Osmanlı evliyĂ‚ ve Ă‚limlerinin buyuklerinden. İsmi, Hızır Celebi bin CelĂ‚leddîn'dir. Nasreddîn Hoca'nın torunlarındandır. 1407 (H.810) senesi Rebî'ul-evvel ayının birinde Eskişehir'e bağlı Sivrihisar kasabasında doğdu. 1458 (H.863) senesinde İstanbul'da vefĂ‚t etti. VefĂ‚ ile Zeyrek arasında, Unkapanı'na giden cadde kenarında defnedildi.

Kucuk yaşta babasından ilim tahsîl etti. Sonra MollaYegĂ‚n'a talebe olup, aklî ve naklî ilimleri tamamladı ve kızıyla evlenip dĂ‚mĂ‚dı oldu. İbn-i Cezerî'den kırĂ‚at ilmini oğrendi.

Hızır Bey, zekĂ‚sının kuvveti ve calışmasının cokluğu sebebiyle, bircok dînî ve fennî ilimlerde derin Ă‚lim oldu. Memleketi olan Sivrihisar'da kĂ‚dılık ve muderrislik yaptı. Cok ince bilgilere vĂ‚kıf olup, FenĂ‚rî'den sonra eşi yoktu.

Hızır Celebi, Bursa'daki SultĂ‚niye Medresesinde pekcok oğrenci yetiştirdi. MevlĂ‚nĂ‚ Muslihuddîn KastalĂ‚nî, MevlĂ‚nĂ‚ AliArabî, HocazĂ‚de ve HayĂ‚lî Ahmed Efendi gibi meşhûr Ă‚limler ondan ilim ve feyz alarak yetişti. Sonra onlar da pekcok oğrenci yetiştirmiş ve eserler vermişlerdir.

Bursa'daki BĂ‚yezîd Medresesinde de gorev yapan Hızır Bey, oradan İnegol'e kĂ‚dı oldu. NihĂ‚yet Edirne'ye gelerek yeniden eğitim ve oğretim hayĂ‚tına dondu. Bu arada Yanbolu kĂ‚dılığında bulunduğu da belirtilmektedir.

Ote yandan Osmanlı pĂ‚dişĂ‚hı Sultan Mehmed, uzun zamandır yaptığı hazırlıkları tamamlayarak İstanbul'u kuşatmış ve gunlerce suren muhĂ‚sara sonunda 29 Mayıs 1453'te Peygamber efendimizin mujdesine mazhar olarak şehri fethetmişti. Fetihten bir gun sonra PĂ‚dişĂ‚hın Otağ-ı HumĂ‚yûnunda butun ileri gelen umerĂ‚ ve ulemĂ‚ toplanmışlardı. FĂ‚tih Sultan Mehmed fetihle ilgili son bilgileri alıp gerekli emir ve fermanları verdikten sonra, Hızır Celebi'ye donerek; "İstanbul kĂ‚dısına hukum odur ki..." dedi. Bu fermanla FĂ‚tih, Hızır Beyi, İmparatorluğun en onemli vazîfelerinden birine tĂ‚yin ediyor ve ona olan guvenini en ust derecede gosteriyordu.

Hızır Beyin İstanbul kĂ‚dılığı uzun surmedi. İstanbul'un fetih tĂ‚rihi olan 1453'ten vefĂ‚t ettiği 1458 yılına kadar 5-6 yıllık bir sure ile bu onemli vazîfeyi yerine getirdi. Ancak bu kısa surede gosterdiği icrĂ‚atı ile cok başarılı oldu. Bu başarı da Hızır Beyin unutulmaz Turk velîleri ve Ă‚limleri arasında sayılmasında buyuk rol oynadı. AdĂ‚leti ile ilgili menkıbeleri gunumuze kadar geldi. Şoyle ki:

O zamanda kĂ‚dılar bugunku belediye reislerinin yaptıkları işleri de yaparlardı. Cunku o zamanlar, nufus ne kadar kalabalık olursa olsun, insanların mahkeme ile işleri az olurdu. Kimse kimseye kotuluk duşunmez, komşu komşusunun hakkına riĂ‚yet ederdi. Nitekim FĂ‚tih'in, İstanbul'un fethinden once tebdîl-i kıyĂ‚fetle Edirne bedesteninde dolaşırken başından gecen hĂ‚dise meşhûrdur. FĂ‚tih Sultan Mehmed Han, bir sabah vakti, tebdîl-i kıyĂ‚fetle alış-verişe cıktı. Yanında halk kıyĂ‚fetindeki vezirinden başka kimse yoktu. Girdiği dukkandan iki okka yağ istedi. Onu aldıktan sonra, beş okka da bal vermesini soyledi. Dukkan sĂ‚hibi; "Efendim, ben siftahımı yaptım, balı da komşudan alın, o da siftah etsin." dedi. Obur dukkana gittiler. Oradan da ikinci bir şey alamadılar. Boyle kac dukkĂ‚nı dolaştılar, hicbirinden ikinci bir şey alamadılar. Hızır Bey, komşunun değil hakkına, komşuya karşı ihsĂ‚na bu kadar riĂ‚yetkĂ‚r olan boyle bir milletin kĂ‚dısı idi.

Boyle sultana, boyle kĂ‚dı.

Hızır Bey, İstanbul kĂ‚dısı ve belediye başkanı olarak vazifeye başladıktan bir muddet sonra, bir hıristiyan mîmĂ‚r geldi. Hızır Beyi buldu. KĂ‚dı efendiye hĂ‚lini arzedip, pĂ‚dişĂ‚h FĂ‚tih Sultan Mehmed HĂ‚ndan şikĂ‚yetci olduğunu soyledi. O zamanlar, Avrupa ulkelerinde değil kralı mahkemeye vermek, aleyhinde konuşmak bile, bir insanın kendi hayĂ‚tından olması demekti. O gunlerde, İspanya'da hıristiyanlar, binlerce muslumanı; kadın, ihtiyar, cocuk demeden kılıctan gecirmekteydi. Bir hıristiyan ise, bir musluman devletinde, o devletin kĂ‚dısına, devletin pĂ‚dişĂ‚hını şikĂ‚yet edebilme hakkını kendisinde bulabiliyordu.

