Hazreti Huseyin'in (ra)oğlu ve Hazreti Ali'nin (ra)torunudur. On iki imamın dorduncusudur. Tabiinin buyuklerinden olup, buyuk sahabelerin coğunu gormuştur. RisÂle-i Nur'da, Hazreti Huseyin'in soyundan gelen manevi mehdi hukmunde olduğu belirtilmektedir. (Mektubat, s. 100)O da şehit edilenlerdendir. Hazreti Huseyin'in neslini devam ettirmesinden oturu Seyyidu'l-Sacidin olarak anılmıştır. Buyuk takva sahibi ve ibadete duşkunluğunden oturu, ibadet edenlerin susu manasına gelen "Zeynelabidin" lakabıyla meşhur olmuştur. Kunyesi Ebu Muhammed (veya Ebu'l-Hasan)Ali bin Huseyin bin Ali bin Ebi Talib şeklindedir.



Asıl adı Ali olan Zeynelabidin, 658 yılında (bazı kaynaklara gore 655 veya 666)Medine'de doğdu. Babası Hazreti Huseyin (ra)ve annesi de Acem sultanının kızı olan Şehr-i Banu Gazele'dir. İran'ın fethinden sonra esir alınan sultanın uc kızından biri olup, Hazreti Ali (ra)tarafından Hazreti Huseyin ile evlendirilmiş ve bu izdivactan Zeynelabidin dunyaya gelmiştir. Fitnenin yoğun bir şekilde yaşandığı bir donemde yaşadığı icin o da donemin ızdıraplarından nasibini almıştır. Kerbela faciasında başta babası Hazreti Huseyin (ra)olmak uzere, cok sayıda muminin şehit edilmesine şahit olmuştur.



Zeynelabidin, Kerbela faciasının yaşandığı sırada orada bulunuyordu. Ancak, yataktan kalkamayacak kadar hasta olması ve tabii olarak carpışmalara katılmamasından oturu hayatta kaldı. Oysa ki, ailesinin buyuk ekseriyeti şehit oldu. Once Yezid'in yanına goturuldu. Yezid, kendisine iyi muamelede bulundu. Daha sonra Yezid'in yanından ayrılarak Medine'ye gitti ve buraya yerleşti. Omrunun sonuna kadar da siyasi olaylardan uzak kalmaya buyuk itina gosterdi. Yezid'e karşı burada meydana gelen ayaklanmaya ve isyana katılmadı.



RisÂle-i Nur'da, Ehl-i Beyt'in başına gelen bu feci hadisenin kader noktasındaki hikmetine temas edilmektedir. Bu mubarek insanlar haklı oldukları, hareket noktaları ve ortaya cıkış amacları tamamen doğru olduğu halde, İlahi kaderin, onların mağlubiyetine cevaz vermesine acıklık getirilmektedir: "Hasan ve Huseyin ve onların hanedanları ve nesilleri, mÂnevî bir saltanata namzet idiler. Dunya saltanatı ile mÂnevî saltanatın cem'i gayet muşkuldur. Onun icin onları dunyadan kusturdu, dunyanın cirkin yuzunu gosterdi-tÂ, kalben dunyaya karşı alÂkaları kalmasın. Onların elleri muvakkat ve surî bir saltanattan cekildi; fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı mÂneviyeye tayin edildiler. Âdi valiler yerine, evliya aktablarına merci oldular." (Mektubat, s. 58-59)İşte, Bediuzzaman'ın bu izahatına, yani Ehl-i Beyt'in dunyadan kusmelerine onemli bir ornek Zeynelabidin'dir. Yezid'in, komutan ve valilerinin tum yanlışlarına rağmen, Muslumanların zarar gormemesi ve fitnenin devam etmemesi icin musbet hareket ettiği acık bir şekilde gorulmektedir. O, siyasi cereyanlardan cok, yonunu iman ve Kur'an hizmetinde yoğunlaşarak tayin etmiştir.



Peygamber Efendimizin (asm), torunları Hazreti Hasan ve Huseyin'e gosterdikleri sevgi ve ilgi, bu mubareklerin soyundan gelecek olanları da kapsamaktadır. Onları sevip okşamasında Zeynelabidin ve diğerlerinin de hissesi vardır. "Hem Hazret-i Huseyin'e karşı gosterdikleri fevkalÂde ehemmiyet ve şefkat, Hazret-i Huseyin'in (r.a.)silsile-i nuraniyesinden gelen ZeynelÂbidin, Cafer-i Sadık gibi eimme-i Âlişan ve hakikî verese-i Nebeviye gibi cok mehdîmisal zevÂt-ı nuraniyenin namına ve din-i İslÂm ve vazife-i RisÂlet hesabına boynunu opmuş, kemÂl-i şefkat ve ehemmiyetini gostermiştir." (Lem'alar, s. 26)



Zeynelabidin, Medine'de omrunu iman hizmetine ve ibadete adadı. Ozellikle ibadetteki hassasiyetiyle meşhur oldu. İbadete olan duşkunluğunden dolayı; kulların ziyneti, susu anlamına gelen "Zeynelabidin" lakabıyla anıldı. Her abdest alışında adeta başka aleme gider ve rengi sararmaya başlardı. Renginin ve dunyasının değiştiğini gorenler, merak edip sebebini sorduklarında; "Huzuruna cıktığım Zat'ı duşunmek, benim dunyamı değiştiriyor, tefekkur alemimi kaplıyor. Bu alemle alakam, o yuzden kesiliyor, değişik ruh haline giriyorum." (Ahmed Şahin, Ornek Yaşayışlarıyla İslam Buyukleri, YAY., s. 61-62)cevabını verirdi.



