Mısır'ın meşhûr velîlerinden. İsmi Muhammed bin SĂ‚lim bin Ahmed Hıfnî (HafnĂ‚vî

Otuz yaşından sonra tasavvuf yoluna girdi.Mukri' lakabıyla bilinen Şeyh Ahmed ŞĂ‚zilî Magribî'den ilim ve edeb oğrendi. Hocasının verdiği gunluk vazîfeleri yerine getirdi.Tasavvufta en meşhur hocası 1721 senesinde Şam'dan Mısır'a gelen Seyyid Mustafa Bekrî ile goruştu. Tanışmasına onun talebelerinden Seyyid AbdullahSelfîtî vesîle oldu. Huzûruna varınca selĂ‚m verip edeple oturdu. Seyyid Bekrî de ona dikkatlice nazar etti. Konuşma olmadan bir muddet bakıştılar. Aralarında bir muhabbet bağı meydĂ‚na geldi. Kalpleri birbirine bağlandı. SeyyidBekrî, kendisine bir talebe geldiğinde once ona istihĂ‚re yapmasını emrederdi. Muhammed Hıfnî'ye bir şey buyurmadı. Bu hĂ‚li onu sevdiğine, onu talebe olarak kabûl ettiğine ve kalblerinin birbirlerine iyice bağlandığına alĂ‚met idi. Daha sonra Seyyid Bekrî'nin sohbetlerinde yetişti. Verdiği dersleri yaptı. Nefsiyle mucĂ‚dele etti. Onun ıslĂ‚hına calıştı. Bir gece ruyĂ‚sında Seyyid Bekrî ile Şeyh Ahmed ŞĂ‚zilî'yi birlikte gordu. Birbirleriyle kendisi hakkında konuşuyorlardı. Daha sonra bu ruyĂ‚sını SeyyidBekrî'ye anlattı. O da; "Bu senin bize bağlanmana alĂ‚mettir. Bu bĂ‚tınî bir yakınlıktır. Nasıl ki SelmĂ‚n-ı FĂ‚risî ve Suheyb-i Rûmî ehl-i beytten sayıldılar. Sizin de bizimle yakınlığınız buna benzer." buyurdu.
Muhammed Hıfnî, Seyyid Mustafa Bekrî'nin en ustun talebelerinden oldu. ZamĂ‚nının buyukleri arasına girdi. Cok kerĂ‚metleri goruldu. Talebelerinden AllĂ‚me Şeyh Hasan Şemmet Mısrî, onun kerĂ‚metlerini ihtivĂ‚ eden bir eser yazdı ve bunları kitabının altıncı bolumunde bildirdi. Ustun hĂ‚llerinden ve kerĂ‚metlerinden bĂ‚zıları şunlardır:
"Hocam Muhammed Hıfnî gonulden gecen şeyleri bilirdi. Bir gun kalbimden bir şey gecirdim. Sonra da huzûruna vardım. Hocam bana icimden gecenleri soyleyiverdi. Yaptığım fakat kimsenin bilmediği işlerden de haber verirdi. Bir gun beni eve gonderdi ve; "Benden once eve git." buyurdu. Giderken yolda arkadaşlarımla karşılaştım. Onlar bana; "Hazret-i Huseyin'in kabrini ziyĂ‚rete gidelim." dediler. Ben de hocamın sozunu soyledim. O zaman; "Hocan biraz gecikir. O eve gelmeden once ziyĂ‚retimizi yapar doneriz." dediler. Onlara uyup Huseynî Mescidine gittik. Orada ziyĂ‚retimizi yaptık. Sonra Hocamızın evine donduk. Onun henuz eve donmediğini oğrenince sevindim. Bu sebepten de Allahu teĂ‚lĂ‚ya hamd ettim. Daha sonra hocam eve geldi. Kapıyı actım. Hocam neşeyle bana nazar ederek; "Nerede idin?" buyurdu. Ben de; "Burada idim efendim." dedim. O tekrar; "Doğruluk en guzelidir, nerede idin?" buyurdu. O zaman başımdan gecenleri anlattım. Bana; "Hocana karşı yalan soylemekten cok sakın!" buyurdu. O zamandan beri yalandan cok korkarım.
Bir gun huzûruna vardığımda cok sıkıntılı idi ve uzuntulu bir hĂ‚li vardı. Sebebini sorduğumda; "Hacıların şu anda buyuk bir tehlike karşısında olduğunu hissediyorum. İclerinde talebelerimden bĂ‚zıları da bulunuyor" dedi. Aradan bir zaman gecti. Biz o vakti tesbit ettik. Sonra hacılardan haber alınca, tam o gunlerde bir tehlike ile karşılaştıklarını, fakat yollarını değiştirince, kurtulduklarını soylediler.