Hızır Bey, hıristiyan mîmĂ‚rı dinledi. FĂ‚tih Sultan Mehmed HĂ‚n, bugunku Ayasofya CĂ‚miinden daha yuksek kubbeye ve daha ustun mîmĂ‚rî husûsiyetlere sĂ‚hip bir cĂ‚mi yaptırmak istemiş ve o hıristiyan mîmĂ‚r da bu işe tĂ‚lib olmuştu. Ama bir hıristiyan olarak, muslumanların, meşhûr Ayasofya kilisesinden daha ustun husûsiyetleri hĂ‚iz bir esere sĂ‚hib olmalarına gonlu rĂ‚zı olmamıştı. Bu gĂ‚yesini gercekleştirebilmek icin de, boyle bir cĂ‚miyi kendisinin yapabileceğini soyleyerek işe tĂ‚lib oldu. CĂ‚minin inşĂ‚atı başladı. Mısır'dan binbir zahmetle getirilmiş sutunların yuksekliklerini kısa tutmuş, dolayısıyle kubbenin yuksekliği de Ayasofya'dan alcak olmuştu. İnşĂ‚atın bitmesine yakın ziyĂ‚rete giden FĂ‚tih Sultan Mehmed HĂ‚n, sutunların kasıtlı olarak kucultulup, meşhûr Ayasofya'dan daha ustun bir binĂ‚nın yapılmaması gayreti gudulduğunu anladı. Bu hĂ‚le cok hiddetlendi. Hıristiyan mîmĂ‚rın cezĂ‚landırılmasını emretti. Emir yerine getirildi. Eli kesildi. Yuzlerce kilometreden binbir emekle gelen mermer sutunlar, hıristiyan gayreti ile kısaltılmış, Sultanın emri ve iyi niyeti ayaklar altına alınmıştı.Ustelik devletin kĂ‚nun ve nizĂ‚mına uymak karşılığında zımmîlik hakkı bahşedilmiş olmasına rağmen, boyle bir yola tevessul etmişti. Bir mîmĂ‚r icin el, her şeyden daha fazla luzumluydu. Ama mĂ‚lesef, duşunmeden işlediği bir suca diyet olmuş, elsiz kalmıştı. İki cocuğu bir hanımı vardı. Muslumanların hĂ‚lini, Osmanlıların adĂ‚letini bilenler; "Bu işte bir acelelik var, muslumanlar bu işi yapanı suclu bulurlar, hele onların Ă‚dil kĂ‚dıları, pĂ‚dişĂ‚hın bile gozunun yaşına bakmaz cezĂ‚sını verirler." dediler. Hıristiyan mîmĂ‚r pek inanmadıysa da, ısrĂ‚rlar karşısında dayanamayıp kĂ‚dıya gitmeye karar verdi. İşte onun icin, Hızır Beyin huzûrunda bulunmaktaydı. Butun bunları, Ă‚dil Osmanlı'nın Ă‚dil kĂ‚dısına tek tek anlattı. Hızır Bey, tam bir sukûnetle hĂ‚diseyi dinledi. Daha sonra soruşturup, meseleye vĂ‚kıf oldu. ŞĂ‚hidlerle berĂ‚ber, FĂ‚tih Sultan Mehmed HĂ‚nı, imparatorların, kralların, beylerin taht ve mulkleri, iki dudağı arasından cıkacak bir cift soze bağlı olan Osmanlı pĂ‚dişĂ‚hını mahkemeye dĂ‚vet etti. Bildirilen saatte mahkeme teşkîl edildi. O sırada, FĂ‚tih Sultan Mehmed HĂ‚n da geldi. Eli kesilen hıristiyan mîmĂ‚r ayakta duruyor, urkek urkek etrĂ‚fını seyrediyordu. Boyle bir mahkemeyi ilk defĂ‚ goruyordu. Cunku onların bildiği, guclu olanın hĂ‚kim olmasıydı ve gucu yetene her şey mubahtı. Kohne Bizans, zayıf olan herkesin ezildiği, gucsuzun elinden ekmeğini kapanın kahraman olduğu, mahkemelerin değil sucluya cezĂ‚ vermek, zulum goren mĂ‚sûmu cezĂ‚landırdığı bir yerdi. Boyle bir toplumdan gelen bir kimse, Osmanlının Ă‚dil idĂ‚resini hayĂ‚l bile edemezdi. İstanbul FĂ‚tihi Sultan Mehmed HĂ‚n, mahkeme salonu olarak kullanılan yere girince, baş koşede bulunan yere oturmak arzusuyla o tarafa doğru yoneldi. PĂ‚dişĂ‚hın bu hĂ‚lini goren kĂ‚dı Hızır Bey, hic cekinmeden; "Oturma begum!.. Hasmınla yuzleşmek uzere, mahkeme huzûrunda ayakta dur!" dedi. Sultan, sozu ikiletmeden soylenilen yere gecti. Mahkemenin pĂ‚dişĂ‚hı HızırBeydi. Cunku Hızır Beyin şahsında, İslĂ‚miyetin Ă‚dil hukumleri karşısında bulunmaktaydı. Hızır Bey; "Sen, MurĂ‚d oğlu Mehmed! Bu zımmînin elini kestirdin mi?" deyip soze başladı. Mahkeme neticesinde; "Sen, MurĂ‚d oğlu Mehmed! Mahkeme edilmeden bu zımmînin elini kestirdiğin icin kısas olunacaksın! Senin elin de onunki gibi kesilecek! Eğer zımmîyi rĂ‚zı edebilirsen, olunceye kadar onun ve coluk-cocuğunun maîşetini temin etmek karşılığında elini kesilmekten kurtarabilirsin!" dedi. Herkesle birlikte PĂ‚dişĂ‚h da tam bir sukûnet icerisinde kararı dinledi. Hıristiyan mîmĂ‚r, bu ulvî karar karşısında daha fazla dayanamadı. Ağlayarak PĂ‚dişĂ‚hın ellerine kapandı. Olunceye kadar maîşetini temin etmek karşılığında anlaştılar. ZĂ‚limleri bile ağlatacak boyle bir adĂ‚letin, ancak hak bir dînin mensupları tarafından icrĂ‚ edilebileceğini duşunen hıristiyan mîmĂ‚r, Ă‚ile efrĂ‚dı ile birlikte musluman olmakla şereflendi. O da yuce İslĂ‚m dîninin yayılması icin gayret eden kimseler arasına katıldı. Bu mahkemeden birkac gun sonra, FĂ‚tih Sultan Mehmed HĂ‚n, KĂ‚dı Hızır Beyi ziyĂ‚ret etti. Mahkeme esnĂ‚sında gosterdiği adĂ‚lete teşekkur edip; "Eğer bana, bir suclu gibi değil de, bir pĂ‚dişĂ‚h gibi muĂ‚mele etseydin, seni şu kılıcımla parcalardım." dedi. Hızır Bey de, PĂ‚dişĂ‚ha mahkeme esnĂ‚sındaki hĂ‚l ve hareketleri icin teşekkur ettikten sonra; "Eğer pĂ‚dişĂ‚hlığına guvenip, dînin emri olan hukmume karşı gelseydin, seni bu arslanlara parcalattırırdım." dedi ve paltosunun iki eteğini cekti. Bakanlar, Hızır Beyin eteği altındaki iki arslanın sert bakışlarını gorduler. "Boyle sultana, boyle kĂ‚dı." demekten kendilerini alamadılar.

