Doğumundan kısa bir muddet sonra babasının imĂ‚mlık yapmak ve medresede talebe okutmak icin dĂ‚vet edildiği komşu SiyĂ‚nis koyune taşındılar. Babası vazîfesinin altıncı ayında vefĂ‚t edince onu dedesi yanına aldı. Dedesi onu okutmak icin Ă‚lim ve tasavvuf ehli Muhammed ZiyĂ‚uddîn Nurşînî hazretlerinin ders halkasına ve sohbetlerine gonderdi. Bu sırada sekiz yaşında bulunan Abdulhakîm Huseynî 14 yaşına kadar bu zĂ‚ttan ilim oğrendi ve feyz aldı. Hocası Nurşîn'e taşınınca tahsiline başka medreselerde devĂ‚m etti. Aynı zamanda hocası ile mĂ‚nevî bağını devĂ‚m ettirdi. Daha ilmini tamamlayıp icĂ‚zet almadan medrese ve tekkeler kapatılınca SiyĂ‚nis'e dondu. Komşu Tarunî koyune imĂ‚mlık yapıp, talebe okutmak uzere dĂ‚vet edildi. Burada pekcok talebe yetiştirdi. Bu sırada hocası Muhammed ZiyĂ‚uddîn Nurşînî vefĂ‚t etti. Abdulhakîm Efendi hem ilmini tamamlamak, hem de tasavvufta ilerlemek icin Muhammed ZiyĂ‚uddîn Nurşînî'nin talebelerinden Şeyh Selim'e talebe olmak istedi. Ancak ruyĂ‚sında hocası ona cok sevdiği halîfesi Şeyh Ahmed Haznevî'ye bağlanmasını bildirdi. RuyĂ‚sında Muhammed ZiyĂ‚uddîn Nurşînî, Şeyh Ahmed Haznevî'ye hitĂ‚ben; "Şeyh Ahmed! Bu Seyyid Abdulhakîm'in babasının bizde emeği coktur. Onun icin sen ona gozun gibi bakacaksın!" diye emĂ‚net etti. Bu işĂ‚ret uzerine Abdulhakîm Huseynî, Muhammed ZiyĂ‚uddîn Nurşînî'nin talebelerinden Suriye'nin Hazne koyunde bulunan Şeyh Ahmed Haznevî'ye giderek talebe oldu. Hazne'ye Ahmed Haznevî'nin talebelerinden Seyyid Ahmed'le birlikte gitti. Şeyh Ahmed Haznevî misĂ‚firlere iltifatta bulunup talebeliğine ve sohbetine kabûl etti.
Şeyh Ahmed Haznevî daha ilk gunden îtibĂ‚ren "Molla Abdulhakîm" diye hitĂ‚b ederek, onun ilim ve irfĂ‚nını takdir ettiğini gosterdi.
Abdulhakîm Huseynî, Ahmed Haznevî'nin sohbetlerinde bulundu. Daha sonra tekrar memleketine dondu. Fakat 14 sene muddetle gidip gelerek ilmini ve tasavvuftaki derecesini arttırdı. Hocasından 34 yaşındayken medresede talebelere ilim oğretmek uzere, 36 yaşındayken de insanlara İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını anlatmak sûretiyle kurtuluşa kavuşmalarına vesîle olmak icin icĂ‚zet aldı. Memleketine donerek koyunde ve cevresindeki diğer kasabalarda İslĂ‚m dîninin emir ve yasaklarını anlatmaya başladı. Butun ilim ve irfĂ‚nını talebe yetiştirmeye ve muslumanların Allah(c.c.)u teĂ‚lĂ‚nın rızĂ‚sını kazanmalarına vesîle olmaya hasretti. İlk uc senede fazla netîce alamadı. Ancak hocası Ahmed Haznevî'nin vefĂ‚tından sonra onun sohbetlerine buyuk bir rağbet oldu. Akın akın gelen insanlar onun ilim ve feyzinden istifĂ‚de etmeye calıştılar. Ona olan bu buyuk rağbet civar kasabalardaki bĂ‚zı şeyhlerin gıptasına, bĂ‚zılarının da kıskanmalarına sebeb oldu. Cunku onlara bağlı olan bĂ‚zı kimseler de gelip Abdulhakîm Efendinin sohbetine katılıyorlardı. Bu şeyhlerden biri ona gonderdiği mektupta; "İnsan duşunur ve kabûl eder ki yanyana koyun otlatan iki cobandan birinin birkac koyunu diğerinin surusune kacıp karışırsa onları iĂ‚de etmek lĂ‚zımdır. O hĂ‚lde sen de bizim suruden ayrılanları iĂ‚de etmelisin." diyordu. Bu mektubu okuyan Abdulhakîm Huseynî tebessum ederek; "Biz cedd-i pĂ‚kimizin (Peygamber efendimizin) ummetine hizmeti gĂ‚ye edinmişiz ve bunun icin cabalıyoruz. Baş olmak ve cok tarafdĂ‚r toplamak gayretinde değiliz. Ceddimiz bize ilim mîrĂ‚s bırakmıştır. Bu ilme kim sĂ‚hipse vĂ‚ris odur. Biz inşĂ‚Allah(c.c.) mîrĂ‚s gercek vĂ‚rislerinin eline gecer diye duĂ‚ ediyoruz." buyurdu. Hep aynı yerde kalmayıp, ikĂ‚metgĂ‚hını devamlı değiştirdi. Tarunî ve Bilvanis koylerinden sonra Bitlis'in Narlıdere nĂ‚hiyesine, oradan da Siirt'in Kozluk kazasına bağlı Gadiri koyune yerleşti.
