Hindistan'da yetişen Ceştiyye evliyĂ‚sının buyuklerinden. Adı Ferîduddîn Mes'ûd'dur. Ferrûh ŞĂ‚h KĂ‚bilî neslinden, CelĂ‚leddîn SuleymĂ‚n'ın oğludur. Baba ve annesi şerefli, asîl Ă‚ilelerden olup, nesebi hazreti Omer'e ulaşır. 1174 (H.569) yılında Hindistan'da Delhi'de dunyĂ‚ya geldi.
Ferîduddîn Genc-i Şeker'in dedesi Ă‚ilesi ile birlikte Afganistan'daki siyĂ‚sî durumlar yuzunden Hindistan'ın Multan yakınındaki bir koye yerleşmişti. Ferîduddîn Genc-i Şeker'in babası burada, AbbĂ‚s bin Abdulmuttalib'in soyundan, ilmi derin ve mubĂ‚rek bir zĂ‚t olan MevlĂ‚nĂ‚ Vecîhuddîn Hicvandî'nin kızı Bibi Gulsum HĂ‚tun ile evlendi. Babası CelĂ‚leddîn SuleymĂ‚n'ın bu evlilikten uc oğlu ve bir kızı oldu. Erkek cocuklarından Ferîduddîn Genc-i Şeker doğuştan velî idi.
Ferîduddîn Mes'ûd, daha doğmadan kerĂ‚met gosterdi. "AnnesiFerîduddîn Mes'ûd'a hĂ‚mileyken, bir gun komşusunun ağacından izinsiz erik koparmak istedi. Fakat karnındaki bebek oyle bir karın ağrısına sebeb oldu ki, bu ağrı annesini erik toplamaktan vazgecirdi. Doğumundan birkac sene sonra, annesi ona; "Sevgili oğlum! Seni beklerken aslĂ‚ haram yemedim." dedi. Ferîduddîn Genc-i Şeker gulumsiyerek; "Ama anneciğim, komşunun ağacından izinsiz erik toplamak istemiştin de, seni rahatsız ederek mĂ‚ni olmuştum." dedi ve annesinin şaşkın bakışları altında evden dışarı cıktı. O gune kadar oğlunun hĂ‚linden ve o andaki cevĂ‚bından, annesi onun bir gun buyuk bir velî olacağını anladı.
"Ferîduddîn Mes'ûd, ŞĂ‚ban ayının 29'u ile Ramazan ayının birinci gunu arasındaki gece doğmuştu. ŞĂ‚ban'ın yirmi dokuzuncu gecesinin bulutlu olması sebebiyle Ramazan hilĂ‚lini gorememişler ve ertesi gun oruc tutup-tutmamak konusunda tereddutte kalmışlardı. Ferîduddîn'in babası CemĂ‚leddîn SuleymĂ‚n'dan fetvĂ‚ sormaya geldiler. O da; "HilĂ‚lin gorunmesinde bir şuphe varsa, oruca başlamak uygun değildir." dedi. O esnĂ‚da bir zĂ‚t ortaya cıktı. Bu mevzuda onun fikrini sorduklarında; "Niye merĂ‚k edip şuphede kalıyorsunuz? Bu gece CemĂ‚leddîn SuleymĂ‚n'ın evinde bir cocuk doğdu. O, zamĂ‚nın kutbu olacaktır. Eğer cocuk bu gece yarısından sonra annesini emmemişse, hilĂ‚l gorunmuştur ve Ramazan ayı bugun başlayacaktır." dedi.
Nitekim seher vakti CemĂ‚leddîn SuleymĂ‚n'ın evine gidip, bu zĂ‚tın sozlerinin doğru olup olmadığı hakkında annesine sorduklarında, yeni doğan bebeğin gece yarısından sonra annesini emmediğini oğrendiler. Bunun uzerine oruca başlandı. Daha sonra o gun, Multan'dan ve diğer yerlerden hilĂ‚lin gorunduğu ve o gunun Ramazan olduğu haberi geldi. Ramazan ayı boyunca bu bebek, gunduzleri annesini hic emmedi. Sadece iftar zamanı birinden, sahur zamĂ‚nı da diğer memesinden emiyordu.
Ferîduddîn Genc-i Şeker hazretleri kendisini ilim ve tasavvufa verip, evliyĂ‚lık yolunda ilerlemek icin cok gayret gosterdi. İslĂ‚mın mĂ‚rifet bilgilerini Hindlilere oğreten, feyzlerini bu kıta muslumanlarına sunarak, onlara cok buyuk hizmet eden HĂ‚ce Muînuddîn-i Ceştî hazretlerinin halîfesi Kutbuddîn-i BahtiyĂ‚r'ın bereketli feyzleri ile yetişmişti. Ferîduddîn Genc-i Şeker'in Multan'daki tahsîli sırasında, Kutbuddîn-i BahtiyĂ‚r Multan'a geldi. Namaz kılmak icin Ferîduddîn Genc-i Şeker'in bulunduğu cĂ‚miye girdi. O sırada Ferîduddîn Genc-i Şeker kitap okuyordu. Kutbuddîn-i BahtiyĂ‚r onu gorur gormez, hĂ‚linden ve kalp gozuyle fark ettiği fevkalĂ‚de ustun ozelliklerinden hayli etkilendi ve kendini alamayarak; "Ey genc ne okuyorsun?" diye sordu. O da; "NĂ‚fi okuyorum" dedi. Kutbuddîn-i BahtiyĂ‚r; "İnşĂ‚allah bu kitap, senin icin nĂ‚fi, faydalı olur." buyurdu. Bu sozdeki tatlılık ve yapılan duĂ‚ cok hoşuna gitti. Gorunuşundeki heybet, onun buyuk bir zĂ‚t olduğunu gosteriyordu. Ferîduddîn, o zĂ‚tın ellerini opup, talebeliğe kabûlunu istirhĂ‚m etti. O da kabûl etti.
Bundan sonra ona cok bağlanıp, yanından hic ayrılmadı. Her şeyden el cekip, buyuk bir muhabbetle ona tĂ‚bi oldu. Kutbuddîn hazretleri ise ona, dînî ilimleri okumasını, araştırmasını, tahkîk etmesini işĂ‚ret buyurup, aynı zamanda tasavvuf ile de meşgûl olmasını teşvîk etti. Boylece, zĂ‚hirî ve bĂ‚tınî ilimlerde yukselmesini, iki kanatlı olmasını sağlamak istedi. Ferîduddîn, hocasının nasîhatlerini can kulağıyla dinleyip tatbik etti. Nefsinin tezkiyesi ile uğraştı. Bu uğurda cok gayret gosterdi. Her zorluk ve şiddete katlandı. Hocası Multan'da kaldığı muddetce, derslerini hic kacırmadı. Kutbuddîn-i BahtiyĂ‚r tekrar Delhi'ye doneceği sırada, Ferîdudîn Genc-i Şeker de gitmek istedi. Hocası ona, tahsîlini tamamlamasını ve bunun icin ceşitli memleketlere seyahat etmesini soyledi. Bunun uzerine Genc-i Şeker; Gazne, BağdĂ‚t, Sevastan, Bedahşan, Kudus, Mekke ve Medîne'ye ilim oğrenmek icin seyĂ‚hatler yaptı.
