Kur’an’a bakıldığında şunu cok rahatlıkla gorebiliriz; Hz. İbrahim oncesi peygamberlerin hayatları Hz. Nuh haric detaylı olarak anlatılmaz, sadece isimleri anılır. Adem kıssası insanlığın yaratılış kıssasıdır.




Bizlere insanoğlunun hangi ozelliklerde, yeteneklerde yaratıldığının ipuclarını verir. Adem kıssasında da bir cok “kok-değer” gundeme getirilir: Adem ve eşi işledikleri hata karşısında tevbe edip Allah’a sığınmışlardır. Azgınlık gostermemiş, Allah’ın yol gostericiliğine kulak vermiş ve bağışlananlardan olmuşlardır. İşte insanın kendini mustağni (kendini yeterli gormek, tanrılaşmaya yeltenmek; [96:6-7]) gormeyerek azgınlaşmaktan uzak kalmaya calışması bir “kok-değer”dir.




Kok-değerler’in tarihî sıralama gozonunde bulundurulduğunda, etraflıca verildiği kıssa Hz. Nuh’un kıssasıdır. Hz. İbrahim ise bir nevi merkeze oturtularak, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed oncesi “kok-değerler”in temsilcisi, yaşayanı ve yaşatanı olarak sunulur.



Dahası onun uzerinden Yahudi ve Hıristiyanlara bir cağrı yapılır: Aranızdaki ustunluk, kurtulmuşluk kavgalarını bırakın, İbrahim’in hanif (doğruya yonelmiş) yoluna, “kok-değerler”in icselleştirildiği, yaşandığı yola donun! Kur’an’ın deyişiyle İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan idi, o Allah’a yonelen, O’na icten bağlı olan (muhlis), ahiret yurdunu duşunen, basiret sahibi, Rabb’inin nimetlerine şukreden hanif bir Muslim; Allah ile olan irtibatını koklu ve surekli kılan, alemlerin Rabb’ine teslim olmuş birisiydi. Kısacası o guzel bir ornek (usvetun hasene) ve bir onder idi.



Peki nedir, Hz. İbrahim’in insanlığın gundemine taşıdığı, dirilttiği bu kok-değerler? Bu kok-değerler; tevhid, namaz, infak (paylaşmak; sadaka, zekat vs.) ve hac’dır. Aslında butun diğer “değerler” tevhid esasından mutevelliddirler. Kısacası hayat “İman ve Salih Amel” (ıslah eden eylemler) gibi iki kok-değer uzerine kurulmalıdır. Allah’ın insanlara unuttuklarını, fıtratlarını bozup ve sonucunda azgınlaşarak ilk etapta kendilerine, akabinde cevrelerine zulmetmeye başladıklarını hatırlatmak (zikr) icin gelen butun Resullerin, Nebilerin insanları cağırdıkları bu iki “kok-değer” olmuştur.





İnsan ile Allah arasına sokulan putları kırmaya calışandır İbrahim



Hz. İbrahim sonucta bir put kırıcıdır. Ancak bu put kırıcılığı taştan vs. yapılmış bir kac putu kırmak olarak anlarsak Hz. İbrahim’e buyuk haksızlık yapmış oluruz. Allah’ın yarattığı eserlere bakarak, O’nun varlığını vicdanlarımızda hissedebileceğimizin ornekliğini vermiştir o. İbrahimî okuyuş olarak adlandırabileceğimiz tarzda butun dikkatleri nesnelerden, o nesnelerin yaratıcısına, Allah’a cekmiştir. Hz. İbrahim vermiş olduğu ay, yıldız ve guneş ornekleri uzerinden, bu mu/bunlar mı benim Rabbim? şeklinde, soru tarzıyla insanları duşunmeye sevketmiş ve boylece butun dikkatleri bu nesnelerin yaratıcısı olan Allah’a yoneltmiştir.



