Cihan PĂ‚dişahlarına Yon Veren Eşsiz Bir MĂ‚neviyat SultĂ‚nı
AZÎZ MAHMÛD HUDÂYÎ HAZRETLERİ (1541-1628)


Osmanlı devri İstanbul velîlerinin buyuklerindendir.

Asıl adı Mahmûd’dur. “HudĂ‚yî” ismi ve “Azîz” sıfatı kendisine sonradan verilmiştir.
Cuneyd-i BağdĂ‚dî Hazretleri’nin neslinden olup,
“seyyid”dir. Bunu ilĂ‚hîlerinin birinde:
Ceddim u pîrim sultan
Sen’sin yĂ‚ RasûlĂ‚llĂ‚h
diyerek kendisi de ifÂde eder.

Kochisar’da doğmuş, cocukluğu Sivrihisar’da gecmiştir.

O, bir asra yakın omur surmuş ve sekiz pĂ‚dişah devrini idrĂ‚k etmiş bir gonul sultĂ‚nıdır.
Asrında, gerek eserleri, gerekse sohbet, irşad, vaaz ve nasihatleri ile ummet icin bir feyiz kaynağı olmuştur.

İlim, tasavvuf ve edebiyat sahalarında parlak bir huviyete sahip bulunan HudĂ‚yî Hazretleri,
mĂ‚neviyat rehberleri arasında mustesnĂ‚ bir mevkii hĂ‚izdir.
O, kuruluş yıllarında Şeyh Edebali Hazretleri’nin yapmış olduğu kıymetli irşad,
hizmet ve faĂ‚liyeti, aynı aşk, vecd ve heyecanla yurutebilen nĂ‚dir bir mĂ‚nevî şahsiyettir.
Allah rızĂ‚sı istikĂ‚metinde ihlĂ‚s, samîmiyet ve gayret uzere hareket eden HudĂ‚yî Hazretleri,
sahip olduğu zĂ‚hirî ve bĂ‚tınî liyĂ‚kat sebebiyle de hem pĂ‚dişahların hem de butun tebaanın sevdiği bir Hak dostu olarak tebĂ‚ruz etmiştir.

Osmanlı’nın yukselişten yavaş yavaş duraklamaya doğru seyir takip eden bir devrinde yaşayan
HudĂ‚yî Hazretleri, bir yandan sultanların Ă‚dil,
gayretli ve mĂ‚neviyat bakımından guclu ve zinde olmaları icin buyuk himmetler sarf etmiş,
bir yandan da birtakım kargaşadan bunalan devlet ricĂ‚linin ve halkın gonul yaralarını Ă‚deta hĂ‚zık bir hekim gibi sarmasını bilmiştir.
Bundan dolayı hemen herkes, onun sohbet, irşad ve hizmet sofrasına koşarak ferahlamış
dergĂ‚hı, gonullerin huzur ve saĂ‚dete kavuştuğu bir mekĂ‚n olmuştur.

Gercekten onun devri, saĂ‚detle felĂ‚ketin birbirini takip ettiği cileli bir zamana rastlamaktadır.
Zira siyĂ‚sî bakımdan gittikce artan ve ictimĂ‚î bunyeyi de son derece sarsan calkantılar,
bu devirde gorulmeye başlamıştır. Askerdeki disiplin ve nizĂ‚mın sarsılıp bozulmasının,
2. Genc Osman’ı fecî bir sûrette katletme derecesine ulaştığı ve
4. Murad’ın tahtının onunde sadrĂ‚zamı HĂ‚fız Ahmed Paşa’nın yeniceriler tarafından parcalanıp kanlarının tahta bile bulaşmış olduğu duşunulurse,
o gunlerin siyĂ‚sî ahvĂ‚li daha iyi anlaşılır.

İşte boyle calkantılı bir devirde İslĂ‚m tasavvufunun tesellî edici nefhasıyla
Hakk’ın ve hakîkatin sesine cağıran HudĂ‚yî Hazretleri, dergĂ‚hına diğerlerine nazaran cok farklı bir huviyet kazandırmıştır.
Oyle ki, devlet idĂ‚resinde azl ve nefyedilen kimselerin ve cemiyette zuhûr eden anarşinin onunden kacanların sığındıkları yegĂ‚ne yer,
onun dergĂ‚h-ı şerîfi olmuştur. Nitekim Halil Paşa,
DilĂ‚ver Paşa ve Ali Paşa gibi zevĂ‚t, başları her dara duştukce bu dergĂ‚ha sığınmışlardır.
Bu yonuyle HudĂ‚yî Hazretleri’nin dergĂ‚h-ı şerîfi, kimsenin zarar ve ziyĂ‚nının erişemeyeceği,
gunumuz tĂ‚biriyle bir nevî dokunulmazlığı olan emîn bir mekĂ‚n huviyetine burunmuştur.
Denilebilir ki, o zamanlar Osmanlı mulkunde bu mekĂ‚ndan başka hicbir dergĂ‚h,
bu kadar hurmet ve ihtirĂ‚ma nĂ‚il değildi.

Burada Azîz Mahmûd HudĂ‚yî Hazretleri’nin boyle bir makĂ‚mı hĂ‚iz oluşu ve sahip bulunduğu mustesnĂ‚
liyĂ‚kati elde edişinin nasıl tahakkuk ettiği uzerinde hĂ‚ssaten ve dikkatle durmak gerekir.
Zira onu bu kemĂ‚le ulaştıran metod,
mĂ‚neviyat yolunda yuruyenlere mustesnĂ‚ bir numûne-i imtisĂ‚ldir.



HudĂ‚yî Hazretleri, talebelik yıllarında ciddî bir ilim tahsili yanında tasavvufî bir alĂ‚ka ile gonul Ă‚lemini de
az-cok yoğurmuştu.
Gayret ve calışkanlığı sebebiyle de medresede kendisiyle husûsî bir şekilde ilgilenen hocası
NĂ‚zırzĂ‚de’nin muîdi olmuştu. Sonraki yıllarda hocası NĂ‚zırzĂ‚de ile birlikte muhtelif kadılık vazifelerinde bulundu.
Son olarak da Bursa’ya tĂ‚yin edildiler.
Hocası başkadı, kendisi de FerhĂ‚diye medresesinde muderrisliğin yanında CĂ‚mi-i Atîk mahkemesinde kadı nĂ‚ibi oldu.

Onun kĂ‚mil mĂ‚nĂ‚da tasavvufa sulûk edip mĂ‚rifetullĂ‚ha nĂ‚il olması da işte bu zamana rastlar. Şoyle ki:

Her turlu ilmî liyĂ‚kat ve makamına rağmen HudĂ‚yî Hazretleri,
o zamanlar Bursa kadılığı vazifesini yuruten Kadı Mahmûd Efendi adında sayısız kadıdan sadece biriydi.
Bir gun karşısına o gune kadar hic rastlamadığı turden pek farklı bir dĂ‚vĂ‚ cıktı.
İki gozunden sel gibi yaşlar akıtan bir kadıncağız, kocasından şikĂ‚yetle mahkemeye murĂ‚caat etmişti.
Kendisini dinleyen Kadı Mahmûd’a şunları soyledi:

“Kadı Efendi! Kocam her sene hacca gitmeye niyet eder, fakat bir turlu fakirlikten dolayı gidemez.
Bu sene de hacca gideceğim diye tutturdu. HattĂ‚
Eğer bu sene hacca gidemezsem seni boşayacağım! ,dedi. Daha sonra kurban bayramına yakın ortalıktan kayboluverdi.
Beş altı gun sonra da ortaya cıkıp hacca gidip geldiğini soyledi.
Hic boyle bir şey olur mu? Kadı Efendi! Artık bu yalancı adamdan boşanmak istiyorum!..”

Kadı Mahmûd Efendi, yapılan şikĂ‚yetin tahkîki icin kadının kocasını cağırttı ve ona hanımının soylediklerinin doğru olup olmadığını sordu.
Adam cevÂben:

“Kadı Efendi! Hanımımın soyledikleri de doğrudur,
benim soylediklerim de. Bilesiniz ki ben gercekten hacca gidip gelmiş bulunmaktayım.
HattĂ‚ o mubĂ‚rek beldelerde bĂ‚zı Bursalı hacılarla da goruştum ve
kendilerine getirmeleri icin birtakım hediyeler emĂ‚net ettim…” dedi.

