uzerine mukemmel bir turbe yaptırmasını emretti. O da, istenildiği gibi bir turbe yaptırdı. Turbe, bugun hĂ‚lĂ‚ butun haşmetiyle durmaktadır.
İngiliz musteşriki Dr. Eugene Schuyler, Turkistan SeyĂ‚hatnĂ‚mesi isimli eserinde, HĂ‚ce Ahmed Yesevî'nin cĂ‚mi ve Tîmûr Han tarafından kabri uzerine yaptırılan muhteşem turbesi hakkında ozetle diyor ki: "Bu buyuk cĂ‚minin arka kısmında turbeli ikinci bir mescid daha ilĂ‚ve edilmiş durumda olup, cĂ‚minin dış avlu kapısı fevkalĂ‚de buyuk ve kemerlidir. Kapının yanında penceresiz, ustu centikli iki tĂ‚ne yuvarlak kule yukseliyor. Kapının, buyuk bir sanat eseri olarak işlenmiş iki kanatlı tahta kapısı uzerinde bir pencere vardır. Duvarlar işlenirken, iyi pişmiş dort koşeli tuğlalar kullanılmıştır. Kûfî yazılarla suslenmiş kubbe, binĂ‚yı daha da guzelleştirmektedir. Zelzeleler vesĂ‚ir sebeplerle coğu yerlerinin dokulmuş, harĂ‚be hĂ‚line gelmiş olduğu bu muazzam binĂ‚, ilk hĂ‚linde kimbilir ne kadar daha guzeldi?
CĂ‚minin avlusunda cok guzel bir medrese ile, arkasında; bir kubbe, icinde Arslan BĂ‚bĂ‚'nın, Ahmed Yesevî'nin ve Ă‚ilesinin yer aldığı turbe vardır. Burada başkalarının yattığı da soylenilmektedir."
Turkistan'ın her tarafından akın akın gelen insanlar, HĂ‚ce hazretlerinin turbesini ziyĂ‚ret etmekte, CĂ‚mi-i Hazret adı ile anılan bu cĂ‚mide namaz kılmaktadır.
DİNLEYİN EY İNSANLAR
Ahmed-i Yesevî'nin, tesirliydi sozleri,
HidÂyete getirdi, binlerle kimseleri.
Bir eseri vardı ki, "DîvĂ‚n-ı hikmet" diye,
Doludur insanlara, oğut, nasîhat ile.
Bir yerde buyurur ki, (Korkunuz, sakınınız,
"DunyĂ‚ adamları"yle, yakınlık kurmayınız!
DunyĂ‚ malı, gecici, hem de aldatıcıdır,
Bu gun senin ise de, yĂ‚rın başkasınındır.
Aklı olan, buna gonul vermez velhĂ‚sıl,
"Âhiret derdi" ile, dertlenmiştir o asıl.
Bu dert, onun oyle cok, sarmıştır ki icini,
Duşunur gece gunduz, Cehennem ateşini.
Gunah ve kusûrları, "Dağ gibi" gelir ona,
Bu yuzden boynu bukuk, mahcûbdur Allah'ına.
Rabbinin dergĂ‚hında, affa kavuşmak icin,
Gece sessizliğinde, ağlardı icin icin.)
Bir yerde buyurdu ki: (Allah'tan başkasını,
Kalbinizden atarak, silin gonul pasını!
Dînin emirlerini, oğrenip ince ince,
Yapın her işinizi, bu esas mûcibince.
Dînin bir edebine, olursa muhĂ‚lefet,
TamĂ‚men "İstidrĂ‚c"dır, gorulse de kerĂ‚met.
DunyĂ‚ muhabbetini, kalbinden cıkaranlar,
Her iki cihanda da, bulur kıymet, îtibĂ‚r.
Dînin emirlerini, gozetin ki her işte,
"Halk" icinde "Hak" ile, olmak da budur işte.
Dînini oğrenmeden, tasavvufla uğraşan,
Kimsenin îmĂ‚nını gizlice calar şeytan,
BĂ‚zı hĂ‚rikulĂ‚de, hĂ‚lleri gorulse de,
Hakîrdir, zîrĂ‚ onlar, "İstidrĂ‚c"dır hepsi de.
