AHMED B. HANBEL (164-241 /780-855)

Ebu Abdullah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel b. eş-ŞeybÂni el-Mervezî, Hanbelî mezhebinin imamı, muhaddis, mutlak muctehid.

164/780 yılında Bağdat'ta doğan Ahmed'in babası Muhammed b. Hanbel otuz yaşında olmuş, onu annesi SÂfiyye binti Meymune buyutmuştur. Kendisi Arap olup, ŞeybÂn kabilesine mensuptur ve soyu, Nizar kabilesinde Hz. Peygamber (s.a.s.)'in soyu ile birleşmektedir. Ahmed'in dedesi Hanbel, Emeviler doneminde Serahs valiliği yapmıştır.

İlk eğitimini bir ilim ve kultur merkezi ve aynı zamanda AbbÂsîlere başkent olan Bağdat'ta aldıktan sonra dini ilimlere yonelen Ahmed, İslÂm'ı butun yonleriyle yaşamak istedi. Bu arzu onu Peygamber (s.a.s.)'in hadisleriyle uğraşmaya goturdu. Daha cocukken Kur'an-ı Kerîm'i ezberlemişti. Diğer dini ilimleri okuduktan; Arapca'yı ve dil bilgisini geliştirdikten sonra butun mesaisini hadislere ayırmıştı. O, ayrıca Farsca da bilmekteydi. Hadis toplama, ezberleme ve yazma onda bir tutku haline gelince, Basra, Hicaz, Kûfe ve Yemen gibi ilim merkezlerine bircok seyahatler yaparak buralarda bulunan ulema ve muhaddislerle goruşmuş, rÂvileri bulmuş ve onlardan hadis almıştır. (İbnu'l Cevzî, Menakıbu'l İmam Ahmed b. Hanbel, s. 183 vd.) Ucunde parasızlıktan oturu yaya olmak uzere beş defa hacca gittiği, İmam ŞÃ‚fiî ile ilk defa Hicaz'da tanıştığı, yolculuklarında fakir olduğundan buyuk sıkıntılarla karşılaştığı, Yemen'deki muhaddis Abdurrezzak b. Hemmam (o. 211)'dan hadis almak icin Yemen'e giderken yolda parası bitince hamallık yaptığı kaydedilmektedir. (İbn Kesîr, el-BidÂye ve'n-NihÂye, X, 329) Ravilerden hadislerle birlikte sahÂbe ve tabiine dair ulaşan butun rivayetleri almıştır. Fıkhi bilgisini ve usûl-i fıkhı Ebu Yusuf* ve imam Şafii'*den aldığı derslerle kuvvetlendirmiş, toplayıp tedvin ettiği hadis ve sahÂbe fetvalarını fıkhının dayanağı yapmıştır. Kırk yaşından sonra, topladığı beş bine yakın talebeye ders vermiştir.

Tarihte buyuk muctehidlerin bircoğuna zulmedildiği gorulmektedir. imam Ahmed de bu gruptandır. Abbasîler zamanında "Halku'l-Kur'an Kur'an mahluktur" ideolojisi yayılıp, halife Me'mun'un (813-833) bunu zorla ulemaya kabul ettirmek istemesi, hristiyan Âlimi Yuhanna el-Dimaşkî'nin fitnesi ve Mutezile'nin ortalığı karıştırmasıyla başlayan zulum, devlet desteği ve despotluğuyla ilim cevrelerine dayatılmak istenince ulemanın coğu bu goruşu kabul ettiğini soylerken, (h. 218) Ahmed b. Hanbel, el-KavÂrîrî, Muhammed b. Nuh, SucÂde gibi bir grup Âlim "Kur'an mahluktur" goruşune katılmadıklarından dolayı zincirlere vurularak hapse atılmışlar, işkence gormuşlerdir. Bu arada KavÂrîrî ve SucÂde de resmi goruşu kabul ettiklerini soyleyerek serbest bırakılmışlardır. Halife Me'mun ortada kalan Hanbel ve Muhammed b. Nuh'la goruşmek istemiştir. Ancak, halife vefat edip, Muhammed b. Nuh da yolda olunce Ahmed b. Hanbel Bağdat'ta tekrar hapsedilmiş, Mu'tasım (833-842) zamanında kadı İbn Ebu DuÂd'ın teşvik ve etkisiyle işkence edilmiştir. Yirmi sekiz ay hapiste kalan Ahmed b. Hanbel, serbest bırakıldıktan sonra iktidara gelen el-VÂsık (o. 232/847) devrinde de aynı muhalifliğini surdurduğunden gozetim altında tutulmuş, beş yıl hadis dersi verememiştir. Nihayet el-Mutevekkil (o. 247/861) devrinde Me'mun'un "Kur'an mahluk değildir diyen kimse kalmasın" vasiyetine ve bu katı siyasete son verildikten sonra yeniden hadis calışmalarına donmuştur. Onun bu zorluklarla dolu gunleri ondort yıl surmuştur. Halife el-Mutevekkil'in gonlunu almak amacıyla hediye ve maaş vermek istemesini de reddetmiş, hatta halifenin yardımını kabul eden oğullarına kırılmış, kendisi hicbir zaman kimseden bir karşılık almamıştır.

