AHMED ZİYÂUDDÎN-İ GUMUŞHÂNEVÎ (K.S.)
Beynelmilel şohrete sahip, nÂdiru’l-emsÂl, meşhur bir İslam Âlimi, gercek bir Âbid ve zÂhid, cihÂd-ı ekberi ve cihÂd-ı kuffÂrı bihakkın eda etmiş ornek bir mucÂhid, turuk-ı aliyyemiz silsilelerinde kendi adına ozel bir şube teşkil edecek kadar ileri mertebede bir şeyhler şeyhi, aşkın en yuksek tasavvufî makam olduğuna dair bir eser yazmış olmasına rağmen, şohret ve şatafata kapılmamış, ilm-i zÂhiri ve ilm-i bÂtını, tasavvufu, tarikatı ve şeriatı beraber goturmuş, ehl- i sahh ve ehl-i temkinden, cok ciddi ve cok vakur bir Ârif-i kÂmil; yuzden fazla kÂmil murebbî ve halîfe yetiştirmiş bir murşid-i kÂmil ve mukemmil, nice nice hadis, kelam, fıkıh ve tasavvuf eseri yazmış cok velud bir muellif; muhaddis, mutekellim, fakih, kutbu’l-aktÂb, gavsu’l-vÂsılîn” Ahmed b. Mustafa b. Abdurrahman el-GumuşhÂnevî 1228/1813 senesinde Gumuşhane’nin Emirler Mahallesinde dunyaya gelmiştir.
Ondokuzuncu yuzyıl gibi Osmanlı Devleti’nin calkantılı, buhranlı bir devrinde yaşamış olan GumuşhÂnevî hazretleri; tarikat anlayışı, tekkesi, irşad hususiyeti, bir milyondan fazla muridi, padişahlar nezdindeki nufûzu, tasavvuf, fıkıh ve hadise dair eserleri ve dunyanın ceşitli bolgelerine gonderdiği yuz on altı halifesiyle gunumuzde de halen canlılığını m uhafaza eden bir tesir ve şohrete sahiptir.
YETİŞMESİ
GumuşhÂnevî (k.s.)’nin cocukluğundan beri ilim tahsiline ayrı bir merak ve kaabiliyeti vardır. Beş yaşında Kur’Ân-ı Kerîm’i hatmeder, sekiz yaşına geldiğinde ise KasÂid, DelÂil-i HayrÂt ve Hizb-i A’zÂm adlı eserleri hatmedip icÂzet alır.
On yaşlarına geldiğinde ailesiyle birlikte Trabzon’a goc eder. Ağabeyinin askere gitmesiyle yalnız kalan babasına işyerinde yardım etmektedir ama bir taraftan da o yorenin Âlimlerinden sarf, nahiv ve fıkıh dersleri almaya başlar. Hem ilim tahsili hem ticari işler altında ezilmesinden endişe eden babası, ağabeyi askerden gelince onu İstanbul’a DÂru’l-Ulûm’a gondermeye soz verir. O da bunun sevinciyle bir taraftan derslerine devam eder; hıfzını tamamlar, bir taraftan da eli ile orduğu para keselerini satarak ileride ihtiyacı olacak parayı biriktirmeye başlar. Duşunduğu, hayal ettiği ve en cok arzuladığı şey ise mÂsivÂdan soyutladığı bedenini yalnızca ilim tahsiline hasretmektir.
İLİM TAHSÎLİ
Onsekiz yaşlarına geldiğinde ticari alış-veriş icin amcasıyla İstanbul’a gelir. Babasının verilmiş bir sozu vardır, ağabeyi de askerden donmuştur. Bunları goz onunde bulunduran genc Ahmed, gerekli malzemeleri satın alıp amcasına teslim ettikten sonra Trabzon’a onunla donmeyeceğin i , ilim tahsili icin artık İstanbul’da kalmaya karar verdiğini uygun bir dille anlatır. İhtiyacları icin biriktirdiği bir miktar parayı da kendisine hic pay ayırmadan babasına gonderir.
“Yardımcı ve dost olarak Allah bana yeter” diyerek İstanbul’da hic bir tanıdığı, yanında da tek kuruş parası olmadığı halde Rabbi’ne tam bir teslimiyet ve tevekkul duygusu icinde Bayezid Medresesi’nde yapayalnız kalır. Burada bir velînin mÂnevî murakabesinde Hikmet, AhbÂr, Tasavvuf ve Fen gibi aklî-naklî ilimleri tahsil ed e r. Bu zÂtın vefatının ardından Mahmutpaşa Medresesi’nde bir hucreye yerleşerek kendisini ilme verir.
Cocukluğundan beri hep Şeyh Salim, Şeyh Omer el-BağdÂdî, Şeyh Ali el-VefÂî ve Şeyh Ali gibi şeyhlerin dizi dibinde olan GumuşhÂnevî (k.s.), mÂnevî bir olgunluk icerisindedir. Bir gece Suleymaniye Camii ile ilgili dehşetli ama bazı mÂnevî mujdelere de işaret eden bir ruya gorur. Bu ruya Suleymaniye menşeli MevlÂn HÂlid-i Bağdadî (k.s.)’nin yine Suleymaniye menşeli Ahmed b. Suleyman el-ErvÂdî’yi O’nun irşÃ‚dı ile gorevlendirmesi ve nihayet kendi turbesinin de Suleymaniye Camii Şerîfi avlusunda bulunmasıyla geniş tabirini bulmaktadır. Mahmud Paşa Medresesi’nde Abdulaziz, Abdulmecid ve II. Abdulhamid’in hocası Abdullah el-Mekkî el-Erzincanî’nin halifesi ve d a ha sonra kendisine intisap eden Şehri Hafız Muhammed Emir el-İstanbulî ile Erzincan’lı Nakşî Şeyhi Kurd Hoca namıyla bilinen Abdurrahman el-Harpûtî’den ders okumuştur. Bu hocaların rahle-i tedrisinde ikmÂl-i nusah ederek İstanbul’daki onuc yıllık tahsil h a yatı sonunda 1844’de icÂzet almıştır.
Şer’î ve zÂhirî ilimleri, padişah ve saray hocalarının rahle-i tedrîsinde tamamlayan, icÂzet almadan once ardadaşlarına ders verebilecek kadar başarılı olan GumuşhÂnevî (k.s.), icÂzet aldıktan sonra Bayezid ve Mahmud Paşa Medreselerinde muderrisliğe başlar. Bir yandan geceli gunduzlu otuz yıl surecek olan ilmî eserler tertip ve te’lîfine calışırken bir yandan da gittikce ders halkasını genişletir.