Uzun seyahatler sırasında BuhĂ‚rĂ‚'ya da uğradı ve zamanın buyuk velîlerinden Seyfuddîn BĂ‚herzî ile karşılaştı. BĂ‚herzî onu dergĂ‚hına dĂ‚vet etti ve yanına oturttu. Yuzune defĂ‚larca bakarak; "Bu genc zamĂ‚nın buyuk bir velîsi olacak." dedi. Daha sonra sırtındaki siyah hırkayı ona verip, giymesini isteyince o da giyerek gunlerce yanında kaldı. Hergun binden fazla insan, Seyfuddîn BĂ‚herzî'nin yiyeceğini paylaşırlardı. Bir gun bir kişi Seyfuddîn BĂ‚herzî'nin huzûruna geldi ve; "Zenginim ama, son birkac senedir ticĂ‚rette zarara uğruyorum. Ayrıca sağlığım da bozuk." dedi.Seyfuddîn BĂ‚herzî de; "Bir musluman, malının zekĂ‚tını durustce vermez, hasislik ederse, zarara uğrar. Hastalığa gelince, bu insanın îmĂ‚nının kuvvetlendiğinin işĂ‚retidir." buyurdu.
Aradan beş sene gectikten sonra, hocası Kutbuddîn ve onun hocası Muînuddîn hazretleri ile Delhi'de bir araya geldiler. Ferîduddîn, bu iki buyuk zĂ‚tın yuksek makamlarının Ă‚şığı olduğundan, onlara olan muhabbet ve bağlılığı daha da arttı. Kendisindeki aşk istidĂ‚dının yuksekliği ve fazlalığı sebebiyle, hocaları yetişmesi icin ona kucak actılar. Husûsî ihsĂ‚nlarla yuksek derecelere kavuştu. Muînuddîn hazretleri bir cok defĂ‚; "Ferîduddîn, yuvası Sidret-ul-muntehĂ‚da bulunan bir kartaldır." buyurdu.
Kendisine ŞekerGenc denilmesi ile ilgili dort ayrı rivĂ‚yet vardır. Birinci rivĂ‚yet şoyledir: "Ferîduddîn, Kutbuddîn-iBahtiyĂ‚r'ın mĂ‚nevî eğitimi altındayken, Ferîduddîn'den yedi gun ard arda oruc tutması istendi. Oruc tuttuğu sırada bir gun, hocasının yerleştirdiği Guzini kapısındaki hucresinden cıkıp, Kutbuddîn-i BahtiyĂ‚r'ın dergĂ‚hına giderken, yolda ayağı kaydı ve camur dolu bir cukura duştu. Buradaki camurdan bir mikdĂ‚r ağzına kactı. Allahu teĂ‚lĂ‚nın lutfu ile, bu camur, şeker hĂ‚line geldi. Hocasının huzûruna gelip durumu anlattığında,HĂ‚ce Kutbuddîn ona; "Camur senin ağzında şeker hĂ‚line geldiğine gore, Allahu teĂ‚lĂ‚ seni tatlı bir kimse yapacak, halkın iyiliği icin tatlı dilli olacaksın." dedi.Bu hĂ‚diseden sonra, insanlar onu Şeker Genc diye anmaya başladılar. (FĂ‚risîde genc, hazîne demektir.)
İkinci rivĂ‚yet şoyledir: "Ferîduddîn Mes'ûd devamlı oruc tutuyor ve iftar zamĂ‚nında orucunu acmak icin yiyecek bir şey bulamıyordu. Bir gece aclığı had safhaya ulaşınca, ağzına kucuk taş parcaları koydu. Bunlar, bir anda şeker parcaları hĂ‚line geldi. Bu haber hocasına ulaşınca; "Ferîd bir şeker hazînesidir." dedi.
Ucuncu rivĂ‚yet: Hazînet-ul-AsfiyĂ‚ kitabının yazarı, Tezkiret-ul-Âşıkîn'den alarak şoyle rivĂ‚yet ediyor: "Tuccarın biri, Multan'dan Delhî'ye, şeker cuvalları yuklu bir deve kervanı goturuyordu. Şimdiki adı Pak Patan olan AcûzĂ‚n'dan gecerken, Ferîduddîn Genc-i Şeker, develerle ne taşıdığını tuccara sormuştu. TĂ‚cir alay edercesine; "Tuz." diye cevap verdi. Bunun uzerineFerîduddîn; "Evet, tuz olabilir." diyerek tasdîk etmişti. TĂ‚cir Delhi'ye ulaştığında, butun cuvalların tuz hĂ‚line geldiğini gorup şaşkına dondu. Hemen AcûzĂ‚n'a dondu. DerhĂ‚l Ferîduddîn Genc-i Şeker'den, develeri şeker taşıdığı hĂ‚lde, tuz taşıdıklarını soylemekle yaptığı edepsizlikten dolayı ozur diledi. Ferîduddîn Genc-i Şeker de; "Eğer şeker idiyse, o hĂ‚lde şeker olsun." dedi. TĂ‚cir Delhi'ye dondu ve tuzların, Allahu teĂ‚lĂ‚nın lutfu ile şekere donduklerini gorup sevindi. Bundan dolayı ona Şeker Genc (Şeker Hazînesi) dendi."
Dorduncu rivĂ‚yet: "Ferîduddîn Genc-i Şeker, mucĂ‚hede yaparken ve dağlarda gezerken, bir gun cok susamıştı. Biraz su icmek icin bir kuyunun kenarına gitti. Fakat kuyudan su cekecek kovası ve ipi yoktu. Şaşkın ve cĂ‚resiz bir hĂ‚lde dururken, iki ceylanın oraya geldiğini ve suyun, kuyunun en ustune kadar yukseldiğini gordu. Ceylanlar su icip oradan ayrıldılar. Ferîduddîn Genc-i Şeker kuyunun yanına varınca, su aşağı cekildi. Bu hĂ‚diseyi gorup şaşırdığında; "YĂ‚ Rabbî! Hayvanlara suyu verdin ama insanları sudan mahrum etmenin bir sebebi vardır?" dedi. O anda ilĂ‚hî bir nidĂ‚ işitildi. Şoyle diyordu: "Hayvanlar bana ve benim rahmetime guveniyorlar ve suya kavuşuyorlar. Ama sen, ipe ve kovaya guvendiğin icin, sudan mahrum kalıyorsun." Bunu duyunca, Ferîduddîn Mes'ûd cok uzuldu. Bir damla su icmeden, tovbe icin kırk gun orucuna başladı. Bu orucları bittiğinde, ağzına biraz toz aldı ve toz derhĂ‚l şekere dondu. Bu anda, şu ilĂ‚hî nidĂ‚ işitildi: "YĂ‚ Ferîd! Tuttuğun kırk gun orucunu kabûl ettik ve seni sevdiğimiz dostlardan biri olarak sectik. Seni tatlı dilli, bağlılarımız arasına dĂ‚hil eyledik ve seni Genc-i Şeker yaptık."
