Bu yazılar Omer Cetin Engin beyefendi tarafından yazılmıştır. İnşallah her gun 1 tanesi olmak uzere foruma gondereceğim. Bu yazıların zevkle ve goz yaşları icinde okunacağına eminim.
1-Kim Allahu Teala İcinse,Allahu Teala da Onun İcindir.
Onlar Gorununce Allah hatırlanır.
Bu asırda bir evliya mı?.. Onları herkes goremez, tanıyamaz diye duyardım kucukluğumden beri… Buyuyup, tasavvuf kitaplarını okuduğumda bunun doğru olduğunu anladım... Evet, onları tanımak nasip işi ve herkes kavuşamıyor buna… Milenyumun yakınlarında bir yerde, zamanın butun cirkefliğine bulaşan ben, bir evliyaya kavuştum, evet… Acık kerametlerini gordum… Bu birkac bolum surecek yazıda o hidayet guneşinden aldığım aksleri size yansıtmaya calışacağım… Habil amcayı anlatmak Pasifik okyanusunu bardağa doldurmaktan farksız ve daha meşakkatli bir iş… Ama bir yudum huzura muhtac, otelerden gelebilecek guzelliklere hasret insanlara bu guzelliği iletmek lazım diye duşundum… Nasiplileri bekliyor cunku…
***
Yıllar onceydi… Cok bunalmıştım... Elime gecen eserlerde gecmiş asırlardaki velileri okudukca gozlerim yaşarırdı. Bir onların yaşadıkları zamanı duşunuyor bir de şimdiki insanlara bakıyordum. Her yonuyle curumuş bir suru insan… Ve ister istemez onlarla aynı toplumu paylaşma mecburiyeti. Allah dostlarının sozlerindeki ve yaşayışlarındaki guzelliği bizzat gorerek oğrenmeyi ne kadar da istiyordum.. Bu zamanda boyle kac kul vardır ki? Varsa bile nerede ki?
***
Sozleriyle beni carpacak, ciğerimi yakacak, İslamiyet'i yudum yudum icirtecek o guneşi bulmayı nasıl da istiyordum? Abdulhakim-i Arvasi 'kuddise sirruh' hazretlerini (1943'te vefat etmiş buyuk alim ve Allah dostu…) ustad Necip Fazıl Kısakurek'ten okumuştum. Ama O'nun yanında bulunmak nasıl bir duyguydu. Alim ve evliya bir zat-ı şerif olduğuna yurekten inanıyordum. Ama konuşması, tavırları, o tatlı bakışları, hitap tarzı nasıldı? Bunu oğrenmeyi cok arzuluyordum. Belki bu sayede iğrendiğim ve bana da bulaşan gunumuz olculerinden kurtulabilecektim...
***
Cok sevdiğim Peygamber torunlarının (ki onlara seyyid denir) bulunduğu bir sohbette konuşulanlara, kulaklarımı değil de sanki ruhumu kabartmıştım o gun...
- 10 yaşından beri Abdulhakim efendi hazretlerinin dizi dibinde yetişmiş.
- Cerrahpaşa'da oturuyor.
- Gecenlerde ziyaret etmek nasip oldu.
- Duasını aldık cok şukur.
Seyyid Abidin beye adeta kekeleyerek sordum.
- Aa..abi kimden bahsediyorsunuz.
- Habil amca'dan.
- Habil amca
- Evet...
- Hayatta mı?
- Evet
- Yani Abdulhakim efendi hazretlerinin bir talebesi ve hayatta oyle mi?...
- Evet. Cerrahpaşa'da oturur.
Kalbim yerinden cıkacak gibiydi... Demek o saadet guneşini cocuk yaşta, daha 10 yaşında tanımakla şereflenmiş ve yıllarca o hazretten ilim ve edep tahsil etmiş bir zat... Ve Cerrahpaşa'da oturuyor. Nasıl etsem? Benim gibi pis bir insan. O'nun huzuruna nasıl gider? O'nun ciğerlerine girip cıkmakla şereflenen havayı nasıl kirletir? Korktum, cekindim...
İcimde bir ses -Sakın kacırma hemen koş yapış eteklerine derken, bir ses de
-O Allah dostu, sen patavatsız birisin, edebe dikkat edemezsin, sevmek de sana yeter diyordu...
Kararsız kaldım… Seyyid Abidin abi halimi sezdi.
-Omer abi ziyaret et.
- Abi rahatsız etmekten korkuyorum!..
- Korkma... Onlar şefkatlidir. Ne geri kal. Ne cok sık git. Daha doğrusu…
- Evet abi…Daha doğrusu!..
- Onlar ayarlarlar…
Peki nasıl gidecektim. Bir başka seyyid abi cocuğunu ertesi sabah Cerrahpaşa hastanesine goturecekti. İstanbul'u iyi bilmiyordu.
- Omer, yarın sabah cocuğu hastaneye gotureceğim bana yardımcı olur musun? Oradan seni Habil amcaya gotururum, teklifinde bulundu.
Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi…
-Ta…tabi gotururum.
Geceyi nasıl gecirdiğimi bilmiyorum. O geceyi nasıl sabah ettim?..
Uyuyamadım... Karlı buz gibi bir sabah ayaklarım uşuye uşuye Cerrahpaşa'da buluştuk. Cocuğunun tedavi işlerini gorduk.