TASAVVUFA İNTİSÂBI
GumuşhÂnevî (k.s.), şer’î ilimlerde zirvede iken, bÂtınını teslim edip, gonul bağlayabileceği, kÂmil bir murşid arayışı icine girmiştir. Bu sıralarda 1845’de İstanbul’a gelip yerleşen ve Uskudar Alaca Minare Tekkesi’nde tarîkat neşrine calışan MevlÂn HÂlid-i BağdÂdî (k.s.)’nin İstanbul halifelerinden Ab d ulfettah el-Ukarî (1281/1864) ile bir sohbet meclisinde tanışır. Kendisine intisap etmek isteyen GumuşhÂnevî (k.s.)’nin bu arzusunu ileride gelecek olan bir zÂtın buna izinli olduğunu soyleyerek kabul etmez.
Nihayet bir gun Abdulfettah Efendi’nin bulunduğu tekkede kendisi icin onceden tayin edilmiş ve yalnızca kendisinin mÂnevî irşadıyla gorevli olarak İstanbul’a gonderilmiş bulunan MevlÂn HÂlid-i BağdÂdî (k.s.)’nin bir başka halifesi Trablus Şam Muftusu diye anılan Ahmed b. Suleyman el-ErvÂdî ile karşıl a şır ve O’na intisap eder. O’nun mÂnevî murakabesi altında seyr-u sulûkunu tamamlar.
İki yıl aralıkla iki defa halvete giren GumuşhÂnevî, ikinci halveti muteakip 1848’de şeyhi ErvÂdî’den Nakşbendiyye, KÂdiriyye, Kubreviyye, Ceştiyye, Suhreverdiyye, ŞÃ‚zeliyye, Desûkiyye, Halvetiyye, Muceddidiyye, Mazhariyye, RifÂiyye, HÂlidiyye tarikatlarından hilÂfet-i tÂmme ile icÂzet alır. Bu ledun ilmi alış verişi onaltı yıl surer. Kendileri artık mÂnevî ilimlerin de bir kutbu olmuştur.
Pek cok meşayıhın mÂnevî bir işaretle varlığını oğrendikleri murşidlerini arayıp bulmak icin diyar diyar gezdikleri ve uzun yolculuklar yaptıkları bilinir. GumuşhÂnevî hazretlerinde ise tamamen farklı bir durum sozkonusudur. Şems-i Tebrîzî’nin MevlÂnÂ’yı arayıp bulmasında olduğu gibi E rvÂdî (k.s.)’nin de Şam’dan İstanbul’a kadar gelerek GumuşhÂnevî’yi irşÃ‚d etmesi O’nun ileride HÂlidiyye Tarîkatı icindeki yerinin buyukluğune işaret etmektedir.
ErvÂdî hazretleri, 1858 senesinde Şam’da vefat eder. Şeyhinin tavsiyesi uzerine GumuşhÂnevî, O’nun vefatından sonra Abdulfettah Efendi’yi sohbet şeyhi ittihaz eder. Bu bağlılığını kendisi Cağaloğlu’nda, Ukarî (k.s.) de Uskudar’da olduğu halde haftada bir defa karşılıklı ziyeretlerle devam ettirir. GumuşhÂnevî, HÂlidî ÂdÂbına riayet ederek, bu z  tın vefatına kadar mustakil hareket etmekten sakınmış ve boylece MevlÂn HÂlid (k.s.)’in İstanbul halifelerinde bulunmasını istediği en kıdemli halifeye uygun hareket etme esasına riayet etmiştir.
1864’de Abdulfettah Efendi’nin vefatına kadar tarîkat neşrinden daha cok ilmî calışmalarda bulunmuş, butun te’lifÂtını bu tarihe kadar tamamlamıştır.
1864’de başladığı haftalık sohbetlerde RÂmûzu’l-EhÂdîs’in şerhedilmesi ve yorumlandırılması ile LevÂmiu’l-Ukûl adlı eserini meydana getirmiştir. On altı yıl muridlerine Nakşbendiyye ve HÂlidiyye usûlu zikir tÂlim etmiş ve Hatme-i Hace zikri icra eylemiştir.
Bu donemden sonra artık irşad faaliyetlerine de hız vermiş, pek cok talebe yetiştirmiştir. İsimleri bir icÂzetnÂme hacmine sığmayacak kadar cok olan eserin kendisi tedkik ve mutÂlaa ettiği gibi bazı talebelerine de bu eserlerin tamamından icÂzet vermiştir.
O’nun bu ilmî seviyeye gelmesinde etkili olan hocalarından Şehri Hafız Muhammed Emin el-İstanbulî ilk once Abdullah-ı Mekkî (k.s.)’den hilÂfet aldığı halde daha sonradan ErvÂdî (k.s.)’den HÂlidî Tarîkatı uzere irşad icÂzeti alan talebesi GumuşhÂnevî (k.s.)’ye intisab etmiştir. Hocalarından bir diğeri de belirtildiği gibi Kurd Hoca diye meşhur olan Abdurrahman el-Harpûtî’dir.
TEKKESİ
Tarikat neşrine başlad ığında onceleri tekkeye fazla rağbet etmeyen GumuşhÂnevî, Mahmud Paşa Medresesi’ndeki hucresi ile iktifa etmiştir. Burası sayıları zamanla artan muridlerinin ihtiyaclarına cevap veremez hale gelince ibadete kapalı ve metruk bulunan Fatma Sultan CÂmii tekk e ittihaz edilmiştir. Halîfelerinden Kastamonu’lu Hasan Hilmi Efendi’nin gayretleriyle beş vakit ibadete acık hale getirilen bu caminin bitişiğine GumuşhÂnevî (k.s.) tarafından onaltı odalı bir ev ile bir de tekke yaptırılıp vakfedilmiştir. Ev ve tekke yapımından sonra Şeyh hazretleri buraya taşınmış, bu cami ve muştemilatı zamanla “GumuşhÂneli DergÂh-ı Şerîfi” diye şohret bulmuştur.
GumuşhÂnevî’nin tarîkat ve tasavvuf anlayışında ferdî planda kÂmil insanlar yetiştirme hedefi gozetilirken, ictimÂî hayatın da asla ihmal edilmediğini goruyoruz. Esasen O’nun tarikat faaliyeti ve tasavvufî eğitimle ulaşmak istediği asıl hedef fikriyle, îmanıyla, ahlÂkıyla kemÂle ermiş, şuurlu muslumanların oluşturduğu ideal bir toplum ortaya cıkarmaktır. O’nun BÂb-ı Alî’nin ta m karşısında yer alan, metruk bir camiyi ihy ederek, idare merkezine boyle yakın bir yeri tekke olarak secmesi bu anlayışın bir tezÂhurudur. Toplumun istikametini tayin etmek, buyuk olcude idarenin insiyatifini ele gecirmeye bağlıdır. GumuşhÂnevî hazretleri de ehemmiyetli bir mevkiyi tekke olarak secmiş, devlet idaresine yon verici bir irşad siyaseti ile hareket etmiştir.
