(elimden geldiği olcude devamını yapacağım inşallah
sizlerde bilgilerinizi paylaşırsanız sevinirim)

Kendi kendime hanım sahabelerin hayatlarını araştırıp bir arşiv yaptım
Hocalarım bana anlattıklarında bu uc hanım sahabeden cok etkilenmiştim
Sizlerle paylaşmak istedim...

.:..:.. HİFA HATUN ..:..:..
Emiru’l-muminin Hasan bin Ali -radıyallahu anhuma-’nın, Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’den naklettiği bir hadis-i şerifte:
“Sadece malı icin bir kadınla evleneni, Allahu Teala fakir eder. Guzelliği icin evlenen guzelliğinden fayda gormez. Dini icin onunla evlenirse, o kadın erkeğe bereket olur.” buyurulmuştur.
Hifa, Medine-i Munevvere’de, guzelliği dillerde dolaşan, genc ve zengin bir kadın idi. Bir gun Peygamber Efendimiz’in -sallallahu aleyhi ve sellem- huzuruna gelip:
“-Ya Rasulullah, bana, beni Cennete goturecek bir iş oğret!..” dedi.
Herkesin durumuna ve ihtiyaclarına gore nasihatlarda bulunan İki cihan guneşi Efendimiz:
“-Bir an once evlenmeni tavsiye ederim. Boylece dininin diğer yarısını emniyete alırsın.”
buyurdular.
Hifa Hanım:
“-Ya Rasulullah, bana kim kufuv (denk) olabilir? Beni, Habeş hukumdarı Necaşi istemişti. Ubeydullah yuz deve ve daha bir cok şey mehir olarak vaad etmişti. Ben onu da kabul etmemiştim. Siz kimi munasip gorurseniz, razıyım.” dedi.
O sırada gonlunden, Peygamber Efendimizin kendisini muminlerin annelerinden kılacağı umidi geciyordu.
Rasulullah kimseyi gucendirmemek icin:
“-Yarın sabah, mescide ilk once gelen kimse ile bu hanımın nikahını kıyacağım.” buyurdular.
Sabahleyin, Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- mescide ilk once gelecek kimseyi bekliyordu.
Birden kapıda Suheyb -radıyallahu anh- gorundu. Son derece guzel ve zengin bir kadın olan Hifa’nın aksine, Suheyb, kimsesiz, fakir, siyaha yakın renkli, celimsiz, gorunuşu hoş olmayan bir kimse idi.
Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- sabah namazından sonra, Hifa Hatun’u cağırdı ve durumu bildirdi. Hifa, Allahu Teala’nın kazasına ve Allah Rasulu’nun tavsiyesine gonul hoşluğu ile razı oldu. Bunun uzerine Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir hutbe okudu ve:
“-Ey Suheyb, kalk, hanımın icin carşıdan bir şey al!” buyurdu. Suheyb:
“-Ya Rasulallah, bir dirhem gumuşum bile yok!” dedi.
Hifa Hatun, kocasına 10 bin dirhem gumuş hediye ettiğini soyledi. Peygamber Efendimiz, Suheyb’i pazara gonderdi. Duğun icin gerekli şeyleri alıp donen Suheyb’e:
“-Ey Suheyb, şimdi de hanımının elinden tut ve onu evine gotur!” buyurdular. Suheyb caresiz boynunu buktu ve:
“-Ya Rasulallah, benim evim mesciddir, nereye gotureyim?” dedi.
Yuzu guzel olduğu gibi, kalbi de guzel olan Hifa:
“-Filan yerdeki konağımı sana bağışladım. Kalk, beni oraya gotur!” dedi.
Allah’ın Rasulu ikisine de dua etti ve ashab-ı kiramla birlikte bu yeni aileyi yolcu ettiler. Hifa Hatun ve Suheyb -radıyallahu anhuma- yemeklerini hamd ederek tamamladılar. Yatacakları esnada, Hifa hatun:
“-Ey Suheyb, ben sana nimetim, sen bana mihnetsin. Sen bu nimete şukur icin, ben de bu mihnete sabır tevfikine şukur icin, gel, bu geceyi ibadet ve taatla gecirelim. Sen şukur ediciler, bende sabır ediciler sevabına kavuşalım. Zira Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-: “Cennette yuksek bir cardak vardır. Burada sadece şukredenler ve sabredenler bulunur.” Buyurmuşlardı.” dedi.
O gece, ikisi de taat ve ibadet ile meşgul oldular. Suheyb, ertesi gun mescide geldiğinde, Cebrail aleyhisselam, geceki hallerini Rasulullah’a coktan bildirmişti.
Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
“-Ey Suheyb, geceki halinizi sen mi anlatırsın, ben mi haber vereyim?” diye sordular.
Suheyb -radıyallahu anh-:
“-Ya Rasulallah, siz soyleyiniz.” dedi.
Rasulullah, olanları ve ibadetlerini anlattı. Sonra da ikisini cennet ve cemal-i ilahi ile mujdeledi. Suheyb sevincinden o an başını secdeye koydu ve:
“-Ya Rabbi, eğer beni mağfiret etmişsen, bir daha gunah kirine bulaşmadan ruhumu kabz et!” dedi.
Allahu Teala, duasını kabul etti ve secdeden başını kaldırmadan onun canını aldı. Olanları seyredenler şaşırmış, bir kısmı da ağlamaya başlamıştı. Peygamber Efendimiz:
“-Size bundan daha tuhafını haber vereyim mi? şu an Hifa da ruhunu Hakk’a teslim etti.” buyurdular.
Bu iki aşk, teslimiyet ve takva abidesinin cenaze namazını Peygamber Efendimiz bizzat kıldırdı. Ve onları yan yana defnettirdi. Başları ucuna iki tahta koyup, birine “bu, Allah Teala’nın nimetine şukredenin kabridir”; diğerine de “bu Allah’ın mihnete sabredenin kabridir” yazıldı.


