İki yıl once bir arkadaşımın anlattığı olay gercekten kanımı dondurmuştu. Bu olayı şimdi sizinle paylaşacağım.

Arkadaşım (cocuğun adı Mert) universiteden yeni mezun olmuş iş aramaya koyulmuştu. Muhasebe ile ilgili bir iş istiyordu. Fena sayılmayacak bir maaşı da talep etmekteydi. Bulduğu işi uzun sure yapmak istiyordu cunku.

Neyse, aradan zaman gecti, cocuk iş bulmakta cok zorlanmaya başladı. Piyasada gercekten de durgunluk vardı ve gunler gectikce ailesine karşı kendisini mahcup hissetmeye başlamıştı. Sonunda fark etti ki evde oturmaktan hem dış dunya ile bağlantısı kopuyor hem de okulda oğrendiği ne var ise unutmaya başlıyordu.

kısa bir zaman sonra bu işin boyle yurumeyeceğine karar verdi. CV gonderdiği yerler ne arıyor ne soruyordu. Muhasebe ve finans uzerine caldığı tum kapılardan olumlu bir yanıt alamıyordu. işte o zaman oğrencilik yıllarında gulup gectiği işsizler ordusu kavramının ne olduğunu artık daha iyi anlamıştı. yakınları ve arkadaşlarının da tavsiyesi uzerine artık belli bir iş kolunda değil, hemen tum iş kollarında iş aramasının icinde bulunduğu zor durumda daha doğru bir karar olduğuna ikna olmuştu. satış, pazarlama, kasiyerlik, temizlik, guvenlik memuru ne varsa saldırıyor. bas bas bağıyordu adeta ben universite mezunuyum beni işe almalısınız diye. gercekten de iyi eğitimli bir cocuktu ve cok da saygılı, insanlara karşı davranışları ornek bile sayılabilirdi.

aradan bir yıl gecmiş, arkadaşımız iş bulmanın ne bela zor bir şey olduğunu artık iyice oğrenmişti. goruşmelere gidiyor, formlar dolduruyor lakin cağırılmıyordu. işe alınmamasının sebebini o iş dalında daha once hic calışmamış olmasına bağlıyordu artık. bir de universite mezunuydu ya kısa surede maaşı ya da ortamı beğenmez başka bir işe gecip ceker gider, firma da kendisine yaptığı yatırımlar ile ortada kalıverir, yine gazetelere ilanlar vermek zorunda kalırdı. Evet, artık gercekten de bir kısır dongu icine girmiş olduğuna inanmaya başlamıştı. iyi bir işe vasıfsız olduğu icin alınmıyor; kotu işlere de adeta işveren ve insan kaynakları yetkilileri tarafından uygun gorulmuyordu.

aradan bir altı ay daha gecmişti ki, zavallı arkadaş ailesi ile feci bir uzuntu icine girmişlerdi. genc adam caresiz ve parasız kalmıştı. sabah kalkınca yapacak herhangi bir şeyi yoktu. durumu ne olacaktı boyle? kendisine, emeğine, katkısına ihtiyacı olmayan bir piyasada; daha doğru bir dunyada nasıl karnını doyuracak, yuva kuracak ve fani dunyanın biraz olsun farkına varabilecekti. bu kadar zor ve imkansız uzakta mıydı herşey? oysa o ne hayaller kurmuş, derslerini sıkı sıkıya calışmıştı. bilgisayar ve ingilizcesi bile gayet yeterli olduğu halde; hayır, olmuyordu: almıyorlardı işe. olmuyordu bir turlu.