Kendi zamanında hem bir tekke, hem de bir “dÂru’l-hadîs” huviyeti kazanan dergahına Sultan Abdulmecid, Sultan Abdulaziz, Sultan II. Abdulhamid ve daha bir cok devlet adamının zaman zaman gelerek sohbet ve derslerine iştirak etmeleri, muridleri arasında Arap Mehmed Ağa, ErkÂn-ı Harb livalarından Munib Bey, saray doktorlarından Emin Paşa, Reîsu’l-Ulem Tikveş’li Yusuf ZiyÂeddin Efendi gibi zatların yer alması, O’nun ne derece etkili ve hurmet edilip sozu dinlenen bir şahsiyet olduğunu gostermektedir.
II. Abdulhamid ile hususî bir yakınlıklarının bulunduğu ozel istişare ve toplantılarının olduğu da bilinmektedir.
Toplumun her turlu ihtiya cına cevap verme gayreti icinde olan ZiyÂuddin hazretleri, o devirde yeni kurulmaya başlanan ve faizle calışan bankalara bir alternatif olarak, muntesiplerinin ellerinde bulunan menkul kıymetleri bir araya getirerek bir yardım ve borc sandığı kurdurmuştur . Atıl vaziyette bulunan bu birikimler toplanarak ortak yardımlaşma ve yatırım amacıyla kullanılacak bir sermaye olmuştur. Kapısında:
“Nakşbendî DergÂhıdır bu makÂm-ı dil-kuşa
İşte meydÂn-ı muhabbet gel azîzim merhaba!” yazılı olan“GumuşhÂneli DergÂh-ı Şerîfi” diye şohret bulan tekkesi, tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra 1942’ye kadar mabed olarak korundu. Anıtlar Yuksek Kurulu’nun, korunması gerekli eski eser kararına rağmen, 1857 senesinde yol yapımı gerekcesiyle yıktırıldı. Bugun sadece minares i nden tuğla enkazı ile; “GumuşhÂneli Ahmed ZiyÂuddîn Sokağı” hatıra kaldı. Arsası uzerinde ise, İstanbul Defterdarlığı bulunmaktadır.
CİHÂDI
Kalemi ve kelÂmıyla mucÂdele veren GumuşhÂnevî, yeri gelince kılıca ve silaha sarılmayı da bilmiş 93 Harbi diye bilinen Osmanlı-Rus savaşlarına iştirak ederek cephede bizzat carpışmış, gonullu gittiği bu savaşın kesintiye uğradığı bir ara Of’a gelerek tarikat neşrinde ve irşad hizmetinde bulunmuş, savaş başlar-başlamaz muharebe meydanına tekrar donmuştur.
GumuşhÂne vî’nin toplum hayatına, insanlara hizmet etmeye, sosyal faaliyetlere bu derece onem vermesi, biraz da muntesibi bulunduğu tarikatın hususiyetinden kaynaklanmaktadır. Nakşbendî Tarikatı, irşad faaliyetinde halkın icine karışmayı ve insanlara hizmeti on pla n da tutan bir anlayışa sahiptir.
Bu tarikatın en onemli prensiplerinden biri de “halvet der encumen”dir. Bu prensip, toplum icerisinde meşru olan her turlu faaliyete iştirak ederek insanlara hizmet etmeyi, butun bunları yaparken de kalben daima ALLAH (c.c.) ile beraber olmayı, yani “halvet” şuurunu muhafaza etmeyi ifade eder.
İLMÎ ŞAHSİYETİ
GumuşhÂnevî hazretleri, talebelerinden birine verdiği icÂzette şunları soyluyor:
-Bu aciz kula CenÂb-ı Hakk ikramlarda bulunmuş, onu itaatlerin en ustunu ile meşgul etmiş ve ibadetlerin en buyuğunde calıştırmıştır ki o da şerefli ilmi taleb etme işidir. Zira insan Allah TealÂ’nın rızasını istemekte, ihlas sahibi olduğu, cirkin olan gosteriş ve desinlerden uzak bulunduğu zaman, ilÂhî emirle mukellef olanlar arasında t emÂyuz eder ve şeref kazanır. Aksi halde ilim, sahibine vebal olur.
Kulluk ve yaradılış gayesinin CenÂb-ı Hakk’ın vahdÂniyetine ermek olduğunu ifade eden GumuşhÂnevî, kişiyi bu gayeye goturen sebeplerin başında ilmi gormektedir. Gerek meşrebi, gerekse tasavvuf ve tarikat anlayışı bakımından ilme ve ilim tahsiline ağırlık verilmesini isteyen GumuşhÂnevî’nin eserleri, sohbetleri ve talebelerinin hususiyeti de bunu yansıtmaktadır.
Butun eserlerini Arapca yazmış olması, Mısır’daki derslerini Arapca takrîri onun yazacak ve okutacak derecede Arapca’ya vukûfiyetinin dolayısıyla ilmî kudretinin delilidir.
Vasiyetlerinde “amelleriniz, tahsiliniz ve ahlakınızla Âlim olup, insanlara seviyelerine gore hitap ediniz. Alimlerin zÂlim ve inatcılarından olmayınız. Daima muzÂkere, Hakk ve hakikati izhar icin ilminizi ve araştırmalarınızı artırınız.” diyen GumuşhÂnevî (k.s.), bu konudaki hassasiyetini gostermektedir. Kendisi de ilme ve ilmî araştırmalara buyuk onem vermiş, omrunun yirmi sekiz senesini telif hayatına vakfe t miş nice geceleri uykusuz gecirip, durup dinlenmeden calışmıştır.
