Dun gece Peygamber Efendimizin doğumu vesilesi ile kutladığımız Mevlid Kandili’ni idrak ettik.
Bugun sizlere, Mekke Ummu'l Kura Universitesi’nden Tarih Doktorası olan ve 30 yıla yakındır Mekke'de yaşayan Necati Ozturk Bey’den dinlediğim bir anektodu aktaracağım. Birinci elden kendim bizzat dinlememiş olsaydım asla paylaşmayı duşunmezdim. Aktaracağım olayın ardından sizlere bir cift sorum olacak.
Necati Ozturk Bey kendi başından gecen aşağıda aktaracağım anekdotu, aralarında milletvekili, vali, burokrat ve gazetecilerin bulunduğu bir ortamda, Mekke’de bulunan Diyanet İşleri Ataşelik Binası’ndaki bir sohbet ortamında anlattı.
Bugun Mekke’de ozel bir kutuphanenin yoneticiliğini yapan Dr. Ozturk’un, Medine-i Munevvere’de, Peygamber Efendimizin mescidinde başından gecen olay şoyle.
Peygamber Efendimizin mescidinde kılınan bir namazın ardından Necati Bey mescitten cıkarken, direklerden birine yaslanmış, ayaklarını tam da Peygamber Efendimizin kabrine doğru uzatmış bir adam gozune ilişir. Goruntusunden Arap olduğu bellidir.
Necati Bey gonlunden, “şu adamın yaptığı munasebetsizliğe bak, dunyanın dort bir yanında insanlar kıbleye karşı ayaklarını uzatmazken, adam gelmiş hem de Peygamberin mescidinde ayaklarını hem kıbleye, hem de tam da Peygamber Efendimizin kabrine uzatmış” diye gecirir. Bu tur hayıflanma ile adamın yanından gecer gider.
Adamın yanından 5-10 adım kadar uzaklaşmıştır ki, arkadan bir ses duyar ama nasıl olsa kendisine değildir diye aldırmaz. Ardından omuzuna bir el dokunur. Arkasına donup baktığında, omuzuna dokunan kişi direğe yaslanmış adamı gosterir ve ‘sana sesleniyor’ der.
Necati Ozturk Bey duruma cok şaşırır ama, direğe yaslanmış adamla gozgoze gelince yanına gitmekten başka care de bulamaz. Adamın yanına gider, “buyurun” der.
Adamın dediği aynen şudur: “Sana ne oluyor? Sen neden karışıyorsun benim burada nasıl oturduğuma... İnsan cok sevdiği komşusunun ve arkadaşının yanında şoyle rahatca oturamaz mı? Onun sorun etmediğini sen neden sorun ediyorsun? Sen iki yakın dostun arasına neden giriyorsun, aralarındaki ilişkiye neden karışıyorsun, sana mı duştu arkadaşların kendi aralarında nasıl davranacağını belirlemek? Lutfen, ustunuze vazife olmayan şeylere karışmayınız” der.
Ne diyeceğini bilemeyen Necati Bey, adamın onune diz coker. Aralarında uzun bir sohbet ve hasbihal gercekleşir.
Kim daha saygılı?
Sizlere sorumu yoneltmeden evvel kısa bir anekdotta ben anlatayım.
Peygamber Efendimizin mescidinde mihrabın hemen yanında, onumu Peygamber Efendimizin kabrine, sağ yanımı kıbleye doğru vermiş Kur’an okuyordum. Malum, Turk İslam Kulturunde Kur’an-ı Kerim belden aşağıda tutulmaz.
Derken, hangi ulkeden olduğunu bilemediğim ama Ortadoğu menşeli olduğu belli olan bir adam geldi, karşıdaki raftan buyuk boy Kur’an-ı Kerim aldı, yanıma oturdu ve Kur’an-ı Kerim’i halının uzerine koyarak okumaya başladı.
Bizdeki gelenek malum. Yerde uzerinde Arapca harflerle yazılmış bir kağıt bile bulsak ne yazıyor diye bakmadan hurmeten kaldırırız. Ayet hadis vardır diye takvim yaprakları bile yere atılmaz bu ulkede.
Hemen yanıbaşınızda, bir Kur’an-ı Kerim’in halının uzerine konulduğunu gorduğunuzde bir insanın neler hissedeceğini tahmin etmişsinizdir. Cok huzursuz oldum.
Yanından hemen kalkmakla, kibar bir dille durumu anlatmak arasında ikilemde iken, beyefendinin hemen okumaya başlaması uzerine okuyuşunu bolmek de istemedim. Yakınıma oturduğu icin rahatsız olduğum duşuncesi ile kalktığımı sanmasın diye, birkac dakika daha beklemeyi duşunurken, Kur’an okumaya henuz yeni başlamış beyefendinin okuyuşunu gozyaşları icinde surdurduğunu gordum. Giderek gozyaşlarına hıckırıkları eşlik etmeye başladı.
İcimden, ‘ne zaman başladın okumaya, nasıl da hemen iklimine girdin, ne zaman ruh dunyan hemencecik Allah kelamı ile sarmalandı?’ diye duşunmeye başlamıştım ki, kendime o can alıcı soruyu sordum: “Kur’anı Kerim’e ben mi daha saygılıyım, yandaki beyefendi mi?”
Kur’an’a gercek saygı yere koymamak mı, gonle nakşetmek mi?
Okurken Kur’an’ın haşyeti karşısında gozu yaşarmayanlar mı daha saygılı, kelamı ilahinin etkisi ile icleri titreyenler mi?
Oyleyse, Necati Ozturk Bey’in anlattığı olaya donerek sorumuzu soralım:
Cok mu şekilci olduk?
Şekli tastamam edelim derken ozu cok mu ihmal ettik?
İkisini bir arada gercekleştirmeyi neden başaramadık, neleri ihmal ettik?
Ayaklarımızı uzatmadığımız doğru olabilir ama, gonlumuzu ne kadar uzattığımız konusunda tatmin edici cevap vermek ne olcude mumkun?
Peygamber Efendimizin doğumu vesilesi ile kutladığımız Mevlid Kandili’ni idrak ederken bu sorular geldi aklıma.
Bu kadar derin mevzular aşıyor bu satırların yazarını.
Okuyucularımız arasında ‘tam da erbabına sordun’ diyen varsa, mumkunse onların cevabını alsak...
Ne dersiniz?
Osman Ozsoy
__________________