.:..:.. HANSA HATUN ..:..:..
Peygamber efendimiz zamanında, Amr’ın kızı olan meşhur kadın şair Hansa, cok guzel kahramanlık şiirleri soylerdi. Musluman olduktan sonra, İslÂm, onu ustun bir feragat ve fedakÂrlık timsali yapmış ve imanda kemale erdirmişti. Dort cocuğu Kadisiye harbinde şehit olduğu hÂlde, cesaret ve sebatında asla bir sarsılma olmamıştı. Şehit anası olmanın verdiği teselli, ona evlat acısını bile unutturmuştu.

Başka soze ne hacet?

Hansa Hatun, Kadisiye muharebe meydanına giderek, cocuklarını şu tarihi sozleriyle coşturmuştur:

”Benim kahraman evlatlarım! Allaha yemin ederim ki, Ondan başka ibadet edilecek bir mabud yoktur. Siz aynı ananın ve aynı babanın cocuklarısınız. Ben kocama ihanet etmiş bir kadın olmadığım gibi, babanız da mazisi lekeli bir insan değildir. Hem de ben, zorla değil de kendi isteğimle İslÂmiyeti kabul ettim. Ve yine kendi arzumla hicret ettim. Sizler işte boyle tertemiz bir maziye sahipsiniz.

Sizden; gireceğiniz savaşta bu asaletinize uygun bir cesaret ve kahramanlık bekliyorum. Din duşmanlarına ilk hucum eden sizler olmalısınız. Sizlerin arkada değil, daima en on safta carpıştığınızı gormeliyim. Cunku bu harp, eski savaşlarımız gibi adi, basit cıkarlar uğruna yapılan capulculuk ve yağmacılık hareketi değildir.

Elleriyle yaptıkları putlara tapan, kız cocuklarını diri diri gomecek kadar vahşete devam eden putperestlere, doğruyu ve hakkı gosterme hareketidir. Kısaca bu cihadda emir Allahtan, kumanda da Resulullah efendimizdendir. Başka soze ne hacet?”

Bu sozlerden sonra cocuklarını ayrı ayrı kucaklayan Hz. Hansa, ilave ederek diyor ki:

”Ya İslÂmın zafer bayrağını Kadisiye’de dalgalandıracaksınız; yahut da din uğruna şehit olduğunuzu duyacağım!.."