İmam Ahmed b. Hanbel, 241/855 yılında Bağdat'ta vefat ettiğinde cenazesine on binlerce kişi katılmış, namazı Cuma gunu kılınmıştır. Turbesi VII. asırda Dicle nehrinin taşmasında sulara kapılıp kaybolmuştur.

İmam Ahmed'in hayatı -babasından kalan bir kira geliri dışında- fakirlik ile gecmiş iki evliliğinden, oğulları Salih ile Abdullah, cariyesinden de uc oğlu, bir kızı olmuştur. imam ibn Hanbel halk arasında mihne olaylarındaki tavrı dolayısıyla sevilmiş, takvası ve sunnete her yonden bağlılığıyla meşhur olmuştur. Yoksul olmasına rağmen, devlet bunyesinde gorev almamış, hic kimseye muhtac kalmadan sunnete uygun bir şekilde yaşamıştır. Onun hakkında "Yahudiler arasında cıksaydı peygamber olurdu" gibi ovguler nakledilmiş, kimseden onun aleyhinde soylenen bir soz işitilmemiştir.

İtikadı, ilmi "Halku'l Kur'an" olayında Mutezile* mezhebi, "yalnız Allah kadimdir"diye Kur'an'ın hÂdis olduğunu ortaya attığında ve bu goruş zorla herkese kabul ettirilmek icin devletin baskı ve zulmu imamlara dayatıldığında Ahmed b. Hanbel bunu bir bid'at* olarak gordu. Konuyu asr-ı saadette kimse tartışmamıştı. Ustelik sunnette "Kur'an Allah kelÂmıdır" bilgisi ile nasıl tavır alınmışsa oyle tavır takınılmalıydı. Ahmed b. Hanbel, Kur'Ân'ın mahlûk olduğunu soyleyenin Cehmî, mahluk olmadığını soyleyenin ise bid'atcı olduğuna hukmeder. Kendisi bu meselenin sunnette var olmayan, aklen ortaya konulan bir iddia olduğunu savunur. Cunku sunnette bu tur bir tartışma yoktur ve Kur'an "Allah'ın kelÂmı" ve indirdiği hukumler olarak nitelenmiştir. Zaten sunnet* usûlunde boyle konularda tartışma olmaz; tartışma ihtilafa, ihtilaf kavga ve fitneye goturur.

Ahmed b. Hanbel itikatta, amelde, ahlÂkta sunnetten başka bir yol izlemez. Cedelden, munakaşadan, salt rey ile hukum vermekten kacınır; sahÂbe ve tabiinin yolunu izler. Sabırlı, mutevazî, ciddi, yumuşak, kanaatkÂr, takva sahibi, ihlÂslı bir muctehiddir. Onun itikadı, fıkhî nasslardan doğar. Daha doğru bir deyimle o, Kitap ve Sunnet olan şeriatın asli delillerini delil olarak alıp birtakım hukumlere varmada, onları kullanmadan cok nassları oldukları gibi alıp, sunnetin acıklamasını aynen uygular. iman, kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve uzuvlarla amel olup, artar ve eksilebilir. Buyuk gunah işleyen dinden cıkmış olmaz. Allah'ın sıfatları nasslardaki gibidir, tevil edilmez. Muteşabihleri yorumlamaktansa susmak evladır. Bir halife adil veya zalim olsa da ona itaat edilir, isyan cıkar yol olmayıp, bağiy'dir. Ahmed b. Hanbel'in yanında yetiştiği Huşeym b. Beşir b. Ebu Hazim (104/722-183/799) adında bir ustadı vardır. Ayrıca Umeyr b. Abdullah b Halid Abdurrahman b. Mehdi, Ebu Uyeyne, imam ŞÃ‚fiî, Ebu Yusuf, Abdurrezzak b. HumÂm, İsmail b. Aliyye, -gıyaben- Ebubekir b. Ayaş, Yahya b. Saîd'den faydalanmıştır. Ahmed b. Hanbel'den hadîs rivayet edenler arasında da BuhÂrî, Muslim, Ebû Davud, Ali b. el-Medîni en onemli muhaddislerdir.

