İBN TEYMİYYE ve Raf'u'l-MelÂm RisÂlesi

İbn Teymiyye:
Hayatı ve Eserleri

İbn Teymiyye, Takiyyuddin Ahmed b. Abdulhalim HarrÂnî ve Hanbelîdir. Yedinci derecedeki dedesi Tebuk'de Teym kabilesine mensup bir cÂriyeden geldiği icin bu lÂkabla yÂdedilmiştir. İbn Teymiyye'ye kadar silsile-i nesebini teşkil eden ecdÂdının hepsi ilim ile iştihar etmiş kimselerdir. Bu cihetle Ahmed b. Teymiyye ecdÂdından mevrûs zengin bir kutubhÂneye mÂlik idi. Vefatında veresesi tarafından bu metrûkÂt-ı ilmiyye senelerce satılmış, bir turlu bitirilememiştir. 661 tarihinde Harran'da doğan İbn Teymiyye, tatar istilÂsı uzerine pederile Şam'a gelerek orada neş'et etmiştir. Pederinden fıkıh ve fıkıh usûlu okumuş ve Şemsuddin, Zeynuddîn-i SencÂ, Muhammed b. AsÂkir gibi zevÂttan hadis ahzetmiştir. Şuyûhunun (ustadlarının) adedi iki yuzu mutecÂviz olduğu haber veriliyor. Kutub-i Sitte ve MesÂnîdi mukerreren okumuştur. KitÂbu Sibeveyh'i hem okumuş ve hem tenkit etmiştir. Tefsirde, ferÂizde, hesap ve cebir gibi ulûm-ı riyÂziyyede, kelÂm ve felsefede en ustun dereceye vÂsıl olmuştur. ZekÂsı, hÂfıza kuvveti, ifade kudreti cihetiyle fıtratin bir hÂrikası idi. MahfûzÂt-ı ilmiyyesini asla unutmak bilmiyen bu zek numûnesinin bu mahfûzÂtını, tam zamanında ve yerli yerinde talÂkatle sarf ve sevkettiğini HÂfız Zehebî hayrÂnlıkla yÂdeder. Yirmi yaşına varmadan tedrîs ve iftÂya başlamıştı. Menkul ve mÂkûlde, selef ve halefin mezÂhibine vukufta misli gorulmemiş bir seviyyede idi. Tefsire, hadise, fıkha, usûle dÂir eserlerinin ve sapık mezhepler hakkındaki reddiyyelerinin, muşkil meseleleri hall icin yazdığı risÂlelerinin adedi uc yuze bÂliğ olmuştur. Zehebî ise, "Zamanımızda gorulebilen telifÂtının beş yuze bÂliğ olduğu istib'Âd edilmemelidir", diyor. Aşağıdaki eserler, Şeyhin telifÂtı cumlesindendir. TeÂruzu'l-akli ve'n-nakil ki dort cilddir. Cevab-ı sahih ise NesÂrÂyı redde dÂir olup bu da dort cilddir. Akîde-i IsfahÂnî, bir cilddir. FelÂsifeyi redde dÂir eseri dort cilddir. Birer cildden ibaret olan İsbÂt-i MeÂd, İbn SinÂyı red, Subût-ı Nubuvvet, İsbÂt-i sıfÂt, KitÂbu'l-arş, Ref'u'l-melÂm, Şeyh-i Ş' Ebu Mansûr b. Mutahher'i red icin yazdığı er-Raddu ale'l-imÂmiyye ki iki buyuk cildden ibÂrettir. Kaderiyyeyi, Hulûliyye ve İttihÂdiyyeyi reddiyyesi, fezÂil-i Ebu Bekir ve Omer'e dÂir eseri, eimme-i erbaayı tafdîli, dort cildden ibaret olan Umde şerhi, Durretu'l-mudiyye, MenÂsik-i kubr ve suğrÂ, Kitab-ı talÂk, es-sÂrimu'l-meslûl al men sebbe'r-resûl, Halk-ı ef'Âl, RisÂle-i BağdÂdiyye, Tuhfe-i IrÂkiyye, Islahu'r-rÂî ve'r-raiyye, Red al te'sîsi't-takdîs li'r-rÂzî, yedi cild, Red ale'l-mantık, Kitabu'l-furkan, Kitabu'l-istikame iki cild, MinhÂcu's-sunne...