Halifelerinden Kastamonu’lu Hasan Hilmi Efendi (k.s.) bir defasında altı ay boyunca geceleri hic uyumadığını anlatarak şoyle demektedir: “Cok uzun suren bu donem icerisinde, oğleye az bir zaman kala kıbleye karşı doner, başına bir havlu orterek uyumaya calışırdı. Boyle yaparken de her defasında cevresindekilere, “oğle ezanına az bir zaman kala beni uyandırın” diye tenbih ettiği halde her defasında kendiliğinden uyandığı icin O’nu uyandırmak hic kimseye nasip olmamıştır. “
GumuşhÂnevî (k.s.) tekkesinde kurduğu yardımlaşma ve yatırım sandığında biriken sermaye ile buyukce bir matbaa satın alarak, ilmî eserlerin ilim erbabına bedelsiz ve hediye usûlu dağıtılarak, ilmin daha verimli ve yaygın hale getirilmesine gayret gostermişti. Aynı sermayeden tahsis edilen beşyuzer altınlık vakıflarla İstanbul, Bayburt, Rize ve Of’ta onsekizbin ciltlik dort ayrı kutuphane tesis edilerek ilmin Anadolu’da da yayılması temin edilmeye calışılmıştır.
Tekkeler za manın şartları ve imkanları dahilinde ictimÂî hayata yon veren ceşitli faaliyetleri tarihin her doneminde gercekleştirmişlerdir. Ancak GumuşhÂneli DergÂhı’nın toplumun ihtiyaclarına ve zamanın şartlarına hitap eden boyle verimli bir metodla, ilmî, iktisÂd î ve ictimÂî gayeleri hedef alan bir usul ile ortaya cıkması takdire şayandır.
İlme ve Sunnet-i Seniyye’ye uymaya ayrı bir onem verdiği gorulen GumuşhÂnevî’nin ikinci buyuk hususiyeti, tekkesinde hadis ilmine ağırlık vermesi ve hadis ilmi ile meşguliyeti tarikatının bir ruknu haline getirmiş olmasıdır.
Alfabetik sıraya gore yazmış olduğu RÂmûzu’l-EhÂdîs adlı Hadis kitabından, haftanın iki gunu , coğu defa sorulu-cevaplı ders takrir eden GumuşhÂnevî omru boyunca yetmiş defa bu usulle RÂmûz ’u hatmettirmiş tir. Kendisinden okuyup icÂzet alanlar da aynı usule riayet etmişlerdir. Bu silsilenin en son halifelerinden Mehmed ZÂhid Kotku (Rh.a) İskender Paşa Camii imamı iken burada RÂmûz okutarak, bu geleneği gunumuze kadar devam ettirip getirmiştir.
Gunumuzde d e Mahmud Es’ad Coşan Hoca Efendi Pazar gunleri ikindi namazını muteakip İskender Paşa Camii’nde RÂmûz sohbetlerine devam etmektedir.
Hadis ilmine yaptığı hizmetlerden dolayı “Muhaddisîn-i Rûm”, “HÂtimetu’l-Muhaddisîn” gibi unvanlarla da anılan GumuşhÂnevî’nin bu gayretleri meyvesini vermiş ve GumuşhÂneli DergÂhı bir DÂru’l-Hadîs huviyetine burunmuştur. Bu calışmalar, GumuşhÂneli DergÂhı’nda icÂzet almış, yuzlerce hadis Âliminin yetişmesine, bir coğunun “Huzur Dersleri” mukarrir ve muhataplığına, bazılarının da Safranbolu’lu İsmail NecÂti Efendi ve Dağıstan’lı Omer ZiyÂeddin Efendi hazretleri gibi DÂru’l-HilÂfeti’l-Aliyye Medresesi hadis ve hilÂfiyyat dersleri muderrisliğine kadar yukselmelerine sebep olmuştur.
ESERLERİ
Hadis oğretimine onem veren, hadîse dair eserler kaleme alan GumuşhÂnevî, tasavvuf tarihi icinde koklu bir geleneğin surduruculerinden biri olmuştur. Onun bu yonu en azından hadis sahasında verdiği eserlerin hacmi bakımından, seleflerinin coğundan daha belirgindir.
Hadise dair eserlerin den ilki ve en onemlisi adı gecen RÂmûzu’l-EhÂdîs’tir Kendi ifadesiyle az sozle cok mana veren veciz ve alimlerce muteber bir kısım hadisleri bir araya getirip yazdığı bir eserdir.
LevÂmiu’l-Ukûl adlı eseri ise RÂmûz ’un şerhidir. Bunlar dışında hadisle alakalı AcÂibu’n-Nubuvve, LetÂifu’l-Hikem, Hadîs-i Erbaîn adlı uc eseri daha vardır.
Gumuşhanevi’nin tasavvufî yorumlarını ihtiva eden hadisle ilgili eserleri ile tasavvuf ve kelÂma dÂir te’lifÂtı dunyanın dort bir yanına dağılarak yakın-uzak butun bolge ilim adamlarının el kitabı olma huviyeti kazanabilmiştir.
Tasavvuf konusundaki eserlerinden ikisi daha once adı gecen CÂmiu’l-Usûl, Mecmûatu’l-AhzÂb dışında Rûhu’l-Arifîn gibi tasavvufun inceliklerini ihtiva eden eserleri de mevcuttur.
Ahlak konusunda NecÂtu’l-GÂfilîn, DevÂu’l-Muslimîn, NetÂicu’l-İhlÂs adlı eserlerinden başka GumuşhÂnevî hazretleri Fıkıh ve Kelam ilmine dair eserler de vermiştir.
TASAVVUFÎ ŞAHSİYETİ
GumuşhÂnevî hazretleri, az yemek, az uyumak ve az konuşmak gibi prensipleri iceren z uhd ve takva dolu bir hayatı benimsemişti. Misafirsiz sofraya oturmazdı. Butun nafile orucları tutardı. Haftada iki defa muridleriyle topluca Hatme-i HÂce zikri icr ederdi. Salı geceleri zikirden sonra yetmiş bin kelime-i tevhid zikri yaptırmayı adet hal i ne getirmişti.
Yazlarını Beykoz’daki YûşÃ‚ tepesinde cadır kurarak gecirirdi. Yine bir yaz gunu YûşÃ‚ tepesi’nde yakınlarıyla cadır kurmuş olan Ahmed ZiyÂuddin GumuşhÂnevî (k.s.), elinde eski bir kemanla gecmekte olan bir calgıcıyı cağırdır. Adam, sizin hocanızla benim ne işim var, gidin işinize, siz keman caldırıp para vermezsiniz, ben de sizin sozlerinize kulak asıp dediğinizi yapmam, derse de ısrar eder ve huzura getirirler. GumuşhÂnevî hazretleri, calğıcının kulağına gizlice bir şey soyler. Adam bu so z ler ozerine oyle bir cezbeye tutulup bağırır ki etratakiler şaşırıp kalırlar. Calgıcı, tovbekÂr olur. Ahmed ZiyÂuddîn GumuşhÂnevî hazretlerinin kendisinin kulağına neler soylediğini merak edip soranlara uzun sure bir şey soylemez nihayet bir gun:
-"Ben gen cliğimde bir BektÂşî şeyhine intisap etmiştim, kendisi ehl-i sunnet ve’l-cemaatten idi. Vefat edeceği zaman “seni buyuklerden birine emanet ettim, sakın reddedip perişan olma, Âhir omrunde iyi bir insan olursun inşaallah” demişti. Gumuşhaneli Efendimiz de bana “şeyhin seni bana emanet etmişti” demesi ile kendime sahip olamadım, bağırdım ve ellerine kapandım” demiştir.