Bir annenin cocuklarına karşı boyle kahramanca konuşması, orada bulunan diğer mucahidleri de coşturuyor ve Kadisiye’de İslÂmın zafer bayrağının dalgalanmasına sebep oluyordu.

Şehit anası

Nitekim oyle de olmuştur. Hasta yatağında yatarken dort oğlunun da şehadet haberi getirilince, haberi getirenlere sordu:

- Yani ben, şehit anası mı oldum şimdi?

- Evet, şehit anası, hem de dort şehit anası...

- Zafer kimlerde?

- Zafer, muslumanlarda... Şimdi Kadisiye’de İslÂmın bayrağı dalgalanıyor!

”İslÂmın bir zaferi icin dort oğlum da feda olsun!” diyen Hansa Hatun, ellerini kaldırarak şoyle yalvarıyor:

- Ya Rabbi! Bana emanet ettiğin dort kahramanı, yine senin dinin uğrunda feda etmiş bulunuyorum. Artık beni şehit anaları defterine kaydet! Benim icin şehit anası olmak kÂfi ikramdir. Bunu bana nasip eyle!

Her ne zaman Hansa Hatun’dan soz edilse, Resulullah efendimiz, onun icin, “Ornek bir İslÂm kadını” buyururlardı.

Hansa Hatun, ilk once, Suleymoğulları kabilesinden Revaha bin Abdulaziz Selmi isimli bir zat ile evlenmişti. Onun vefatından sonra Mirdas bin Ebi Amir ile evlendi.

Medine’nin yolunu tuttu

Risalet guneşi Mekke’de doğup da dunyayı aydınlattığı zaman, bu guneşin aydınlığı her tarafa yayıldı. Hz. Hansa’nın gozu de bu nur ile aydınlandı. Kendi kabilesinden birkac kişiyi de yanına katarak Medine’nin yolunu tuttu. Huzuru saadete vararak İslÂmiyet ile şereflendi.

Hansa Hatun, devrinin meşhur şairlerindendir. Peygamber efendimiz, onun şiirlerini bir hayli dinlediler. Bu hanımın fesahat ve belagatını takdir buyurdular.

Hz. Hansa, ilk olarak şairliğe şoyle başlamıştı:

Arada sırada bir-iki şiir soyluyordu. Fakat Esedoğulları kabilesi ile onun kabilesi arasındaki savaşta, oz kardeşi Muaviye olduruldu. Diğer uvey kardeşi Sahr da mizrakla yaralandı. Hansa Hatun bir sene kadar kardeşine ihtimamla baktı, fakat yara bir turlu iyileşmedi. Sahr da bu yaradan kurtulamayıp, o da oldu.

Hz. Hansa da bu iki kardeşinin ayrılığından muteessir olup, bunlar icin mersiye soylemeye başladı ve şair olup ortaya cıktı.

Hz. Omer, Hansa Hatunun cocuklarının Kadisiye’de şehit olmaları uzerine, şehitlerin cocuklarının her biri icin senelik iki yuz dirhem maaş bağladı ve Hz. Hansa’nın ismi de şehit cocukları ile birlikte anıldı.

Birgun Hansa Hatun, Hz. Aişe’nin huzuruna gelmişti. Başında matem işareti vardı. Hz. Aişe de Hz. Hansa’yı boyle gorunce dedi ki:

- Ey Hansa, boyle yapma! Bu şekilde matem tutmayı dinimiz yasaklamıştır.

Hz. Hansa da şoyle cevap verdi:

- Ben bunu bilmiyordum, boyle yapmanın men edildiğinden haberim yoktu. Fakat bunu boyle yaptığımın bir sebebi vardır.

Hansa Hatun boyle soyledikten sonra, bu sebebi şoyle anlattı:

”Cahiliye devrinde, babamın, beni verdiği kocam cok musrif bir kimseydi. Kendisinin de, benim de, butun varımı, yoğumu dağıttı. Kumara verdi. Bunun icin parasız, pulsuz kalıp muhtac duruma duştuk. Kardeşim Sahr malını ikiye bolup, bize bir şeyler vermişti. Az zaman sonra bu mal da heba olup gitti.