Şukreden (Şakir) ile muşrik arasındaki fark işte burada ortaya cıkmaktadır. Şukreden kişi bizatihi nesnelere yonelmeyip, nesnelerin yaratıcısını goren kişidir. Muşrik ise nesnelerin yaratıcısını goremeyip nesnelere yonelen, onları tanrılaştıran kişidir. Bunların tahtadan, taştan, betondan vs. olması hic onemli değildir. Halbuki nesneler birer işarettir, insanı Allah’a goturen, yonelten gostergeler. Tıpkı Allah’ın sozlu ayetleri (işaret, gosterge) gibi. Putlar sadece insanların birer isimlendirmelerinden ibarettirler. Yani sanaldırlar, onların hic bir gercekliği ( [53:23]) (hakikat) yoktur.



İbrahim’in yolunu takip eden kişi Allah’ın butun mevcudatın varlık kaynağı olduğunu gorendir, bilendir. Varlık alanına cıkmış her varlık O’nun surekli yaratmasıyla, yaratılmışların hayatlarını devam ettirebilmelerinin butun gereklerini ortaya cıkarmasıyla hayatiyetini surdurur. Allah olmazsa hicbir şeyin ol(a)mayacağının bilincidir bu. Herşey O’nundur, butun kainat O’na aittir. O’nun “kun” emriyle yarattığı kainatın O’nun surekli ilgisi olmadan cokeceğini, yok olacağını unutmayalım. Herşeyin O’na ihtiyacı vardır, O’nun ise hicbir şeye ihtiyacı yoktur. O varlığı ve birliği ile bolunmez bir butundur (Samed). O, saf gercek, mutlak hakikat, mutlak kemÂl ve mutlak iyidir. O’nun ne bir zıddı ve ne de bir benzeri vardır. O sebepsiz olarak vardır ve bunun icin zorunlu “Varlık”tır (Vacib’ul Vucûd).





Boylece her varlığın mutlak sebebidir. Allah’ın kendisi Hayy olduğu gibi hayatı yaratan da O’dur. Butun nimetleri bahşeden O’dur. İnsandan istenilen ise “Yaratıcı ve Rabb” olarak Allah’ı kabul etmesi, “Tevhid ve Salih Amel” ile hayatını anlamlandırma uğraşısı icerisinde olma gayretidir. İşte Hz. İbrahim’in insanlara anlatmak istediği budur. Allah’ı unutarak, araya putları koyarak dunyevileşmeyin, O’nunla olan irtibatınızı koparmayın. Nisbetli bir kişilik (ubudiyyet) ile bu dunya hayatınızı anlamlı kılma cabası icerisinde olun.



Alemlerin yaratıcısı olarak Allah’ı bilen, kavrayan insan O’nun aynı zamanda alemlerin Rabbi olduğunu da gorur. Hz.İbrahim’in Şuara Suresi’nde belittiği gibi: İnsanı yaratan, ona hidayet veren (yol gosteren) O’dur. Ona yediren ve iciren, hastalandığında şifa verecek olan O’dur. Onu oldurecek ve sonra diriltecek olan da O’dur. Yani donuş şuphesiz Rabb’edir [96:8]. Din gunu [1:3]) hatalarımı bağışlayacağını ummakta olduğum da O’dur ([26:69-83]).





Paylaşım ahlakı ile dunyevîleşmenin onune gecendir İbrahim



Gunumuz dunyasının en buyuk sorununun “paylaşım” olduğunun farkındamıyız! Allah yeryuzune rızkı potansiyel olarak indirmektedir. Bizlerden ise adil bir şekilde paylaşmamızı istemektedir. Malın sadece zenginler arasında dolaştırılan bir şey olmasını Allah menediyor [59:7]..Allah’ın bizlere emridir infak, yani paylaşmak (Hadid Suresi, [57:7]).



Hz. İbrahim bu yonuyle de bilinmez mi? “Halil İbrahim sofrası” deyimi vardır. O, yolda kalmışlara, misafirlere, ihtiyac sahiplerine kol kanat gerendir. O, mal (ekonomik guc) ve oğullarla (siyasi guc) ovunen ve bunların insanı kurtaracağını duşunen biri değildir. İbrahim, karşıtlarını Allah’ı bırakıp dunya hayatında aralarında sevgi bağı olarak putları kabul eden, boylece nesnelere yonelerek dunyevîleşmeyi asıl haline getiren kişiler olarak yerer ([29:25]).