Genc-i Şeker Multan'da ikĂ‚met ederken, CelĂ‚leddîn Suhreverdî oraya geldi. Genc-i Şeker'in medhini duyarak, onu ziyĂ‚ret etmeye gitti. Genc-i Şeker onu lĂ‚zım gelen hurmet ile karşıladı. CelĂ‚leddîn Suhreverdî de, elinde bulunan bir narı Genc-i Şeker'e verdi. Genc-i Şeker o anda oruclu olduğu icin, narı orada bulunanlara dağıttı. CelĂ‚leddîn Suhreverdî, Genc-i Şeker'in uzerindeki elbisenin tĂ‚mir edilemez derecede eskiliğini gordu. Bunun uzerine, îmĂ‚ yoluyla yedi sene boyunca bir elbiseye bile sĂ‚hib olamayan ve avret yerlerini sĂ‚dece uzun gomleği ile orten, BuhĂ‚rĂ‚lı bir velînin hikĂ‚yesini anlattı. GĂ‚yesi, Genc-i Şeker'in kanĂ‚atini ovmekti. CelĂ‚leddîn Suhreverdî oradan ayrıldıktan sonra, Genc-i Şeker, bir nar tĂ‚nesinin yerde durduğunu gordu. Onu aldı ve akşam orucunu acmak icin yedi. Bir tĂ‚neyi yer yemez, mĂ‚nevî Ă‚lemin yeni yeni manzaralarını gormeye başladığını fark etti. Narın hepsini kendisinin yemediğine pişmĂ‚n oldu. Hocası HĂ‚ce Kutbuddîn Multan'a geldiğinde, Genc-i Şeker durumu hocasına anlattı. O da; "Butun nardan sĂ‚dece senin yediğin bir tĂ‚ne, ilĂ‚hî sırların esrĂ‚rını hĂ‚vi idi." dedi.
Hocası, Kutbuddîn-i BahtiyĂ‚r KĂ‚kî el-Ûşî, kerĂ‚met ve yuksek firĂ‚seti ile vefĂ‚tının yaklaştığını anlayıp, kendisine vekîl, yerine halîfe olacak zĂ‚tın Ferîduddîn olduğunu bildiren haber ve eşyĂ‚larla, bir talebesini ona gonderdi. Bu gunlerde Ferîduddîn hazretleri de hocasını ruyĂ‚da gorup, kendisini Delhi'ye cağırdığını anlayınca hemen yola cıktı. Yolda, kendisine haber getiren talebe ile karşılaştı. Delhi'ye geldiler. Hocasının vefĂ‚tını oğrenince, elem, uzuntu ve derd icinde hocasının cenĂ‚ze namazını kıldı. Sonra kendisine bırakılan hırka, sarık ve nalinleri giyip, hocasının makĂ‚mına oturdu. Ceştiyye yolunun rehberi oldu. İnsanları irşĂ‚da, doğru yolu anlatmaya başladı.
Bu sırada, Bedreddîn-i Gaznevî isminde birisi, Kutbuddîn hazretlerinin vefĂ‚tından sonra vekîl olarak yerine gececek zĂ‚tın kendisi olduğunu bildirerek, bu haksız iddiĂ‚yı insanlar arasına yaydı. Genc-i Şeker, bu hĂ‚le cok uzulup, AcûzĂ‚n isimli beldeye gitti. Oranın ahĂ‚lisi musluman değildi. Orada kucuk bir kulubeye cekilip uzlete yalnızlığa devĂ‚m etti. Konuşup sohbet edecek kimse bulunmadığından, insanlar arasına karışmazdı. Kulubesinde ibĂ‚det ve tĂ‚at ile meşgûl oluyordu. Oranın ahĂ‚lisi, zamanla Ferîduddîn Genc-i Şeker'in kulubesine yonelir bir hĂ‚l aldılar. Bu zĂ‚ta cok muhabbet ettiler. Kendisinde bulunan guzel ahlĂ‚ka hayrĂ‚n olup, îmĂ‚n edenler oldu. Zamanla coğaldılar. Boylece, İslĂ‚mın girmediği bir yerde, İslĂ‚mın emir ve yasaklarına uyan, Ehl-i sunnet îtikĂ‚dını kabûl eden bir İslĂ‚m cemiyeti hĂ‚sıl oldu. Yirmi beş sene kadar orada ibĂ‚det, tĂ‚at ve irşĂ‚dla meşgûl olup, yalnız AcûzĂ‚n halkı değil, artık Pencab kabîleleri de irşĂ‚d dĂ‚iresinin icine girdi. O havası, suyu iyi olmayan yerde, o sert tabiatlı kişileri, sabırla, sıkıntı cekerek yumuşatıp, İslĂ‚mın guzel ahlĂ‚k sınırları icine cekti. Sozleri kılıctan tesirli oldu. Huzûrunda şehzĂ‚de ile dilenci bir tutulurdu. Bir mal verseler almaz, fakirce yaşamayı tercih ederdi. Onun bu hĂ‚lini goren binlerce insan musluman oldu. SĂ‚dece civĂ‚r kabîlelerden on altısı toptan İslĂ‚ma girdi.
Genc-i Şeker AcûzĂ‚n'a tamĂ‚men yerleşince, annesini Hotval'dan getirtmek icin, kardeşi Necîbuddîn Mutevekkil'i gonderdi. Kardeşi, annesini ata bindirip, kendisi yaya olarak AcûzĂ‚n'a doğru yola cıktı. Yolda, vahşî hayvanlarla dolu bir ormandan gecmek zorunda kaldılar. Yaşlı kadın, ormandayken oğlundan su istedi. Necîbuddîn, annesini bir ağac golgesine bırakarak su aramaya gitti. Bir sure sonra, su ile berĂ‚ber annesini bıraktığı yere geldiğinde annesi yoktu. Butun aramalara rağmen bulamadı. Cok kotu bir vaziyette AcûzĂ‚n'a dondu. Olanları ağabeyine anlattı. Bunun uzerine Genc-i Şeker, talebelerini de kardeşiyle birlikte oraya gonderdi. Onlar da aradılar, bulamadılar, Necîbuddîn aramadan donuşte, bir cantanın icinde birkac insan kemiği getirdi. Genc-i Şeker cantayı seccĂ‚desinin uzerine koydurdu. Fakat canta acıldığında hicbir şey gorulmedi. Necîbuddîn Mutevekkil ise, kemikleri dikkatle sardığını ve sĂ‚limen getirdiğini soyledi. Kemiklerin cantadan kaybolmasının ilĂ‚hî bir hĂ‚dise olduğu kabûl edildi. Bu olay uzerine, Genc-i Şeker, Allahu teĂ‚lĂ‚nın takdîrine sığındı. Annesinin rûhuna FĂ‚tiha okunmasını ve fakirlerin doyurulmasını istedi.