Hep dağıtıyor

Kardeşim Sahr, benim parasız kalıp muhtac duruma dustuğumu gormuş ve buna cok uzulmuştu. Geride kalan diğer hisseden de bana yine verdi. Karısı kendisine, dedi ki:

- Bu boyle olmaz, sen daha ne zamana kadar kız kardeşin Hansa’ya malını vermekte devam edeceksin? Onun kocası hep kumar oynuyor ve nesi var, nesi yoksa hep dağıtıyor.

Sahr karısına cevaben şu şiiri soyledi:

- Yemin ederim ki, ona malımın iyisini vereceğim, o afife bir kadındır. Eğer ben olursem, o da kendi başortusuyle benim matemimi tutar.

Bunları anlatan Hansa Hatun sozlerini şoyle bitirdi:

- İşte ben de onun matemi icin boyle yapıyordum.

Hz. Hansa 646 yılında vefat etti.

.:..:.. UMM-İ UMARE NESİBE HATUN ..:..:..
Umm-i Umare, Uhud gazasına, kocası Zeyd bin Asım, oğulları Habib ve Abdullah ile birlikte katılarak, secaat ve kahramanlıklar gosterdi. Gazilere su dağıtmak ve yaralarını sarmak vazifesiyle katıldığı savaşın en şiddetli bir anında, Resulullah efendimize saldıran bir muşriki atından aşağı duşurup oldurdu.

Ok, kılıc ve kalkan kullanarak duşmana saldırırken kendisi de birkac yerinden yaralandı. Yaralı hÂliyle kocasını ve oğullarını savaşa teşvik etti. Duşman, Resulullah efendimize hangi istikametten saldırırsa, hemen kocası ve oğullarıyla oradan mudafaa ederlerdi.

Carpışmaya koyuldum

Umm-i Umare der ki: “Gunduzun başlangıcında Uhud’a vardım. Halk ne yapıyor bir bakayım dedim. Yanımda bir kirba ve icinde su vardı. Resulullahın yanına kadar gittim. Kendisi, o sırada Eshabı arasında bulunuyordu. Bu zamanda muslumanlar savaş ustunluğunu devam ettiriyorlardı.

Muslumanlar dağılmaya başlayınca, Resulullahın yanına vardım. Carpışmaya koyuldum. Kılıcla, okla muşrikleri Resulullahtan uzaklaştırmaya calıştım. Bu arada da yaralandım. Resulullahın yanında on kişi kalmamıştı. Ben, oğullarım ve kocam, Resulullahın onunde carpışıyor, muşrikleri ondan uzaklaştırıyorduk.

Bir ara Resulullah efendimiz, benim yanımda kalkan bulunmadığını gordu. Yanında kalkan bulunanlardan birisine buyurdu ki:

- Ey kalkan sahibi, kalkanını carpışana bırak!

O kimse kalkanını Resulullaha verdi. Ben de Resulullah efendimizden alıp, onunla korundum.

Bize ne yaptılarsa, muşrik suvarileri yaptılar. Atlı bir adam gelip, bana vurdu. Kalkanımla korundum. Ben de onun atının ayaklarına kılıc caldım. At arkaustu yıkılınca, Peygamber efendimiz oğlum Abdullah’a şoyle buyurdu:

- Ey Umm-i Umare’nin oğlu! Annene, annene yardım et!”

Umm-i Umare’nin oğlu Abdullah ibni Zeyd anlatır:

”Uhud gunu sol kolumdan yaralanmıştım. Beni, hurma ağacı gibi upuzun bir adam vurmuştu. Resulullah efendimiz; “Yaranı sar” buyurdu. Anam yanıma geldi. Yaraları sarmak icin yanında bulunan hazır bezlerle yaramı sardı.”

Herkes katlanabilir mi?

Bu sırada Resulullah efendimiz bana bakıyordu. Annem, yaramı sardıktan sonra, bana dedi ki:

- Kalk yavrucuğum! Muşriklerle carpış!