EvliyĂ‚ zannetse de, kendisini o kişi,
Hic mu'teber değildir, indallah hic bir işi.
Eğer İslĂ‚miyyeti, bilmezse bir musluman,
Duny ve Âhirette, gorur cok zarar ziyÂn.
Alış-veriş ilmini, bilmezse biri eğer,
Hic farkında olmadan, haram ve şupheli yer.
Cunku bildirilmiştir, dinde bunun esĂ‚sı,
Bilmeden yapanların, haram olur lokması.
Yine o buyurdu ki: Dinleyin ey insanlar,
Gonuller kararıyor, işlendikce gunahlar.
Bu gunÂh kirlerinin, temizlenmesi icin,
Cok tovbe etmelidir, yolu budur bu işin.
"Allah'ın rızĂ‚sı"nı, gozetin ki her zaman,
Ancak boyle kurtulur, Âhirette musluman.
Sakın mala ve mulke, gonul bağlamayın ki,
Elden cıkar sonunda, değildir cunku bĂ‚ki.
Malının cokluğuyla, ahmaklar mağrûr olur,
Onlar iki cihanda, bulamaz rĂ‚hat, huzûr.
"KĂ‚rûn" dahî malıyla, oğunurdu ki yine,
Mallarıyle birlikte, gecti yerin dibine.
KĂ‚fir de olsa bile, sakının kalb kırmaktan,
ZîrĂ‚ daha gunahtır, bu, KĂ‚be'yi yıkmaktan.
Resûl'un sunnetidir, gariplere merhamet,
Garip sevindirmeğe, ediniz sa'y-u gayret.
Gorurseniz zavallı, gonlu kırık birini,
Derdine merhem olup, ferĂ‚hlatın kalbini.
ZîrĂ‚ siz, bu dunyada merhamet ederseniz,
Size de mahşer gunu, şefkat eder Rabbimiz.
CUMÂ NAMAZINI NEREDE KILDI?
ZamĂ‚nın hukumdĂ‚rı Kazan Han, Ahmed Yesevî hazretlerinin cilehĂ‚nede CumĂ‚ namazını nerede kıldığını merak edip, talebelerinin en ileri gelenlerinden Muhammed DĂ‚nişmend'i ona gonderip sordu. Bu sırada muezzinler CumĂ‚ namazı icin ezĂ‚n okuyorlardı. Talebe, HĂ‚ce'nin huzûruna vardığında henuz bir şey soylemeden, "Gel elimden tut! CumĂ‚ namazına, bugun seninle berĂ‚ber gidelim." buyurdu. Talebe; "Peki efendim" deyip hocasının elinden tuttu. O anda kendilerini, buyuk bir cĂ‚mi icinde saflar arasında oturuyor gordu. Talebe, namazdan sonra hocasını ne kadar aradıysa bulamadı. CĂ‚minin kayyımı, talebenin bu telĂ‚şlı hĂ‚lini gorunce ona; "Ey derviş! Burası Mısır'dır ve bu cĂ‚mi CĂ‚mi-i Ezher'dir. Senin hocan, nice zamandır CumĂ‚ namazlarını burada kılar." dedi. Talebe bir hafta orada kaldı. Ertesi CumĂ‚ namazında hocası ile buluşup, namazdan sonra bir anda Yesi'ye geldiler. HĂ‚ce hazretleri, talebesine gorduklerini gidip Kazan Hana anlatmasını soyledi. Talebe, Kazan Hanın yanına gelip başından gecenleri bir bir anlattı. Kazan Han ve orada bulunanlar, HĂ‚ce hazretlerinin bu kerĂ‚meti karşısında bir şey diyemediler. Onun buyukluğunu, ustunluğunu daha iyi anladılar.
Kaynaklar:
1) ReşehĂ‚t
2) DîvĂ‚n-ı Hikmet
3) Turk EdebiyĂ‚tında İlk Mutasavvıflar
4) Âriflerin Menkıbeleri
5) İstanbul ve Anadolu EvliyĂ‚ları; cild-2
6) Anadolu EvliyĂ‚ları
7) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; cild-6, s.102
8) Buyuk Turk KlÂsikleri; cild-1
__________________