Muhammed Hıfnî, bir gun Ă‚lim bir zĂ‚tla yolda giderken, karşılarına kendisinin velî olduğunu iddiĂ‚ eden biri cıktı ve; "Siz ikiniz onumuzdeki CumĂ‚ gununde vefĂ‚t edersiniz." dedi. O zaman Hıfnî; "Yemin ederim ki sen yalancısın." buyurdu. Yanındaki Ă‚lim, o adamın sozleri tesirinde kalıp olumden korktu ve; "Efendim ona yalancı demeyiniz, doğru olabilir." dedi. Hıfnî o zaman; "Bu CumĂ‚ gectiği gibi sonraki CumĂ‚lar da gececek. HĂ‚lĂ‚ bu adamın soylediğine inanıyor musun?" dedi. Hakikaten CumĂ‚lar gelip gecti. O zaman Hıfnî bu Ă‚lime; "Bu adam yalancının biridir. Sozumuze hĂ‚lĂ‚ inanmadın mı?" buyurdu. O Ă‚lim; "Şimdi inandım." dedi. Hıfnî; "O kendisinin velî olduğunu iddiĂ‚ eden, fakat aslında işleri eşkıyĂ‚lık olan biridir. Allahu teĂ‚lĂ‚nın farz kıldıklarını yerine getirmez. Ne oruc tutar, ne namaz kılar. Sozleri dinden cıkmış bir zavallı olduğunu gosteriyor." buyurdu.
Şeyh Hasan Adevî dedi ki: Muhammed Hıfnî'nin aynı zamanda ceşitli yerlerde gorulduğunu cok kimseler bildirdi. Kim kendisini vesîle edip yardım istese, Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle hemen onun yardımına koşardı. Şeyh Hasan Sebînî ve talebeleri onun bu hĂ‚linden haber verdiler.
Bir geminin yelkeni deniz ortasında yırtıldı. Gemi olduğu yerde donmeye başladı. Gemidekiler bir gun bir gece boyle kaldılar. Cok sıkıntılı oldu. Tayfalardan birisi ruyĂ‚sında Hıfnî hazretlerini gordu. Ona; "Yırtık falan yerdedir." diyerek yerini tĂ‚rif etti. O zaman tayfa uyandı. RuyĂ‚sını gidip kaptana anlattı. BerĂ‚berce gidip oraya baktılar. Buyurulduğu gibi idi. Orasını tĂ‚mir edince geminin donmesi durdu. Bu defĂ‚ gemiyi surukleyecek ruzgĂ‚r kesildi. Gemide, Hıfnî'yi sevenlerden birisi vardı. O gece ruyĂ‚da ona; "Sabahleyin inşĂ‚allah sefer muyesser olur. RuzgĂ‚r eser." buyurdular. O kişi sabahleyin ruyĂ‚sını kaptana anlattı. Kaptan ruzgĂ‚rın eseceğine pek ihtimĂ‚l vermedi. O da; "Sen hareket emri ver. RuzgĂ‚r eser." dedi. Az sonra da Allahu teĂ‚lĂ‚ onlara cok tatlı, tam arzu ettikleri bir ruzgĂ‚r gonderdi.
Nil Nehrinin suları bĂ‚zı seneler azalırdı. İnsanlar bu sebebten kuraklık sıkıntısı cekerlerdi. Yine boyle bir senede, sevdikleri Muhammed Hıfnî'ye gelip durumu arzettiler. O da FĂ‚tiha-i şerîfeyi okudu. O gece nehrin suları Allahu teĂ‚lĂ‚nın izniyle coğaldı. İnsanlar kuraklık sıkıntısından kurtuldular.
MuhammedHıfnî, Seyyid Ahmed Bedevî icin tertiplenen bir mevlid cemiyetinde idi. Sevenlerinden birisi, tam on sekiz senedir konuşamıyordu. Yakınları onu alıp Muhammed Hıfnî hazretlerine getirdiler. "MurĂ‚dımız bunun konuşması icin himmetinizi istemektir." diyerek duĂ‚ talebinde bulundular. O da; "Bu oyle bir şeydir ki, ancak Allahu teĂ‚lĂ‚nın kudretiyle olur." buyurdu. Onlar duĂ‚ istemekte ısrĂ‚r ettiler. Bunun uzerine; "O hĂ‚lde şimdi doğruca Seyyid Ahmed Bedevî'nin kabrine gidiniz. Gece orada kalsın ve uyusun. Sabahleyin bana getirin." buyurdu. Sabahleyin onu getirdiler. Konuşamayan kişiye; "Şimdi LĂ‚ ilĂ‚he illallah kelime-i tayyibesini soyle." diye uc defĂ‚ buyurdu. Allahu teĂ‚lĂ‚nın izni ve keremi ile o kişi konuşmaya başladı.