Hızır Celebi'nin; Ahmed, Sinan ve YĂ‚kûb adlarında uc oğlu vardı. AhmedPaşa, Bursa muftuluğunde, YĂ‚kûb Paşa, Bursa ve İstanbul medreseleri muderrisliğinde, Sinan Paşa da FĂ‚tih Sultan Mehmed'in hocalığı vazîfelerinde bulunmuş olup, hepsi zekĂ‚ları, ilim ve irfanları ile temĂ‚yuz etmiş ustun kimse idiler.

Hızır Beyin guzel ahlĂ‚kı, zuhd ve takvĂ‚sı da, ilmi gibi yuksekti. Arap, Fars ve Turk edebiyĂ‚tında da geniş bilgi sĂ‚hibi olup, şĂ‚irliği de vardı. Her uc dilde de kıymetli şiirler yazdı. AkĂ‚ide dĂ‚ir meşhûr Kasîde-i Nûniyye'yi nazmetti. Beyitler hĂ‚linde yazılan kasîdenin her beytinin ikinci mısrası Arapca "nun" (N) harfi ile bittiği icin Nûniyye diye isimlendirilmiştir.

Hızır Bey, Kasîde-i Nûniyye'nin her beytinde İslĂ‚m akĂ‚idinin, îtikĂ‚d bilgilerinin bir meselesini dile getirdi. Kasîde-i Nûniyye, talebesi Molla HayĂ‚lî ve diğer Ă‚limler tarafından şerh olundu. Hızır Beyin ayrıca İcĂ‚letu'l-Leyleteyn adlı guzel bir kasîdesi ile diğer bĂ‚zı eserleri de vardır. Arapca, Farsca ve Turkce şiirleri de olup şu beyt onundur.

Vermiş sabĂ‚ benefşeye peygĂ‚m-ı zulf-i yĂ‚r,

Ol lezzetin hevĂ‚sı dimĂ‚gındadır dahî.

İstanbul'un Anadolu yakasında, Molla Hızır Beyin geniş arĂ‚zisi bulunduğu icin, buraya Kadıkoyu (Kadıkoy) ismi verilmiştir.

EdebiyĂ‚tımızda meşhur bir usûl onemli bĂ‚zı olaylarla ilgili tĂ‚rih duşurme geleneği idi. Ancak Hızır Beye gelinceye kadar mısralarla terkip hattĂ‚ ebced harfleri zikredilmek sûreti ile tĂ‚rih duşurulmekte idi. Hızır Bey ise kıt'anın son kelimesi ile tĂ‚rih duşurme sanatını keşfetmiş, bu husus kendisinden sonra bir gelenek hĂ‚lini almıştır. Nitekim İstanbul'un fethine duşurduğu tĂ‚rih bu geleneğe cok guzel bir misĂ‚l teşkil etmektedir.

"Feth-i İstanbul'a nusret bulmadılar evvelûn,

Feth idub SultĂ‚n Mehmed kıldı tĂ‚rîh "Âhirûn".

Beytin son kelimesi "Ă‚hirûn" ebced usûluyle hesaplandığında İstanbul'un fetih tĂ‚rihi olan Hicrî 857 senesi elde edilmektedir. Bu da MîlĂ‚dî takvimle 1453 yılına tekĂ‚bul etmektedir.

ULKEMDE BU ADAMA CEVÂB VERECEK BİR ÂLİM YOK MU?