sonunda bir gun bir telefon geldi. telefon cebini değil, ev telefonunu aramaktaydı. o anda sanki hissetmişti arayanların kim olduğunu. heyecanla telefonu actı, ahizeyi kulağına goturdu. kalbi deli gibi atmaktaydı. ağzı kurumuş heyecan ve korkudan dili kurumuştu. efendim diyebildi, buyrun?? elleri terlemeye başlamış. bilinci bulanıklaşmıştı. karşıdan bir adamın sesi geldi. ses gayet net, anlaşılır ve duzgundu. once merhaba dedi. adım Veysel. sizi elektronik konularda danışmanlık yapan firmamızın merkezinden arıyorum. burada işlerimiz cok yoğun ve bir elemana ihtiyacımız var. bize CV niz ulaşmış. aradığımız kişiye cok uygun gozukuyorsunuz. calışma saatleri hakkında gelince goruşuruz. sizinle bir goruşme icin ofiste randevu ayarlamamız gerekiyor. tabi siz de uygun durumdaysanız.

evet dedi. arkadaşım. tabi ki uygunum. telefondaki adamdan saati aldı. bugun oğleden sonra saat iki bucukta goruşmeye alınacaktı. şehrin merkezinde bir yerdi burası. buyuk bir iş hanının icinde olmalıydı.

koşarak annesinin yanına gitti ve telefondaki goruşmesini anlattı. yoğun bir iş olacağından yol yemek ve ek ucretlerin olduğundan, primli calışma sistemleri olduğundan yalnız coğu zaman evde de rapor ve benzeri şeylerle ilgilenmesi gerektiğinden bahsetti.

arkadaşın ailesi bu habere cok sevinmişti. daha goruşme başlamadan once bu işin olduğuna gonulden inanmaya başlamışlardı cunku telefondaki adam aynen boyle soylemişti. mumkunse işe derhal başlayabilirdi.

o gun hazırlandı, berbere gidip tıraş oldu ve tam saatinde goruşme yerine gitti. işhanına girince şirketin katına cıkıp kapıyı caldı. şimdi korku ve heyecanı gecmiş, daha cok kendisine nasıl bir gorev verileceğini duşunmeye koyulmuştu.
kapıyı genc bir cocuk actı. acar acmaz da kim olduğunu hemen anladı sanki.

iş goruşmesi icin geldiğini soyleyince, hemen yanına yaklaştı şirketin calışanı bu genc ve dinamik cocuk.buraya gelmesine gerek olmadığı. doğrudan aşağıda otoparkı gecince sarı bir bina olduğunu. o binanın alt katına inmesi gerektiğini, goruşmenin orada olacağını soyledi.

bizim arkadaşta bunun uzerine teşekkur edip mahcup bir şekilde o binanın yolunu tuttu. genc eleman kendisine ne de yakın davranmıştı. yuzunde ilgi ve alcakgonulluluk vardı. sonunda otoparkı gecti ve rengi gercekten de sapsarı olan bir binaya vardı. ızgaralı bir yoldan merdivenler binanın altına doğru iniyordu. hemen oradan aşağıya indi ve kendisini arayan şirketinin logosu ile dolu olan geniş bir alana vardı. burası sarı binanın zemini sayılırdı ama normal bir zemin gibi değil, karşı caddeye bakan, yukarı doğru kepenkleri kaldırılmış. cok buyuk bir depo haline getirilmişti.

ileride 35 yaşlarında birisi icine koli doldurulmuş bir arabanın on koltuğunda oturmakta ve elinde bir sigara tutturmekteydi. ona doğru yaklaştı ve arabadaki adam anında bizim arkadaşı gordu. merhaba, nasılsın dedi, telefonda adının Veysel olduğunu soyleyen bu 35 yaşlarındaki adam. burayı hemen bulduğuna sevindim. şimdi bana iş başvurusu icin getirdiğin evrakları bir verirer. onları arabanın torpido gozune koyacağım. akşam sen evine gidersin ben de evraklarını ofise bırakırım ne de olsa oraya uğrayacağım . depoda sorumlu olduğun gunler calışanlara zor olmasın diye ana ofise gitmiyorsunuz. ana ofiste calışacağın gunler iş yukun az olacağı icin senden depoya kontrol ya da yardım icin gitmen istenebilir. ancak ana ofis gunlerinde takım elbise giymek zorunlu. cunku bazı gunler iş ortaklarımızı ya da muşterilerimizi ağırlıyor, toplantılar duzenliyoruz. depoda calışacağın gunler ise sadece beyaz renk gomlek, icine atlet ve siyah bir kanvas pantalon giymen yeterli. zaten bugun hemen birer takım iceriden hazırlamamız gerekiyor cunku işler her an yoğunlaşabilir.