Muhammed Hıfnî cok heybetli bir zĂ‚t idi. İnsanların eziyet ve sıkıntılarına sabrederdi. BĂ‚zan da sert olarak nazar ederdi. Boyle nazar ettiği kimselerin ceşitli cezĂ‚lara uğradıkları goruldu.
Şeyh Ahmed Fevî, ruyĂ‚sında Resûlullah'ı gordu. Resûlullah efendimiz kendisine; "Allahu teĂ‚lĂ‚, Muhammed Hıfnî'ye zamĂ‚nındaki sevdiklerine şefĂ‚at etme izni verdi." buyurdu.Hasan Şemme der ki: "KĂ‚hire'ye geldiğimde bu menkıbeyi duydum. Bunu bir turlu kabûl edemiyordum. Hocası Seyyid Bekrî de onun asrında yaşamış idi. O gece bir ruyĂ‚ gordum. Sanki kıyĂ‚met kopmuş ve insanlar mahşer yerinde toplanmıştı ve insanlar hesaba cekiliyordu. Hocamın başında bir tĂ‚c vardı. Hocası Seyyid Bekrî ve sevdikleri de arkasında duruyordu. Sanki ondan şefĂ‚at bekliyorlardı. Koşarak ona gittim. Ellerine sarıldım. Bana; "Asrımda yaşamış sevdiklerimize bak. Şimdi git onları arkamda bir saf yap." buyurdu. Cok kalabalık idiler. Bir yardımcı ile buyurduğunu yaptım. Daha sonra gunun korku ve telaşıyla huzûruna gittim ve ağlamaya başladım. Bana nicin ağladığımı sordu. Sonra beni goğsune bastırdı ve yeşil cubbesiyle orttu. Sonra da; "Korkma, uzulme! Biz bu kapıdan gireriz." buyurup, Cennet kapısını işĂ‚ret etti."
Muhammed Hıfnî hazretlerinin eserleri şunlardır: Es-SemerĂ‚t-ul-Behiyye fî EsmĂ‚i EshĂ‚b-ı Bedriyye, HĂ‚şiyetun alĂ‚ Şerh-il-Eşmûnî, Enfesu NefĂ‚îs-ud-Durer, HĂ‚şiyetun alĂ‚ Şerh-il-Hemziyye li İbn-i Hacer Heytemî, HĂ‚şiyetun fi'l-HisĂ‚b, HĂ‚şiye alĂ‚ Şerh-i RisĂ‚let-il-Adûd, HĂ‚şiye alĂ‚ CĂ‚mî-is-Sagîr lis-Suyûtî, RisĂ‚le fi't-Taklîd fi'l-Furu'.
NASIL KURTULDU?