Eserleri

Ahmed b. Hanbel'in bizzat yazdığı tek eseri "el-Musned"dir. Ona atfedilen eserler, Hanbelî imamlarınca yazılmıştır. es-Sunne, Zuhd, Salat, Ver'a ve'l-İman; Reddi ale'l Cehmiyye ve'z-Zenadıka; Eşribe; Mesail; Cuz fi Usûlu's-Sunne; Fedailu's-Sahabe; Er-Reddu ala men iddea't-TenÂkuza fi'l-Kur'Ân; et-Tefsir; en-Nasih ve'l Mensuh; Tarih; el-Mukaddem ve'l Muahhar fi'l Kur'an; VucubÂtu'l Kur'an; MenÂsiku'l Kebir ve's Sağir; el-Cerhu ve't Ta'dil; el-İlel ve Marifetu'r-Rical bunlardandır.

Musned

Ahmed b. Hanbel, bir hadis ve bir fıkıh imamıdır. Her fÂkîhin ilimde ağır basan bir yonu vardır ve hic kimse butun ilimlerde aynı dirayette yetişemez. Başka bir deyişle imamların fıkha intisabında onceki ilimlerinin bir kısmının etkisi gorulur. Ebu Hanife*nin fıkhı, nasıl rey ağırlıklı ise; Ahmed b. Hanbel'in fıkhı da hadis ağırlıklıdır. Bu yonuyle İbn Cerir et-TÂberî, İbn Kuteybe, onun sadece hadis Âlimi olduğunu soylemişlerdir. Başlangıcta Ahmed b. Hanbel, talebelerine kendisinden yalnız hadis yazmalarını soylemişti. Cunku o, geniş anlamıyla hukukî metinlerle uğraşmanın hadisi unutturacağını, hukukcuların cekişmeleri ve ihtilaflarıyla uğraşmanın insanları şaşırtacağını biliyordu. Fer'î meselelerle uğraşmak sebebiyle Kur'an ve Sunnet'in ikinci plÂnda kalacağından endişe ediyordu. Buna rağmen talebeleri onun fetvalarını, goruşlerini yazdılar. Sonraları kendisi de bu tedvîn işini olumlu karşıladı. Kendisi "Musned"i yazdı. Bu kitap onun yuz elli bin hadis icinden sectiği otuzbin civarında hadisten oluşmuştur. İmam, insanlar hadislerde ihtilaf edince Musned'e başvurabilsinler diye bu kitabı yazmıştır. Musned'i dağınık kÂğıtlara yazıp, temize cekemeden vefat edince, oğlu Abdullah (213-290) kendi rivayetlerini de ekleyerek Musned'i tedvin ve rivayet etmiştir. Musned, bÂblara gore değil, senetlere gore duzenlenmiş olup, hasen ve garib hadislerin coğunu ihtiva etmektedir. İslÂm tarihcisi, "Şam'ın hÂfızı" İmÂdeddin Ebu'l-Fid İsmail b. Omer b. Kesir; sahabe isimlerine gore tertib edilmiş Musned'e Kutubu Sitte'yi, Taberanî'nin Mu'cem'ini, BezzÂr'ın Ebu Ya'la'nın Musnedlerini birleştirmiş, ancak tamamlayamadan olmuştur. (M. Ebu Zehra, Ahmed b. Hanbel, Cev: Keskioğlu, Ankara 1984, s. 195) Musned, terkibi itibariyle, akademik bir kitaptır ve kullanımı zordur. Ancak hadis ehli olanlar bu tertibi, yani aşere-i mubeşşere hadisleriyle başlayıp ashaba, tabiine gecen senedlere ve ravi tarihine gore duzenlenmiş hadislere başvurmada zorlanmazlar. Ahmed b. Hanbel, Musned'i yazarken hadisleri devamlı tashih etmiş, uygun bulmadığını cıkarmıştır. Dolayısıyla kitabı, mevsuk (sağlam, guvenilir) bir kitap olmuştur. Meşhur sunneti, zayıf hadisleri elemekte kullanmış; sahih, hasen ve garib hadisleri kitabına almıştır. Hatta zayıf hadisleri de toplamıştır. Musned'de mevzu hadisler de vardır ve bunlar buyuk ihtimalle İmam Ahmed'ten sonra ilÂve edilmiştir. Musned'de hadisler şu rÂvî sıralamasıyla tertip edilmiştir: Aşere-i Mubeşşere, Ehl-i Beyt, AbbÂs, Fazl b. Abbas, Abdullah b. Abbas, İbn Mes'ud, Abdullah b. Omer, Abdullah b. Amr b. el-Âs, Ebu Rimse Rıfaa b. Yesribî, Ebu Hureyre, Enes b. MÂlik, Ebu Saîd el-Hudrî, CÂbir b. Abdullah el-Ensarî, Mekkelîler, Medineliler, Kûfelîler, Basralılar, Şamlılar, Ensar, Hz. Âişe ve diğer kadın sahabîler

