Son asırda yetişen, zahir ve batın ilimlerinde kamil ve dort mezhebin fıkıh bilgilerinde mahir, buyuk Âlim ve ruh bilgilerinin mutehassısı buyuk velidir. Osmanlı’nın bize bıraktığı en buyuk manevi ve kudsi miraslardan… Zahir ve batın ilimlerinde kamil ve dort mezhebin fıkıh bilgilerinde mahir buyuk bir alimi ve ruh bilgilerinin mutehassısıdır
Silsile-i aliyyenin otuz dorduncusudur. Babası Seyyid Mustafa Efendidir. 1865 yılında Van'ın Başkale kazasında doğdu. 1943‘de Ankara'da vefat etti. Kabirleri Ankara’nın Bağlum nahiyesindedir.
Babası Seyyid Mustafa Efendi ve butun dedeleri, zamanlarının Âlim ve fadılları idiler. İmam-ı Ali Rıza bin Musa Kazım soyundan olup, seyyid oldukları Irak'taki şer'i mahkeme defterlerinde yazılıdır. Arvasi ailesi, altı yuz seneden beri ilim yaymakla ve en ustun insanlık meziyetlerinde numune olmakla tanınmış ve halk arasındaki ayrılıkları gidermekte, milli birliği sağlamakta buyuk vazifeler ustlenmiş ve bunları devam ettiregelmişlerdir.
Abdulhakim Hazretleri, Seyyid TÂhÂ-i HakkÂri'nin halifesi Seyyid Fehim-i Arvasi Hazretlerinden, zahiri ve batıni ilimleri tamamlamış, H1300 senesinde irşad icazetini almışlardır Vucutca gayet mutedil ve kusursuzdu Buğday tenliydi Alnı geniş ve acıktı Kaşları birer hilal gibi olup, kabarık ince ve olculuydu Nur bakışlı gozleri iriceydi Burnu ahenkli ve normalden buyukceydi Yuzu zayıfca olup sakalı sıktı Bedeni iri yapılı olup, insana mutlak surette hurmet telkin edici bir vakar ve heybeti vardı.
Bakırkoy, Kadıkoy, Beyoğlu’nda Ağa Cami'i Şerifleri kursilerinde senelerce ilim neşretmiştir Vefa lisesinde oğretmenlik yapmış, Sultan Selim Cami'i medresesinde tasavvuf muderrisi iken "Er-riyaz’ut Tesavvufiyye" kitabını yazmıştır Tasavvuf hakkında risale buyukluğunde bircok mektupları vardır Mevlit okunmasının başlangıcı ve meşruiyyeti hakkında bir risale, "Rabıta-yi Şerife" risalesi, "Sahabe-i Kiram" ve "Ecdad-ı Peygamber" risaleleri, İslam Hukuku, Keşkul ve Sefer-i Ahiret isimli eserleri, Arapca, Farsca ve Turkce şiirleri pek kıymetlidir.
Abdulhakim Arvasi Hazretleri,1300 hicri sene başında icazet (diploma) aldı 1914 (H1332) Rusların Doğu Anadoluyu istilasından sonra, Recep ayında Başkale'den hicret ederek (H1337) de İstanbul'a geldi Eyyub Sultan'da once yazılı medreseye, sonra Gumuşsuyu tepesindeki Murteza Efendi tekkesine yerleşti ve Kaşgari Hanekahı meşihatına tayin oldu Sultan Vahideddin tarafından, Medrese-i Mutehassisin denilen İslam universitesine ordinaryus profesor olarak tayin oldu (8 Zilka'de 1919)
İlk tahsilini babasının huzurunda gordu. Seyyid Abdulhakim Arvasi hazretleri Nehri'de gorduğu bir ruya uzerine tahsiline daha buyuk ehemmiyet verdi. Bu ruyayı şoyle anlatmaktadır:
Nehri isimli kasabada din ve fen ilimleri uzerine tahsil goruyordum. Ramazan ayını ailemle birlikte gecirmek uzere memleketime dondum. Henuz ilk mektep kitaplarını tahsil ettiğim zamanlardı. Ramazan ayının on beşinci Salı gecesi, ruyada Allah'ın Resulunu gordum. Yuce bir taht uzerinde risalet makamında oturmuşlardı. Onun heybet ve celali karşısında dehşete duşmuş, yere bakarken, arkamdan bir kimse yavaş yavaş sağ tarafıma yanaştı. Goz ucuyla kendisine baktım. Kısaya yakın orta boylu, top sakallı, aydınlık alınlı bir zat... Bu zat sağ kulağıma işitilmeyecek kadar hafif bir sesle, fıkıh ilminin hayz meselelerinden bir sual sordu: "Hayz zamanında bir kadının, camiye girmesi uygun değilken, iki kapılı bir caminin bir kapısından girip obur kapısından cıkmakta şer'an serbest midir?" Allah Resulunun heybetlerinden buzulmuştum. Suali tekrar sormaması icin gayet yavaşca ve alcak bir sesle; "Dinin sahibi hazırdır, buradadır" diye cevap verdim. Maksadım, onun huzurunda kimsenin din meselelerine el atamayacağını anlatmaktı. Resulullah efendimiz, ses işitilemeyecek bir mesafede bulunmalarına rağmen cevabımı duydular. Durmadan; "Cevap veriniz!" diye ust uste iki defa emir buyurdular.