İbn Teymiyye'nin birbirinden mustesn bir guzelliği bulunan bu eserleri icinde en şÃ‚heseri MinhÂcu's-sunne'sidir. MuşÃ‚runileyh bu eserini, Şeyhu'r-revÂfız İbn Mutahher'in MinhÂcu'l-kerÂme'sine karşı yazmıştı. İmameti isbat maksadile yazılan ve Şîa arasında yusek bir kıymeti hÂiz bulunan bu eserde tarîk-i hakdan nasıl udûl edildiğini İbn Teymiyye MinhÂcu's-sunne'sinde birer birer gostererek MinhÂcu'l-kerÂme'nin altını ustune getirmiş ve Şîa Âlemini hayret icinde bırakmıştır. Bu mevzuda bu derece muvaffakıyyetli bir eser, ne ondan evvel yazılmıştır, ne de sonra yazılmak muyesser olmuştur ve yazılamaz da. Bu eseri ile İbn-i Teymiyye, Ehl-i sunnet Âleminde Şeyhu'l-islÂm unvÂn-ı fÂhirine bihakkin kesbi-istihkak etmiş bulunuyordu. Nasıl ki bîemÂn hasımlarından olan HÂfız İbn Subkî bile Şeyhu'l-islÂm'ın bu eserindeki muvaffakıyyetini bir mektupla HÂfız Zehebiye bildirmek kadirşinÂslığında bulunmuştur. Ne garipdir ki aradan iki bucuk asır kadar uzun bir zaman gectikten sonra İbn Hacer Heytemî gelmiş, sÂika-i ihtirasla İbn Teymiyye'ye Şeyhu'l-islÂm denilmesinin mûcib-i kufur olduğunu ilÂn etmiştir. Gerci bu kor tekfîr silÂhı daha evvel de kullanılmıştı. Fakat Seyyid Safiyyuddin'in "el-Kavlu'l-celî"sinde, bir sûretini mutalaa ettiğimiz AllÂme Bedreddin-i Aynî'nin gayetle belîğ bir mektubu uzerine bu kor silah artık butun butun kesmez bir hale geldi zannediliyordu. AllÂme Aynî; "Şeyhi tekfîr edenler, bihakkın kÂfirdir." diyordu. MÂlikî Şeyhi BisÂtî de; "Bu tekfîr sozu, işitenlerin tuylerini urpertecek şekilde cirkin, şeytÂnı guldurecek derecede iblîsÂne ve gulunctur" demiş idi. Ne yazık ki bu paslı tekfîr silÂhı zaman zaman ortaya cıkarılmış ve koca bir dîn ulusunun aleyhinde kullanılmağa calışılmıştır.