Bir gun Ferîduddîn Genc-i Şeker'in yanına birisi geldi. Genc-i Şeker ona bir şey verdi ve gitmesini soyledi. Fakat o kimse, Genc-i Şeker'in yanından uzun zaman ayrılmadı ve kullanmakta olduğu tarağı almak istedi. Bunun icin Genc-i Şeker'i cok rahatsız etti. Sonunda dayanamayan Genc-i Şeker ona; "Gidin beni rahatsız etmeyin. Allahu teĂ‚lĂ‚ seni cezĂ‚landırsın." dedi. O kişi oradan ayrıldı ve yıkanmak icin bir dereye girdi. Suya daldı ve bir daha cıkmadı.
Yine bir gun, Genc-i Şeker namaz kıldığı sırada, bir kimse dergĂ‚ha girdi. Cok edepsizce ve tĂ‚ciz edici bir şekilde Genc-i Şeker'e hitĂ‚ben, yuksek sesle; "Nedir burada yaptığın sahte gosteri? Kendini bir ilĂ‚h ilĂ‚n ediyor ve insanları kendine ibĂ‚det ettiriyorsun." dedi. Genc-i Şeker bu kişiye cok kibĂ‚r ve mutevĂ‚zî bir sesle; "Kardeşim, kendimi aslĂ‚ ilĂ‚h ilĂ‚n etmedim ve insanlara bana tapın demedim. Ben, Allahu teĂ‚lĂ‚nın onemsiz ve mutevĂ‚zî bir kuluyum. Dilediğine şeref ve şohret veren yalnız O'dur. Bu Ă‚cizin butun şohreti, Allahu teĂ‚lĂ‚nın ihsĂ‚nı sebebiyledir." dedi. Şahıs, bu tatlı ve yumuşak sozler karşısında saygısızlığına pişmĂ‚n oldu, tovbe etti ve ozur diledi. Bunun uzerine Genc-i Şeker onu affetti.
Bir zaman Genc-i Şeker, BağdĂ‚t'ta ŞihĂ‚buddîn Suhreverdî ile kalıyordu. ŞihĂ‚buddîn Suhreverdi, cok şiddetli bir diş ağrısına tutuldu. Ferîduddîn Şeker'den, bu ağrının gecmesi icin duĂ‚ etmesini istedi. O da; "YĂ‚ Rabbî! ŞihĂ‚buddîn'in ağrısını tamĂ‚men gecir ve onun ağrısını bana ver!" diye duĂ‚ etti. DuĂ‚sı kabûl oldu ve diş ağrısı kendisine gecti. O zaman ŞihĂ‚buddîn Suhreverdî; "YĂ‚ Rabbî! Ferîd benim hakîkî dostum ve arkadaşımdır. Onu diş ağrısından kurtar!" diye duĂ‚ etti. Bu duĂ‚ da kabûl edildi. Ferîduddîn Genc-i Şeker de iyileşti.
Bir gun Muhammed ŞĂ‚h adında bir talebesi, Genc-i Şeker'in yanına geldi. Cok uzuntulu bir hĂ‚li vardı. Genc-i Şeker sebebini sorunca kardeşinin komada olduğunu soyledi. Bunun uzerine Genc-i Şeker; "Ama kardeşin şimdi cok iyi, boşuna endişeleniyorsun." dedi. Muhammed ŞĂ‚h eve donduğunde, kardeşini, sapasağlam buldu.
Genc-i Şeker'i gormek icin, bir gun Arabistan'dan birkac fakir geldi. Yabancı olduklarını, butun paralarının bittiğini Genc-i Şeker hazretlerine bildirdiler. O da, bunlara o anda onunde duran kuru hurmalardan biraz verdi ve; "Bunları alın ve gidin, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle yolculuğunuzu tamamlarsınız." dedi. Onlar şaşkın ve bu ucuz hediyeyi buyuk velîye yakıştıramaz bir hĂ‚lde dergĂ‚htan cıktılar. Hurmaları atmak istediler, o anda hurmaların altına donduğunu gorup hayrette kaldılar.
NizĂ‚muddîn EvliyĂ‚ iyileşmez bir hastalık sĂ‚hibine Genc-i Şeker'e gitmesini tavsiye etti. O kişi Ferîduddîn Şeker'e gitti. O da bir kĂ‚ğıda; "Allah KĂ‚fî, Allah ŞĂ‚fî." yazıp, gelen kişiye vererek boynuna takmasını soyledi. O kişi bu yazılı kĂ‚ğıdı takar takmaz, tutulduğu ve uzun zaman gecmeyen hastalıktan kurtuldu.
Şeyh Ârif SevastĂ‚nî, Genc-i Şeker'in talebelerinden biriydi. Lahor vĂ‚lisi, AcûzĂ‚n'daki Ferîduddîn Genc-i Şeker'e verilmek uzere, Ârif SevastĂ‚nî'ye yuz dînĂ‚r verdi. Şeyh Ârif, AcûzĂ‚n'a varınca, hocasına sĂ‚dece elli dînĂ‚r verdi. Buyuk velî, gulumseyerek; "Ârif, sen cok hoş bir arkadaşsın, bu hediyeyi yarı yarıya boluşturerek tam kardeş payı yaptın." dedi. Bunun uzerine Ârif SevastĂ‚nî cok şaşırdı ve sarardı. Kalan elli dînĂ‚rı da cıkardı ve hatĂ‚sı icin ozur diledi. Genc-i Şeker; "Sûfî her zaman durust olmalıdır. Yoksa mukemmelliğe erişemez." dedi. Bu îkĂ‚zdan sonra yuz dînĂ‚rın hepsini Ârif SevastĂ‚nî'ye verdi ve tovbesinden sonra onu yeniden talebeliğe kabûl etti.
Delhili bir genc, talebe olmak uzere Ferîduddîn Genc-i Şeker'in aşkıyla AcûzĂ‚n'a gidiyordu. Yolda bir kadın, gence Ă‚şık oldu. Başlangıcta genc, kadından sakınmak icin elinden geleni yapmasına rağmen, kadın onu kendisine meylettirmeye muvaffak oldu. Delikanlı tam elini kadına uzatacağı sırada, bir adam Ă‚niden gelip gencin suratına bir tokat attı. "Ferîduddîn Genc-i Şeker'e tovbeni arz etmeye giderken, burada bu gunahı işlemeye hazırlanmaktan hic utanmıyor musun?" dedi ve kayboldu. Delikanlı cok utandı ve kadından uzaklaştı. Yoluna devĂ‚m ederek AcûzĂ‚n'a vardı ve Genc-i Şeker'in huzûruna cıktı. O zaman Ferîduddîn hazretleri; "Sevgili oğlum, bir kadının ağına duştun. Ama Allahu teĂ‚lĂ‚ seni gunahtan korudu." deyince, delikanlı hayrete duştu. CĂ‚nı gonulden tovbe ederek, Ferîduddîn Genc-i Şeker'in talebelerinden oldu.