Fıkhı

Ahmed b. Hanbel'in usûlu kendine hastır. İctihad eden fakih bir ictihadını bırakıp, başka bir şekilde ictihad edebilir. İmam Ahmed b. Hanbel bu yuzden fıkha dair eser yazmamıştır. Kendisinin bağımsız bir muctehid oluşu, talebelerinin onun ictihadlarını, fetvalarını rivayet etmelerine sebep olmuş, vefatından sonra ona nisbet edilen kitapları talebeleri ortaya cıkarmıştır. Ahmed b. Hanbel kendisine bir mesele sorulduğunda Kur'Ân ve Sunnet'e gore cevaplar, coğu yerde "bilmem" diye susardı. Nitekim Hanbelî kitaplarında ona atfedilen celişkili rivÂyetlerin bulunması ictihadlarındaki farklılıkların yazılmasını yasaklama hususunda onu haklı cıkarır. O, zaruret halinde kıyas yaptığı icin fetva veriş usulunde sahabe ve tabiînin fetvalarını naklederek hukum verirdi. İşte onun ozel fıkıh usulu buydu. O'nun şohreti "Halku'l-Kur'Ân" olaylarında işkence gormesi, hapsedilmesiyle oldu ve cağının en onemli Âlimi ve muctehidi olarak tanınmasına sebep oldu. Onun fıkhını nakledenler arasında; Salih b. Hanbel (209/824-896) Abdullah b. Hanbel, (213-290/828-903) Abdullah b. Muhammed b. HÂni Ebu Bekr Esrem, (273/886) Abdulmelik b. Abdulhamid Mihran Meymunî, (o. 274/887-888) Harb b. İsmail Hanzalî Kirmanî, (280/893) Ahmed b. Muhammed b. Hacca Ebu Bekr (o. 275/890-891) İbrahim b. İshak Harbi (o. 311/923-), Ahmed b. Muhammed b. Hasan Ebu Bekr Hallal (o. 285-898) bulunmaktadır. Ebu Bekr HallÂl, İmam Ahmed'in fetvalarını CÂmiu'l-Kebîr adlı eserinde toplamıştır. Omer b. Huseyin Harakı (334/945-946) "el-Muhtasar"ı yazdı ve bu kitap Hanbelî mezhebinin elden ele dolaşan kitabı oldu.