Nakşbendiyye ve HÂlidiyye usulu gereği halvete cok onem verir, Zilhicce ve Recep aylarında senede iki defa halvete girerdi. Muridlerinden girmek isteyenlere de bu aylarda halvet yaptırırdı.
Yatarken ayak uzatarak uyumayı edebe aykırı saydığı icin hic bir zaman ayak uzatarak uyumamıştır. Bir defasında, hasta yatağında baygın bir şekilde dort buklum yatan GumuşhÂnevî (k.s.)’nin tedavisi icin gelen doktor tarafından, ayakları uzatıldığında, kulaklarının ucuna kadar utancından kıpkırmızı kesilmiş, gozlerini hafifce acarak, “bir de beni Rabbım’ın huzurunda ayak uzatma sucu ile başbaşa bırakmayın” diyerek ayaklarının toplanmasını istemiştir.
Ker metleri zÂhir olan, GumuşhÂnevî hazretleri, ihvÂnına nasihatlerinde her zaman şunu tekrar ederlermiş:
“Kimsenin sakalına, bıyığına, tarikine, sigarasına karışmayın.”
Muridlerinden iki kişi bir gun yakınlarındaki bir mevlevi tekkesinde ayin seyretmeye karar verirler. Akıllarına Gumuşhane’li hezretlerinin tenbihi gelir ama, nasıl olsa biz kimsenin işine karışmayız, diyerek giderler. Bir ara birisinin gozune mevlevi şeyhinin gur bıyıkları takılır, gittikce zıddına gitmeye başlar ve nihayet dayanamaz arkad a şının kulağına eğilerek hafif bir sesle “bu adam kızılbaş mıdır nedir?” der. O anda mevlevî şeyhi sunlara gozlerini oyle bir diker ki az daha sıkıntıdan goğusleri patlayacak olur. Derhal kendilerini dışarı atar dergahın yolunu tutarlar. Karşılarına cıkan G umuşhane’li hazretleri:
“Adam oyle bir gozlerini dikti ki... diker ya... Ben size demedim mi ki kimsenin Âyinine, bıyığına karışmayın diye tekdîr eder ve ruhî inkıbazı da onlardan giderek merhamet buyururlar.
GumuşhÂnevî hazretlerinin vefatından hayli seneler sonra son demlerini yaşayan ilim ve irfan sahibi bir zat,
-Derhal kadınlar yanımdan cıksın veya başlarını ortsunler şeyhim Hazret-i Ahmed Ziy geliyor demiş ve biraz sonra da:
-ElhamdulillÂh şeyhim bana dedi ki: “CenÂb-ı Hak gunahlarını bağışladı, bize geliyorsun mujdeler olsun” diyerek ağlamış ve kelime-i şehÂdet getirerek emr-i ilÂhîye icÂbet eylemiştir.
Ne zaman kendi halifelerinden Of’lu Hacı Yusuf Efendi Trabzon’dan istanbul’a doğru gelen vapura binse, dergÂhta bulunan GumuşhÂnevî hazretleri etrafındakilere:
-“Yusuf’umun kokusu geliyor” buyururlarmış.
Mahmud Es’ad Coşan Hoca Efendi anlatıyor:
"GumuşhÂnevî Ahmed ZiyÂuddin Hocamız hayatta iken, Medîne-i Munevvere ahalisinden Muhammed isminde bir şahsı ruyasında, “İstanbul’a gel” diye cağırmış. Medîne’li, kendisi arap... Seyyid, Peygamber Efendimiz’in sulalesinden... O da atlamış vapura, kalkmış İstanbul’a gelmiş. Bir ruya uzerine, Medîne-i Munevvere’den deniz yoluyla İstanbul’a gelmiş. Ama, adres yok. İşte ruyada “İstanbul’a gel” dedi bir sakallı şahıs, ondan geldi. Cıkmış vapurdan... Yururken bir şahıs yanına yanaşmış:
-Sen Medine’li Muhammed filanca mısın?
-Evet!... demiş.
-Duş peşime!... demiş.
O onden, bu arkadan bir yere gelmişler. Bir hoca efendinin yanına girmişler. El opmuş... Bir de bakmış ki ruyada kendisini İstanbul’a cağıran, gel diyen şahıs. O şahıs demiş ki:
-Yahu burası neresi, bu zÂt-ı muhterem kim? O şahıs demiş ki:
-Burası Gumuşhane’li Tekkesi... Bu zÂt-ı muhterem de, Ahmed ZiyÂuddîn-i GumuşhÂnevî hazretleridir."
Bayram ve kandil g ecelerini, muridleriyle birlikte sabahlara kadar zikir, fikir, tekbir, tehlil ve tahmidle geciren GumuşhÂnevî (k.s.) omrunun son on sekiz yılını bayram gunleri haric oruclu gecirmiştir.
Luzumsuz sozlerden hic hoşlanmaz, boş vakitlerini ve coğu gecelerini, ilim ile meşgul olarak gecirirdi. Sabah namazından sonra işrak vaktine kadar ve yatsı namazından sonra mecbur kalmadıkca dunya kelamı konuşmazdı. Kendisine yakın olanlarca rivayet edildiğine gore, yatağa gireceği zaman, mutlaka “YÂ-Sîn” suresini okumayı a det edinmişti. Kendisi okuyamayacak kadar bitkin olduğu zaman birisine okutup dinlerdi.
SEYAHATLERİ VE EVLİLİĞİ
Ahmed ZiyÂuddîn-i GumuşhÂnevî hazretleri, omrunde iki defa hacca gitti. Birinci yolculuğunda İskenderiye ve Mısır’a uğradı. Buradaki enbiy ve evliy kabirlerini ziyaret etti. Bir bucuk ay suren bu ziyaretinde MevlÂn HÂlid-i BağdÂdî’nin sohbetiyle şereflenenlerden Kucuk Aşık Efendi ile sohbette bulunmuşlardır. İlk haccından sonra altmış uc yaşında iken Şeyhu’l-Harem-i Nebevî Mehmed Emin Paşa ’ nın kızı Havva Seher Hanım’la evlenmiştir. Hanımı kendisinden onsekiz sene sonra vefat etmiştir.