Abdulhakîm Huseynî gittiği yerlerde hem talebe okutup ilim oğretti hem de sohbetleriyle insanlara dunyĂ‚da ve Ă‚hirette mutlu olmanın yollarını gosterdi. Talebelerinden birisinin; "Canım Gavs'a kurbĂ‚n olsun! Bize oyle bir nasîhatte bulununuz ki dunyĂ‚ ve Ă‚hirette bizim kurtuluşumuza vesîle olsun." dedi. Abdulhakîm Huseynî Efendi; "Kurtuluş icin hurriyet ve iffete dikkat edin." buyurdu. Talebesi; "Efendim hurriyet ve iffet nedir?" deyince; "Hurriyet Allah(c.c.)u teĂ‚lĂ‚dan başka hic bir sebebe bağlanmamaktır. Umum işlerde sebeplere değil, sebepleri yaratana dayanmak kulun ilk kurtuluş kapısıdır. İffet ise, kendi nefsi ve başkasının hesĂ‚bına değil, soz, hareket, amel, niyet ve ozde yalnız Allah(c.c.) hesabına gore olmaktır." buyurdu. Talebesi; "İhlĂ‚sdan cok bahs edilir. İhlĂ‚s nedir?" diye sorunca da; "İhlĂ‚s; illet ve gĂ‚ye olmaksızın yalnız Allah(c.c.) icin gunĂ‚hı terk ve emirleri yapmaktır. YĂ‚ni vargucunu Allah(c.c.)u teĂ‚lĂ‚nın emrine sarf etmektir. Bu hĂ‚lde sebat etmenin zĂ‚hirine takvĂ‚, ozune ihlĂ‚s ismi verilmiştir. MeselĂ‚ kimin duşuncesi mîdesi olursa, kıymeti ondan cıkan kadardır. BinĂ‚enaleyh himmetini şohrete, şehvete harcayanın hĂ‚li mĂ‚lûm olur." dedi.
Bir muddet Siirt'in Kozluk kazĂ‚sına bağlı Gadiri koyunde kaldıktan sonra Şehri'ye gelen Abdulhakîm Huseynî insanlara tatlı sohbetlerde ve nasîhatta bulundu. Dinleyenlerden birinin; "Acık ve gizli darbelere nasıl dikkat ederiz, onlardan nasıl kurtuluruz?" sorusuna şoyle cevap verdi:
Darbelerden kurtulmak icin acık ve gizli edeplere uymak, Allah(c.c.)u teĂ‚lĂ‚nın emirlerini yerine getirmek, hasbel beşer, insanlık îcĂ‚bı bir gunĂ‚h işlenirse, tovbeyi geciktirmemek, Selef-i sĂ‚lihînin yĂ‚ni EshĂ‚b-ı kirĂ‚m, TĂ‚biîn, Tebe-i TĂ‚biîn ve diğer İslĂ‚m Ă‚limlerinin eserlerini okumak, oğrendiğimiz İslĂ‚mî bilgileri bilfiil tatbik etmekle ve İslĂ‚miyeti bilenlerin sohbet ve nasîhatlerini dinlemekle kurtuluruz. Bunlar zĂ‚hirî edeptir. BĂ‚tınî, gizli edepleri gozetmek ise bu zamanda cok zordur. Kalbi mĂ‚sivĂ‚dan yĂ‚ni Allah(c.c.)u teĂ‚lĂ‚dan başkasını duşunmekten temizlemekle mumkun olur. Nitekim HĂ‚fız-ı ŞîrĂ‚zî hazretleri; "Seni dostundan geri bırakan ne ise kalpten onu terk et." buyurdu.