Kadı Mahmûd Efendi şaşırdı:
“Bu nasıl olur efendi?!.” diye sordu.
Adamcağız da anlatmaya başladı:

“Efendim, her sene olduğu gibi bu sene de hacca gidemeyince,
buyuk bir uzuntuyle Eskici Mehmed Dede’ye gittim.
O da, benim elimi tutarak gozumu yummamı istedi.
Gozumu actığımda ise KĂ‚be’deydim!..” dedi.

Boyle bir hĂ‚diseye ilk defa şĂ‚hid olan Kadı Efendi,
bunun mumkun olamayacağını soyleyerek adamın ifĂ‚delerini kabul etmedi.

Bunun uzerine hĂ‚lĂ‚ mukaddes topraklardaki rûhĂ‚niyet ve mĂ‚neviyat iklîminin taze hissiyĂ‚tı icinde olan adamcağız,
saf, fakat mĂ‚nidar bir cevapla haykırdı:

“Kadı efendi! Allah TeĂ‚lĂ‚’nın duşmanı olan şeytan bir anda butun dunyayı dolaşıyor da,
Allah dostu olan has bir kul, nicin bir anda KĂ‚be’ye gidemesin?” dedi.

Kadı Mahmûd Efendi de, bu cevabı gĂ‚yet mĂ‚nidar bularak kararı
Bursalı hacıların donuşune tehir etti.
Bursalı hacılar donduğunde de yaptığı tahkîkat neticesinde meseleyi olduğu gibi oğrendi ve buyuk bir
hayret ve şaşkınlık icerisinde dĂ‚vĂ‚yı iptal etmek zorunda kaldı.

Fakat, yureğine muammĂ‚lı bir kor duşmuş,
zihni karmakarışık olmuştu. Ruh ve irĂ‚de cağlayanı, sarhoş bir hĂ‚lde akmaya başladı.
Ne yapacağını duşunurken gonlune damlayan bir ilhamla derhĂ‚l Eskici Mehmed Dede’ye koştu.
Hakîkat ve esrĂ‚r deryĂ‚sına dalabilmek icin ona intisĂ‚b etmek istedi. Ancak Eskici Dede:

“Kadı Efendi! Nasîbiniz benden değil,

zamanın murşid-i kĂ‚mili Muhammed UftĂ‚de Hazretleri’ndendir.” dedi.

Bu defa Kadı Mahmûd, aynı niyet ve sĂ‚ikle UftĂ‚de Hazretleri’nin dergĂ‚hına yoneldi.
Fakat hikmet-i ilĂ‚hî olarak dergĂ‚ha yaklaştığında atının ayakları kayalara saplandı.
O da, atından indi ve yuruyerek dergĂ‚ha vardı.
Pîr’in onunde el bağlayıp onun talebesi olmak istedi.

Meşhur Bursa kadısı Mahmûd Efendi’yi şaşaalı kaftanlar icinde goren
Hazret-i Pîr, gelişen ahvĂ‚lden mĂ‚nen haberdardı.
Ancak Kadı Efendi’nin niyet ve samîmiyet derecesini iyice olcmek istercesine talebeliğe hemen kabul etmedi:

“Gidin Kadı Efendi! Sizin şohrete boğulmuş, mal ve makam debdebesi icinde şaşaalı bir hayĂ‚tınız var.
Bu kapı ise, yokluk kapısıdır. ZĂ‚ten atınız bile buraya gelmek istemediğinden kayalara saplanmadı mı?”
dedi ve dergĂ‚hın kapısına doğru yurudu.

Bir yandan şeyhin mĂ‚nevî cĂ‚zibesi, diğer yandan da gorduğu
acık kerĂ‚metler karşısında hayret vĂ‚dilerinde dolaşan
Kadı Mahmûd Efendi, hakîkati idrĂ‚k etmişti.
Kararı kesindi. Zira nefs engelini aşıp vĂ‚sıl-ı ilĂ‚llĂ‚h olabilmesi icin vakit gecirmeden artık boyle bir kapıya teslim olması zarûrî idi.
Hemen şeyhin arkasından koşup boyun buktu ve:

“Efendim! İrĂ‚desiz ve şaşkın bir vaziyetteyim.
Âdeta dipsiz bir ucuruma duşer gibiyim.
Ne olur bana himmet ve yardım elinizi uzatınız.
Bu bîcĂ‚reyi talebeniz olmakla şereflendiriniz!” dedi.

Bunun uzerine tebessum eden UftÂde Hazretleri,
talebelik icin kadılık ve muderrisliği bırakması,
elindeki butun mal ve mulku fakirlere dağıtması ve nefsini terbiye edebilmek icin sıkı bir riyĂ‚zata girmesi gibi uc buyuk şart koştu.
Cunku nefsini tanıyıp terbiye etmesi zarûriydi.
Kadı Mahmûd Efendi’nin cĂ‚n u gonulden teslim olması ile de onu murîdlerinin arasına dĂ‚hil eyledi.

Sonra da Kadı Mahmûd’un kalbindeki kesĂ‚fetin temizlenmesi icin,
yani kadılık makamının kendisine verdiği gurur, kibir ve ucubu bertaraf etmek icin sırtındaki suslu kaftanıyla
Bursa sokaklarında ciğer satmasını emir buyurdu.
Ayrıca dergĂ‚hın helĂ‚ temizliği vazifesini de ona verdi.

UftĂ‚de Hazretleri’nin huzûruna tam bir teslîmiyet ve hĂ‚lisiyet icinde gelen Kadı Mahmûd Efendi, ustĂ‚dının emirlerine cĂ‚n u gonulden tĂ‚bî oldu.
NefsĂ‚niyetini besleyen butun dunyevî alĂ‚kalardan el cekti.
Kendisini samîmiyetle murşidinin tĂ‚limatlarına rĂ‚m ederek kısa zamanda buyuk mesĂ‚feler aldı.
Oyle ki, onu sırtındaki suslu kaftanıyla ciğer satarken goren ahĂ‚lînin:

“Bizim kadı efendi, delirmiş gĂ‚libĂ‚!”

“Kadılığı bırakmış ama, kaftanını bırakamamış zavallı!..” şeklindeki sozlerine
dahî aldırmadan ustĂ‚dının verdiği vazifeleri şevkle îfĂ‚ya calıştı.

Boylece yuce bir olgunluğa hızlı bir şekilde yol almaya başladı.
Şeyhinin gozunde ve gonlunde gittikce kadr u kıymet sahibi oldu.

Nefsindeki son varlık ve benlik emĂ‚resini bertaraf etmesi ise, pek meşhurdur:

Bir gun Kadı Mahmûd, helĂ‚ temizlemekle meşgulken, dışarıdan
kulağına kadar gelen bir nidĂ‚ duydu:

“–Ey Ă‚hĂ‚li! Duyduk-duymadık demeyin; şehrimize yeni kadı geliyor!..”

Gonlunun zayıf bir Ă‚nını yakalayan nefsi,
birden buyuk bir vesvese fırtınası kopardı:

“Demek yerime yeni bir kadı geliyor!.
Âh bîcĂ‚re Mahmûd, sen boylesine şerefli bir mesleği bıraktın da,
tuttun helĂ‚ temizleyiciliği yapıyorsun! Soyle bakalım,
bunca yıldır ne kazandın!” dedi.

Nefsinin bu tehlikeli serkeşliği karşısında hemen toparlanan Kadı Mahmûd Efendi,
buyuk bir ic urperişiyle hocasını hatırladı.
Zira ona kendisine şart koşulan emirleri yerine getireceğine dĂ‚ir soz vermişti.
DerhĂ‚l tevbe ve istiğfĂ‚r ile nefsinin son derece tehlikeli vesvesesine şiddetli bir şekilde mukàbele etti

“Ey Mahmûd! Sen, nefsini ayaklar altına alacağına dĂ‚ir ustĂ‚dına soz vermedin miydi?
Nerede şimdi sozun? Soyle bu hĂ‚lin nedir?..”