Ahmed b. Hanbel'in farklı goruş ve rivayetlerinin senedi kuvvetli olanı tercih edilmektedir. İki ayrı goruşu birleştirmek mumkunse birleştirilir, yoksa tarihi bakımdan son goruşe uyulur. İbn Hanbel'in dilinde "kerih" sozu "haram" demektir. "Beğenmem" sozu "mekruh" anlamındadır; bundan maksadı da haramdır. Başka bir goruşunde ise,onun daha once haram olduğunu soylemediği boyle sozlerinde nedb ve kerÂhet kasdı vardır. Oğrencileri İbn Hanbel'in sozleriyle fiilleri arasında ayırım yapmaz; fiilleri mezhebine delalet eder. Hadisin delalet ettiği anlam onun mezhebi demektir. Bu bakımdan "Musned " Hanbelîlerin en onemli kaynağıdır. İmam Ahmed reyiyle hukum cıkarmaktan cok, sunnetin aktarıcısı olmuştur. Sahabenin ihtilÂflı rivayetlerinde bunları olduğu gibi nakleder, tercihte bulunmaz. Cunku onların hepsini "udûl" olarak gorur. Olmamış, gelecekte olması muhtemel, hayal mahsulu fıkhi goruşleri yoktur. Bu yuzden takdîrî fıkha meyletmemiştir. Fıkhın tarihinde gorulduğu gibi, muctehid imamlardan sonra gelen mukallidlerin binlerce olmuş olmamış fer'i meseleyi İslÂm'ı fıkha sokup bunları dinî fıkıh kaideleri haline donuşturdukleri goz onunde bulundurulursa, İmam Ahmed'in kendine has duşunuşunde farazî fıkha yer vermeyişinin sebebi anlaşılabilir. Hatta bir kısım fıkhi kaideleri bid'at kabul etmiş ve bunların İslÂmî fıkıh* icinde barınabildiklerini soylemiştir. Ote yandan, İbn Hanbel, "eşyada asıl olan ibÂhadır" goruşuyle ilginc bir şekilde mezhebini mubah* konularda serbest bırakmaktadır. Bu, rahmet olan ihtilÂftır ve insanlara geniş bir hurriyet alanı acmaktır. Aynı zamanda kolaylık, ruhsat ve azimet, değişen zamanlara cok acıdan bakabilmek hurriyeti demektir. Ahmed b. Hanbel kıyasa zayıf bir delil gozuyle bakan ilk muctehiddir. O, Kur'an ve Sunnet'in dinde hukum koyucu iki yegane kaynak olduğunu belirtir ve nassın işaret etmediği konularda "akıl yurutme" ile fiilleri dînî alana bağlamaz. Kıyas* ve rey'in şer'î bir delil ve bağlayıcı birer hukum kaynağı olduğu gozonunde bulundurulursa, Ahmed b. Hanbel'in fıkhının tam anlamıyla Kur'an ve Sunnet bağlamında kalarak fıkhı "cihad" bakımından da yuksekte tutmuş olduğu gorulmektedir. Bu bakımdan onun fÂkîh olmadığını one suren, oncelikle onu muhaddis kategorisine indirgeyen mantığın tutarsız olduğu acıktır. İnsanların fÂkîh deyince, fıkıh'a dair kitap yazan muctehidi anlamaları soz konusuysa, bunu Ebu Hanife yapmamıştır. Ebu Hanife'nin de fıkhî bir kitabı yoktur, ona nisbet edilen risaleleri olumunden sonra talebeleri meydana getirmiştir. Kaldı ki, İbn Hanbel, Kur'an ve Sunnet'i temel aldığı gibi, sedd-i zerÂyi', mesÂlihi mursele, istishÂb delillerini de kullanmıştır. Onun fıkıh usûlu, nass varsa nassı, sonra sahabe fetvalarını ve mursel, zayıf hadisleri kullanarak hukme ulaşmaktır. Onun "icma" hakkındaki goruşu de anlamlıdır. O, sahabelerin icmaını kabul eder, sonraki devirlerde icma* icin, "Bunlara muhalif olan bir şey bilmiyoruz" der. (Ebu Zehra, İslam'da Fıkhi Mezhepler Tarihi, III, 246) İmam Ahmed sahabîlerin icmaının huccet olduğunu soylerken, onlardan sonra gelenlerin icmaîna bir muhalif goruş olduğu takdirde icmaın gecersiz olduğuna hukmeder. Sozkonusu icmaın, dinin kesin kaideleri ve Allah'ın kesin uyulması gereken emirlerinden olmadığını belirtir. Zaten farzlara kimsenin muhalif olamayacağını soylemek gereksizdir. Demek ki, Ahmed b. Hanbel, icma hakkındaki bu goruşuyle fer'î meselelerde yukarda değinilen şekilde geniş bir goruş alanı bırakmaktadır. O, ummetin delÂlet uzerinde birleşmeyeceğini kabul ederek, İslÂm ulemÂsının bir hukum uzerindeki ittifakına kimsenin karşı duramayacağı doğrudur, der. Ama ona gore, bircok meselede icma var sananlar yanılabilirler. Buna rağmen hukmunde isabet etmeyen de sevap almaktadır, ihtilafın boylesi rahmet ve kolaylıktır. Bir muhalif olup olmadığı bilinmeden icma vardır diye hukum vermek doğru değildir. (İbn Teymiyye, Fetava, I, 406) Hakkında icma vardır denilen bir hukum, sadece bir kelime olabilir. İmam Şafiî de, her asırda her memlekette ihtilÂf olduğunu soylemiştir. Dinin temel rukunlerinde icma kacınılmazdır diye tÂlî hukumlerde de icmaa zorlanılamaz. İmam Ahmed, icma iddiasının yalan olabileceğini, araştırmadan kacınıp kestirmecilikle icma vardır saplantısına duşulebileceğini, belki insanların ihtilÂf ettiklerini ve bunun bilinmediğini, muhalifi bilinmeyen bir icmaın nassların onune gectiği takdirde nassların tatil edilmiş olacağını savunmuştur. Her icma' icma olmayabilir. Her Âlimin karşısına karşıt gorusu olduğunu bilmediği meseleler cıkabilir ve Âlim o meseleyi gecmiştekilerden aynen iktibas edebilir, fakat onların gorusune ters bir hadis bulunduğu takdirde hadise uyulması ve hakkında icma vardır denilen meselenin reddi vacip olur; cunku hadis temel bağlayıcıdır. Muctehid, ihtiyatlı olarak "aksini bilmiyorum" demelidir. Goruluyor ki İbn Hanbel, mutlak olarak icmaı reddetmez; "bilgi" problemi acısından ihtiyatlı davranır.