- Hadi Habil amcaya gidelim şimdi, dedi.
Hastanenin hemen karşısında bir ara sokağa girdik. İki katlı bir ahşap Osmanlı evi. Seyyid abi alttan zili calıp, ust katın camına baktı. Yaşlı oldukları icin her zaman sokak kapısına inemiyorlarmış. Ust katın camından, once gelenlere bakıp, tanıdık olduğunu anladıktan sonra, sokak kapısının kilidine sarkıtılmış bir ip yardımıyla yukardan acıyorlarmış.
***
Gozlerim cama mıhlı. Cıkacak zÂtı heyecanla bekliyorum. Ve cıkıyor... Sanki guneş doğuyor pencereye... İlk intibam... Muthiş nurlu bir yuz… Başında kar gibi beyaz bir takke ve samimiyet dolu bir gulumseme. Kapıyı actılar. Kabul edilmiştik…
İc merdivenlerden yuruyup ust kata cıktık. Onde seyyid abi ve nur cocuğu… Ardında nefs kuyruğunu sallaya sallaya kopek gibi salınan bu bicare… Kapıyı actılar. Selam verdi seyyid abi.
Cok tatlı –Ve a'leykum selam, dediler…
Seyyid abi elini optu. Arkada, karanlık yerde kalmıştım. Once beni gormediler (yani zahiren…)
Sonra iceri girdim. Seyyid abi de tanıştırdı.
-Efendim bu Omer Cetin abi. Size getirdim…
Gulen, neşeli, hal hatır soran Habil amca, bu yuzu karaya bakıp bir anda sustu, ciddileşti!.. Heybetle baktı, baktı, daha baktı. Garip!.. Cok garip bir sessizlik oldu...
***
Başım onde... - İşte icimdeki pisliği gorduler. Bu ne hal der gibi, ic harabiyetime bakıyorlar… gibi bir suru vehimler arasında gidip geldim o anda... Kac vesveseden kacına gidip geldim bilmiyorum. Bakışları delip gecer gibiydi. Sonra ruhumu alt-ust eden hitapta bulundular: - OMER-UL FARUK!..
Anlayamadım… Şaşırdım... İrkildim... İlk hitap. Acaba hikmeti ne. Adım Omer Cetin… Arasında Faruk ismi yok… Hemen eline sarıldım. O tatlı ellerden optum…
İceriye, salona gectik. Her zaman oturduğu sedire oturdu. O odanın atmosferini anlatmak mumkun değil. O huzurlu mekanda oturmadan anlaşılmaz. Zaten artık oturmak da mumkin değil. Cunki o guzelim Osmanlı evi kendilerinin vefatından sonra uc kuruş icin yıkıldı.
***
Seyyid abiyle konuşmaya başladılar. Goz ucuyla onları suzuyorum. O ne tatlı bir yuz. Ses tonu ve daha neler neler...
Efendi baba buyurdu ki, diye başlayan sozleri efendisine bağlılık kokuyor.
Bir ara donup sordular –Omer nerelisin?
-Rizeliyim efendim.
-Neresinden
-Cayeli
Gulduler... –Mapavri yani.(eski ismi)
-Evet efendim.
İcimden hep bir daha ne zaman gelebilirim sorusu geciyor... Acaba sorsam mı… Ama korkum buyuk… İşin icinde rahatsız etmek de var. Seyyid abiyle muhabbet etmeye devam ettiler. Kalbim ise mıknatıs gibi taraflarından cekiliyor…Hissediyorum… Cok acık… Tekrar gelmeyi cok istiyorum… O gunku sohbetin oyle bir anı geldi ki, icimde bu istek dayanılmaz boyuta vardı… İşte tam o anda sozu kesip bana donduler: İlk keramet:
- Sen sık sık gel bana, olur mu?..
- Nimet olur efendim…
1 saatten fazla kaldık. Zaman nasıl gecti bilmiyorum. Seyyid abi musaade istedi. Elini optu. Yine neşeli Habil amca... Uğurluyor dualar ediyor... Eline yapıştım. Optum... Yine sustular. Neşeli halleri bir anda yok oldu… Kapıda ilk karşıladıkları andaki garip, esrarlı atmosfer bir anda tekrar oluştu… Uzunca suren bir sessizlik ve heybetli, delici, yakıcı bakışlarla suzduler... Uzun uzun suzduler. Arkasından eklediler:- OMER-UL FARUK!..
Yine sarsıldım…
***
Aradan birkac gun gecti. Tam anlamıyla yanıyorum... Gitsem mi diyorum? - - Sık sık gel, dediler ama bu kadar erken de olur mu? Abidin abiye soruyorum.
-Oyle dedilerse git... Yine de cekiniyorum. Sanki bir işaret bekliyorum.
Derken o muhteşem gece... Yanıp kavrularak yattığım o gece... Onları tanımamın beşinci veya altıncı gunu. Yarım asır once vefat etmiş olan Habil amcanın efendisi, yetiştiricisi, hocası Seyyid Abdulhakim Efendi hazretleri ruyama girdiler…
Aynı mumtaz talebesi Habil amca gibi derin derin baktılar, baktılar, baktılar... Ve hitap ettiler: OMER-UL FARUK!..
__________________
Habil Amca (Rahmetullahi aleyh)
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●50 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Habil Amca (Rahmetullahi aleyh)