Bir sohbeti esnĂ‚sında da dinleyenlerden birisi; "Bir kimse Kur'Ă‚n-ı kerîmi, hadîs-i şerîfleri, fıkıh ilmini biliyor, Selef-i sĂ‚lihînin, ilk devir İslĂ‚m Ă‚limlerinin kitaplarını okursa, mĂ‚nevî bir yol gostericiye ne gerek vardır?" diye sordu. CevĂ‚bında buyurdu ki:
"Dediğin doğrudur fakat bir eczĂ‚cı turlu turlu otları ve cicekleri bilir. Hangisinden ne gibi şerbet cıkarılacağını, hangi hastalığa faydalı olacağını da bilir. HattĂ‚ coğu zaman doktorlara da onu gosterir, onun tahlil ve araştırmasına gore teşhis ettikleri hastalığa onun ilaclarını tavsiye ederler. Fakat eczĂ‚cı bir hastanın hastalığını teşhis etmekten Ă‚cizdir. Doktorun recetesi olmadan bir hastaya ilac verse, hele ilacın uzerinde recetesiz satılmaz diye bir kayıt olursa, eczĂ‚cı o ilacı parasız olarak verdikten sonra hasta o ilacla olurse, eczĂ‚cı cezĂ‚landırılır. Elbette boyle satış yapan cezĂ‚yı hak eder. Bununla berĂ‚ber hastalıkları tedĂ‚vî ve teşhis eden doktor da kendi filmini cekmekten Ă‚cizdir. Belki filmini cekebilir ama iki omuzu arasında bir cıban varsa onu tedĂ‚vî etmekten Ă‚cizdir. Âlimleri de buna kıyas ediniz. Halbuki insan Ă‚hiret yolunda evvelĂ‚ avĂ‚mdır yĂ‚ni halktandır. Nasıl kendini tedĂ‚vî edebilir. Kalb hastalıklarının tedĂ‚vîsi maddî tedĂ‚vîden daha zordur. Acaba nazarî olarak tıb ilmini tahsil edene, senin oğlun dĂ‚hi olsa beyin ve kalb ameliyĂ‚tında sen kendini teslim edebilir misin? Fakat tecrube gormuş ve bircok başarıları gorulmuş bir doktora kendini tereddutsuz teslim edebilirsin değil mi? Bu kadar vĂ‚izler, nasîhatlarıyla az kimseleri yola getirirler fakat mĂ‚nevî rehber olan hocalar oyle değildir. Pecok gunahkĂ‚r ve fĂ‚sık onların sohbetleri sebebiyle gunahlarından vaz gecmişlerdir. Bu hĂ‚l apacık meydandadır. Diyebiliriz ki zamĂ‚nımızda yol gostericiler az olduğu icin genclerimizin isyĂ‚nı fazla olmuştur. Bugun vĂ‚z ve nasîhat eden kimseler coktur ama hakîkî saĂ‚det yolunu gosteren rehberler azdır."