Bir gun Ferîduddîn Genc-i Şeker'e ihtiyar bir kadın geldi. Ne istediği sorulduğunda, kadın ağlıyarak; "Ey mubĂ‚rek velî, biricik oğlum yirmi senedir eve uğramadı. Onun sağ olup olmadığını bile bilmiyorum. Fakat ayrılık acısı beni yarı olu yaptı." dedi. Kadının bu acıklı durumu, Ferîduddîn Genc-i Şeker'i cok uzdu. Bir muddet murĂ‚kabeye daldı. Sonra kadına; "Git, oğlun geldi." dedi. İhtiyar kadın eve doğru giderken oğluyla karşılaştı. Sevincle evlerine gittiler. Kadın oğluna nerelerde olduğunu sordu. Oğlu; "Anneciğim! Buradan 2500 km uzaktaydım. Bugun hic arzum olmadığı hĂ‚lde, Ă‚niden şiddetli bir şekilde icime seni gorme isteği duştu. Nehrin kenarına dikilip duşunurken, cok guzel ve muhterem bir simĂ‚ onumde gorundu ve cĂ‚resizliğimin sebebini sordu.Sıkıntımı anlatınca; "Eve donduğunu duşun." dedi. Ona inanmadım. Ama o, gozlerimi kapayıp elimi eline vermemi istedi. İsteksizce denilenleri yaptım. Sonra gozlerimi actığımda, kendimi burada buldum." diye anlattı. İhtiyar kadın, oğlunun başından gecenlerle Ferîduddîn hazretleri arasındaki bağı anlayıp, sevinc goz yaşları icinde ona teşekkur etti.
Ferîduddîn Genc-i Şeker, bu dunyĂ‚ya, Allahu teĂ‚lĂ‚ya muhabbet ve bağlılık icinde geldi ve o halde vefĂ‚t etti. VefĂ‚tından birkac gun once, talebelerinden olan Şems DĂ‚bîr, NizĂ‚mî'nin meşhûr Farsca mesnevîsinden Ferîduddîn Genc-i Şeker'e bir beyt okudu. Bu beyt, Genc-i Şeker'i kendinden gecirdi. Kendine gelince gomleğini Şems DĂ‚bîr'e verdi. Buyuk velî, sonraki gunlerde tam bir suskunluğa burundu. SĂ‚dece Kur'Ă‚n-ı kerîm okumak ve namaz kılmak icin konuşurdu. Talebeleri hastalandı zannettiler. Cağırılan doktoru kabûl etmedi ve Emîr Husrev'in şu beytini tekrarladı: "Ey cĂ‚hil hekim! Yatağımdan git. Aşk kurbanları icin sevgiliye kavuşmaktan başka ilĂ‚c yoktur."
Genc-i Şeker'in, Muharrem ayının beşinde durumu ağırlaştı. Yatsı namazından sonra şuûrunu kaybetti. Tekrar kendine geldiğinde, orada bulunanlara; "Yatsı namazını kıldım mı?" diye sordu. Oradakiler kıldığını soylediler. O tekrar abdest alıp; "Belki bir daha namaz kılmaya fırsat bulamam." diyerek nĂ‚file namaz kıldı. Sonra tekrar sekerĂ‚t hĂ‚line gecti. Bir sure bu hĂ‚lde kaldıktan sonra, tekrar kendine geldi.Yine abdest alıp nĂ‚file namaz kılmak icin namaza durdu. Secdedeyken, duyulacak şekilde; "YĂ‚ Hayyû, yĂ‚ Kayyûm." dedi ve 1265 (H.664) senesinde rûhunu teslim etti. O anda şoyle bir nidĂ‚ duyuldu: "Dost, dosta kavuştu." Ferîduddîn Genc-i Şeker'in vefĂ‚t haberi Hindistan'da buyuk bir yangın gibi yayıldı. CenĂ‚zesi cok kalabalık oldu.
Multan'daki turbesi, gunumuze kadar ziyĂ‚retgĂ‚h olup, onu sevenler tarafından ziyĂ‚ret edilerek, rûhĂ‚niyetinden feyz alınmaktadır. Turbesi, bilhassa, vefĂ‚tının sene-i devriyesi olan Muharrem ayının beşinci gununde, Pakistan'ın ve Hindistan'ın ceşitli şehirlerinden gelen binlerce ziyĂ‚retci ile dolup taşmaktadır.
Hocası gibi vefĂ‚t edeceğini anladığı zaman, kendisine cok bağlı olan talebelerinin en yukseği AlĂ‚uddîn AliSĂ‚bir'i halîfe olarak bıraktı. Bu buyuk velî, hocası Genc-iŞeker hazretlerinin vefĂ‚tından sonra Delhi'ye gelip, Ceştiyye yolunu yaymaya devam etti.
Genc-i Şeker'in vefĂ‚tından sonra geriye kalan beş oğlu ve uc kızının her birisi, sĂ‚f kalpli, evliyĂ‚ yolunda yuksek derece sĂ‚hibi temiz kimselerdi.
Kızlarından birini, talebelerinden ve EsrĂ‚r-ul-EvliyĂ‚ kitabının yazarı olan Bedreddîn İshĂ‚k bin Ali BuhĂ‚rî Dehlevî ile evlendirmişti. 1293 (H.692) yılında vefĂ‚t eden Bedreddîn İshĂ‚k BuhĂ‚rî, Şeker Genc hazretlerinin pek kıymetli sozlerini, bahsi gecen EsrĂ‚r-ul-EvliyĂ‚ kitabında guzel bir şekilde yazıp, nice kimsenin duĂ‚sına kavuştu. Genc-i Şeker'in soyundan gelenler, hĂ‚lĂ‚ mevcûd olup, kıymetlerini bilenler tarafından hurmet edilmekte, hatırları sayılmaktadır.
Genc-i Şeker'in sohbetlerine doyum olmazdı. Konuşmaları ve dersleri, sĂ‚dece talebelerini değil, kendine duşman olanları bile cezbederdi. Allahu teĂ‚lĂ‚nın kendisine verdiği yuksek makĂ‚ma rağmen hic kibirlenmez, koylu, sultan, dilenci, kim olursa olsun, herkesi aynı şekilde, nezĂ‚ket ve guler yuzle karşılardı. Onu dinlemek şerefine kavuşanlar, tatlı sohbetinden hic bıkmaz ve sıkılmazdı. Lakabı gibi tam bir şeker hazînesi idi.