Adı Veysel olan bu adam belli ki firmada onemli bir konumdaydı. belki de şirket ortağı ya da sahibi bile olabilirdi. bizim arkadaş o gun saat uc bucuk gibi calışmaya başlamıştı bile. deponun soyunma odasında uzerinde firmanın adı dikili olan beyaz gomlek ve pantolonlardan kendi bedenine uyanlardan birer adedini giyip, birer adette yanına almak uzere ayırdı.

buyuk temiz bir yerdi burası. gorunurde o gun veysel dışında da kimse yoktu. gorevi sadece bazı ufak kolileri numaralarına gore listeden silmek, iceri depoya taşıyıp garajı boşaltmak ve eksik olanları saptamaktı. Veysel bu işi kolaylıkla halledeceğinden emin olduğunu soyleyip oradan ayrılmıştı. daha goruşme gununde calışmaya başlamış ustelik kendisine bir kac araba dolusu malı da bırakıp gitmişti. o gun arkadaşım gercekten cok sıkı calıştı ve işi de sapasağlam erkenden bitirdi. niyeti işini gec kalmadan bitirmek eve varmak ve mujdeyi ailesine vermekti. oyle de oldu zaten. fazla iş elbisesini de yanına alıp bir otobuse atladı ve doğru evin yolunu tuttu. o gun unuttuğu bir şey daha vardı . Bunu elbisesini uzerinden cıkarırken farketmişti. Veysel bizim arkadaşa o gun 50 TL para da vermişti. bu para onun o gun icin yol ve yardım parasıydı. Veysel aynen boyle soylemişti. bu ay calışma gunu işe gittiği o ilk gunden itibaren başlayacaktı. yani ay sonunda yarım gunden az calıştığı gun icin de parasını tam gun calışmış gibi alacaktı. bir de ustune 50 TL bir para almıştı ki okul yıllarıyla gecen omrunde kazandığı ilk parasıydı. o parayı o gun harcamadı ve ertesi gun icin aynen cebinde geri goturdu. belki adamlar fikir değiştirip işe almaktan vazgecerlerdi o zaman Veysel denen o adama da verdiği parayı geri iade eder, teşekkur edip oradan ayrılırdı.

ama boyle olmadı. ertesi gun ve diğer gunler hep depoda calıştı. iş programında ofiste herhangi bir gorev bulunmuyordu. artık oranın kayıtlı elemanıydı ve depoda ne var ise onlarla ilgileniyordu. hergun sabah teslim edilen mallardaki eksikleri inceliyor, gelen doğru malları listeden sildikten sonra listede olup ta depoya gelmemiş mal var ise ya da numarası ile malın iceriği uyuşmayan var ise bunların raporunu tutup deponun icindeki buroda bir bilgisayara durumu maildeki formatlı bir listeye yazıp gonderiyor sonra da bunlarla ilgili depo kayıtlarını kaşeleyip imzalıyordu.

o depoda tam altı ay boyunca calıştı. iş kendisine bildirildiği gibi yoğun değildi. ofisten bazen gorevliler geliyor kendisiyle sohbet edip bazı evrakları tamamlıyor ya da bazen de veysel gelip işlerle ilgileniyordu. bizim arkadaş gun icerisinde gelen ya da mal yukleyip giden arabalarla da ilgileniyor. hepsinin cetelesini tutuyordu. calışanları hep erkekti firmanın ve depoda işlerin yoluna olmasından da gayet memnundu.