Resulullah efendimiz de buyurdular ki:

- Ey Umm-i Umare! Senin katlandığın, dayanabildiğin şeye, herkes katlanabilir, dayanabilir mi?

Beni yaralayan muşrik o sırada oradan geciyordu. Resulullah efendimiz tekrar buyurdular ki:

- İşte, oğluna vuran adam!

Annem, hemen onun onune gecip, bacağına vurup cokertti. Bunun uzerine, Resulullahın, mubarek dişleri gorunecek kadar gulumsediğini gordum. Sonra buyurdu ki:

- Allaha hamd olsun ki, seni duşmanına muzaffer kılıp, gozunu aydın etti. Ocunu almayı sana gozunle gosterdi.

Peygamber efendimiz, Uhud savaşında Umm-i Umare’nin oğlu Abdullah’a buyurdu ki:

- Ey Umm-i Umare’nin oğlu!

Hz. Abdullah, “Buyur ya Resulallah” deyince, ona, taş atmasını buyurdu.

Hz. Abdullah, onunde gitmekte olan atlı muşrike bir taş attı. Taş, atın gozune değince, at urktu ve at da, atlı da yere yıkıldı. Hz. Abdullah taşa tutup, o muşriki yaraladı.

Su dağıtıyordu

Umm-i Umare, Uhud’da oğlu yaralanınca, oğlunun yarasını ve diğer sahabilerin yaralarını sarıyor, susuz olanlara su dağıtıyordu. Daha sonra, eline bir kılıc alarak carpışmaya başladı.

İbni Kamia kÂfiri, Resulullahı oldurmeye yemin etmişti. Resulullahı gordu. Resulullaha hucum edince, Umm-i Umare atının onune gecti. Atını durdurup İbni Kamia’ya saldırdı. O muşrikin uzerinde zırh olduğu icin darbeleri pek tesir etmedi. Zırh olmasaydı, o da oldurulen diğer muşriklerin yanına gidecekti.

Sonunda o muşrikin şiddetli bir hucumu ile boynundan ağır yaralandı. Resulullah efendimiz onun icin buyurmuştur ki:

- Uhud gunu ne tarafıma baktıysam, hep Umm-i Umare, hep Umm-i Umare’yi gordum.

Nesibe Hatun, bu savaşta oniki-onuc yerinden yaralanmıştı. Bunlardan en ağırı, İbni Kamia’nın, boynunda actığı yaraydı. Resulullah efendimiz, oğlu Abdullah’a bu yarayı sarmasını emrettiler. Sonra buyurdular ki:

- Ev halkınızı Allahu teÂl mubarek kılsın. Senin annenin makamı filan ve filanların makamından hayırlıdır. Allahu teÂl sizin ev halkınıza rahmet etsin!

Bir sene tedavi gordukten sonra bu yara iyileşti.

Museylemet-ul Kezzab, yalancı peygamberlik iddiasıyla ortaya cıkınca, Umm-i Umare’nin oğlu Habib, Amman’dan Medine’ye gelirken esir duştu. Museyleme, kendisinin peygamberliğini kabul etmesini istedi. Habib onu tasdik etmeyince, tek tek uzuvları kesilerek şehit edildi.

Olumunu gostersin

Bunu işiten Umm-i Umare Museyleme’nin olumunu gostermesi icin Allahu teÂlÂya du etti. Yaşı altmışın uzerinde olmasına rağmen, oğlu Abdullah’la beraber Yemame savaşına iştirak etti. Savaşın şiddetli bir anında, muslumanların dağılmaya başlamaları uzerine, kılıcını cekerek duşmana hucum etti. Oniki yerinden yara aldı. Museyleme’yi de yaraladı.

Umm-i Umare’nin oğlu Abdullah’ın da bulunduğu, bir grup muslumanın onunden atla kacmaya calışan Museylemet-ul Kezzab, Hz. Vahşi tarafından mızrakla vurularak olduruldu.