İkinci hacc yolculuğuna ailesiyle beraber cıkmış, Mekke ve Medine’de pek cok kişi ile goruşmuştur. Bunlardan bazılarına hadis okutmuş, bazılarına da tarikat telkininde bulunmuştur. Hacc donuşunde Mısır’a uğramış ve burada uc yıldan fazla kalmıştır. Bu sure zarfında Tanta, Kahire, NÂsıriyye, CÂmiu’l-Ezher ve Seyyidin Huseyin cÂmilerinde RÂmûzokutmuş, beş kişiye de tarîkat hilÂfeti vermiştir.
ŞEMÂİLİ
Son za manlarında yaşı cok ilerlediği icin vucudunda zayıflık hasıl olmuştu. Bir şeye dayanmadan oturamıyor, asasız yuruyemiyordu. Konuşmasını ise ancak sohbetlerine mudavim olanlarla, konuşma tarzına alışık olanlar anlayabiliyordu.
Butun mecalsizliğine rağmen, gozunden fışkıran feyz nuru, yuzunde parlayan muşÃ‚hede-i cemÂl tecellîsi muridleri uzerinde aynı şekilde aşk, vecd, ızdırap ve hararet meydana getiriyordu. Omrunun sonlarına doğru gorenlerden nakledildiğine gore şemÂili şu şekildeydi:
Dengeli ve uzuna yakın orta boylu, yanakları kırmızı, beyaz yuzlu, orta kısmı hafifce yuksek cekme burunlu, catık kaş ve acık alınlı, sağ ve sol gozunun altında birer siyah ben bulunan yuvarlak yuzlu, siyah ve iri gozlu, başı devamlı traşlı ve beyaz sakallı bir zat idi. Başla r ına nakşi tacı ve beyaz imame sarar, cubbe, hırka ve uzun entari giyerlerdi. Ayağında devamlı ayakkabı bulunur, siyah renge hic rağbet etmezdi. Yazları beyaz, kışları da yeşil renkli elbise giymeyi tercih ederlerdi.
VEFÂTI
GumuşhÂnevî hazretleri 7 Zilka de 1311/13 Mayıs 1893 senesinde sabahleyin saat on sularında ansızın gozunu acıp “Hepsini isterim Ya KibriyÂ’!” diyerek dÂr-ı bekÂya irtihal eylemiştir. Kabri, Suleymaniye Camii avlusunda Kanûnî Sultan Suleyman Turbesi’nin kıble tarafındadır. Yanlarındaki kabirde zevceleri Havva Seher Hanım yatmaktadır.
HALÎFELERİ
HÂlidiyye’nin ZiyÂiyye Kolu’nun pîri ve muessisi olan GumuşhÂnevî (k.s.), pek cok eser kaleme alan bir muellif-mutasavvıf olduğu kadar, yuzden fazla kişiye de hilÂfet tÂcı giydiren bir murşiddir .
İstanbul başta olmak uzere Anadolu’nun ceşitli yerlerinde, Kazan’dan Komor Adaları’na, Mısır’dan Medine’ye Cin’den Afrika’ya kadar olan geniş bir saha icerisinde ismini, ilmini, tarikatını ve tasavvufî duşuncelerini halîfeleri devam ettirmiştir.
Bir m ilyondan fazla muridi bulunan GumuşhÂnevî’nin tesir sahası yalnızca İstanbul’la sınırlı değildi elbette. O, dunyanın ceşitli bolgelerine de halifelerini gondererek etkinliğini artırmış, muslumanların uyanmasına ve İslam’ın ihyasına buyuk gayret sarf etmiş ti.
GumuşhÂnevî’nin buyuk değer verdiği halifelerinden Luleburgaz’lı Muhammed Eşref Efendi Pekin’e gonderilmiştir. Oradan donerken Pekin’li muslumanlar II. Abdulhamid adına bir universite yaptırmaya başlamışlardır. Bu Hoca Efendi’ye bundan sonra Cin’li Hoc a denmiştir.
Komor Adalarında da faal bir GumuşhÂnevî DergÂhı’nın bulunduğu 1976’da İstanbul’da tertip edilen İslam Ulkeleri dışişleri bakanları toplantısına katılan Komor Adaları dışişleri bakanı tarafından Mehmed ZÂhid Kotku (Rh.a) hazretleri’ne bildir ilmiştir.
GumuşhÂnevî (k.s.) II. Hac yolculuğu donuşunde Mısır’a uğramış orada uc yıl kalmıştır. Bu muddet zarfında yetiştirdiği kişilerden; Mısır Muftusu Muhammed b. Salim Tamum el-Menûfî, eş-Şeyh Cevdet, Seyyid Muhammed b. Abdurrahim et-TantÂvî, eş-Şeyh Mustafa b. Yusuf es-Sa’dî, Şeyh Rahmetullah el-Hindî olmak uzere beş kişiye de tarikat hilÂfeti vermiştir. Tanta’da halen faal bir Gumuşhaneli DergÂhı bulunmaktadır. Bugun bu vazifeyi ise Ezher Universitesi Tefsir Profesoru ve Usulu’d-Dîn Fakultesi Deka n ı olan Cûde Ebu’l-Yezîd el-Mehdî adında bir zat devam ettirmektedir.
GumuşhÂnevî’nin halifelerinden Ahmed ZiyÂuddîn Efendi , imamlıkta iken yaş haddinden emekli olmuş, Medine’de kırk sene mucavir kalmış, hizmetlerde bulunmuştur.
Zeynullah el-KazÂnî, Gu muşhÂnevî’nin Kazan ve Kafkasya’da tarikat neşrine memur ettiği halifelerindendir.
Muhammed ZÂhid el-Kevserî’nin babası Hasan Hilmi b. Ali el-Kevserî (k.s.) Duzce’de yıllarca RÂmûz ve GarÂib okutmuştur. Duzce’nin ileri gelenleri tarafından yaptırılan Yeni Cami bitişiğindeki medresede muderris olarak ders okutmakta iken GumuşhÂnevî’nin emri uzerine bu medresenin yanına 1892’de bir tekke yaptırdı. 1926’da vefatına kadar otuzbeş sene burada hizmet etti.
Halifelerinden Unye’li Yusuf Bahri Efendi 1869’da Gumu şhÂnevî’den icÂzet almıştır. Unye Sadullah Bey Medresesi’nde muderrislik yapmış, 1872’de Unye Muftuluğu’ne tayin olmuş, hem ilim hem tarikat neşrine calışmıştır.
