Endulus'un İşbîliyye şehrinde yetişen hanım velîlerden. İsmi, FÂtıma binti MusennÂ'dır. On ikinci asırda yaşamıştır.

Muhyiddîn-i Arabî hazretleri Rûh-ul-Kuds isimli eserinde şoyle anlatıyor:

Ben, FÂtıma binti MusennÂ'ya yetiştim. On sene sohbetlerine devÂm ettim. Dikkat ettim, hicbir şey yemiyordu. İnsanlar yemek olarak kapısının onune bir şey koyarlarsa, onlardan olmeyecek kadar yerdi. Ben yanına oturduğumda, yuzune bakmaya utanır, hay ederdim. 90 yaşının uzerinde olduğu hÂlde, kendisini goren cok genc zannederdi. Kendi hÂlinde yaşardı. Duny ile alÂkası yoktu. Kimseden bir şey istemezdi. Bir ihtiyÂcı olsa, gorulmesi icÂb eden bir işi meydana cıksa FÂtiha-i şerîfeyi okur, Allahu teÂlÂnın izni ile o şey hemen hallolurdu. Onun kalması icin, kendi elimle hurma dallarından bir ev yaptım. Orada kalırdı. Huzûruna benden başka kimsenin girmesine musÂade etmezdi. "Nicin sÂdece ona izin veriyorsunuz da başkalarına musÂade etmiyorsunuz?" diye suÂl edildiğinde, cevÂben; "Başkaları yanıma geldikleri zaman yarım olarak gelirler. YÂni kendileri gelirler, fakat kalpleri işlerinin, dunyÂlıklarının, evlerinin, Âilelerinin yanında kalıyor. Ancak Muhammed ibni Arabî benim evlÂdımdır. Gozumun nûrudur." buyurdu. Yanıma geldiği zaman, tam gelir. Oturduğu zaman tam oturur. Diğerleri gibi, geride bir şey bırakmaz. Duşunceleri, kalbi geride olmaz." buyurdu.

FÂtıma binti Musenn hazretleri, her an Allahu teÂlÂyı duşunurdu. Hep O'nu hatırlardı. "Ente, ente (Sensin, sensin), senden başka her şey boştur." derdi. Onun hÂlini ve durumunu anlayamayanlar, kendisine ahmak derlerdi. Hakkında boyle uygunsuz şeyler soylendiğini haber alınca; "Asıl ahmak, Rabbini tanımayanlardır." buyururdu. FÂtıma binti Musenn o zamanda bulunanlar icin, Allahu teÂlÂnın bir rahmetiydi.

Bir RamazÂn-ı şerîf bayramı akşamı, FÂtıma binti MusennÂ, bulunduğu beldedeki cÂminin onunden geciyordu. CÂminin muezzini Ebû Âmir isminde bir kimseydi. Elindeki sopayla FÂtıma binti MusennÂ'ya vurunca, donup muezzine baktı ve bir şey soylemeden ayrılıp gitti. Gonlu incinmişti. Kırık gonulle evinde ibÂdet ve tÂatine devÂm etti. Kendisine sopa ile vuran muezzin sabah ezanını okumaya başlayınca, FÂtıma binti MusennÂ, o muezzin icin Allahu teÂlÂya du etmeye başladı. Allahu teÂlÂnın bir velî kulunu inciten kimseyi, mutlak cezÂlandıracağını biliyordu. Muezzinin başına bir bel gelmesinin yakın olduğunu bildiği ve belÂya ducÂr olmaması icin şoyle du etti:

"Ya Rabbî! Şu gecenin son vaktinde, herkes uyurken kalkıp senin ismini, Kelime-i şehÂdeti, Kelime-i tevhîdi soyleyen, senin ve habîbinin ismini zikreden, senin dÂvetini, emrini, senin kullarına bildiren şu kimseyi, bana yaptığı sebebiyle cezÂlandırma!Onu affet. Beni kırmış olduğu icin ona cez verme! Âmin!"

O gun (Ramazan bayramı gunu), fıkıh Âlimleri toplanarak vÂli ile bayramlaşmaya gittiler. Ebû Âmir ismindeki o muezzin de, dunyÂlık bÂzı menfaatler temin etmek niyetiyle Âlimlerle berÂber vÂlinin yanına gitti. VÂli onun kim olduğunu sordu. "CÂminin muezzinidir." dediler. "Sizinle berÂber buraya gelmesi icin ona kim izin verdi?" dedi. Bunun maksadını anlamıştı, hemen kendisini dışarı attırdı. Daha sonra Âlimler bunun iceri alınması icin şefÂat ettiler, nihÂyet iceri alındı.

Bu hÂl, FÂtıma binti MusennÂ'ya anlatıldığında, o da akşamki hÂdiseyi ve sabah ezÂnı okunurken yaptığı duÂyı anlattı ve; "Ben onda olan hakkımdan vazgectim. YÂni hakkımı ona helÂl ettim. Allahu teÂlÂya du ettiğim icin o, bu kadarlık bir kovulma ile işi atlatmış oldu. Ben hakkımdan vazgecmemiş olsaydım, o muezzin mutlak oldurulurdu." buyurdu.

Muhyiddîn-i Arabî, FutûhÂt-ı Mekkiyye kitabında şoyle anlatıyor: "Bir gun FÂtıma hazretlerinin yanında oturuyorduk. Bir kadın gelerek; "Ey kardeşim! Benim kocam, Endulus'te Şeriş (yÂhut Şerş) beldesinde bulunuyor. Haber aldım ki, orada birisi ile evlenmiş. Siz bu hÂle ne dersiniz?" dedi. Ben de o kadına; "Siz ona kavuşmak (ulaşmak) istiyorsunuz değil mi?" dedim. Kadın; "Evet." dedi. Bunun uzerine FÂtıma hazretlerine donerek; "Ey anacığım! Bu kadıncağızın soylediklerini duydunuz. Ne dersiniz?" "Ey evlÂdım! Bu kadının arzusu, ihtiyÂcı nedir?" dedi."Kocasının gelmesi." dedim. FÂtiha-i şerîfe ve başka şeyler okudu. Ben de onunla berÂber okudum. "FÂtiha-i şerîfeden, bu kadının kocasını getirmesini istedim." buyurdu. Okuduğu FÂtiha, Allahu teÂlÂnın izniyle insan sûretine (şekline) geldi. Ona; "Ey FÂtiha-ul-kitÂb! (FÂtiha sûresi) Şeriş şehrine git! Bu kadının kocasını getir! Gelmek istemezse bile sen bırakma! Mutlaka getir!" dedi.

Aradaki mesÂfe cok uzun olmasına rağmen, Allahu teÂlÂnın izniyle o kadının kocası bir anda evine geldi. Coluk cocuğu cok sevindiler. Boylece, FÂtıma hazretlerinin bir kerÂmetine daha şÃ‚hid olduk."

1) CÂmiu KerÂmÂt-il-EvliyÂ; c.2, s.232
2) NefehÂt-ul-Uns Tercumesi; s.703
3) MeşÃ‚hir-un-NisÂ
4) İslÂm Âlimleri Ansiklopedisi; c.8, s.289

ALINTI#
__________________