Ancak Kadı Mahmûd, bu hĂ‚le o kadar uzulmuştu ki,
nefsinin iğfĂ‚line karşı birtakım azarlarla tavır koymak, gonlundeki pişmanlık ve teessuru teskîn etmedi.
Hic duşunmeden elindeki supurgeyi bir
tarafa fırlattı ve nefsine cezĂ‚ olarak helĂ‚ taşlarını sakalıyla temizlemeye karar verdi.
Tam bu esnĂ‚da UftĂ‚de Hazretleri kapıda gorundu.
Kadı Mahmûd’a mutebessim bir cehre, yumuşak bir ses ve latîf bir edĂ‚yla, hitĂ‚b etti:

“EvlĂ‚dım Mahmûd! Bilirsin ki sakal mubĂ‚rek bir Sunnet-i Seniyye’dir.”
dedi ve yerleri sakalıyla temizlemesine mĂ‚nî oldu.

Sonra şoyle buyurdu:

“EvlĂ‚dım Mahmûd! Seyr u sulûk yolunda verdiğim hizmetlerin gĂ‚yesi,
işte bu mertebeyi gecebilmen icindi.
Muvaffak kılan AllĂ‚h’a hamdolsun! Gayri bundan boyle vazifen benim abdest suyumu hazırlayıp doku
vermendir!..”

Kadı Mahmûd, bu vazifeyi de buyuk bir titizlik ve kemĂ‚l-i edeple îfĂ‚ya calıştı.
Hic aksatmadan her sabah abdest suyunu hazırladı ve hocasına abdest aldırdı.

Bir kış gunuydu. Kadı Mahmûd, biraz gecikerek kalkmıştı.
Bu sebeple hocasının suyunu ısıtmaya vakit bulamadı.
Buyuk bir uzuntuye gark oldu ve gozlerinden yaşlar damladı.
Gayr-i irĂ‚dî bir şekilde su testisini goğsunun uzerine bastırarak “Allah”
lĂ‚fzını soylemekten başka bir şey yapamadı.
O esnĂ‚da hocası kapıda gorundu. Kendisinden abdest suyunu getirip dokmesini istedi.
O da cĂ‚resiz ve irĂ‚desiz bir şekilde bu emre baş kesti ve buyuk bir endişe icinde suyu hocasının ellerine dokmeye başladı.
Su, mubĂ‚rek ellerine değer değmez UftĂ‚de Hazretleri, yavaşca başını kaldırdı ve talebesinin kaygılı hĂ‚line nazar ederek tebessumle:

“Su biraz fazla ısınmış evlĂ‚dım!” dedi.

Buna pek şaşıran Kadı Mahmûd Efendi, hafif bir sesle:

“Nasıl olur efendim? Suyu ısıtmamıştım ki!..” dedi.

UftÂde Hazretleri de:

“EvlĂ‚dım! Farkında değilsin; bu su, odun ateşiyle değil, gonul ateşiyle ısınmış!..” cevabını verdi.

Zira HudĂ‚yî Hazretleri, girdiği sıkı riyĂ‚zatla nefsinin terbiyesi yolunda helĂ‚llerden istifĂ‚deyi
bile asgarîye indirmiş ve gonlunu tamamen
Hakk’a rĂ‚m ederek rûhunu kuvvetlendirmeye muvaffak olmuştu.
Neticede bu guzel hĂ‚lin bereketlerine nĂ‚il olmuş, ayrıca dirilerden cok olulerle goruşup konuşur bir hĂ‚le gelmişti.
Bir defasında dergĂ‚hın yolu uzerinde daha evvel vefĂ‚t etmiş bulunan bir muezzine rastlayıp ona selĂ‚m
verdikten sonra bunu ustĂ‚dına arz etti. Hazret-i UftĂ‚de ise

“EvlĂ‚dım! Yapmış olduğun riyĂ‚zat sĂ‚yesinde rûhunu iyice kemĂ‚le erdirip kuvvetlendirmişsin.
Biz dahî riyĂ‚zĂ‚tımız zamanında aynı hĂ‚l icinde idik.” buyurdular.



Bir gun UftĂ‚de Hazretleri, murîdleri ile beraber bir kır sohbetine cıkmıştı.
Emri uzerine butun dervişler, kırın en guzel yerlerini dolaşarak hocalarına birer demet cicek getirdiler.
Ancak Kadı Mahmûd Efendi’nin elinde sapı kırılmış solgun bir cicek vardı sadece.
Diğerlerinin neş’eyle elindekileri hocalarına takdîminden sonra Kadı Mahmûd,
boynunu bukerek bu kırık ve solmuş ciceği UftĂ‚de Hazretleri’ne takdim etti.

UftĂ‚de Hazretleri, diğer murîdĂ‚nın meraklı bakışları arasında sordu:

“EvlĂ‚dım Mahmûd! Herkes demet demet cicek
getirdikleri hÂlde,
sen nicin sapı kırık solgun bir cicek getirdin?..”

Kadı Mahmûd, edeple başını onune indirerek cevap verdi:

“Efendim! Size ne takdîm etsem, azdır!..
Ancak hangi ciceğe koparmak icin elimi uzattıysam onu «Allah Allah» diyerek
Rabbini tesbîh eder bir hĂ‚lde buldum.
Gonlum onların bu zikirlerine mĂ‚nî olmaya rĂ‚zı gelmedi. CĂ‚resiz ben de elimdeki şu tesbîhine devam edemeyen
ciceği getirmek zorunda kaldım!..”

Bu guzel ve mĂ‚nĂ‚ dolu cevĂ‚ba son derece memnûn olan UftĂ‚de Hazretleri’nin dilinden o anda:

“–HudĂ‚yî, HudĂ‚yî… EvlĂ‚dım! Bundan sonra ismin HudĂ‚yî olsun!..
Ey HudĂ‚yî! Bu kır gezisinden yalnız sen nasiplenmişsin..
ifÂdeleri dokuldu.

Boylece Kadı Mahmûd, HudĂ‚yî oldu.
Zira o, artık kĂ‚inattaki esrĂ‚r-ı ilĂ‚hiyyeye ve kudret akışlarına Ă‚şinĂ‚ olmuştu.
Âdeta kĂ‚inat, kendisine sırlarını acan canlı bir kitap hĂ‚line gelmişti.

Bundan boyle HudĂ‚yî diye anılan Kadı Mahmûd Efendi, hĂ‚iz bulunduğu ustun ve
mustesnĂ‚ mĂ‚nevî mertebesi dolayısıyla hurmeten ismine “Azîz” sıfatı da ilĂ‚ve edilerek
Azîz Mahmûd HudĂ‚yî diye yĂ‚d olundu.



Yalnızca uc sene gibi kısa bir zamanda UftĂ‚de Hazretleri’nin baş talebesi durumuna
gelmiş bulunan HudĂ‚yî Hazretleri’nin bu yukselişi dolayısıyla eski dervişĂ‚ndan bĂ‚zılarında hoşnudsuzluk
gorulmeye başlamıştı.
Bunun farkına varan UftĂ‚de Hazretleri, onların gonul Ă‚lemlerini tashîh icin şu guzel usûle başvurdu

Bir kış akşamıydı. UftĂ‚de Hazretleri, talebelerine mĂ‚neviyat dolu bir sohbet yaptıktan sonra
sofranın hazırlanmasını emir buyurdu.
Ardından talebelerinin sofraya getirdikleri nîmetlere nazar ederek mĂ‚nidar bir şekilde:

“EvlĂ‚tlarım! AcabĂ‚ asmasından daha yeni kopmuş taze uzum bulmak mumkun mudur?” dedi.

Butun dervişler, bu suĂ‚le şaşırarak birbirlerinin yuzlerine baktılar. HattĂ‚ bir kısmı:

Bu kış mevsiminde taze uzum olmaz ki! diye duşundu.