Ertesi gun, oğle namazı vaktinde pederimin camiye geliş yolları uzerinde durdum. Kendilerine bir şeyi arz edeceğimi hissederek yanıma geldiler. Ruyamı anlattım. Yuzlerine buyuk bir sevinc dalgası yayılırken; "Seni mujdelerim! Âlemin Fahri seni mezun ve din bilgilerini tebliğe memur buyurdular. İnşÃ‚allah Âlim olursun! Butun gucunle calış" diyerek ruyamı tabir etti. Babama; "KÂinatın efendisi huzurunda, bunca din meselesi dururken bana hayz bahsinden sual acılmasının ve cevabının tarafımdan verilmesi hakkındaki Resulullahın emrinin hikmeti nedir?" diye sordum şu cevabı verdi:
"Hayz, fıkıh bilgilerinin en zoru olduğu icin, boyle bir sual, senin ileride din ilimleri bakımından cok yukseleceğine işarettir.”
Bu ruyadan sonra, on sene muddetle, Cuma gecelerinden başka hic bir geceyi yorgan altında gecirdiğimi hatırlamıyorum. Sabahlara kadar dersle uğraşıp insanlık icÂbı uykuyu kitap uzerinde gecirdim. İnsan gucunun ustunde denilebilecek bir gayret ve istekle calıştım.
Seyyid Abdulhakim Arvasi hazretleri, oğrendiği fıkıh, tefsir gibi ilimlerin yanında kendisini mÂnevi yoldan yetiştirecek bir rehbere kavuşma arzusu ile yanıyordu. Diğer taraftan Seyyid TÂhÂ-i HakkÂri'nin halifesi Seyyid Fehim-i Arvasi, ruyasında Allahu teÂlÂnın Resulunu gordu. Peygamber efendimiz kendisine; "Abdulhakim'in terbiyesini sana ısmarladım" buyurmuştu.
Nihayet Seyyid Abdulhakim Arvasi, 1878 (H.1295) yılında Seyyid Fehim-i Arvasi hazretlerinin huzuruna kavuştu ve hocasından aldığı ilk emir, tevbe ve istihare oldu. İstiharede şoyle bir ruya gordu:
Seyyid TÂh hazretleri, camide, talebesi Seyyid Fehim'e şu emri veriyordu: "Abdulhakimi al, elbisesini soy, cevÂzimÂt-ı hams ceşmelerinde kendi elinle tamamen yıka! Sonra ikimize de imam olsun!.. Seyyid Fehim hazretleri onu alıp cevÂzımÂt-ı hams ceşmelerinde yıkıyor, o da elini onun omuzuna koyarak, sağ ayağını kendisi icin serilmiş olan seccadeye bırakıyordu.
Bu ruya onun talebeliğe kabul edildiğine dair gayet acıktı. Tabire muhtac kısmı sadece cevÂzımÂt-ı hams tabiri idi. CevÂzım cezm'in coğulu olup kat'i, kesin demektir. Hams yani beş adedi ise Âlem-i emrin, latifenin tasfiyesine işaret olduğu acıktı. Ruyanın başka tabire muhtac olmayan acıklığı ayrı bir ilahi lutuf ve sonsuz bir ihsandı.
Seyyid Abdulhakim Arvasi, gorduğu bu ruyanın tesiri ile buyuk bir aşkla ilim tahsil edip, ilimde ilerlediği gibi, Seyyid Fehim hazretlerinin sohbet ve teveccuhleri ile gonlunu nurlandırdı.