İmam Ahmed, kolenin şahidliğini kabul ederken, sahabe fetvasına dayanır. Cunku onların fetvası ustundur ve karşısında bir goruş yoktur. İhtilÂflı sahabe kavillerinden, Kur'an ve Sunnet'e en yakın olanı secer, veya tercihsiz hepsini naklederek, değişik goruşlerini uygulanma imkÂnını acık bırakır. Kıyastan once mursel ve zayıf hadislerle amel eder. İmam Malik, Ebu Hanîfe, SufyÂn-ı Sevri, Evzaî de mursel* hadisle amel etmiştir. ŞÃ‚fi bunu zayıf saymış ve bazı sanlarla sahih kabul etmiştir. Mursel hadisler butun hadislerin yarısı kadar yekun tuttuğundan delil olarak onemli yer tutarlar. Burada, muhaddislerin, mursel hadisi zayıf olarak değerlendirdiklerini, İmam Ahmed'in ise onu sahabe fetvasından sonraki aşamada delil olarak aldığını gormekteyiz. İmam Ahmed şoyle der: "Resulullah (s.a.s.)'ın hadisini reddedenin helÂk olmasına ramak kalmıştır" (İbnu'l Cevzi, MenÂkibu'l İmam Ahmed, s. 182) Yine, her zaman icin gecerli bir goruşu bulunmaktadır: "insanların bu zamanki kadar hadîs talebine muhtac oldukları bir devir bilmiyorum. Bircok bid'at ortaya cıktı. Her kim hadisi bilmiyorsa bid'ate duşer."' (İbnu'l Cevzi, a.g.e., s. 183) Zayıf hadisle amel etmesine gelince hadisin cok zayıf ve ondan başka bir hadis'in olmaması halini şan koşmaktadır. Zayıf da denilse, adı hadis olan şeyin, reyden ustun olduğunu soyler. Ebu Hanife, MÂlik, Ebû DÂvûd, en-NesÂi, İbn Ebi HÂtim de zayıf hadisi delîl kabul ederler. (İbn Hazm, el-MuhallÂ, I, 68) Onun, her hadis bulanın o hadisle hemen amel etmesini savunduğu soylenemez. Boyle birinin bulduğu hadisi oncelikle ilim ehline sorması gerektiğini belirtir. Cunku fÂkîhlere tabi' olmak dinin selÂmetidir. (Sufyan b. Uyeyne'nin bu sozu icin bk. el-Kuraşi, el-CevÂhiru'l-Mudîe, I, s. 64, 166) Muctehidlerin hukumleri şeriattan ayrı değildir ve avam olanların delillerini bilmek zorunda değildir. Burada avam, bilgili ve araştırmacı olup da muctehid seviyesine ulaşamamış mÂnÂsınadır. Ahmed b. Hanbel'e bir kimse, bir mesele goruşurken: "Ey Abdullah! bu konuda sahih bir hadis yoktur." demiş; İmam Ahmed: "Eğer bu konuda sahih bir hadis yoksa Şafiî'nin bir gorusu var. Onun delili bu konudaki en sağlam delilidir." demiştir. (es Subki Ma'na Kavli'l İmÂmi'l Muttalibî, s. 99) Bir hadisin zayıf olması, ona istinad eden hukmun zayıf olması anlamına gelmez, coğunlukla başka deliller de hadisi desteklemektedir.

Ahmed b. Hanbel, fıkhını temellendirirken nassları selef gibi almış, onlar gibi anlamaya calışmıştır. Sunnet onda, usul bakımından "ikinci" bir delil gozukse de, fıkhının hayata gecirilmesinde Kur'an ile ozdeştir. Sunnetin Kur'an'ın zÂhiri ile celişmesi mumkun değildir. Sunnet, Kur'an'ı tefsir eder, acıklar, mana ve dalÂletini belirler. Hukum koyar. Beyan yonuyle Kur'an'a hakimdir. Rey mektebi, haber-i vÂhidin nassa aykırı olmasında onu kabul etmezken İmam Ahmed, Kur'an'ın zÂhirine aykırıdır mantığıyla hadisi reddetmenin sunnetlerin bircoğunu atıl bırakmak demek olduğunu savunmaktadır. İmam Ahmed'in cağında hadisler sened, metin, ravi acılarından tasnif ve değerlendirmeye alınmıyordu. Ona gore, bir hadis ya sahihtir ya değildir. Hasen hadis ayrımı da İbn Hanbel'den sonra yapılmıştır. Yalancı denilen bir ravinin bu vasfını kuvvetle ispatlayan cıkmamışsa zayıf* hadis kabul edilmelidir. Hadisin ihtiyatla kabulu reddinden hayırlıdır cunku soz konusu olan nihayetinde bir hadistir. Zira kesinlikle mevzu* olmadığı gibi, sahih olma ihtimali de vardır, kıyas yapmaktan evladır. Bir ornek olarak "Musned"inde şu zayıf hadis yer almaktadır: Hz. Omer bolumunde, Ebu Davud Tayalîsi'den nakledilen hadiste, Ebu Avane Davud Evedi'den, Abdurrahman Miseli'den, Eş'as b. Kays'tan dinleyerek dedi ki: "Hz. Omer'i ziyarete gitmiştim. Omer karısını dovdu ve bana şoyle dedi: 'Ey Eş'as! Benden uc şeyi belle. Ben onları Hz. Peygamber (s.a.s.)'den işitmiştim: -Adama karısını neden dovduğunu sorma. Okun yanında uyu. Ucuncusunu unuttum."