Ancak ustĂ‚dına buyuk bir teslîmiyetle bağlı olan ve bircok merhaleyi gecmiş bulunan Mahmûd HudĂ‚yî Hazretleri,
bu talepte bir hikmet olduğunu duşunerek edeple

“Hocam! MusĂ‚adeniz olursa, arzunuzu yerine getireyim!” dedi.

Verilen izin uzerine de hemen bağa gitti.
Butun asmalar kar altındaydı.
Birini secip karlarını temizlediğinde salkım salkım taze ve olgun uzumlerle karşılaştı.
Bunun, ustĂ‚dının bir kerĂ‚meti olduğunu duşunerek elindeki sepeti doldurdu ve doğruca dergĂ‚hın yolunu tuttu.
Yolda zikrullĂ‚h ile meşgul bir vaziyette gelirken her taraf kar icinde olması sebebiyle fark edemediği bir kuyunun icine duştu.
Kuyu derin olduğu icin bir turlu de icinden cıkamadı.
Caresiz bir hĂ‚lde idi ki, yukarıdan bir ses duydu

“EvlĂ‚dım! Uzat elini!”

Baktı; nur yuzlu bir zĂ‚ttı. Elini uzattı ve kuyudan cıktı. Hazret-i HudĂ‚yî, kendisini kurtaran bu zĂ‚ta,
henuz kim olduğunu soracaktı ki, o bir anda ortalıktan kayboldu.

NihĂ‚yet elinde taze uzum sepeti ile dergĂ‚ha varan HudĂ‚yî Hazretleri,
başından gecenleri ustĂ‚dına nakletti. UftĂ‚de Hazretleri de, onu kuyudan kurtaran kimsenin
Hızır -aleyhisselĂ‚m- olduğunu beyĂ‚ndan sonra diğer dervişlere

“EvlĂ‚dımız HudĂ‚yî’nin kemĂ‚li tamam olmuştur. O hilĂ‚feti coktan hak etmişti zaten.” dediler.

Bundan sonra UftĂ‚de Hazretleri, onu halîfesi olarak Sivrihisar’a gonderdi.
Bir muddet orada hizmet eden HudĂ‚yî Hazretleri, bilĂ‚hare mĂ‚nevî bir işaretle Bursa’ya dondu.
Son demlerini yaşayan ustĂ‚dı UftĂ‚de Hazretleri’ne buyuk bir gonul iştiyĂ‚kı icinde hizmet etti.
Bu hizmetten gÂyet memnun kalan Hazret-i UftÂde bir gun

“Oğlum! PĂ‚dişahlar rikĂ‚bında yurusun!” diye duĂ‚da bulundu.

HudĂ‚yî Hazretleri, ustĂ‚dı’nın vefĂ‚tından sonra
ŞeyhulislĂ‚m Hoca SĂ‚deddin Efendi’nin delĂ‚letiyle İstanbul’a yerleşti.

Onun Uskudar’da kurduğu dergĂ‚h, kısa zamanda her tabakadan insana hitĂ‚b eden mĂ‚neviyat ve irfan mektebi hĂ‚line geldi.
Cihan sultanlarının teveccuh ve alĂ‚kasını celb etti.
Onları da dergĂ‚hın dervişleri arasına kattı.
Husûsiyle 3. Murad Han, 1. Ahmed Han, 2. Genc Osman Han ve 4. Murad Han, HudĂ‚yî Hazretleri’nin yakın irşĂ‚dına mazhar oldular.
HudĂ‚yî Hazretleri, bunlardan 4. Murad HĂ‚n’ın kılıc kuşanma merĂ‚siminde bizzat bulunmuş
ve Ă‚det olduğu uzere Ebû Eyyûb el-EnsĂ‚rî Hazretleri’nin turbe-i saĂ‚detlerinde
Hazret-i Omer’in kılıcını yeni pĂ‚dişĂ‚ha bizzat kuşandırmıştır.



Azîz Mahmûd HudĂ‚yî Hazretleri’nin İstanbul’a geldiği yıllarda Osmanlı tahtında 3. Murad Han bulunmaktaydı.
Bu pĂ‚dişah, başlangıcta gerek Devlet-i Aliyye’nin geniş sınırlarına ve ihtişĂ‚mına,
gerekse yaşının gencliğine ve zindeliğine aldanarak aşırı bir guven ve rahatlık icinde hareket ediyordu.
Bu sebeple birtakım noksanlıklar da hĂ‚liyle yaşanıyordu.
İşte bunu fark eden HudĂ‚yî Hazretleri, hic kimsenin cur’et dahî edemeyeceği bir vazifeyi, yani sultĂ‚nı irşad vazifesini zarûreten ustlendi.
3. Murad HĂ‚n’a, onu Hak ve hakîkate yonlendirici mektuplar yazdı. Bu mektupların,
mĂ‚hiyetlerine gore, gerektiğinde yumuşak, gerektiğinde sert bir uslûbu hĂ‚iz olması,
Hazret-i HudĂ‚yî’nin bu irşad vazifesinde ne kadar salĂ‚hiyet, tasarruf, nufûz ve tesire mĂ‚lik olduğunu gostermesi bakımından cĂ‚lib-i dikkattir.
Zira celĂ‚deti sebebiyle 3. Murad’a bu îkazların, yuksek seviyede bir mĂ‚nevî tasarrufu bulunmayanlar tarafından yapılması mumkun değildi.
Muhtelif zamanlara Ă‚it mektuplardan bĂ‚zı bolumler şoyledir:

“SultĂ‚nım! Şerîat gemisine binip takvĂ‚ yelkenlerini acarak hakîkat denizinde
Hakk’a muhabbet ruzgĂ‚rıyla îtidĂ‚l ve istikĂ‚met uzere yol al! ZĂ‚hirin ve bĂ‚tının şartlarını,
yani şerîat ahkĂ‚mı ile tarîkat ve hakîkat esaslarını tam olarak yerine getir! AdĂ‚let dedikleri, işte budur!..”

“SaĂ‚detli PĂ‚dişĂ‚hım! Sizin saltanatınız zamanında olan kuvvet, kudret ve şevket hicbir zaman olmamıştır…
Ancak biliniz ki, Allah ve Rasûlu’nun biricik arzusu, zulmun kaldırılıp adĂ‚letin ikàmesidir.
Bid’atlerin atılıp Sunnet’lerin icrĂ‚sıdır.”

“SultĂ‚nım! AllĂ‚h’ın kulları sizden şefkat ve merhamet bekler.
Eğer halka şefkat ve merhametle muĂ‚melede bulunmazsanız ihĂ‚net etmiş olursunuz!
Bu durumda onlar, kırık gonullerle nefret icerisinde sizden yuz cevirirler.
Yapageldikleri hayır-duĂ‚yı da keserler…”

“SultĂ‚nım! Sakarya suyunu gecip odun tedĂ‚rikini murĂ‚d etmişsiniz.
Halk bundan cok memnun olmuştur.
Zira ihtiyac coktur. Merhum dedeniz Sultan Suleyman Han, KĂ‚ğıthĂ‚ne suyunu getirip halka bununla ziyĂ‚fet cekmişti.
Siz de odun getirerek fukarĂ‚yı sevindirdiniz.”

“SultĂ‚nım! Bizim işimiz ashĂ‚b-ı gurur ve gaflet olanları nasihat ve vaaz ile îkaz ve irşĂ‚d eylemektir.
TakvĂ‚ yoluna girip amel-i sĂ‚lih işlemeye teşviktir.
Boylece ıslĂ‚h edici sĂ‚lihlerden olmak,
CenĂ‚b-ı Allah’tan murĂ‚dımızdır. Mufsid ve mustedriclerden olmaktan AllĂ‚h’a sığınırız.”

Bu şekilde kıymetli nasihat ve irşadlarıyla başta sultan olmak uzere butun devlet ricĂ‚li arasında tesir ve nufûzu artan HudĂ‚yî Hazretleri,
Ferhad Paşa ile Tebriz seferine de katılmış ve orduya mĂ‚nevî kumandanlık yapmıştır.