Sekizinci karn-ı hicrîde cereyan eden bu İbn Teymiyye bahsi ve cidÂlinin muhÂcimleri başında, o devrin ricÂlinden HÂfız Subkî (756) ile oğlu TÂcuddin Subkî (776), İzzuddîn Muhammed İbn CemÂa (766), mufessir Ebu HayyÂn (745) gorulur. MudÂfiler ise bunlardan mÂada ehl-i ilimdir. Bu saffın başında da İbn Kayyim (751), Zehebî (748), İbn Kesîr (774), Muhammed b. KudÂme (774) ile Ahmed b. KudÂme (771), Muhammed b. Muflih (763), gibi Şeyhin guzîde tilmizleri ve o devrin hÂfız-ı hadîsleri bulunmaktadır. Bunları da İbn Hacer AskalÂnî (852), Bedruddin Aynî (855), Suyûtî (911) gibi huffÂz-ı ahÂdîs tÂkip etmişlerdir. Daha sonra İbrahim ŞihÂbuddîn Şehrizûrî (1101), Aliyyulkarî (1014), Âlûsî (1170), Şah Veliyyullah Dehlevî (1176), ŞevkÂnî (1250), Sıddîk Hasen HÂn (tevelludu 1148) gibi muhaddisler zinciri takip etmiştir. MuhÂcimler, te'vîlcilerdir. MudÂfiler de selef mesleğini iltizÂm eden tefvîzcilerdir. Vesîle-i tecavuz olan mes'eleler de başlıca şedd-i rahlin hurmeti,1 talÂk, arş, sıfat mesÂilidir. Fakat muhalifleri asıl hucûma sevkeden sebepler CilÂu'l-ayneyn'de naklolunduğu vechile dÂ-i muÂsara (aynı asırda yaşayanların birbirini cekememesi), şohret-i kÂzibe, akîde muhÂlefeti, Muhiddîn-i Arabî gayretidir.

Tarihî tetebbuÂtımızı daha ileri goturursek bunun vaktiyle Ehl-i hadîs ile kelÂmcılar ve daha evvel selef ile Mutezîle arasında ve daha ilmî bir şekilde cereyan ettiğini goruruz. Bunlar, o ihtilafların nÂhoş birer zeyli olmaktan başka bir şey değildir. Din muessesesi, butun ilhÂmını nastan alan bir vaz-ı ilÂhîdir. Nas uzerinde aklın mudahalesini ve hÂkimiyyetini kabul etmek, dîni keyfî olarak vaz-ı aslîsinden uzaklaştırmaktır. Bu Âlî ve ilÂhî muessese, beşeriyyeti hayr u saadete sevketmek hususundaki kudret ve kabiliyyetini munhasıran nastan mulhem olarak gostermiştir. Bu cihetle eslÂf-ı izÂmımız aklın mudahalesi ile nassı te'vile luzum gormemişler, CenÂb-ı Hakk'ı, bilûmum sıfÂt-ı beşeriyye ve levÂzımı mumkineden tenzih ederek nusûsun iade ettiği hakikatleri aynen kabul ve bu mansûs hakikatlerin keyfiyyetlerini tayinden, mumkinÂt uzerinde gorulen fÂnî misÂlleriyle mukayeseden son derece kacınıp bunların ilmini sÂhibine bırakmışlardır. İşte bu yol, dîni safvet-i asliyyesinde muhafaza eden selef yoludur. İlmile, mekÂrim-i ah'Âkile beşeriyyete fazilet numûnesi olan eimme-i selefimiz hep bu yolda yuruyerek yetişmişler ve milyonlarca ashÂb-ı istidÂd ve ihlÂsın vesîle-i irşÃ‚dı olmuşlardır. Tevhîd-i bÂrî icin, tenzîh-i subhÂnî icin cedelî ve iskolÂstik nazariyyat ile uğraşmak, şimdiye kadar ne bir musterşidi irşÃ‚d, ne de bir muÂnnidi ilzÂm etmiştir. Hem de şÃ‚riin nassı uzerinde insanların tasarrufa ve daha doğrusu akıl hocalığı etmeğe ne hakkı vardır!