gunduzleri genc bir cocuk adı Ali Osman idi, arkadaşa oğle yemeği getiriyordu. yemekler şirketin anlaştığı bir yerden tabldot şeklinde geliyordu. arkadaşın adı Mert idi bu arada ve kendisine verilen oğle yemeğinden de gayet memnundu. hatta biraz fazla yediğinden bile şupheliydi.

mert o gunun sonunda iş pantolonunu cıkardığında bir şey dikkatini cekmişti. kafasını eğip vucudunu inceledi. kendisini biraz zayıf gormuştu. zayıflamıştı ama neden? pantolon fark edilir olcude bol geliyordu. bu durum mert' in pek garibine gitmişti. zira boyu 178 cm idi ve kilosu da işe girmeden once 89-90 arası iken şimdi kendisini anlam veremediği şekilde zayıflamış hissediyordu.

akşam eve gidince hemen tartıldı ve gorduğu rakam kendisine adeta şok gecirtti. 82 kiloya duşmuştu. ama nasıl olmuştu bu? bunun uzerinde fazla durmadı ve gunler boyle gecmeye devam etti.

bir cuma sabahı işe gitmeden once Mert' in zayıflamış olduğunu annesi de farketti. oğlum dedi endişeli kadın, cok mu calıştırıyorlar seni, pek zayıf geldin gozume. Mert işlerin cok yoğun olmadığından ve iyi de beslendiğinden sozetti.

ertesi sabah oğlene kadar calıştıktan sonra eve gidip tartıya cıktı ve gorduğu karşısında adeta afalladı. kilosu 68 olmuştu. 20 kilodan fazla vermişti Mert. bunu annesi de fark etmiş, oğlunu pazartesi gunu bir hastaneye goturmeye karar vermişlerdi. pazartesi gunu mert izin kağıdını aldı ve hastanenin yolunu tuttu. kan testlerinde gecti ve sonucları aldılar. durum sandıkları gibi değildi. mert oldukca sağlıklı, tum değerleri yerli yerindeydi. en ufak bir sağlık problemi dahi yok, hatta bir sporcu kadar sağlıklıydı. peki bu zayıflama nereden cıkmıştı boyle? doktor durumun iş yaşamı ile ilgili olabileceğini, bazı bunyelerin calışmaya başladıktan sonra bu tur reaksiyonlar gosterebileceğini soyledi. kalp ve karaciğer ile solunum sistemi ile akciğerleri de kontrol edildikten sonra herhangi bir sağlık sorunu olmadığından emin bir şekilde annesiyle o pazartesi gunu eve vardılar.Veysel Bey de Mert' i aramış. durumunun iyi olduğunu oğrenmekten dolayı oldukca sevinmişti.

aradan tam bir ay gecti ve mert korkarak bir kez daha tartıya cıktı. hatta annesi durumdan endişelenip eski tartıyı cope atmış eve yeni, elektronik hassas bir tartı almıştı. mert o gun tartıldığında kilosunun 68 değil, 59 olduğunu gordu. 9 kilo daha.. vucudundan 9 kilo daha gitmişti. gomlekleri yenilemiş, pantalonlar terzide iyice daralttırılmıştı. mert bu yeni bedeninden şikayet etmiyordu ama genelde bol elbiseler giydiği icin durum cok az fark ediliyordu. ama artık mertin kilo vermesi de durmuştu. tam 59 kiloda durmuştu nihayet. ailesi ve doktorlar merti yakından inceliyor, beyin tomografisi dahi cekiliyordu. bazı gizli beyin tumoru vakalarında ani kilo kaybetmeler yaşanabiliyordu.

Not:Olayların devamını arkadaşımdan aldığım detaylarla zenginleştirererk bir sure sonra buraya ekleyeceğim.
[/SIZE][/SIZE][/INDENT][/SIZE][/FONT]
__________________