Azîz Mahmûd HudĂ‚yî Hazretleri’nin Sultan 1. Ahmed ile munĂ‚sebet halkasının ilkini teşkil eden ruyĂ‚ tĂ‚biri hĂ‚disesi pek meşhurdur.
Bu tĂ‚birle birlikte HudĂ‚yî Hazretleri’ne alĂ‚ka ve hurmeti son derece artan 1. Ahmed Han, Hazret-i Pîr’in ilĂ‚hîlerine nazîre yazacak kadar onda fĂ‚nîleşmiştir.

Hazret-i Yûsuf -aleyhisselĂ‚m-’ın ruyĂ‚ tĂ‚biri ilminden son derece nasibdar olan HudĂ‚yî -kuddise sirruh-’un,
bu yonuyle cihan sultanlarını istikĂ‚metlendirmesi ve yapmış olduğu tĂ‚birlerdeki isĂ‚beti,
onun bu husustaki liyĂ‚kat ve salĂ‚hiyetinin bir nişĂ‚nesidir.

Bir gun Sultan Ahmed Han, cok sevdiği ustĂ‚dı HudĂ‚yî Hazretleri’ne kıymetli bir hediye gondermişti.
Fakat HudĂ‚yî Hazretleri kabûl etmedi.
Bunun uzerine Sultan Ahmed, hediyeyi uhdesinden cıkarmış bulunduğu icin onu devrin şeyhlerinden Abdulmecîd SivĂ‚sî Hazretleri’ne gonderdi.
Abdulmecîd SivĂ‚sî Hazretleri’nin hediyeyi kabul etmesi munĂ‚sebetiyle de bir ziyĂ‚ret esnĂ‚sında:

“Efendi Hazretleri! Ben bu hediyeyi daha evvel HudĂ‚yî Hazretleri’ne gondermiştim
kabul buyurmamıştı. Fakat siz kabul buyurdunuz!” dedi.

İfĂ‚delerdeki nukteyi anlayan SivĂ‚sî Hazretleri de şu mĂ‚nidar cevabı verdi:

“SultĂ‚nım! Hazret-i HudĂ‚yî bir ankàdır ki, lĂ‚şeye tenezzul etmez!”

Bu cevaptan memnun olan Sultan, aradan birkac gun gectikten sonra HudĂ‚yî Hazretleri’ne uğradı. Ona da:

“Efendim! Sizin kabul etmemiş olduğunuz o hediyeyi Abdulmecîd Efendi kabul buyurdu.” dedi.

HudĂ‚yî Hazretleri de mutebessim bir cehre ile:

“SultĂ‚nım! Abdulmecîd Efendi bir deryĂ‚dır. Koca deryĂ‚ya bir damlacık mĂ‚sivĂ‚ kiri duşmesi, onun sĂ‚fiyetine zarar vermez!” buyurdu.

Bu menkıbe, iki buyuk Allah dostunun birbirlerine olan muhabbet ve tĂ‚zimlerini, husûsiyle HudĂ‚yî Hazretleri’nin kemĂ‚lini gostermektedir.
Zira mĂ‚nevî munĂ‚sebetlerde irşad vazifesi dolayısıyla, pĂ‚dişahla yakınlık kuran HudĂ‚yî Hazretleri, maddî munĂ‚sebetlerde ise son derece mustağnî idi.
Zira dunyaya meyl u muhabbeti artırıp mĂ‚neviyĂ‚tı zedeleyebilecek bir tehlike arz eden maddî ikramlar, onun asıl vazifesi olan irşad faĂ‚liyetine mĂ‚nî olabilirdi.
Ancak bĂ‚zı durumlarda pĂ‚dişah ihsĂ‚nının reddedilmemesinin de bir ikrĂ‚m olduğu an’anesine riĂ‚yet etmişse de,
aldıklarını dergĂ‚h inşĂ‚sında, murîdĂ‚na hizmette ve kurduğu vakıf hizmetlerinde kullanmıştır.
BĂ‚zı hĂ‚llerde de kendisine takdîm edilen hediyeleri geri gondermiştir.



1. Ahmed Han’dan sonra 2. Genc Osman ile de irtibĂ‚tını devam ettiren HudĂ‚yî Hazretleri,
bu yeni ve heyecan dolu genc pĂ‚dişĂ‚hı da istikĂ‚metlendirmek husûsunda buyuk gayretler sarf etti.
2. Genc Osman ki, Devlet-i Aliyye’nin duraklama devrine girdiğini gorerek bu gidişĂ‚ta dur diyebilmek icin yeni hamleler tasarlayan ideal sahibi bir pĂ‚dişahtı.
Bu arada hacca gitmeye niyetlendi.
O zamana kadar pĂ‚dişahlardan hicbiri,
o devirlerde hacca gidiş-geliş takriben bir yıl surmesi dolayısıyla devlet nizĂ‚mı bozulmasın diye şeyhulislĂ‚mların musĂ‚ade vermemeleri uzerine hacca gitmemiş,
hepsi de vekil gondermek sûretiyle bu farîzayı îfĂ‚ etmişlerdi.

Buradaki nukteyi cok iyi bilen HudĂ‚yî Hazretleri,
Sultan Genc Osman’ın hacca niyetlenip kadîm an’aneyi bozmasını doğru bulmayarak onu îkĂ‚z etti,
hacca gitmekten vazgecirmeye calıştı.
Ancak Sultan, gencliği ve tecrubesizliği sebebiyle bu arzusundan vazgecmedi ve
HudĂ‚yî Hazretleri’nin ısrarlı îkazlarına rağmen teslîmiyette zaaf gostererek bu niyetini
gercekleştirme yolunda teşebbuse gecti.
Neticede bu teşebbus, yeniceriler arasında ciddî bir rahatsızlığa yol actı.
Birtakım fitnecilerin de mudĂ‚hil olmasıyla SultĂ‚n’ın Hicaz’a gitmesinden maksadın,
oralardan toparlayacağı bir ordu ile yenicerileri bertaraf edeceği şeklinde anlaşıldı.
SultĂ‚n’ın bu hamlesini akàmete uğratmak isteyen zorbabaşılar, derhĂ‚l hĂ‚diseyi korukleyerek
taraftarlarını harekete gecirdiler ve tarihte “hĂ‚ile”, yani dram diye anılagelen mĂ‚lum cirkin cinĂ‚yeti işlediler.

Bu hĂ‚dise, HudĂ‚yî Hazretleri’nin mĂ‚nevî îkĂ‚zındaki sır dolu ısrarın ehemmiyetini hazin bir şekilde sergilemiştir.

Devlet ricĂ‚linden diğer bĂ‚zıları ise, ortalığı saran anarşiden korunabilmek icin HudĂ‚yî Hazretleri’nin dergĂ‚hına sığınmışlar,
boylece kendilerini buyuk bir tehlikeden muhĂ‚faza edebilmişlerdir.
Zira HudĂ‚yî Hazretleri’nin dergĂ‚hına gerek devlet, gerekse ehl-i şekàvet herhangi bir mudĂ‚halede bulunamazdı.
Bugunku tĂ‚birle dergĂ‚hın Ă‚deta dokunulmazlığı vardı. Dolayısıyla buraya sığınanlar, oldurulmek istenen kimseler bile olsa,
kılına dahî zarar gelmez, haklı iseler Hazret-i Pîr’in delĂ‚letiyle -Halil Paşa gibi- iĂ‚de-i îtibĂ‚ra mazhar olurlardı.



2.Genc Osman’ın şehĂ‚deti uzerine tahta gecen 4. Murad Han, henuz on dort yaşında idi.
Eyup’te yapılan kılıc kuşanma merĂ‚simine evvelce beyĂ‚n ettiğimiz uzere devrin en mûteber şeyhi sıfatıyla Azîz Mahmûd HudĂ‚yî Hazretleri cağırıldı
ve Hazret-i Pîr, hayır-duĂ‚ ile yeni sultĂ‚na kılıc kuşandırdı.