Muhaddislere gore bu hadis Davud b. Yezid'in sağlam olmamasından dolayı zayıf sayılmıştır. İbn Hanbel ise bu hadisi nassa aykırı bulunmaması, cokca zayıf ve itikada aykırı olmaması nedeniyle kitabına almıştır. İmam Ahmed ashabın goruşlerinde tercihini Resulullah'a yakınlık olcusu ile kullanır. İhtilÂflı goruşlerde tercihi, Hz. Ebu Bekir'den itibaren sırasıyla diğerlerine yayılır. Nassa aykırı olma durumunda oteki sahabinin kavlini alır. Mesel Hz. Omer'in ayet umumuna bakarak boşanan kadınlar hakkında nafaka vermesine karşılık, Fatıma binti Kays'ın rivayet ettiği hadisin beyanına uyarak bu konuda nafakayı caiz gormez. Fatıma'nın kavli, sunnetin beyanına daha uygundur. Yani onun "...umulur ki Allah bundan sonra bu hal meydana getirir." şeklindeki beyanın anlamının sunnetin beyanına daha uygun duştuğu tercihinde bulunur.

Kıyas deliline gelince, İmam Ahmed, hic kimsenin kıyastan kacınamayacağını soylemektedir. Ancak o, kıyası, şer'î delil olarak zayıf bulur. Kıyasa, zorunlu kaldığı durumlarda başvurur. Kıyasın dinde bağlayıcı bir delil olmasını ihtiyatla karşılar, buna karşılık maslahatı gozetir. Zararı defedici bir duzene dayalı adil bir toplum icin en guzel kuralların ortaya konulmasından yanadır. Mesel akidlerde butun mezhepler icinde en geniş goruşlere sahiptir. Şartlarda asıl olan ibahadır, cunku şer'î bir delil olmadan ihtiyaclara engel olunamaz, din kolaylığı vaz'etmiştir, bu Resulullah'ın ve selefin yoludur.

Mezhebi

Ahmed b. Hanbel takva sahibi bir Âlim, bir muctehiddir. Ondan sonra gelen oğrenci ve izleyicileri onun mezhebini tedvin etmişler, bazıları ise mezhebin yanlış anlaşılmasına sebep olmuşlardır. Halk arasında Hanbelîlik denilince sert, katı, kaba, şiddete eğilimli, dar goruşlu bir mezhep olarak yaygın bir kanaatin bulunması, Hicrî 323, M. 934 yılında Bağdat'ta Hanbelîlerin ickileri dokup, umumhaneleri basmaları calgıları kırıp, sanatcıları dovmeleri, ŞÃ‚fiî ve Şia'ya saldırmaları gibi eylemlerle halkı kendilerinden soğuttukları tarihî bir olaya dayanmaktadır.

Halbuki İmam Ahmed hicbir zaman şiddet, isyan taraftarı olmamış, isyancıları baği olarak nitelemiştir.