Asrımızda bu nevi kelÂmî munakaşalar dini zaafa uğratmaktan başka bir şey ifade etmez. Dinimiz yalnız Kur'an'ın, hadisin, siyer ve fıkhın dort sutûnu uzerinde ihtişÃ‚mını gostermiştir. Bugun din murşidlerine duşen vazife, bu yolda maaliyÂt-ı islÂmiyyeyi telkin etmek ve eslÂfımızdan canlı fazilet numûneleri gostermektedir.
Şeyhu'l-İslÂm'ın terceme-i hali arasına parantez arası karışmış olan şu mutÂlealarıma nihayet vererek İbn Teymiyye'nin yuce pÂye-i ilmisine karşı Zehebî ile İbn Dakîki'l-Îd'in hayranlıklarını iş'Âr eden yazıları arasındaki şu mustesna iki vecizeyi okuyuculara arzederek maksada avdet ediyorum. Butun tabakat kitaplarında mesel-i sÂir olarak bildirildiğine gore, Zehebî diyor ki: Rukn ile makam arasında Allah'a yemin ederek: "İbn Teymiyye'nin nazîrini ne ben şu gozlerimle gordum, ne de İbn Teymiyye'nin kendisi bir eşini gormuştur" desem asla yeminimde hÂnis olmam. Ben de derim ki: "HÂfız Zehebî gibi tenkitci bir zÂtın şu samimi takdiri derecesinde insana itimat ve emniyyet telkin eden kuvvetli bir şehÂdet, ilm-i dirÂyet tedvin edileli kaydedilmemiştir" diye insan yemin etse hÂnis olmaz (yemini bozulmaz).

İbn İmÂd'ın ŞezerÂtu'z-zeheb'de nakline gore İbn Dakiki'l-İd'den, İbn Teymiyye ile ictimÂından sonra:
- Şeyhi nasıl gordunuz? diye sorulmuş, İbn Dakik cevÂben:
- İbn Teymiyye'nin onunden ilim, (sinema şeridi gibi) geciyordu. O isediğini oradan alıyor, istemediğini bırakıyordu, demiştir. Sonra İbn Dakik'ten:
- Nicin munazara etmediniz? diye sorulmuş, buna da:
- O bir hatib idi, sozu cok seviyordu. Ben de sukûtu cok severim, diye cevap vermiştir.
Bu hanbelî Âlimi hakkında şu yazılarım, onun binlerce menÂkıbının binde biri değildir. Yukarıda İbn Kayyim'den başlayarak Sıddîk HÂn'a kadar isimlerini saydığım ve sayamayıp da bıraktığım bircok huffÂz-ı muhaddisin ve fukaha taraflarından bu hususta mustakil eserler yazılmıştır. ÂlûsizÂde Numan Hayreddin'in CilÂu'l-ayneyn'i bunları kendisinde toplamış olan cem'iyyetli bir eserdir. Bu terceme-i halde bizim de başlıca kaynağımızdır. Daha ziyade izahÂt almak isteyen araştırıcılara bu cok kıymetli eseri tavsiye ederiz.2
HÂtemu'l-enbiyÂ'nın tebliğÂt ve hayÂt-ı seniyyelerine, kurûn-ı selÂse ricÂli ile eimme-i selefin mucdehedÂt-ı ilmiyyelerine3 yakından ve sahih olarak vÂkıf olmak isteyen her fıkıh ve hadis muntesibinin İbn Teymiyye ile tilmizi İbn Kayyim'in kitaplarından zevkyÂb ve bunların fezÂil-i Âliyelerine meftûn olmaması mumkun değildir.
İbn Teymiyye'nin bir kusuru varsa, o da bu Harranlı Âlimin kanaatinde pek mufrit ve tebliğinde pek muteheyyic olmasıdır. Beyaz bir sima uzerine dokulup kulaklarından aşağı, geniş omuzları uzerinde sarkan siyah saclarının arasındaki parlak iki gozu, iki lisan kadar belÂğatle heyecan ifÂde ederdi. Bu mehîb vaz'iyyetini, yuksek sesli olması artırıyordu. Ateşin bir zek ile birlikte ilme ve mefkûreye şiddetle bağlılık da onun vicdanî seciyyesini teşkil etmişti. Bu uğurda dost, duşman tanımaz, hatır gonule bakmazdı. İbn Teymiyye'ye husûmet besleyen Subkî ve Ebu Hayyan gibi muhaddisler ve mufessirler hep Şeyhu'l-İslÂm'ın bu hÂlinden muteessir olarak muhalif cephe almışlardı.