4. Murad Han, tahta gectiğinde cok kucuk yaşlarda olduğundan ipler vĂ‚lidesinin ve birtakım devlet ricĂ‚linin elindeydi.
Zaman zaman bu durumdan bunalan 4. Murad Han, tebdîl-i kıyafetle HudĂ‚yî Hazretleri’nin dergĂ‚hına giderek gonlunu mĂ‚nen takviye eder,
ileriki gunlere hazırlanırdı. Bu ziyĂ‚retleri samimî bir dervişin edep olculeri icinde gercekleştiren 4. Murad Han,
bir gun yanına lalasını da almıştı. DergĂ‚hın kapısına varıp tokmağı hafifce caldıklarında iceriden bir dervişin:

“Kimdir?” suĂ‚line lala, alışkın olduğu uzere derhĂ‚l:

“Yedi iklîm pĂ‚dişĂ‚hı es-SultĂ‚n ibnu’s-SultĂ‚n Murad HĂ‚n-ı RĂ‚bi‘ Efendimiz teşrîf eylediler.
Hemen Şeyh Hazretlerine bildirile!..” deyiverdi.

Derviş de:

“Bu kapı saltanat kapısı değil!” cevabını vererek kapıyı acmadı.

Lalasının hĂ‚line tebessum eden 4. Murad Han:

“Lala! Bu kapı kulluk ve gonul kapısıdır.” dedi
ve tokmağı tekrar tıklattı. İceriden gelen aynı suĂ‚le buyuk bir edeple:

“–Şeyh Hazretleri’ne Murad kulunuz geldi deyiniz!” ifĂ‚desiyle mukàbele etti.

Bunun uzerine kapı acıldı ve iceri alındılar.

O sıralar hayli yaşlanmış bulunan HudĂ‚yî Hazretleri, her turlu liyĂ‚katle kemĂ‚le erebilmesi icin
4. Murad HĂ‚n’a mustesnĂ‚ bir alĂ‚ka gostermekteydi.

İşte bu alĂ‚ka ve muhtelif irşadlarının bir bereketidir ki 4. Murad Han, gun gectikce madden ve mĂ‚nen tekĂ‚mul,
tecrube ve seviye kazandı.
Buyuk dĂ‚vĂ‚ları omuzlayabilecek bir kıvama geldi.
Vakti gelince de yaptığı ciddî hamlelerle ordudaki ve ahĂ‚lî arasındaki disiplini sağlayarak daha o gun
yıkılma tehkilesiyle karşı karşıya bulunan devleti buyuk bir bĂ‚direden kurtardı.



İşte HudĂ‚yî Hazretleri’nin en buyuk kerĂ‚metleri, cihan sultanlarını bu şekilde yonlendirebilmesi olmuştur.
Bununla birlikte onun, erbĂ‚bının gonul hissiyĂ‚tını besleyici bircok kerĂ‚metleri de bulunmaktadır.

HudĂ‚yî Hazretleri’nin pek meşhur olan kerĂ‚metlerinden biri de,
gĂ‚yet fırtınalı bir havada hicbir kayıkcının denize acılamadığı bir zamanda kendi kayığına
binerek birkac muridiyle Uskudar’dan sĂ‚lim bir şekilde karşıya gecmesidir.
Allah TeĂ‚lĂ‚’nın izniyle kayığın takip ettiği yol, Ă‚deta sut-liman olmuş ve dort bir yanda şaha kalkmış
dalgalar bu Allah dostunun kayığına hicbir zarar vermemişti.

HĂ‚len Uskudar ile Sarayburnu arasındaki bu yola “HudĂ‚yî Yolu” denir.
Bilen kayıkcılar, şiddetli fırtınalarda bu yolu takip ederler.
Bu durum, HudĂ‚yî Hazretleri’nin gunumuze kadar uzanan bĂ‚riz bir kerĂ‚metidir.

Osmanlı Devleti’nin son gunlerine kadar Boğaz’da deniz seferi yapan kaptanlar; yolcularını,
Uskudar’dan gecerken Azîz Mahmûd HudĂ‚yî -kuddise sirruh- dergĂ‚hına,
Beşiktaş onunden gecerken YahyĂ‚ Efendi dergĂ‚hına, Beykoz’dan gecerken de
Hazret-i YûşĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- tarafına doğru tevcîh ederek “FĂ‚tiha”ya dĂ‚vet ederlerdi.

Bir zamanlar halkın, İstanbul’da medfun olan buyuk velîlere karşı edebi işte boyleydi!



Bir kimse HudĂ‚yî Hazretleri’nin kimyĂ‚ ilmine vĂ‚kıf olduğunu duyarak Hazret-i Pîr’e geldi ve:

“Efendim! Sizin kimyĂ‚ ilmine vĂ‚kıf olduğunuzu duydum, ne buyurursunuz?” dedi.

HudĂ‚yî Hazretleri, hicbir şey soylemeden yakınındaki asma dalından uc yaprak kopardı ve uzerlerine ufledi.
AllĂ‚h’ın izniyle yapraklar, birer altın varak hĂ‚line geldi.

HĂ‚diseyi şaşkın bir şekilde seyreden zavallı adam da,
aynı şeyi yaptıysa da buna muvaffak olamadı. Adamı mĂ‚nidar bir şekilde seyreden HudĂ‚yî Hazretleri şoyle buyurdu:

“Oğlum! Bilesin ki kimyĂ‚ ilmini oğrenmek, nefsini kimyĂ‚ etmekten ibarettir…”



İstanbul’da cok şiddetli bir tĂ‚un hastalığı zuhûr etmişti.
Her gun binlerce kişi bu hastalıktan olup gitmekteydi.
Elinden bir şey gelmeyen ahĂ‚lî, caresiz bir hĂ‚lde Azîz Mahmûd HudĂ‚yî Hazretleri’ne koştu.
Gozyaşlarıyla duĂ‚ taleb etti. O da şoyle buyurdu:

“Bu turlu işlere karışmak bizim meşrebimize uygun değildir. Ancak mĂ‚dem ki hastalığın şiddeti dolayısıyla ısrĂ‚r ediyorsunuz,
oyleyse Karacaahmed kabristanına gidiniz.
Orada bir servi ağacının altında bir hasıra sarılıp yatan ve Hasır-pûş Dede denilen bir zĂ‚t vardır.
Ona başvurun! Eğer kabul etmeyecek olursa, selĂ‚mımızı soyleyin!..”

Bunun uzerine halk, doğruca denilen şahsa gitti.
Fakat meczup meşrepli bu zĂ‚t, halkın merĂ‚mını dinleyince buyuk bir ofke ile bağırıp cağırarak herkesi kovdu
ve hasırına burunerek yattı. Cekine cekine tekrar yanına geldiler ve bu defa Hazret-i Pîr’in selĂ‚mını ilettiler.
SelĂ‚mı alır almaz ayağa fırlayan meczup Hasır-pûş Dede, hemen kendisinden istenilen duĂ‚ya başladı.
DuÂdan sonra da

“Bugun bir kimsenin daha cenĂ‚zesi kaldırıldıktan sonra bu hastalık da kalksın!” dedi.

Ardından HudĂ‚yî Hazretleri’nin başka bir emri olup olmadığını sordu ve tekrar hasırına burundu.

Gercekten o gun tĂ‚undan bir kişi daha vefat ettikten sonra hastalık tamamıyla ortadan kalktı.



HudĂ‚yî Hazretleri’nin ilmî huviyeti sĂ‚yesinde ulemĂ‚dan da bircok murîdi vardı.
ŞeyhulislĂ‚m Hoca SĂ‚deddin Efendi, oğlu Es’ad Efendi gibi zĂ‚tlar,
onun irşad halkasına katılanlardandı. Tasavvuf, tefsir, fıkıh gibi muhtelif alanlarda otuza yakın eser vermiştir.
Kadılık ve muderrislik vazifelerini bırakmışsa da,
bu onun bir nevî vazife değişikliği sebebiyledir.
Yoksa dîn-i mubîn yolunda ne ilmi bir kenara bırakmak,
ne de irfĂ‚na meyletmemek doğru değildir.
Zira ilimsiz bir irfĂ‚n ve irfĂ‚nsız bir ilim, serĂ‚pĂ‚ ziyandır.
Bunun icin tasavvufa girdikten sonra:

İlĂ‚hî cun halĂ‚s ettin muderrislik kazĂ‚sından
VisĂ‚lin lûtfedip kurtar bizi varlık azĂ‚bından

demekle birlikte bizzat şeyhinin emri muvĂ‚cehesinde vĂ‚izlik vazifesine devam etmiştir.
Ayrıca kendisinden onceki buyuk sûfîler gibi tefsir ve hadis derslerini de surdurmuştur.
Cunku o, bunları değil, nefsini terk etmişti.