Abdulhakîm Huseynî bir sohbeti sırasında tovbe ile ilgili olarak şoyle buyurdu:
Tovbe gecmiş gunahları pişmanlıkla terk etmek ve gelecekte yapmamaya azmetmektir. İşte bu hĂ‚l insana on guzel ahlĂ‚k ve hasleti kazandırır. Bu hasletlere tovbenin şartları denir. Birincisi; ikinci bir seferde gunah işlememektir ki farzdır. İkincisi; tutulduğu gunahları terk etmek ve işlediği icin uzulmektir. Ucuncusu; Allah(c.c.)u teĂ‚lĂ‚ya yonelip kazĂ‚sı gereken ibĂ‚detleri kazĂ‚ etmek, keffĂ‚reti gerekenin keffĂ‚retini vermek, kul hakkına Ă‚it iĂ‚desi gerekeni yerine vermektir. AbdurrahmĂ‚n TĂ‚gî hazretleri; "Utancından dolayı gasb ettiği ve caldığı malı sĂ‚hibine iĂ‚de etmeyen veya helĂ‚llaşmayanın zulum ile ilgili tovbesi sahîh değildir." buyurdu. Dorduncusu; yaptığından pişmanlık duymak ve hattĂ‚ ağlayarak sucunu idrĂ‚k etmektir. Beşincisi; istikĂ‚meti duzeltmek icin butun tedbirleri almak, bilfiil istikĂ‚met yoluna girmek, olunceye kadar istikĂ‚metten ayrılmamayı azimle kasd eylemektir. Altıncısı; gunahlarının Ă‚kibetinden korkmaktır. Yedincisi; gunahlardan vaz gectiği icin affedilmek ve cenĂ‚b-ı Hakk'ın mağfiretini umid etmektir. Sekizincisi; dergĂ‚h-ı ilĂ‚hiyede gunahlarını îtirĂ‚f edip affını taleb etmektir. Dokuzuncusu; gunahları Allah(c.c.)u teĂ‚lĂ‚nın takdîri ve adĂ‚leti ile olmuş bilmek ve Allah(c.c.)u teĂ‚lĂ‚nın tovbeyi nasîb ettiğine inanmaktır. Onuncusu; sĂ‚lih amellere devĂ‚m etmektir.
Tovbeyi geciktirmemelidir. Tovbenin zamĂ‚nı, ruh gargarayı gecmeyinceye kadardır. Gargarayı gecince kĂ‚firin îmĂ‚nı kabul olmadığı gibi muminin tovbesi de makbûl değildir. "Muhakkak Allah(c.c.)u teĂ‚lĂ‚ kulun tovbesini cĂ‚n gargaraya gelmeden once kabûl eder." hadîs-i şerîftir. NihĂ‚yet can boğazına cıkınca ne kĂ‚firin îmĂ‚nı, ne de muminin tovbesi kabûl değildir."
Abdulhakîm Huseynî Menzil'de bulunduğu sırada hastalanmadan once şimdiki turbesinin yerini etrafına taşlar dizerek işĂ‚retledi. VefĂ‚t ettiği zaman buraya defn edilmesini vasiyet etti. Omru boyunca insanların îmĂ‚nlarını kurtarabilmeleri icin gayret etti. Bir sohbetinde; "EvliyĂ‚ yetiştirme mektepleri olan tarîkatler, artık îmĂ‚n kurtarma mektepleri hĂ‚line geldi. Eskiden insanlar yıllarca gezer, kendilerine şeyh ararlardı. Şimdi ise şeyhler kapı kapı dolaşıp muslumanları îmĂ‚nlarının kurtulması icin cağırıyor ve topluyorlar. ŞĂ‚h-ı Hazne (Ahmed Haznevî

Omrunun son zamanlarında sohbetine gelen insanlara buyurdu ki:
İnsanın kalbi dĂ‚imĂ‚ Allah(c.c.)u teĂ‚lĂ‚ya bağlı olmalı, Allah(c.c.) insanın aklından, fikrinden hic cıkmamalı. İnsanın kalbi hem mahzûn olmalı, hem de Rabbine yalvarış icinde bulunmalı. Kişi ne kadar mahzûn, ne kadar nefsinden ve benliğinden uzaklaşmışsa Allah(c.c.)u teĂ‚lĂ‚nın yanında o kadar makbûl ve yuksektir. ZĂ‚lim olan, zulm eden, zevk ve safĂ‚ peşinde koşan kişinin, elbette Allah(c.c.)u teĂ‚lĂ‚dan haberi olmaz.
İnsan fakîr olmalıdır. Rabbu'l-Ă‚lemîn hep fakirlerledir. Fakirleri sever. Fakirlikten maksat nefs ve benlikten uzak olmaktır. DunyĂ‚ malından dolayı fakirlik değildir. İnsanın nefs ve benliğini yenmesi lĂ‚zımdır. Nefsini goren, kendinde buyukluk hisseden kimseyi Allah(c.c.)u teĂ‚lĂ‚ sevmez. Şeytanın kufre gitmesinin sebebi nefsini, kendini buyuk gormesi değil miydi?.. İnsanın ayağı nefsin goğsunde bulunmalıdır ki, başkaldırmaya gucu yetmesin. Nefsin duşmanlığı cok buyuktur. Firavun, Şeddat, KĂ‚rûn gibilerin felĂ‚ketlerine nefisleri sebeb oldu. Cunku buyukluk taslayan nefisleri, buyuk iddialara kalkıştılar. Kendileri boş bir dĂ‚vĂ‚ guttuklerini, ilĂ‚h olmadıklarını ve Allah(c.c.)u teĂ‚lĂ‚dan uzak olduklarını bildikleri hĂ‚lde nefislerinin Allahlık dĂ‚vĂ‚sına boyun eğdiler. Cunku nefisleri o kadar buyumuş ve kendilerine hĂ‚kim olmuştu.