Nallıhan’lı Hasan ZiyÂuddin Efendi, 1886’da seyr-u sulûkunu tamamlayarak hilÂfet icÂzeti alm ıştır. Memleketi Nallıhan’a giderek Hacı Mehmed Ağa Medresesi Muderrisliği’ne tayin olmuş, burada bir taraftan ders okuturken bir taraftan tarikat neşrine calışmıştır.
Ankara’lı Ahmed Hilmi Efendi , GumuşhÂnevî’den hilafet aldıktan sonra, İzmit’te Fevziye, Taşcılar Başı ve Yeni Cuma camillerinde ifa ettiği imameti sırasında, haftada iki gun salı ve cuma gunleri yatsı namazından sonra Hatme-i HÂce yaptırmıştır. Tarikatı yaymak hususunda buyuk gayreti gorulmuştur.
Yarım asırdan fazla Tarsus muhitinde ilim, ahlak ve edep dağıttığı soylenen Hamza Efendi de GumuşhÂnevî’nin halifelerindendir. 1955’de vefat etmiştir.
GumuşhÂnevî hazretlerinin halifelerinden biri de eski Bayramic Muftusu Cırpılar’lı Ali Efendi’dir. 1863 yılında doğmuş, GumuşhÂneli DergÂhı’nda yetişmiş, hilÂfet almıştır. Koyune donerek orada bir cami ile 24 odalı bir medrese inşa ederek tÂlim-terbiye, tebliğe ve irşad hizmetlerinde bulunmuştur. 1910’larda actığı medresesindeki irşad faaliyeti 1924’de medreseler kapatılıncaya kadar surmuştur.
Gumu şhÂneli DergÂhı son şeyhi Mahmud Es’ad Coşan Hoca Efendi’nin babası Halil Necati Efendi’yi 17 yaşlarında iken dedesi Molla Abdullah Efendi Cırpılar’lı Ali Efendi’nin bu medresesine getirip yerleştirmiştir.
Mahmud Es’ad Coşan Hoca Efendi’nin Buyuk Dedesi Molla Abdullah Efendi, Halil Necati Efendi’nin babasını da diğer iki kardeşiyle beraber İstanbul’a getirmiş, Fatih Medreseleri’ne yerleştirmiş ve kendisi de GumuşhÂnevî’ye intisab eylemiştir. GumuşhÂnevî hazretleriMolla Abdullah Efendi’yi cok severlermiş Hatta bir kere “sen benim oğlum ol” diye teklif ve iltifat eylemiştir.
Molla Abdullah Efendi, Cırpılar’lı Ali Efendi ile karşılaşınca elini opmeye davranır o da mukabele ederek onun elini opmeye calışırmış. Molla Abdullah Efendi’nin kucuk kardeşi Molla Huseyin Efendi de Cırpılarlı Ali Efendi’ye intisap eylemiştir.
Cırpılar’lı Ali Efendi, İstiklal Savaşı sırasında Bayramic yoresinin KuvÂ-yı Milliye temsilcisi olarak gorev yapar. Bir ara Bayramic Muftuluğu gorevinde de bulunan Ali Efendi 1947 yılında 82 yaşlarında iken vefat eder.
GumuşhÂnevî’nin halifelerinden biri de Karadeniz Bolgesi’nin irşadı ile gorevlendirilen “Şeyh Efendi” diye ma’ruf Osman NiyÂzî Efendi’dir (1828/1909).
Nakşî halifesi olarak Varda’ya (bugunku adı Rize İkizdere’nin Nahiyesi olan Guneyce) donen Şeyh Efendi, Varda buyuk Camii Medresesi Muderrisliği ve caminin imamlığını ustlenir. Burada bir muddet kalır. Ardından Varda’nın Kolekli (Kurtuluş) Mahallesi’ne gecer. Burada bir cami-tekke inşa edilir. 1909 tarihinde vefatına kadar 14 y ıl burada hizmet eder. GumuşhÂnevî’nin vakıf kutuphanelerinin mutevelliliğini de yapmış olan Şeyh Osman NiyÂzi Efendi, Rize Guneyce’deki bu tekkede, sağlığında kendisinin de kullandığı bir vakıf kutuphane tesis etmiştir.
Bunlardan başka ZiyÂiyye’yi kendi beldelerinde neşreden bazı halifelerini de yalnızca isimleriyle anabiliriz. Şam’da Yusuf en-Naşuki (1318/1900), Kırım’da İsmail el-Kırımî, Erzincan’da Hasan el-Erzincanî, Mahmud el-Bosnevî, Adapazarı’nda Mustafa el-Kurdî el-Harputî (1328/1910), Duzce’de H asan Hulusi Efendi, Of’ta Huccetu’s-SÂlikîn muellifi Yusuf Şevki el-Ofî başta gelmektedir.
Hayatı, eserleri, fikirleri, tarikat anlayışı, irşad hizmetleri ve halifeleriyle dunden bugune etkin bir şahsiyet olan GumuşhÂnevî, derin izler bırakmıştır. Halen ulkemiz icinde ve dışında milyonlarca muntesibi bulunmaktadır.
GumuşhÂnevî hazretlerini anlatabilmek, okyanusu avuclayabilmek gibi zor, imkansız. Her yonu ayrı bir makale konusu. Halifelerinin herbiri ayrı bir derya, eserlerinin her biri birer hazine. Der yaya dalabilene, hazineye sahip olabilene ve bu dergaha mensup olabilene ne mutlu!
Ahmed ZiyÂuddin GumuşhÂnevî hazretlerinin Suleymaniye Camii Şerifi avlusunda, Kanûnî Sultan Suleyman Turbesi’nin, kıble duvarına bitişik, demir parmaklıklarla cevrili makberinin, mezar taşı kitabesi aynen şoyledir:
“Nazar kıl ceşm-i ibretle, makÂm-ı ilticÂdır bu!
Erenler dergÂhı, bÂb-ı fuyûzÂt-ı HudÂ’dır bu!
ZiyÂuddîn-i Ahmed, mevlidi anın GumuşhÂne,
Şehir-i şark-u garbın, murşid-i rÂh-ı HudÂdır bu!..
Muhakkak ehl-i Hakk olmez, ebed haydır bil ey zÂir!
#9;Saray-ı kalbini pÂk eyle, bÂb-ı evliyÂdır bu!
Şu’a-ı durr-i vahdet, menba’-ı ilm-i ledunnîdir.
Mukemmel vÂris-i şer’-ı Mahmmed MustafÂ’dır bu.
HilÂfet muddetinden, “İrcii” vaktine dek Hakk’a,
Tarîk-i HÂlidî’yi neşr eden, Hakk-reh-numÂdır bu.