Sad Suresi’nde Hz. Peygamber’e ve dolayısıyla bizlere, guc ve basiret sahibi olan kullara; İbrahim, İshÂk ve Ya’kûb’un hatırlatılması belirtildikten sonra, Allah’ın onları asıl yurdu (Ahiret) duşunen ve icten bağlı (ihlas) kişiler kıldığından ve onların iyilerden (hayr) olduklarından bahsedilir ([38:45] [38:46] [38:47] [38:48] [38: 49]).



Burada da uc “kok-değer”e değinildiğini goruyoruz. Asıl olanın ahiret yurdunu duşunerek, icten bağlı olarak ve hayır uzere bulunmaya calışarak bu dunya hayatının yaşanması olduğuna.



Yapılması gerekenin yeryuzundeki nimetler karşısında onları Vareden’e şukrederek, onları paylaşarak, adaleti sağlamaya calışarak, ihtiras peşinde koşmayarak, zulumden uzak durarak bu dunya hayatımızı anlamlı kılmak olduğunu unutmayalım. Ve bizleri kurtaracak (felah) olan da bu ıslah edici eylemler olacaktır.





Kendini kok-değerler icin, onların yaşatılması icin adamak: Kurban



Hz. İbrahim’in oğlunu boğazlama girişimini nasıl anlamamız gerekir? Kur’an’da Allah’ın İbrahim’den oğlunu kesmesini istemesini (emr) goremiyoruz. İbrahim’in oğlunu ruyasında boğazladığını gorduğunu, durumu oğluna actığında oğlunun bunu bir emr olarak algılayıp teslimiyet gosterdiğinden bahseder Kur’an.



İbrahim en cok sevdiği varlığı kurban etmek isteyerek ruyayı gercekleştirmiştir. Bir insanın boğazlanması sozkonusu olmadığından ona fidye olarak buyuk bir zibh’in verildiği belirtilir Saffat Suresi’nde ([37:102-109]). Kur’an’ın tabiriyle Hz. İbrahim ve oğlu bu apacık imtihanı başarı ile vermişlerdir.



Hayvan boğazlama bu olayı hatırlatan bir semboldur (mensek) (Hac Suresi [22:34-38]). Her yıl Kurban Bayramı ile, hayvan boğazlanarak bu olay yÂd edilir. Şimdi Hac Suresi’nde de belirtildiği uzere (Hac Suresi, [22:37]) bu hayvanların etleri ve kanları Allah’a ulaşmadığına gore ulaşanın bizim takvamız olduğuna gore fidye olarak verilen buyuk bir zibh’den ne anlamamız gerekir? Kurban edilen şeylerin buyukluğune gore insanın değeri Allah katında artar.



Alak Suresi’nin son ayetinde ( [96:19]) belirtildiği insan secde ederek, Rabb’in sozlu ve kevnî ayetlerine kulak vererek O’na yakınlaşır (karebe-Kurban). İnsanın kendini “kok-değerler” icin adaması (fidye), onların yaşatılması icin her turlu cabayı verdikten sonra, canını verme noktasında bu değerlerin yaşayacağını gorup, verilecek en son şey olan canı feda etmesi değil midir buyuk bir zibh?



İbrahim kıssasında anlatılanlar, gundeme getirilenler tabii ki, bunlarla sınırlı değildir. Bu yazıda asıllara işaretle yetinilmiştir.



Vahyin, Hz. İbrahim’i Nuzul Vasatı’nda gundeme getirme tarzında kavmî kokenin değil de değerlerin belirleyici olması gerektiğine gondermede bulunduğunu da soyleyebiliriz.



Buyuk bir ihtimalle Hz. İbrahim ne Arab, ne de İbranî idi. Secilmişlik kan bağından kaynaklanmaz, bilakis değerlerden neşet eder.


igmg.de



__________________