HudĂ‚yî Hazretleri’nin yapmış olduğu bu tefsir ve hadis derslerine iştirĂ‚k edip de icĂ‚zet alan bir hayli talebesi vardır.
Halîfelerinden Saclı İbrahim Efendi ve Filibeli İsmail Efendi de bunlardandır.

Bu meyanda İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri şoyle der:

“Velîler arasında kalem ehli olanlar, peygamberler arasında “rasûl” olanlar gibidir. Hazret-i HudĂ‚yî de,
yazmış olduğu eserleriyle bu rutbeyi hĂ‚iz olarak şeyhi UftĂ‚de Hazretleri’ne bir ayna vazifesi gormuştur.”



Gorulduğu gibi hizmetini geniş bir sahaya yayıp muvaffakıyetle surdurmuş olan
HudĂ‚yî Hazretleri, yaşamış olduğu asra ve sonraki yuzyıllara silinmez bir muhur vurmuş olarak
1628 milĂ‚dî tarihinde ardında sayısız muhib, muntesib ile pek cok eser ve vakıf bırakarak bahtiyar bir şekilde rahmet-i RahmĂ‚n’a yurumuştur.


RahmetullÂhi aleyh!


Onun yapmış olduğu hizmetler, devletin ve milletin selĂ‚meti acısından pek muhim bir ehemmiyeti hĂ‚izdir.
O, cihan pĂ‚dişahlarını dahî yonlendirebilmiş,
boylece koca bir mulkun emîn ellerde temĂ‚dîsini temin etmişti. O donemlerde yavaş yavaş başlayan
tekke-medrese mucĂ‚delesi dolayısıyla sarayda ve ilim
erbĂ‚bı arasında bir hayli nufûz ve tesiri azalan tasavvufî hayatı, tekrar dirilterek cemiyete yeni bir zindelik kazandırmıştı.

Onun mĂ‚nevî tasarrufu vefatından sonra da devam etmiştir:

1638’de Bağdat seferine cıkan 4. Murad’ın dirĂ‚yetini bilen Safevî hukumdĂ‚rı,
onun Bağdat onlerine gelmesi hĂ‚linde şehri mutlak sûrette kaybedeceğini bildiğinden
SultĂ‚n’ı bir suikastle ortadan kaldırmanın daha yerinde olduğunu duşunerek uc husûsî yetiştirilmiş casusu
Osmanlı ordusuna gondermişti.
Bunlar, bir gece sekiz kadar nobetciyi aşarak SultĂ‚n’ın yanına kadar girmeyi başardılar.
Hemen hancerlerini cekip yatağın başına yaklaştılar. Uyumakta olan Sultan, o anda bir ruyĂ‚ gormeye başladı

Cok sevdiği rahmetli ustĂ‚dı Azîz Mahmûd HudĂ‚yî Hazretleri, kendisine misĂ‚fir olmuştu.
Birlikte oturuyorlardı. Ancak o esnĂ‚da Hazret-i Pîr’in o vakte kadar kendisinden gorulmemiş
bir sur’atle birden ayağa kalkmasıyla haykırması bir oldu

Oğlum Murad! Ayağa kalk!

Zaten hocası daha ayağa kalkarken edeben ayağa kalkmaya davranan 4. Murad Han, gelen emirle daha bir hızla yerinden doğruldu.
RuyĂ‚da gercekleşen bu doğruluşla birlikte uyanarak gercekte de yatağından kalkıverdi ve başında bulunan eli hancerli uc şahsı fark etti.
DerhĂ‚l uzerlerine yorganını fırlattı ve başı ucunda duran yaklaşık uc yuz kiloluk topuzunu kavradığı gibi ucunu de yere serdi.
Boylece hocası HudĂ‚yî Hazretleri’nin yeni bir tasarrufuyla mutlak bir suikastten kurtulmuş oldu.

Hazret-i Pîr’in vefĂ‚tından sonra gercekleşen bu tasarrufu, gunumuzde de hĂ‚len cĂ‚rîdir ve bircok yaşanmış misĂ‚lleri vardır.
İbret ve mĂ‚lumat bakımından bir misĂ‚l daha zikredelim



Yıl 1975. Oğle namazına yakın bir vakitte Hazret-i Pîr’in turbesi onune nur yuzlu, buğday tenli ve tıknaz boylu bir genc gelmişti.
O an tesĂ‚dufen Azîz Mahmûd HudĂ‚yî CĂ‚mii’nin imamına rastladı ve:

Efendim! Ben Azîz Mahmûd HudĂ‚yî’yi gormeye geldim! Kendisiyle nasıl goruşebilirim? AcabĂ‚ şu an burada mıdır?diye sordu.

Boyle bir suĂ‚l karşısında şaşıran imam Muharrem Efendi

“Oğlum! Evet Azîz Mahmûd HudĂ‚yî burada!” dedi.

Hazret-i Pîr’in orada olduğunu duyan genc, sevincle

Lutten beni onunla goruşturunuz! dedi.

Fakat buna bir mÂn veremeyen Muharrem Efendi,
turbenin yanında olduklarından tekrar

Oğlum! Azîz Mahmûd HudĂ‚yî burada! dedi.

Genc de, talebini tekrarladı

O zaman benimle goruştur! Ben onunla goruşmek istiyorum! dedi.

Muharrem Efendi, hĂ‚lĂ‚ gencin hĂ‚linden bir şey anlamadığından meseleyi cozebilmek icin:

EvlĂ‚dım! Sen Azîz Mahmûd HudĂ‚yî’yi tanıyor ve biliyor musun?” diye sordu.

Yuzu gibi sînesi de sĂ‚f olan delikanlı,
lĂ‚fın boyle uzayıp gitmesine ve muhĂ‚tabının kendisini neden Mahmûd HudĂ‚yî ile goruşturmek istemediğine hayret ederek

Ben Azîz Mahmûd HudĂ‚yî’yi yakından tanıyorum.
Beni buraya o dÂvet etti.
Biz onunla ziyĂ‚ret husûsunda sozleşmiştik.
Benim geleceğimden haberi var.” dedi.

Sozun burasında Muharrem Efendi, meselenin farklı bir vechesi ve sırlı bir nuktesi mevcut olduğunu idrĂ‚k etti ve merakla sordu:

EvlĂ‚dım! Nasıl sozleştiniz?

Genc anlatmaya başladı

Efendim ben 1974 Kıbrıs harekĂ‚tında paraşutle indirilen komando grubundandım.
Biz, ordumuzun denizden,
Rumlar’ın da Beşparmak dağlarından karşılıklı mucĂ‚delelerini surdurdukleri bir hengĂ‚mda paraşutlerle atladık.
Ancak hava pek ruzgĂ‚rlı olduğundan her birimiz bir tarafa savruluyorduk.
Ben de duşman hatlarına duştum. Ağaclık bir mevkîde iki yandan gelen cehennemî bir ateş altında kaldım.
Ne yapacağımı bilemez bir hĂ‚lde buyuk bir şaşkınlık icindeyken karşıma uzun boylu,
heybetli ve nur yuzlu ihtiyar bir baba cıktı.
Bana tatlı ve mutebessim bir cehre ile baktı ve:

Oğlum! Burası duşman hattıdır.
Ne işin var burada? Nicin tek başına bu hatta girdin? dedi.

Ben de

Baba! Ben gelmedim, ruzgĂ‚r buraya duşurdu. dedim.

Nur yuzlu ihtiyar, hafifce başını salladı

Ben de harbe geldim. Sizden evvel gonderildim.
Buraları cok iyi bilirim. Hangi birliktensin oğlum?
Gel seni onların yanına gotureyim! dedi.