CilÂ-yı ruhdur zikri, murîdana gıdÂdır bu!”
Sene 1311, 7 Zilka’de (13 Mayıs 1893, Pazartesi saat: 10.00)
MEKTÛBU
Ahmed ZiyÂuddîn GumuşhÂnevî hazretleri Mısır’da ikamet ettikleri sırada halifesi Hasan Hilmi Efendi (k.s.)’nin şahsında butun muridlerine hitap eden mektubunda şeriat, tarikat, hakikat ve ma’rifetin on makamını, “usûl-i ‘aşere” prensibi icerisinde izah etmektedir.
Tarikattan olan on makam:
1. Tevbe ve inÂbe ile bir şeyh-i kÂmilden el almak, teslimiyet ve inkiyad,
2. Muridlik ve şeyhliğin şartlarını bilip, itirazı terkederek, sohbet ve hizmete devam etmek,
3. Havf ve reca arasında doğruluk, ihlas ve tevekkul duygusu ile muahedeye riayet etmek, irade ve maksadda mustakim olmak,
4. Kişiyi bosuna ovunmeye sevkeden su s ve debdebeyi terketmek ve temizliğe dikkat gostermek.
5. Sıhhat ve tefekkur ile vukûf-ı kalbî, zikr-i dÂimî ve rabıtaya devam etmek.
6. Nefs ve şehveti kırarak, ahlakı guzelleştirmek, cok ibadet ve taatle Allah’a yaklaşmaya calışmak.
7. Rahat ve huzur v eren şeylerden uzak bulunarak, seyr-u sulûk ve uzleti ihtiyar etmek.
8. Nefs, şeytan, heva ve havatırı yok etmeğe gayret gostermek.
9. Tevazu, şukur ve kanaata sahip olmak.
10. MurÂkabe, muhÂsebe, muÂyene, tefekkur ve basîreti elde etmek.
VASİYETLERİ
· En az on kişi bir araya gelindi mi, akşam ve sabah Hatme-i HÂce icra edilmeli, mumkunse Kur’Ân’ın tamamı, uc de biri okunmalı cuz yok ise hatimsiz toplu zikir yapılmalıdır. Daima rÂbıta ve huzûr me’allah’a riayet ederek, tazarru ve niyazı elden bırakmamalıdı r.
· Yiyecek ve icecekleri helalinden, huzur, rÂbıta ve sunnetlerine gore yemeye dikkat etmelidir.
· Belde ahalisine, ana-babaya, sair dostlara hased ve niz edilmemelidir. Cunku tasavvufun ilk başlangıcı, mahlukÂtı incitmekten sakınmaktır.
· Gunluk vird ve zikirleri, aynen yerine getirerek, bilhassa mubarek gun ve geceleri ihyÂya gayret etmelidir.
· Tarikat ehli olan kimse, def’i kabz icin evliy kabirlerini ziyaret etmeli, ustadının sohbet ve ziyaretine devam etmelidir. Cok zikir ve muhabbet uzere rÂbıtaya devam etmeli tasavvuf kitaplarını okumalıdır.
· Uyku ve fetreti uzaklaştırmak icin, once zikir mahallini değiştirmeli, rÂbıta kurup, ustÂdına mektup yazmak suretiyle istiÂze ederek, zikirde futûrun giderilmesine calışılmalıdır.
· MusÂfaha, cemaat, sabır, şukur ve kanaate devamla, vakitlerin, şehirlerin ve mahlûkatın ihyasına calışılmalı, ibadetlerde sabr-u sebÂt gosterilmelidir.
SOZLERİNDEN
· Muhabbetin dort ceşidi vardır: Allah’ı sevmek, Allah’ın sevdiklerini sevmek, Allah icin sevmek, Allah’la beraber sevebilmek.
· Aşk, butun his, irÂde ve duşuncelerden sıyrılarak yalnız Allah’a buyuk bir iştiyakla yonelmek, mal, evlad, dunya ve her turlu alakadan koparak, HÂlık’a hasret duymaktır.
· Gunahlardan kurtuluşun en sur’atli yolu, muhabbetullah ve cemalullah’a aşk ve şevk ile bağlanmalıdır. Bu ise cok ibadet etmek, istiğfar etmek, olumu ve cehennem ateşini cok duşunmek, gecelerini ibadetle ihy etmek, mahlukÂta şefkat gostermek, husn-i zan beslemek, şehvet, kin ve kotu fikirlere karşı sabretmekle elde edilir.
· Sağa-sola bakmak nasıl kalbin gucunu parcalayıp zayıflatıyorsa, gozleri kapamak da, aksine kuvvet ve ferahlık verir.
· Kim ki gozunu haramdan sakınır, nefsini şehvetten korur, bÂtınını murÂkabe ile ma’mûr hale getirir ve helal rızıkla beslenirse, firasetinde yanılmaz. Fakat firaset, bedende nefsin hakimiyeti ile değil, CenÂb-ı Hakk’ın nuru ile bakabilme hassasını kazanmakla elde edilen bir haslettir.
· Tarikatların muhtelif prensipleri, usulleri vardır. Ama butun tarikatlarda muşterek olan husus, temel esas hizmettir. İnsan hizmet ettikce himmete mazhar olur, izzet bulur ve saÂdet-i dÂreyne erer.
KAYNAKLAR
Huseyin Vassaf, Sefînetu’l-Evliy , c.2, s.185, Suleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar 2306
Ahmed ZiyÂuddîn GumuşhÂnevî , RÂmûzu’l-EhÂdîs, Mut. Abdulaziz Bekkîne, c.1, s.7-8, ts.
Feriduddin Attar, Tezkiretu’l-Evliy , Haz. M.Z.K., İstanbul 1983
Gunduz, İrfan , Ahmed Ziyauddin Gumuşhanevi , İstanbul 1984
Kara, İsmail, ‘Gumuşhanevî Halifelerinden Şeyh Osman Niyazi Efendi’ , Buyuk İslam ve Tasavvuf Onderleri Ansiklopedisi, s.315-325, İstanbul 1993
Buyuk İslam ve Tasavvuf Onderleri Ansiklopedisi, Vefa Yayıncılık, s.297-302, İstanbul 1993
Ahmed Ziyauddin Gumuşhanevi Sempozyum Bildirileri , Haz. Necdet Yılmaz, İstanbul 1992
__________________
Ahmed ziyÂuddîn-i gumuşhÂnevî - kimdir ? Hayatı , biyografisi
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●41 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eðitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Ahmed ziyÂuddîn-i gumuşhÂnevî - kimdir ? Hayatı , biyografisi