Ferîduddîn Genc-i Şeker, Allahu teĂ‚lĂ‚dan başka kimseden korkmazdı. Kalbi cok yumuşak olup, Allah korkusu ile doluydu. Allahu teĂ‚lĂ‚nın korkusu, hayĂ‚tına hĂ‚kimdi. İlĂ‚hî gerceklerden bahs edilince cocuk gibi ağlamaya başlar ve Allah korkusundan saatlerce baygın kalırdı.
Genc-i Şeker, Peygamber efendimizin tam Ă‚şığı idi. MubĂ‚rek sozlerinden ve hayĂ‚tından
bahsedildiği zaman, ekseriya ağlamaya başlardı. Peygamber efendimizin sunnet-i seniyyesine sıkı sıkıya sarılır ve butun muslumanlara da Resûl-i ekremin sunnetine uymalarını nasîhat ederdi. Peygamber efendimizin vefĂ‚tından bahsedilen bir mecliste, Ferîduddîn Genc-i Şeker derin bir nefes alarak; "Allahu teĂ‚lĂ‚, butun kĂ‚inĂ‚tı O'nun icin yarattığı Sevgili Peygamberini bu dunyĂ‚da tutmadığı hĂ‚lde, benim ve sizin değeriniz nedir, neyimize guvenip de kendimizle ovunuruz? Hayattayken, kendimizi bizden oncekilerle karşılaştırmalı, gozlerimizden dunyĂ‚ hayĂ‚tının yalancı maskesini sıyırmalı, kendimizi her an olume hazır tutmalıyız. Oyle ki, kıyĂ‚met gununde yuzumuz kara cıkmasın." buyurdu.
Ferîduddîn Genc-i Şeker canlı bir tevĂ‚zu timsĂ‚liydi. Kendisinden; fakîr, Ă‚ciz, diye bahsederdi. Bu ifĂ‚deleri sĂ‚dece konuşmaya mahsus olmayıp, butun yazışmalarında da kullanırdı. Genc-i Şeker'in talebeleri arasında guclu sultanlar, tanınmış hĂ‚kimler ve zenginler de vardı. Bunlar, devamlı ziyĂ‚retine gelirdi. Hepsine karşı en ufak bir buyukluk veya kucukluk hissi vermeden muĂ‚mele ederdi. Genc-i Şeker cok misĂ‚firperverdi. DergĂ‚hına bir gun bir sûfî geldi. Evde mısırdan başka yiyecek yoktu. MisĂ‚firi cok sevdiğinden, Genc-i Şeker mısırları oğutup un yaptı ve ekmek pişirdi. Sonra misĂ‚firine ikrĂ‚m etti. O sûfî cok memnun olarak: "SaĂ‚detine ve zenginliğine duĂ‚cıyım. HayĂ‚tımın en değerli hazînesi olarak sakladığım mĂ‚nevî zenginliğimi sana verdim." dedi.
Ferîduddîn Genc-i Şeker'in cok zengin talebeleri olmasına rağmen, kendisi devamlı fakirlik icinde yaşadı. Omrunu basit bir catı altında gecirdi. Kendisi ve yakınları gunlerce ac kalmışlar, o civarda yabĂ‚nî bir ağacın yaprağını yıllarca yemişlerdi. Genc-i Şeker, borc almaktansa ac dolaşmayı tercih ederdi ve:
"Bir borclu, borclu olduğu hĂ‚lde olurse, kıyĂ‚mette alacaklısının onunde mahcûb olur. Borclu ile kanĂ‚at arası, doğu ile batı kadar uzaktır. Sûfînin, odunc almaktansa olmesi daha iyidir." derdi. Bir gun evde hic tuz kalmamıştı.Talebesi NizĂ‚muddîn EvliyĂ‚, hırkasını bakkala rehin bırakıp, hocasına tuz almıştı. Genc-iŞeker hazretleri corba kĂ‚sesine elini uzatıp bir lokma alır almaz, elinin ağırlaştığını hissedip geri cekti ve; "Bu yemek isrĂ‚f kokuyor." dedi. NizĂ‚muddîn EvliyĂ‚ korkudan titremeye başladı ve; "Bu yemeğin tuzu hĂ‚ric, hepsini her zamanki gibi ormandan topladık, ama tuzu borcla aldık." diye îtirĂ‚fta bulundu. Bunun uzerine Genc-i Şeker; "O hĂ‚lde hicbirimiz bundan yiyemeyiz. Borcla yemek yapıp yemek sûfîlerin Ă‚detine ve prensiblerine aykırıdır" dedi ve o yemeği fakirlere dağıttı.
Ferîduddîn Genc-i Şeker, yerde yatardı. KıyĂ‚feti cok sĂ‚de ve yamalıydı. Bir defĂ‚sında gomleği yamanamayacak hĂ‚le geldiğinden, talebeleri ona yeni bir gomlek getirdiler. Bunu giyince; "Bu yeni gomlekte eskisinin rahatlığı ve zevki yok." dedi. Ferîduddîn Genc-i Şeker, kendisine verilen hediyelerin hepsini fakirlere dağıtırdı.
Yine bir gun dort şahıs gelerek, sebepsiz yere Ferîduddîn Genc-i Şeker'e iftirĂ‚ etmeye, sacma sapan iddiĂ‚larda bulunmaya başladılar. Buyuk velî Genc-i Şeker, bunlara aldırış etmeden, onlarla tevĂ‚zu ile kibarca konuşmaya, onları memnun etmeye calıştı. Ayrılmak istediklerinde, onlara belli bir yoldan gitmemelerini, onlar icin bu yolun tehlikeli olacağını haber verdi. Onlar gittikten bir muddet sonra, Ferîduddîn Genc-i Şeker orada hazır bulunanların merak nazarları altında ağlamaya başladı. Sonradan anlaşıldı ki, o kimseler, onun îkĂ‚zına uymayarak, gittikleri yolda buyuk bir fırtına sonunda helĂ‚k olmuşlar. Genc-i Şeker ise bu tĂ‚lihsizlere acıdığı icin ağlıyormuş.
FĂ‚risî 68 sahifelik RĂ‚hat-ul-Kulûb kitabı ve başka eserleri vardır. Ebu'l-Hasan-ı ŞĂ‚zilî hazretlerine; "Hangi kitapları yazdınız?" diye suĂ‚l edildiğinde, talebelerini gosterip; "Benim murîdlerim (talebelerim) benim kitaplarımdır." buyurdu. İşte Ferîduddîn-i Genc-i Şeker de oyleydi. Herbiri cok kıymetli ve yuksek bircok talebe yetiştirdi. İfĂ‚de ve mĂ‚nĂ‚ bakımından cok guzel şiirler yazardı. Şu kıta onun şiirlerindendir:
Hicbir gece yoktur ki, kalbim kan ağlamasın,
Hicbir gunduz yoktur ki, yuzden nĂ‚mus akmasın.
Omrumde hicbir tatlı şerbet icmedim ki, o,
Gozlerimden yaş diye akıp da damlamasın.
Ferîduddîn-i Genc-i Şeker sohbetlerinde sık sık buyururdu ki:
"İnsanların en akıllısı, dunyĂ‚ya gonlunu kaptırmayanlardır. En zengini de kanĂ‚at edenlerdir."