Birlikte muthiş bir ateş cemberi altında yola koyulduk.
O mubĂ‚rek insan, gĂ‚yet sĂ‚kin bir yolda yuruyormuşcasına rahattı.
Her hĂ‚li beni ayrı bir şaşkınlığa sevk ediyordu.
Bana ismimi, nereli olduğumu vs. bircok suĂ‚ller sordu.
Ben de istediği cevapları verdikten sonra iyice merak edip kendisini sordum

Baba! Ya sen kimsin?

O da:

Oğlum! Bana Azîz Mahmûd HudĂ‚yî derler. dedi.

Sonra:

Baba! Sen bana cok buyuk bir iyilikte bulundun?
ŞĂ‚yet memlekete sağ-sĂ‚lim donersem, bir vefĂ‚ borcu olarak seni ziyĂ‚ret etmek isterim.
Adresini verir misin? dedim.

O guzel yuzlu mubÂrek insan, adres olarak sadece

Oğlum! Uskudar’a gelip kime sorsan beni sana gosterirler! dedi.

Bu arada birliğime gelmiştik.
Minnet, muhabbet ve hurmetle bu guzel insanın elini optum. Kendisiyle vedĂ‚laştım.
Sonra da kumandanımın yanına gittim.

Beni bir anda karşısında goren kumandanım,
pek şaşırdı.
Benim o ateş cemberinden nasıl olup da kurtularak birliğime ulaştığıma hayretle haykırdı

Buraya nasıl gelebildin?

Ben de

Beni, yaşlı, guzel bir baba getirdi.
dedim.

Harp bittikten sonra memleketime dondum.
Ancak Azîz Mahmûd HudĂ‚yî’nin bana yapmış olduğu iyilik hicbir vakit aklımdan cıkmadığı icin
bir vefĂ‚ borcu olarak nihĂ‚yet ziyĂ‚retine niyetlenip Uskudar’a geldim.
Sorduğum kimseler

O mubĂ‚rek bir zĂ‚ttır diyerek burayı tĂ‚rif ettiler.

Bu arada sukût edip derin bir nefes alan genc, Muharrem Efendi’ye onceki talebini tekrarladı

“Efendim! İşte Azîz Mahmûd HudĂ‚yî ile boyle tanıştık.
Artık himmet edin de beni kendisiyle goruşturun!” dedi.

Boylece meseleyi butun yonleriyle oğrenen
Muharrem Efendi, şĂ‚hid olduğu bu mĂ‚nevî manzara karşısında pek duygulandı.
Yalvarırcasına gozlerinin icine bakan delikanlıya bir muddet hicbir şey diyemedi.
Sonra da kendini toparlayıp icli bir sesle Ă‚deta kekeleyerek hulĂ‚saten

“EvlĂ‚dım! Azîz Mahmûd HudĂ‚yî, hayatta olan bir kimse değil, 1543-1628 yılları arasında yaşamış bulunan buyuk bir
Allah dostudur. HerhĂ‚lde seni buraya FĂ‚tiha okuman icin cağırmış olmalıdır!
İşte turbesi!” diyebildi.

Bu cevabı duyan vefĂ‚kĂ‚r ve îmanlı genc, daha o an oğrendiği hakîkat uzerine son derece muteessir oldu.
Kendisini gormek niyet ve hasretiyle geldiği ve hayatını borclu olduğu buyuk velînin sadece turbesiyle karşılaşmıştı.
Harp sahasının o muthiş hengĂ‚mında yaşadığı mĂ‚nevî tasarrufun daha yeni yeni farkına vardı ve bir cağlayan hĂ‚linde hıckırmaya başladı.
Ellerini yuzune kapadı; uzun bir muddet icli icli ağladı.

HudĂ‚yî mihrabının imamı da ağlıyordu…

Bu hĂ‚dise, AllĂ‚h’ın velî kullarına bahşettiği mĂ‚nevî tasarrufu ne guzel sergiler.
Bu tasarruf, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’den zamanımıza kadar gelen evliyĂ‚ullĂ‚hın mĂ‚nevî yardımlarından sadece bir misĂ‚ldir.

Şunu unutmamak lĂ‚zımdır ki, fĂ‚il-i mutlak, yalnız CenĂ‚b-ı Hak’tır. O’nun kullara bu nevî yardımları da,
gerek melekler vĂ‚sıtasıyla, gerekse
AllĂ‚h’ın velî kulları vĂ‚sıtasıyla gunumuze kadar var ola gelmiştir.



Azîz Mahmûd HudĂ‚yî Hazretleri’nin Sultan 1. Ahmed HĂ‚n’ın talebi uzerine yaptığı şu duĂ‚sı ne kadar mĂ‚nĂ‚lı ve guzeldir:

“YĂ‚ Rabbî! KıyĂ‚mete kadar bizim yolumuzda bulunanlar, bizi sevenler ve omrunde bir kere turbemize gelip rûhumuza FĂ‚tiha okuyanlar bizimdir…
Bize mensub olanlar, denizde boğulmasınlar; Ă‚hir omurlerinde fakirlik gormesinler
îmanlarını kurtarmadıkca olmesinler oleceklerini bilsinler ve haber versinler ve de olumleri denizde boğularak olmasın!..”

Butun ulemĂ‚ ve evliyĂ‚, bu duĂ‚nın kabul olduğunu, bu yola mensub olanların denizde boğulmadıklarını ve pek cok
kimsenin vefĂ‚t gunlerine yakın, oleceklerini haber verdiklerini bildirmişlerdir.

Zamanında ve daha sonraki yıllarda tesir ve nufûzu devam eden HudĂ‚yî Hazretleri hakkında son derece tĂ‚zimli ve hurmetkĂ‚r ifĂ‚deler kullanılmıştır.
Bunlardan bir kısmı şoyledir:

Zamanın kutbu, Azîz, zamanın mufredi, hakîkat sırlarının hazinesine vĂ‚sıl, mucĂ‚hede mihrĂ‚bının mumu,
tarîkat-i Muhammediyye sırlarını şerh eden, hakîkat-i Ahmediyye nurlarının indiği gonul,
sultĂ‚n-ı sĂ‚bit-kadem-i makĂ‚m-ı hilĂ‚fet ve velĂ‚yet.

YĂ‚ Rabbî! Kurmuş olduğu vakfı, vermiş olduğu eserleri ve mĂ‚nevî tasarrufuyla asırlardır gonulleri feyiz-yĂ‚b eyleyen
HudĂ‚yî Hazretleri’nin himmetinden bizleri de nasibdĂ‚r eyle!

Âmîn!

[1]. HudĂ‚yî Hazretleri’nin UftĂ‚de Hazretleri’ne intisĂ‚bı ile alĂ‚kalı diğer bir rivĂ‚yet daha vardır ki şoyledir:

Hazret-i HudĂ‚yî, Bursa’da kadı nĂ‚ibliği ve muderrislik yaparken bir gece ruyĂ‚sında kıyĂ‚metin kopup
SırĂ‚t ve MîzĂ‚n’ın kurulduğunu ve nice takdir ettiği kıymetli kimselerin hattĂ‚ cok sevdiği hocası
NĂ‚zırzĂ‚de’nin dahî cehennemlikler arasında olduğunu gordu.
Bundan gerekli dersi alarak buyuk bir gayret ve irĂ‚de ile dunyevî meşgalelerini terk etti ve
UftĂ‚de Hazretleri’nin talebeleri arasına dĂ‚hil oldu.

[2]. UftĂ‚de Hazretleri’nin bu duĂ‚sı tahakkuk etmiştir. “1. Ahmed Han” bahsine bakınız.

[3]. Ahmed Han ile HudĂ‚yî Hazretleri arasındaki yakınlık ve muhabbet tezĂ‚hurleriyle yaşanan diğer bir kısım tecellîler,
1. Ahmed Han mevzuunda anlatılmıştır.


Sultan Ahmet Han olumune cok yakın bir sure once
yatağında hasta yatarken 4 defa Aleykum Selam der
onun odasındaki bakıcıları bulunan kimseler niye 4 defa selam aldınız diye sorarlar oda cevaben...
oda şu an odama Hz Osman Hz Ali Hz Ebu bekir ve Hz Omer girdi der .



__________________