Zeynelabidin ve soyundan devam edegelen Ehl-i Beyt mensupları, Sunnet-i Seniyye'nin en onemli takipcileri ve devam ettiricileri oldular. En sağlam ve selametli yol, Kur'an-ı Kerim'in her asra gore tayin ettiği olcu, en onemli rehber hep bu mubarek silsilenin gayret ve himayeleriyle devam etti. Gerek Zeynelabidin, gerekse ondan once ve sonra gelen Ehl-i Beyt silsilenin RisÂle-i Nur hizmetinde ayrı ve ozel bir yeri vardır. Bediuzzaman, "Uveysi bir surette doğrudan doğruya hakikat dersimi Gavs-ı Azam'dan (k.s.)ve Zeynelabidin (r.a.)ve Hasan, Huseyin (r.a.)vasıtasıyla İmam-ı Ali den (r.a.)almışım. Onun icin, hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir." (Emirdağ Lahikası, s. 61)demek suretiyle, bu onemli konuya temas etmekte ve RisÂle-i Nur hizmetinde takib edilen yontem ve tarzın bu mubarek silsilenin tarz ve yontemi olduğunu ifade etmektedir.



Zeynelabidin'in en buyuk hizmetlerinden bir tanesi de Cevşenu'l-Kebir'in nakil vasıtalarından biri olmasıdır. Bu hususla ilgili olarak Bediuzzaman, "Yeni Said'in hususi ustadı olan İmam-ı Rabbani, Gavs-ı Azam ve İmam-ı Gazali, Zeynelabidin (r.a.)hususan Cevşenu'l-Kebir munacatını bu iki imamdan ders almışım. Ve Hazret-i Huseyin ve İmam-ı Ali Kerremallahu Vecheden aldığım ders, otuz seneden beri, hususan Cevşenu'l-Kebir'le daima onlara manevi irtibatımda, gecmiş hakikati ve şimdiki RisÂle-i Nur'dan bize gelen meşrebi almışım." (Emirdağ Lahikası, s. 183), ifadeleriyle hem Cevşenu'l-Kebir'in nakil vasıtalarını hem de Hz. Ali'ye dayanan meşrebinin kokenini ortaya koymaktadır.



Buyuk bir takva sahibi olan Zeynelabidin, fakir ve kimsesizlere yardım konusunda da buyuk bir gayret gosterirdi. Cok sayıda fakire yardım ettiği halde, ihlas dusturu gereği bunu hic kimseye fark ettirmezdi. Gece karanlığında sırtında un taşıyarak bunu muhtaclara yetiştirirdi. Surekli bu işi yaptığı halde hic kimse bilemedi. Ancak, vefatından sonra cenazesi yıkanıp sırtındaki nasırlaşmış yerle karşılaşılınca durum oğrenilebildi. Elinde bulunanı muhtac olanlardan asla esirgemeyerek, her muminin derdine merhem olmaya calışırdı.



Zeynelabidin'in buyuk bir yardımsever olduğunu gosteren hadiselerden bir tanesi de Muhammed Bin Usame'nin borclarını ustlenmesidir. Hasta olan bu şahsı ziyaret etmek icin evine gittiğinde, ağladığını gordu. Sebebi de on beş bin dirhem borcunu odeyemeden Allah'ın huzuruna borclu cıkma korkusu idi. Durumu oğrenen Zeynelabidin, hazır bulunanlara seslenerek soz konusu borcu ustlendiğini, bundan sonra Muhammed bin Usame'nin ne kadar borcu varsa kendisinin odeyeceğini bildirdi. Soz konusu şahsın hic bir borcunun kalmadığını orada bulunanlara ilan etti.



Zeynelabidin, gunun birinde hizmetcisinin cağrıldığı halde geciktiğini gorunce sebebini sordu. Hizmetci de; affedici, musamahakar biri olduğunu bildiği icin fazla acele etme ihtiyacı hissetmediğini belirtti. Zeynelabidin (ra)bu cevap karşısında Allah'a şukrederek; "... hizmetcim de benden emindir. Ben de emin insan olmak isterim. Herkes benden emin olmalı, korku ve endişe duymamalı." (Ahmed Şahin, Ornek Yaşayışlarıyla İslam Buyukleri, s. 62-63)demek suretiyle, hizmetciye kızmadı, aksine, memnuniyetini dile getirdi.

"Hayret edilir o kimseye ki, hayatında zararı dokunacak yemeklerden kacınır da, vefatında zararı dokunacak gunahlardan kacınmaz." sozunun sahibi olan Zeynelabidin, 713 yılında "vefatında zararı dokunacak gunahlardan kacınan" salih kullardan olarak Hakk'ın rahmetine kavuştu. Naaşı, amcası Hazreti Abbas'ın (r.a.)yanına, Baki Mezarlığına defnedildi.


__________________