Yuksek tahsilini zamanın en buyuk Âlim ve evliyası Seyyid Fehim Arvasi hazretlerinin huzurunda tamamladı. 1300 hicri sene başında ilm-i sarf, nahv, mantık, munazara, vad', beyan, meani, bedi', belagat, kelÂm, usul-i fıkıh, tefsir, tasavvuf, ulum-i hikemiyye yani hikmet-i tabi’iyye (fizik, biyoloji), hikmet-i ilahiyye, riyaziyye (yani matematik, geometri), hey’et (astronomi) gibi zahir ilimlerde icazet (diploma); tasavvufun Nakşibendiyye, Kadiriyye, Kubreviyye, Suhreverdiyye ve Ceştiyye yollarından hilafet aldı. Başkale'de otuz yıl kadar tedris ve irşad ile meşgul oldu. Yani ders okuttu ve insanlara Allahu teÂlÂnın emir ve yasaklarını anlattı.
1914 (H. 1332)te Birinci Dunya Harbi cıkıp Ruslar Doğu Anadolu'yu işgal edince, Başkale'den hicret edip, Irak'a, oradan Adana, Eskişehir ve 1919 (H. 1337)da İstanbul'a geldi. Eyup Sultan'da once yazılı medreseye, sonra Gumuşsuyu Tepesindeki Murteza Efendi Dergahına yerleşti ve Kaşgari Hanekahı meşihatına tayin olundu. İslam halifelerinin ve Osmanlı Sultanlarının sonuncusu olan Sultan Vahideddin tarafından Medrese-i mutehassısin denilen İlahiyat Fakultesinde tasavvuf muderrisi yani ordinaryus profesoru olarak 8 Zilkade 1919 (H. 1337) tarihli ferman ile tayin edildi.
Anadolu'da carpışan Kuvay-ı Milliyenin galip gelmesi icin para, mal ve dua ile yardım edilmesi, eli silah tutanların onlara katılmaları icin milleti teşvik ederek cok kimseyi Anadolu'ya gonderdi. Cok yardım yapılmasına sebep oldu. Uzun zaman irşad, vaaz ve tedris ile meşgul olup hayatının sonuna doğru İzmir'e gonderildi. Zor şartlar altında İzmir'de kaldığı sırada ihtiyarlığın da verdiği takatsizlikle hastalandı. Ankara'ya getirildi. Ankara'ya geldikten birkac gun sonra 27 Kasım 1943 (H. 1362) tarihinde sıkıntılarla dolu dunyadan ahirete intikal etti. Ankara'nın kuzeyinde bulunan Bağlum nahiyesinde defnolundu. Kabri ziyaret edilmekte, huzurunda yapılan dualar kabul olunmaktadır.
Her hÂli ve hareketi ile İslamiyet’e uyardı. Cok mutevazı olup; "Ben" dediği işitilmemişti. Cok heybetli ve temkin sahibiydi. Cok misafir severdi. Yardım yapmaktan hoşlanırdı. Ziyaretlere gider, davetlere icabet ederdi.
Seyyid Abdulhakim Arvasi din bilgilerinde ve tasavvufun ince marifetlerinde derin bir derya idi. Universite mensupları, fen ve devlet adamları, cozulemez sandıkları guc bilgileri sormaya gelir; sohbetinde, dersinde bir saat kadar oturunca, cevabını alır; sormaya luzum kalmadan o bilgi ile doymuş olarak geri donerdi. Teveccuhunu, sevgisini kazananlar, sayısız kerametlerini gorurdu. Cok mutevazı, pek alcak gonulluydu.
Yetiştirdiği seckin din adamlarının en selahiyyetlisi; ceşitli din ve fen kitaplarının yazarı, eczacı, kimyager ve emekli oğretmen albay Huseyin Hilmi Işık beyefendidir. 1929'dan 1943 senesine kadar o buyuk zattan ders almış, Arabi ve Farisi tercumeler yaparak gencliğe hizmet icin calışmıştır. Turkce, Arabi, Farisi, Almanca, Fransızca ve İngilizcenin yanında, başka dillerde de ceşitli din kitapları neşretmiştir. Butun ilim ve feyzini, Abdulhakim Arvasi'den aldığını eserlerinde belirtmektedir.
__________________
Hazret-i Şeyh Seyyid Abdulhakim-i ArvÂsİ kaddesallahu TeÂl EsrÂehu'l Azizi
Peygamberler ve Evliyalar0 Mesaj
●51 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaþam & Danýþman
- Eðitim Öðretim Genel Konular - Sorular
- Peygamberler ve Evliyalar
- Hazret-i Şeyh Seyyid Abdulhakim-i ArvÂsİ kaddesallahu TeÂl EsrÂehu'l Azizi