Umm-i Umare bu savaşta kolunun birini kaybetti. İslÂm ordusunun kumandanı Halid bin Velid, kendisiyle yakından alÂkadar oldu. Yaralarını sardırdı. Boylece Museyleme’nin oluşunu gormuş oldu.

Bir gun Nesibe Hatun, Peygamberimize dedi ki:

- Ya Resulallah, Allahu teÂlÂya du et de cennette sana komşu olalım. Peygamber efendimiz de, “Allahım! Bunları, cennette bana komşu ve arkadaş et” diye du etti. Bunun uzerine Umm-i Umare dedi ki:

- Bu bana kÂfidir. Artık dunyada ne musibet gelirse gelsin, hic ehemmiyeti yok.

Melekler du ederler

Birgun Resulullah efendimiz Umm-i Umare’nin evine teşrif ettiler. Umm-i Umare de yemek ikram etti. Resulullah efendimiz "Sen de ye" buyurdular. O da oruclu olduğunu arz etti. Bunun uzerine Resulullah efendimiz buyurdu ki:

- Bir oruclunun yanında yemek yenildiği zaman, sofra kalkıncaya kadar, melekler orucluya du ederler.

Hz. Ebu Bekir de hilafeti zamanında, kendisini evinde ziyaret eder, hÂlini, hatırını sorardı. Hz. Omer zamanında, bir savaşta elde edilen ganimetler icinde kıymetli kumaşlar da vardı. Bunların en kıymetlisi olan altın sırmalı bir elbise, Hz. Omer’e isabet etti.

Herkes gelinine veya hanımı Hz. Ali’nin kızı Umm-i Gulsum’e verecek diye beklerken, Hz. Omer, “Bu elbiseye Umm-i Umare herkesten daha layıktır” buyurdu ve arkasından ilave etti:

- Resulullah efendimizin, “Savaşta ne tarafa baktımsa, hep Umm-i Umare, hep Umm-i Umare’yi gordum” buyurduğunu işittim.

Bunları soyledikten sonra elbiseyi Umm-i Umare’ye gonderdi.

Umm-i Umare Uhud’dan başka, Hudeybiye, Hayber Umret-ul kaza, Huneyn ve Yemame gazalarına da katıldı. Biat-i Rıdvan’da hazır bulunmakla şereflendiler. Oğulları Habib ve Abdullah da, Peygamber efendimizin butun gazalarına iştirak ettiler.

Umm-i Umare, ensarın Hazrec kabilesinden olup, Medine’nin ileri gelen ailelerindendir. Mazin bin Neccar’in evladındandır. Annesi, Rebab binti Abdullah’tır. Tahminen miladî 573 yılında doğdu. İkinci Akabe biatında bulunarak, zevciyle birlikte musluman olmakla şereflendi.

Onlardan da biat aldım

Akabe’de, kocası Zeyd biat ettikten sonra, Peygamberimize gelerek dedi ki:

- Ya Resulallah! Umm-i Umare ve Umm-i Muney adlı iki kadın da bizimle birlikte biat icin gelmişlerdir.

Bunun uzerine Resulullah efendimiz, “Hangi şartlarda sizden biat aldımsa, onlardan da aynı şartlarda biat aldım. Ellerini tutup musafeha zarureti yoktur" buyurdular ve kadınların elini tutmadılar.

Umm-i Umare’nin ilk kocası ensardan Zeyd bin Asım’dır. Zeyd’den Abdullah ve Habib isminde iki oğlu vardı. Her iki oğlu da Bedir savaşına katıldı. Diğer gazaların hepsine birlikte iştirak ettiler.

Hz. Zeyd’in vefatından sonra Umm-i Umare, Guzeyye İbni Amr’la evlendi. Bu zattan da oğlu Temim ve kızı Havle dunyaya geldi. Umm-i Umare’nin ne zaman vefat ettiği bilinmemektedir. Ancak Medine’de vefat etmiş, Bakî kabristanına defnedilmiştir.

Umm-i Umare’den, Abbad ibni Temim, HÂris ibni Abdullah ibni KÂb, İkrime ve Leyla hadis rivayet etmişlerdir.
__________________