İmam Ahmed'in necaset ve taharet konularındaki goruşleri asın Hanbelilerce başkalarına karşı yanlış olarak kullanılmıştır. Onlar, İbn Hanbel'in haklı olarak tercih ettiği goruşleri taassub derecesine cıkarmışlardır, bu eğitim başka mezheplerde de gorulmektedir. Uykudan kalkınca ellerin yıkanmasının farz olarak algılanması gibi. Cumhur* bunu mustehab şeklinde teklif ederken, bazıları bunu zorunlu fiil saymışlardır. İmam Ahmed dort mezhep icinde en az taraftan olan muctehiddir ancak bunun sebebi orneğin ictihada en uzak mezhep olarak iddia edilen goruşun yanlışlığına (İbn Haldun, Mukaddime, s. 44) aykırı olarak, birtakım tarih*, siyasî, sosyal sebeplerdendir. İnsanlar taklid edecekleri mezhebi, imamı secerken delillerine, istinbatına bakmazlar. (M. Ebu Zehra, Ahmed b. Hanbel, 357) Sozgelimi Mısır halkının ŞÃ‚fiî oluşu veya Turkler'in Hanefî oluşu o imamları tanıdıklarından, bildiklerinden değil, tarihî sebeplerdendir. İctihadlar azlık-cokluğa, zaman bakımından onceliğe veya sonralığa gore değerlendirilmez. Ustelik akitlerdeki serbestiliği en fazla ortaya koyan mezhebin Hanbelilik olduğu gorulmektedir. Bu konuda, genellikle kendi mezhebini doğru durust bilmeyen ulkelerin insanlarının başka mezhepler hakkında yanlış goruşlere meyilli olmaları, ulke ve insanların siyasî, sosyal etkilenmelerinden kaynaklanmaktadır. İnsanlar ferd olarak yaşadıkları ortamlarda tarihten gelen hangi mezhebi buldularsa ona uymuşlardır.

Ote yandan Hanbelilik, "hile-i şeriyye"* meselesine hic bulaşmamış olmasıyla dikkati ceken bir Sunnî mezheptir. Mezheplerin toplumsal-ekonomik sistemlerle eklemlenmede nasıl etkilendikleri ayrıca araştırılması gereken bir husustur. İmam Ahmed diğer uc mezhep imamından tarihi acıdan en son gelmiş, ortada tedvin edilmiş bir fıkıh bulmuştu. O kendi fıkhını tedvin ederken İslam memleketlerinde ilk uc mezhep yayılmıştır. "Mihnetu'l Kur'an" olaylarında ondort yıl cektiği zulum dolayısıyla adı her yerde rahmetle anılmış ve mezhebinin adı da yayılmıştır. Ayrıca ictihad* kapısını "kapatanların" Hanefi ve Şafıî mukallitlerinin; (Ebu Zehra, a.g.e., 362) ve ictihad kapısını aralayan fıkhı genişletenlerin ise Hanbelîlerin oldukları gorulmektedir. Hanbelî mezhebi bir bakıma mezhep imamını taklidde taassubun en az gorulduğu bir mezhepti; (Ebu Zehra, a.g.e., 383) Hanbeli imamları, siyasal iktidarlarla uzlaşmamış, kadılık gorevi almamışlardır. Ahmed b. Hanbel bizzat kadılık gorevi alan oğluna kırılmıştır. Fitne cağında, dorduncu yuzyılda hemen her kesim, fitneden mustağnî olmamıştır. (İbn Kuteybe, İhtilÂf fi'l Lafız, s. 60 vd.) Fanatiklerin taşkınlıkları yuzunden halk Hanbelilikten uzak durmuş, devletin de mezhebi kovuşturması yuzunden mezhep gec intisaf etmiştir. Hanbelilik tarihte devlet desteğine sahip olmamıştır. Devlet desteğine sahip mezheplerin yaygın olduğu, diğer mezheplere karşı dışlama eğilimi bulunduğu, -her ne kadar ulema arasında hepsi gecerli olmuşsa da, bu sosyal acıdan boyledir- bu sebeple de, Hanbeliliğin daha ziyade ulema arasında yayıldığı gorulur. Zengin fıkıh, kaynakları, mezhebin Evzaî'nin mezhebi gibi tumden unutulup gitmesini onlemiş; IV. ve V. yuzyıllarda Bağdat'ta yaygınlaşmış, VI. yuzyılda Mısır'da ortaya cıkmış, Şam'da uleması yaşamıştır. Gunumuzde ise Hicaz halkı arasında Necid ve Filistin'de yaygındır.

Mezhebin belli başlı fıkıh kitapları şoyledir: Necmeddin Tûfi, KavÂidi Kubra i ibn Receb, KavÂid, Alaeddin Ali b. AbbÂs el-Ba'li, KavÂid; Abdulkadir el-Cîlî, el-Gunya li-talibi't-Tariki'l-Hak; Muciru'd-Din, Kitabu'l ins el-Celîl; Abdulaziz b. Cafer, el-Mukni'; ibnu'l Kayyım el-Cevziyye, İ'lÂmu'l Muvakkiin, İbn Teymiyye, FetevÂ, MinhÂcu's-Sunne; Abdulkadir b. Omer el Dımaşkî, Naylu'l Ma'arib; Ebu'l Ferce Abdurrahman b. Receb, Tabakatu'l HanÂbila...

__________________