"Başkalarının almak istemediği malın satıcısı sen olma!"
"Herkesin yemeğinden yeme! Fakat herkese yemek yedir!"
"Gunah olan bir şeyde kendine karşı sert ol!"
"Kalbini şeytanın oyuncağı yapma"
"İcine, dışından cok îtinĂ‚ goster!"
"Âile ve yol buyuklerine hurmetkĂ‚r ol!"
"Sana saygı gosterene saygılı davran!"
"Sıhhatinin kıymetini bil!"
"Senden korkandan kork!"
"Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevgili kulları ile oturup kalkmada, Allahu teĂ‚lĂ‚yı hĂ‚tırından cıkarma!"
"Hicbir şey, kaybedilmiş vakti telĂ‚fi edemez."
"Makam icin, ne kadar muhim olsa da, şahsiyetinizi vermeyin. Kendinizi kucultmeyin!"
"RiyÂzet, nefs-i emmÂreyi yenmektir. Uzlet ise onu hapsetmektir."
"Bir kimsenin bir murşidi yoksa, yĂ‚ni bir kimse kendisini irşĂ‚d edecek, kendisine doğru yolu gosterecek bir kĂ‚mil velî bulamazsa, boyle buyuk zĂ‚tların kitaplarını okusun ve onlara uysun!"
"Hergun bir fazîlete daha kavuşmaya calışınız!"
"Başkalarına iyilik yaptığın zaman kendine iyilik yaptığını bil."
"Kalbin Allahu teĂ‚lĂ‚ya olan bağlılığındaki sevinci gideren şeyi terk et!"
"Duşman ne kadar emîn ve incitmesiz gorunse de, ısırmasından kendini emîn tutma!"
"Maddî arzuları tatmin peşinde olma! Yoksa, arzu ateşi daha cok alevlenir."
"Kibirlilere karşı kibirli olmak liyĂ‚katini elden kacırma!"
"MisĂ‚fir ağırlamada dahî isrĂ‚f helĂ‚l değildir."
"Tasavvuf talebesi olan bir sûfîde şu vasıflar bulunmalıdır:
1) Allahu teĂ‚lĂ‚ya muhabbet ve bağlılığından dolayı, kendini ve dunyĂ‚yı unutmalıdır. 2) Ne kadar ciddî olursa olsun, başkalarının kusûrlarını gormezden gelmelidir. 3) Harama gozlerini kapamalıdır. 4) Butun istenmeyen şeyleri duymamalı, kotu şeylere karşı sağır olmalıdır. 5) Dilsiz olmalı, soylenmeyecek sozleri soylememelidir. 6) Seni, her an arzulanmayan yerlere suruklemeye calışan alcak nefsinin peşinden koşmamalısın.
Eğer bu sıfatlar bir sûfîde yoksa, o dupeduz bir yalancı sahtekĂ‚rdır. DunyĂ‚ malına ve şerefine sĂ‚hib olmayı arzulayan bir sûfî, sûfî değildir. O, sûfîlere kotuluk getiren bir aldatıcıdır."
"Altı ceşit tovbe vardır: 1) Kalp ile tovbe: Kalben butun kotu arzularını firenler ve onler. Kıskanclığı ve nefsin diğer arzularını oldurur. Kul ile Allahu teĂ‚lĂ‚ arasındaki perdelerin kalkmasına yardım eder.2) Dil ile tovbe: Kotu sozler soylemekten dili alıkoymak ve onu devamlı Allahu teĂ‚lĂ‚yı zikre ve Kur'Ă‚n-ı kerîm okumaya alıştırmak demektir. Muhabbet yolunda sĂ‚dece diline hĂ‚kim olabilen ve onu zikirde kullananlar muvaffak olurlar. Tek başına kalb ile tovbe, Allahu teĂ‚lĂ‚ya kavuşmak icin yeterli değildir. Kulaklar, gozler eller ve nefs kalbin kolesidirler. Bu yuzden bunlar, dil ile yapılan tovbe ile kontrol edilebilirler. 3) Goz ile tovbe: Harama bakmamak ve başkalarının kusûrlarını gormemektir. 4) Kulak ile tovbe: Sûfîlerin kulağı, Allahu teĂ‚lĂ‚nın zikrinden başka birşey duymamalıdır. 5) Ayak ile tovbe: Ayakları haramlardan ve kotuluklere gitmekten korumaktır. 6) Nefs ile tovbe: Nefsin arzularını firenliyerek yapılan tovbedir. Bu tovbelerin dışında; tovbe-i hĂ‚l, tovbe-i mĂ‚zi ve tovbe-i mustakbel olmak uzere uc tovbe daha vardır. Tovbe-i hĂ‚l: Yeni işlediği gunahlara tovbe etmek ve ileride işlememeye yemin etmektir. Tovbe-i mĂ‚zi: Gecmişte yapmış olduğu gunahlar icin tovbe etmektir. Tovbe-i mustakbel: Gelecekte hic gunah işlememek icin Allahu teĂ‚lĂ‚ya yalvarmaktır."
"Sûfîlerde bulunması gereken husûsiyetlerden bĂ‚zıları şunlardır:
1) Sûfî'nin, kalbinde hicbir kir ve kotuluk olmaz. 2) Tasavvuf, Allahu teĂ‚lĂ‚ ile yakın dostluk demektir. 3) Sûfîler, mutlak suskunluk icindedirler ve ilĂ‚hî nûrun etkisi altında şaşkın bir vaziyettedirler."
"Tasavvuf, bir insanın mĂ‚nevî ve dînî hayĂ‚tının ve işlerinin bir nizĂ‚ma bağlanmasıdır. Allahu teĂ‚lanın velî kulu, dunyĂ‚ ile ilgisi kesik olmasına karşılık, dunyĂ‚ işlerine tepeden bakmaz ve bu işler hakkında kotu konuşmaz. YĂ‚ni dunyĂ‚ icin ne sevgisi ne de nefreti vardır."
"Sûfî ne kadar cok uzuntu, acı ve yalnızlık cekerse, Allahu teĂ‚lĂ‚ya o kadar yaklaşır. HĂ‚ce Muînuddîn Ceştî, îmĂ‚nının kuvvetlenmesi icin, Allahu teĂ‚lĂ‚nın kendisine daha fazla sıkıntı, acı ve uzuntu vermesi icin surekli duĂ‚ ederdi."
"İnsana her ne gelirse, Allahu teĂ‚lĂ‚dan gelir."
"Nefsi firenlemek, Allahu teĂ‚lĂ‚ya yaklaşmak demektir."
"İnsana sıkıntı ve uzuntu gelirse, gunahlarından temizlendiğini duşunmelidir.Butun muhabbet ve sıkıntıların Allahu teĂ‚lĂ‚dan geldiğini duşunmelidir."