FĂ‚tih Sultan Mehmed Han tahta gectiği ilk gunlerden îtibĂ‚ren fırsat buldukca sarayda ceşitli Ă‚limleri toplayıp onlarla ilmî sohbetler yapıyordu. Bu toplantılara zaman zaman orada bulunan yabancı ilim adamları da iştirĂ‚k ediyordu. Yine boyle bir ilim meclisi teşkil edildiğinde, Kuzey Afrika ulkelerinden birinden gelen ve gizli ilimlerde mahĂ‚ret sĂ‚hibi bir Ă‚lim de katılmıştı. O Ă‚lim, SultĂ‚nın katında Turk Ă‚limlerini, sorduğu zor ve cozulmesi guc sorularla epeyce bunalttı. Onları cevap veremez gordukce de yeni yeni sorular yoneltti ve ustunluk gosterisinde bulundu. Osmanlı ulemĂ‚sının boyle acz icinde kalması, cihĂ‚n pĂ‚dişĂ‚hı olan FĂ‚tih'i son derece rahatsız etti. Butun beyleri, paşaları ve vezirleri toplayıp; "Ulkemde bu adama cevap verecek bir Ă‚lim yok mudur? Cabuk olun, araştırın ve bana derhal musbet bir cevap getirin!" dedi. Vatan topraklarını iyi bilen vezirler, duşunduler ve Sivrihisar Medresesinde gorev yapan Hızır Beyi hatırladılar. FĂ‚tih'e; "SultĂ‚nım! Ulkemizde Hızır Bey adında değerli bir Ă‚limimiz var, emir buyurursanız, haberci gonderip buraya cağıralım." dediler. Sultan, "Durmayın, kim varsa derhal dĂ‚vet edin, hemen gelsin." buyurdu. Bunun uzerine, Hızır Beyi cağırmak uzere Sivrihisar'a uc kişilik bir heyet gonderdiler. Hızır Bey, bu heyetle Edirne'ye geldi. Hızır Bey, o zaman daha otuz yaşlarında ve asker kıyĂ‚fetinde bulunduğundan, yaş ve kıyĂ‚feti, meşhûr Ă‚limlere meydan okuyan zĂ‚tın alay edercesine gulmesine sebeb oldu.

Onun bu tavrı uzerine Hızır Celebi; "Gereksiz yere gulenler, hoşa gidenlerden sayılmaz. Soracağın her ne ise hemen bildir. Sozun gelişi beni de başarısızlığa uğrayacaklardan biri say." Bunun uzerine misĂ‚fir Ă‚lim, pĂ‚dişĂ‚hın huzûrunda ve kendinden son derece emin bir şekilde Hızır Celebiye sorularını yoneltti. O sorarken Hızır Celebi mutevĂ‚zi bir şekilde onune bakıp gulumseyerek notlarını tuttu. Sonra sorulan suĂ‚llerin hepsine teker teker ve gĂ‚yet guzel cevaplar verdi. Cozulecek hic bir meseleyi ortada bırakmadı. MisĂ‚fir Ă‚lim hic beklemediği bu durum karşısında bir hayli şaşırdı ve tedirgin oldu.

Sonra soru sorma sırası Hızır Beye geldi. FĂ‚tih Sultan Mehmed'den izin istedikten sonra o Ă‚lime donerek on altı değişik ilimden cozumu guc birer mesele sordu. MisĂ‚firin bu konulardan haberi bulunmadığından dili tutuldu ve pekcok ilim adamının ortasında utanc icinde kaldı. Sonra; "Hızır Bey, İslĂ‚m Ă‚leminde benzeri pek az bulunan ilim adamlarınızdan biridir. Kendisinde oylesine bir hĂ‚fıza ve zekĂ‚ var ki, karşısında durmak mumkun değildir." diye itirafta bulundu.

Kerem ve ihsĂ‚n sĂ‚hibi yuce PĂ‚dişĂ‚h sonuctan cok memnun oldu. Sevinc ve heyecĂ‚nından yerinden kalkıp yeniden oturdu. Hızır Beyi harĂ‚retle tebrik ederek; "Yuzumuzu ak eyledin. CenĂ‚b-ı Hak da iki cihĂ‚nda senin yuzunu ak eyleyip, ilmini ve fazlını arttırsın." dedi. Sonra sırtındaki kurku cıkarıp, Hızır Beyin sırtına gecirdi. Yine bu memnuniyetinin karşılığı olarak Hızır Beyi atalarının inşĂ‚ ettiği Bursa'daki SultĂ‚niye Medresesi muderrisliğine tĂ‚yin etti.

1) KĂ‚mûs-ul-A'lĂ‚m; c.3, s.2047
2) ŞakĂ‚yik-ı Nu'mĂ‚niyye Tercumesi (Mecdî Efendi); s.111
3) Osmanlı Muellifleri; c.1, s.290
4) Hadîkat-ul-CevĂ‚mi; c.1, s.85
5) Sicilli OsmĂ‚nî; c.2, s.277
6) İslĂ‚m Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.86
7) TÂcu't-TevÂrih; c.5, s.80
ALINTI#


__________________