İnsanın iyi amellerini ve ibĂ‚detlerini gormemesi, hep gunĂ‚hlarını gormesi lĂ‚zımdır. İnsan bir şey olmadığını bilmelidir. Hayrını, amelini, ibĂ‚detini değil, hep gunahlarını goz onunde tutmalıdır. Cunku insan amel ve ibĂ‚detini gorunce nefsi kabarır. İnsanı felĂ‚kete goturen nefsidir. Firavun, Şeddad ve KĂ‚rûn gibi ilĂ‚hlık dĂ‚vĂ‚sında bulunan ve helĂ‚ke gidenler hep nefisleri yuzunden bu felĂ‚ketlere uğradılar. Nefisleri buyudu, buyudu, sonunda ilĂ‚hlık dĂ‚vĂ‚sına kalkıştılar. Cunku nefis kendinden ustun hic bir varlığın bulunmasını istemez. İşte onlar da haddini aşmış, azgınlaşmış nefislerinin ilĂ‚hlık iddiĂ‚sına uymuşlardır. Onlar kendilerinin ilĂ‚h olmadığını bilmiyorlar mıydı? Biliyorlardı fakat buyuyen ve buyuk iddiĂ‚lara kalkışan nefislerine kendileri de uydular.
İnsan hep iyilerle bulunmalı, iyilerle arkadaşlık yapmalıdır. İyilerle bulunmanın menfaati ebediyete kadar devĂ‚m eder. İşte EshĂ‚b-ı Kehf'in kopeği, kopek olması munĂ‚sebetiyle haram ve necisdir. IslĂ‚kken dokunduğu yerin temizlenmesi icin yedi defĂ‚ yıkamak gerekir (ŞĂ‚fiî mezhebine gore). Fakat iyilerle kaldığı icin, Allah(c.c.)u teĂ‚lĂ‚ onu berĂ‚ber kaldığı iyilerin hurmetine cennetlik yaptı. Haram ve necis olduğu hĂ‚lde cennetlik oldu ve Cennet'te iyilerle berĂ‚ber bulunacaktır. Halbuki Nûh aleyhisselĂ‚mın oğlu Ulu'l-azm bir peygamberin oğlu olduğu hĂ‚lde, kĂ‚firlerle arkadaşlık yapıp onlarla berĂ‚ber bulunduğu icin îmĂ‚nını kaybetti. Allah(c.c.)u teĂ‚lĂ‚ onu kĂ‚firler topluluğundan yazdı. Peygamber oğlu olduğu hĂ‚lde kĂ‚firlerle arkadaşlık yapmasından dolayı son nefeste kufur uzerine îmĂ‚nsız gitti. Ote yandan necis olan bir kopek ise cennetlik oldu. Cunku iyilerle berĂ‚berdi, onlardan ayrılmadı. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: "İnsan her kimi seviyorsa kıyĂ‚mette de onunla berĂ‚ber haşrolacak, kiminle arkadaşsa haşirde de onunla arkadaş olacaktır."
Omrunun sonunda bir yıl kadar kaldığı Adıyaman'ın Kahta ilcesine bağlı Menzil koyunde hastalanan Abdulhakîm Huseynî Efendi tedĂ‚vî icin Diyarbakır'a goturuldu. Oradan da Ankara'ya nakledildi. Burada iken bĂ‚zı siyĂ‚set adamları ve parlamenterler kendisini ziyĂ‚ret ederek duĂ‚sını istediler. Onlara hitĂ‚ben; "HĂ‚lis niyetle dîn-i mubîne, İslĂ‚m dînine her kim hizmet etmek isterse Allah(c.c.)u teĂ‚lĂ‚ onu muvaffak kılsın..." diye duĂ‚ etti.
Allah(c.c.) Rahmet etsin.(Amin)
__________________