Şeyh Ali Miyehî anlatır: "Seyyid AbdurrahmĂ‚n Ayderûsî, KĂ‚hire'ye geldiğinde, Muhammed Hıfnî'yi ziyĂ‚ret etti. Aralarındaki muhabbet bağı cok kuvvetli idi. Ayderûsî'nin evime teşriflerini cok arzu ederdim. Fakat kendimi cok aşağı gorduğumden, benim gibi aşağı bir kimsenin evine boyle mubĂ‚rek bir zĂ‚tı dĂ‚vet etmekten hayĂ‚ ediyordum. NihĂ‚yet bu arzumu Hıfnî'ye arzettim. Buyurdu ki: "İnşĂ‚allah o sana gelecek. Arzu ederse fakirler yemeği olan serîd (tirid) den yer. Onu cağırma, kendine de fazla ikrĂ‚mda bulunma." dedi. Ben de sozune uydum. HicĂ‚z'a sefer arzumdan da vazgectim. Cok gecmeden Ayderûsî evimi teşrif etti. Ona; "Efendim size sĂ‚dece serîd (tirid) hazırlayacağım." dedim. "Olur." buyurup bizimle sohbete başladı. UstĂ‚d Hıfnî'nin fazîletlerinden bahsetti. Ayderûsî bir ara; "Şimdi onun Malta adasındaki cok garip bir hĂ‚disesini anlatayım." deyip şunları anlattı: "Malta'daki muslumanlardan bir esir orada bir mescide uğradı. İcerideki zikri işitip, onlara; "Hangi zĂ‚tın bildirdiği vazifeleri okuyorsunuz?" dedi. Onlar da; "Şeyh Muhammed Hıfnî'nin" dediler. O kişi o zaman; "YĂ‚ Rabbî! Bu zĂ‚t icin senden istiyorum. Eğer bu zĂ‚t evliyĂ‚ ise esirlikten kurtulmamı nasîb et." diye yalvardı. Akşam olduğunda esiri yine zindana kapadılar. Esir o gece bir ruyĂ‚ gordu. RuyĂ‚sında bir zĂ‚t kendisine eğerli ve sefere hazır bir at getirdi; "Buna bin ve sur." buyurdu. O da ona binip surdu. Deniz kenarına kadar geldi. İskenderiye'ye gitmek uzere bir gemi bulup, atı ile birlikte ona bindi. Gemi, İskenderiyye limanına vardı. Adadaki esir zĂ‚t karaya cıktı. O esnĂ‚da uykudan uyandı ve kendisini İskenderiyye'de buldu. Boynunda zindanda taktıkları zincir bukağı yoktu. Doğruca Şeyh Muhammed Hıfnî'nin huzûruna gidip, başından gecenleri haber verdi. O da tebessum buyurdu."
YOLUNU NİCİN KAYBETTİ?
Şeyh Muhammed Munîr anlatır: "Bir zaman Muhammed Hıfnî'yi ziyĂ‚ret icin KĂ‚hire'ye gittim. Talebeleri beni huzûruna goturduler. Sohbetlerini dinledim. Onun yanında kaldım. NihĂ‚yet geri donmek icin izin istedim. İzin verince yanından ayrıldım. Bulak'a geldim. Sonra onun yanında bir şey unuttuğum hatırıma geldi. Bir talebemi ona gonderdim. Talebem oraya varınca Hıfnî onu kapıda karşılayıp niye geldiğini sormuş. O da unuttuğum eşyĂ‚yı soylemiş ve almış. Daha sonra Hıfnî ona oruclu olup olmadığını sormuş. O da oruclu olduğunu soyleyince, ona; "Yavrum bilhassa bu gunlerde oruc sana meşakkatli olur. Ustelik sen misĂ‚firsin. Orucun da nĂ‚filedir. Sen iftĂ‚r et oyle git." demiş. Talebem onun sozune ehemmiyet vermeden yola koyulmuş. Yolda hıyar satan birini gormuş. Ondan bir mikdĂ‚r hıyar almış. Oruclu olduğunu unutup yolda giderken yemeğe başlamış. O esnĂ‚da kendisini colde bulmuş. Şaşkınlıkla; "SubhĂ‚nallah, sanki Tih Colundeyim, buralar da neresidir? Ben neredeyim? Bulak şehri nerede kaldı? diye hayretler icine duşmuş. Birisi ile karşılaşıp ona Bulak yolunu sormuş. O da boyle bir şehir bilmediğini soyleyince bir başkasına sormuş aynı cevĂ‚bı almış. Korkudan ve o yerlerin meşakkatinden bîtĂ‚b hĂ‚le duşmuş. Sonra bu hĂ‚linin sebebi kendisi olduğunu anlayarak, Hıfnî hazretleri benim orucumu acarak gitmemi soylemişti. Onu dinlemedim. Emrine karşı geldim. Gunah işledim. Ey Hıfnî hazretleri imdĂ‚dıma yetiş. Ben ne yaparım? diyerek ağlamaya başlamış. Kesin olarak soz verip; "Bundan sonra Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevgili kullarına muhĂ‚lefet etmeyeceğim." demiş. O anda kendini hıyar aldığı zĂ‚tın karşısında gormuş. Talebem sonra da Bulak şehrine geldi. Gecikme sebebini sorduğumda başından gecen hĂ‚diseyi bana boylece bildirdi."
1) CÂmiu KerÂmÂt-il-EvliyÂ; c.1, s.208
2) El-A'lÂm; c.6, s.134
3) Silk-ud-Durer; c.4, s.49
4) Mu'cem-ul-MatbûĂ‚t; s.781
5) Brockelman; Gal.2, s.323
6) TĂ‚rihu AcĂ‚ib-ul-ÂsĂ‚r fî TerĂ‚cim-ul-AhbĂ‚r (Cebertî

7) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.17, s.94
ALINTI#
__________________