"DunyĂ‚nın aldatıcı guzelliklerinin ve suslerinin peşinde koşmayın. Bunlar, size sonunda acı getirir."
"Allahu teĂ‚lĂ‚dan zenginlik istiyorsanız, kendinizi hırs ve kıskanclıktan koruyun."
"Allahu teĂ‚lĂ‚ ile konuşmak isteyen, Kur'Ă‚n-ı kerîm okumalıdır."
"KanĂ‚atkĂ‚r olan, ansızın Allahu teĂ‚lĂ‚nın nîmetlerine kavuşur."
"Allahu teĂ‚lĂ‚yı hatırlamayanlar, oluler gibidirler."
"DunyĂ‚da uc ceşit insan vardır:
1) Her zaman dunyĂ‚yı sevip ona tapanlar. 2) DunyĂ‚yı kendilerine duşman bilip onu terk edenler. 3) DunyĂ‚yı ne dost, ne de duşman bilmeyip, orta yol tutanlar. Bunlar, diğer iki sınıftan daha iyidirler."
KENDİNİ YERDE BULDU
Ferîduddîn Mes'ûd Genc-i Şeker, bir gun talebeleriyle bir mecliste otururken, bircok esrarlı işlerde usta olan bir yogi iceriye girdi. GĂ‚yesi uzun suredir şohretini duyduğu velînin mĂ‚nevî gucunu tesbit etmekti. Genc-i Şeker'i gorur gormez kendini yerde bulan yogi, kalkmak istediyse de kalkamadı. Genc-i Şeker ona başını kaldırmasını soyledi, fakat yogi ne başını kaldırabildi, ne de konuşabildi. Genc-i Şeker şiddetle ısrĂ‚r edince, yogi buyuk bir guclukle başını kaldırdı ve titrek bir sesle:
"Sizin heybetiniz beni o kadar etkiledi ki, konuşamıyorum." dedi. Bunun uzerine Genc-i Şeker orada bulunanlara hitĂ‚ben:
"Bu, kendi gucunun gurûru ile benim karşımda ovunmeye gelmişti. Fakat Allahu teĂ‚lĂ‚ kibirlenmeyi aslĂ‚ sevmez. Kibrine tovbe etmemiş olsaydı, olunceye kadar bu durumda kalırdı." buyurdu.
Bu durumdan sonra, yogi ve adamları musluman olup Ferîduddîn Genc-i Şeker'in talebelerinden oldu.
İSTEDİĞİN BİR ŞEY VAR MI?
Şems DĂ‚bîr, zamĂ‚nının bilgili şĂ‚irlerinden biriydi. Genc-i Şeker'den ders almıştı. Bir gun hocası Ferîduddîn Şeker'in huzûrunda bir kasîde okudu. Bu kasîde hocasının cok hoşuna gitti ve ona; "Bu fakirden istediğin bir şey var mı?" diye sordu. O da; "Efendim, annem cok yaşlıdır ve yardıma muhtactır. Fakat ben, fakirliğim yuzunden ona karşı vazifemi yapamıyorum." dedi. Genc-i Şeker; "PekĂ‚lĂ‚, biraz Allah rızĂ‚sı icin sadaka getir." dedi. O da biraz bozuk para getirdi. Genc-i Şeker bu parayı oradakilere dağıttı. Bundan sonra Genc-i Şeker, Şems DĂ‚bîr'in zengin olması icin duĂ‚ etti. Birkac ay sonra Şems DĂ‚bîr Delhi'deki Sultan NĂ‚sıruddîn Mahmûd tarafından iyi bir vazifeye tĂ‚yin edildi. Daha sonra SultĂ‚nın hazînedĂ‚rı oldu. Şems DĂ‚bîr, Sultan NĂ‚sıruddîn'in yerine gecen Sultan Balban zamĂ‚nında bile bu makamda kaldı ve kalan omrunu Genc-i Şeker'in bereketiyle refah icinde gecirdi.
FERİD İCİN BİR ŞEYLER YAPIN
Ferîduddîn Genc-i Şeker herkesi sever ve bağışlardı. Kendisini oldurmeye gelen en azılı duşmanlarını bile bağışlar ve kimseyi sıkıntı icinde gormeye dayanamaz, derhĂ‚l yardım elini uzatırdı. AcûzĂ‚n'da bir memur, bir gun Genc-i Şeker'den hukumetin tĂ‚kibĂ‚tına karşı yardım istedi. Genc-i Şeker'in yumuşak kalbi anlatılanlara cok uzuldu. VĂ‚liye bir mesaj yazarak; "Ferîd icin bir iyilik yapın ve bu fakir arkadaşı cezĂ‚landırmayın." ricĂ‚sında bulundu. Fakat vĂ‚li soz dinlemedi, aksine o kişiyi daha da sıkıntıya soktu. Genc-i Şeker, vĂ‚liye kızacak veya kendi talebesi ve cok Ă‚dil bir insan olan sultĂ‚na bildirecek yerde, o kişiye haber gondererek; "Anlaşılıyor ki, sen de emrin altındaki insanların sıkıntılarına kulağını tıkamışsın." dedi. VĂ‚li kabahatini anladı ve; "Evet ben katı kalbliyim, fakat bugun tovbe ediyorum. Bundan sonra kimseye sıkıntı vermeyeceğim." dedi.
Bir zaman sonra da vĂ‚li memurdan memnun oldu ve onu mukĂ‚fatlandırdı. Ozur dileyerek, kimseye sıkıntı vermeyeceğini ifĂ‚de etmek uzere Genc-i Şeker'in dergĂ‚hına geldi. Boylece zĂ‚limle mazlumun davranışını, sĂ‚dece sevgi ve ihsĂ‚n yoluyla duzeltmiş oldu.
1) KĂ‚mûs-ul-A'lĂ‚m; c.5, s.3404
2) Siyer-ul-EvliyÂ
3) RĂ‚hat-ul-Kulûb (NizĂ‚muddîn EvliyĂ‚)
4) FevĂ‚id-us-SĂ‚lihîn
5) Delîl-ul-Ârifîn
6) Tam İlmihĂ‚l SeĂ‚det-iEbediyye (49. Baskı); s.1149
7) Siyer-ul-AktÂb; s.161
8) AhbÂr-ul-AhyÂr; s.58, 73
9) Hediyyet-ul-Ârifîn; c.1, s.201
10) NesÂyim-ul-Mehabbe; s.326
11) Persian Literature; c.2, s.941
12) EsrĂ‚r-ul-EvliyĂ‚ (Bedreddîn İshak Luknov-1876)
13) Sefînet-ul-EvliyĂ‚; s.96
14) Hazînet-ul-AsfiyĂ‚; c.1, s.287
15) CevĂ‚hir-i Ferîdi (AliAsgar Ciştî, Lahor, 1884)
16) The Big five of India in Sufism; s.50
17) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.271
Alıntı#
__________________
Ferîduddîn Genc-i Şeker
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●54 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Ferîduddîn Genc-i Şeker