Zehebî'nin, AskalÂnî'nin rivÂyetlerine gore Ebu Hayyan gibi bir edib, bir mufessir, kendisini kasideler inşÃ‚d ederek medh u sen edip dururken, Sibeveyh aleyhinde bulunarak onu darıltmış ve esnÂ-yi munazarada Ebu Hayyan'a: "Sen bilmezsin! Sibeveyh, kitabının seksen yerinde hata etmiştir. O, ne nahvin peygamberidir, ne de bir şahs-ı ma'sûmdur" diyerek araları acılmıştır. Ebu Hayyan da gerek Tefsirinde ve gerek diğer eserlerinde tabiî İbn Teymiyye'nin aleyhinde bulunmuştur.

Bu Hanbelî imamının bu halini Hafız İbn Subkî hakkında da bir sebep olarak kabul edebiliriz. İbn Muflih'in TabakÂt'ından naklen CilÂu'l-ayneyn'de Subkî'nin Zehebî'ye yazdığı bir mektubunu goruyoruz ki bunda Subkî, İbn Teymiyye'nin mustesna mevki-i ilmîsini, zuhd u tekvÂsını yÂdederek onu goklere cıkarıyor. Fakat İbn Teymiyye'nin taşkınlığı, rivayet ve dirayetin bu buyuk Âlimini de gucendiriyor. En sonunda bunun muracaati uzerine hapsediliyor. Mufessir Âlûsî de RisÂle-i İtikadiyye'sinde İbn Teymiyye'nin butun ÂsÂrını mutÂlaa ettiğini lisÂn-ı takdir ve tebcil ile yÂdettikten sonra onun taşkınlığının kendisini hapishÂnelere suruklediği kanaatini izhar ediyor.

Bu İbn Teymiyye olayları sekizinci karn-ı hicrînin birinci yarısında cereyÂn etmişti. Bu yarım asır, gerek İslÂm ilimleri, İslÂm tarihi ve gerek Turk tarihi bakımından pek muhim ve girift vakayii ihtiva etmektedir. O girdibÂd-ı hÂdisÂt arasından sahib-i tercemeye ait olan ve onun kerem-i tab'ını ve uluvv-i cenÂbını gosteren bir hÂdiseyi de secip bildirmek isterim:

Bu asrın başlangıcında tahta gecerek ve tekallubÂt-ı zeman ile uc defa inip cıkarak cem'an 43 sene Mısır ve Şam uzerinde saltanat suren ve ilme, medeniyyete ve Haremeyn-i muhteremeynin imÂrına pek buyuk hizmetleri dokunan Melik NÂsır Kalavun ile bunun Şam emiri olan Baybars Ceşnegîr'in hukumran oldukları gorulur.
Baybars Ceşnegîr, Muhyiddin-i Arabinin şiddetli muhibbi idi. İbn Teymiyye ise Muhyiddin'in efkÂrını, ÂsÂrını vaazlarile, yazılarile tenkit ediyordu. Bu ateşin hitÂbelerile halkın pek ziyÂde teveccuhunu kazanan İbn Teymiyye'nin bu mustesna mevkiini cekemiyen Nasr-ı Muncî gibi birtakım muhteris Şam ulemÂsı, Emir Ceşnegîr'i tahrik ederek İbn Teymiyye aleyhinde NÂsır Kalavun'a şikÂyet ve 705 tarihinde Mısır'a celb ve habsettirmişlerdi. Fakat Melik NÂsır cok gecmeden İbn Teymiyye'nin ilmî dehÂsını anlayarak onu ıtlÂk ve izÂz eylemiştir.
Bu sırada Nasr-ı Muncî ve emsÂlinin NÂsır Kalavun aleyhine ve Baybars lehine hareket etmeleri uzerine Melik NÂsır saltanattan istifa edip Şam'a gelmiş, Baybars de Mısır'a gidip saltanat tahtına gecmiş bulunuyordu. Fakat aradan bir sene gecmeden halkın son derece mergûbu olan mustafi Melik NÂsır tekrar tahta gecirilmiş ve Ceşnegîr katledilmiştir. Ve ilk iş olarak Şeyhu'l-islÂm Mısır'a davet olunmuştur.
Bu muhteşem Mısır sarayında Sultan ile İbn Teymiyye arasında cereyan eden ve ustadın uluvv-i cenÂbını gosteren bir muhÂvereyi İbn Kesîr, tarihinde şoyle bildiriyor:

Melik NÂsır:
- UstÂd! Beni istifaya mecbur, seni de daim bîhuzûr eden bu Nasr-ı Muncî ile arkadaşlarını idam edeceğim, siz ne dersiniz? diye sormuş. İbn Teymiyye cevÂben:
- Hayır, bunu yapmayınız. Bunlar Âlim ve dÂnişmend kimselerdir. Bunları oldurursen bir daha bunlar kadar yuksek ilim adamları bulamazsınız. Nesl-i ilmî munkati olur. Siz, bunları affediniz. Bana gelince, beni rencîde edenlere karşı hakkımı helÂl ediyorum. Kimseden intikam almağa heveskÂr değilim. Bunlar, Allah'a ve resûlune karşı kusur etmişlerdir. Onun cezasını da Allah verir, diyerek muhaliflerini muhakkak bir olumden kurtarmıştır.
Vaktile İbn Teymiyye aleyhinde icrÂ-yi faaliyyet edenlerden İbn Mahlûf şoyle demiştir: "Ben İbn Teymiyye kadar sahib-i kerem bir kimse gormedim. Biz onu oldurtmek istedik, fırsat bulup muvaffak olamadık. Halbuki o fırsat buldu, fakat bizi koruyup muhakkak olan bir olumden kurtardı."
Bundan sonra İbn Teymiyye Şam'a gelmiş, 719 tarihinde talÂk meselesi ortaya konulmuş, 721'de de kabr-i Nebî aleyhisselÂmı ziyÂretten men'e dÂir bir iddia ile hapsedilmiş ve bu hapis, vefatına kadar devam etmiştir. (Bu malûmat, İbn Kesîr'in Tarih'i ile İbn Hacer AskalÂnî'nin Durer-i kÂmine'sinden hulÂsa edilmiştir).
İbn Teymiyye, buyuk bir Turk emiri Mahmud GazÂn gibi, Mısır Sultanı NÂsır Kalavun gibi butun İslÂm mulûk ve umerÂsının mazhar-ı ihtirÂmı bulunduğu halde yalnız Şam umerası tarafından mukerreren hapsedilmesi ve nihÂyet 728 tarihinde hapishÂnede terk-i hayat etmesi, bu ÂteşpÂre-i zek ve irÂdenin ele avuca sığmaz bir halde bulunmasından dolayıdır. Nasıl ki vefÂtında halk kadar, hukûmet de bu ilim ışığının sonmesine acıyarak cenÂzesinin buyuk bir ihtifal ile kaldırılmasına musÂade etmiş, binlerce cemaat tarafından uc nobet cenÂze namazı kılınmıştır (rahmetullahi aleyh).4

4. Bu terceme-i hal, DiyÂnet İşleri Başkanlığı'nın neşretmiş bulunduğu, Prof. KÂmil Miras'ın "Tecrîd-i sarîh tercemesi"nin dorduncu cildinden alınmış, gerekli sadeleştirme ve acıklamalar yapılmış, ancak uslûbu muhÂfaza edilmiştir. I. baskı, İstanbul, 1938, IV. 221-229. KÂmil Miras'ın vefatından sonra neşredilmiş bulunan, İbn Teymiyye hakkındaki iki kitabı daha burada zikretmek gerekir; 1. M. Ebu Zehra, İbn Teymiyye; 2. Ebu'l-Hasan Nedvî, Şeyhu'l-İslÂm HÂfız Ahmed b. Teymiyye, Kuveyt, 1978.

__________________