Medine’de kurulan İslam Devleti gun gectikce buyuyordu. Kavim kavim, kabile kabile Medine’ye akın eden halk, Peygamberimizin sohbetinde bulunuyor, İslam’ın yuce hakikatlerini dinledikten sonra Musluman oluyorlardı. Resûlullah bir yandan Medine’ye gelen heyetlerle meşgul olurken, diğer yandan da komşu devlet ve hukumdarlara elciler gondererek onları İslam’a davet ediyordu. İşte elci olarak vazifelendirilen bu sahabilerden birisi de Al bin Hadramî’dir (r.a.). Peygamberimiz onu Hicret’in 8. yılında, bugunku Basra Korfezi’nin batı*sında bir sahil ulkesi olan Bahreyn’e gonderdi. Mecusi olan Bahreyn Hukumda*rı Munzir bir SÂvÂ’ya da bir mektup yazdı. Hz. Ebû Hureyre’yi (r.a.) yanına al*masını ve yol arkadaşına iyi davranmasını tavsiye etti.[1]
Hz. Al bin Hadramî, ilk Muslumanlardandı. Uzun zaman Peygamberimizin sohbetinde bulunmuş, feyiz almıştı. İyi bir hatipti. İkna kabiliyeti yerinde, yu*muşak sozlu bir tabiata sahipti. Muhatabının icinde bulunduğu durumu nazara alarak konuşur, onu kırmamaya incitmemeye azami gayret gosteririrdi. Zaten Peygamberimiz tarafından boyle muhim bir hizmet icin vazifelendirilmesinin sebebi de buydu.
Al bin Hadramî vakit gecirmeden yola cıktı. Bir yandan yol alıyor, bir yan*dan da duşunuyordu. Zira yuzlerce insanın İslamiyet’i kabul veya reddetmesi, kendisinin tebliğine bağlıydı. Diğer taraftan, bir hukumdara gidiyordu. Bu se*beple dikkatli olması gerekiyordu. Gittiği topluluk gerci Mecusi idi. Allah yeri*ne Allah’ın yarattığı ateşe ibadet ediyorlardı. Ama muhatap kim olursa olsun, Musluman “kavl-i leyyin” ile davet etmek zorundaydı. Zira CenÂb-ı Hak, bir Âyet-i kerimede bu hususta şoyle buyuruyordu:
“İnsanları Rabb’inin yoluna hikmetle, guzel oğutlerle cağır ve onlarla olan mucadeleni en guzel şekilde yap.”[2]
Nihayet Bahreyn’e ulaştı. Bahreyn hukumdarı, Mekke’den bir peygamber cık*tığını işitmişti. Fakat İslamiyet hakkında bir bilgiye sahip değildi. Peygamberi*mizin elcisini hemen huzuruna kabul etti. Boylece Resûlullah ’a değer verildiği*ni, elciye gostermek istiyordu.
Nubuvvet mektebinden ders alan Hz. AlÂ, gayet olgun bir şekilde iceri girdi. Sade, fakat temiz bir elbise giymişti. Peygamberimizin mektubunu hukumdara takdim etti. Hukumdar saygılı bir bicimde mektubu aldı ve tercumanına vererek okumasını istedi. Mektup okunurken, Al bin Hadramî ne konuşacağını duşunuyordu. Etrafına şoyle bir baktı. Hukumdarın ileri gelen adamlarından hemen hepsi oradaydı. O hÂlde onların onunde hukumdarı ve tabi oldukları dini kucul*tucu ifade kullanmamalıydı. Bilakis hukumdarın milleti icindeki mevkiini de goz onune alıp ona gore İslamiyet’e davet etmeliydi. Mektubun okunması bittik*ten sonra şu mealde bir konuşma yaptı:
“Ey Munzir! Şuphesiz sen dunya işlerinde buyuk bir akla sahipsin. Bak, iyi duşun! Hic yalan soylemeyen bir kimseyi tasdik etmemek, verdiği sozden hic caymayan kimseye itimat etmemek, inanmamak sana yakışır mı?! İşte boyle olan o ummi peygamberdir ki, vallahi aklı başında olan hic kimse, hicbir zaman onun emrettiği şeyin yasaklanmasını, onun yasakladığı şeyin de emredilmesi gerekeceğini soyleyemez.”
Munzir gercekten akıllı bir insandı. Peygamber Efendimizin mektubu ve AlÂ’nın konuşması uzerine biraz duşundu. Sonra da Hz. AlÂ’dan İslamiyet hak*kında biraz daha bilgi vermesini rica etti. O konuştukca Munzir’in yuzunde iman nuru parlamaya başladı. Nihayet İslam sarayına girmek icin daha fazla beklemeyi uygun bulmadı. Duşuncelerini şu şekilde ifade etti:
“Elimdeki saltanata baktım; onu, ahiret dışında, sadece dunyaya yarayacak şekilde buldum. Sizin dininize baktım; onun dunyayı da, ahireti de birlikte mutalaa ettiğini gordum. Kendisinde dunyada rahat bir şekilde yaşama ve ahirette de ebedî bir hayat bulunan boyle bir dini kabul etmeme ne mÂni var?” dedi ve Kelime-i Şehadet getirerek Musluman oldu. Hukumdar Munzir’den sonra Mecusi rahip Sibuht’un da Musluman olması, halktan bircok kimsenin daha İslamiyet’le muşerref olmasına sebep oldu.[3]
Al bin Hadramî, Peygamberimize bir mektup yazarak mujdeli haberi arz et*ti. Bundan sonra da nasıl hareket etmesi gerektiği hususunda malumat istedi.
Peygamber Efendimiz, bu mektubu alınca cok memnun oldu. Al bin Hadramî’yi bu başarısından dolayı tebrik ve takdir etti. Bir taltif olarak da, bu bolge*nin İslam ulkesi olması uzerine onu Bahreyn valiliğine tayin etti. Bir mektup ya*zarak Bahreynlilere İslamiyet’i oğretmesini, zengin Muslumanlardan zekÂt, gayrimuslimlerden de cizye (vergi) alarak fakir halka dağıtmasını ve ihtiyactan fazlasını Medine’ye gondermesini emretti.[4]
Hz. Al bin Hadramî, hitabet ve tebliğde olduğu gibi, idarecilikte de ornek bir şahsiyetti. İslam’ı bir hayat nizamı hÂline getirmek icin cok ustun gayret goster*di. Cok gecmeden Bahreynlilere kendini sevdirdi. Hukumdar Munzir ve rahi*bin yardımlarıyla İslamiyet’in Bahreyn’de kokleşmesini temin etti. Topladığı zekÂt ve cizyeyi Bahreyn’deki fakirlere dağıttı, arta kalanını da Medine’ye gon*derdi. O sırada Medine’de Muslumanlar maddi bakımdan sıkıntı icerisindeydi*ler. Hic ummadıkları bir zamanda bu kadar para gelmesine sevindiler ve bu ikra*mından dolayı CenÂb-ı Hakk’a şukrettiler.[5]
Al bin Hadramî, Peygamberimizin vefatından sonra Hz. Ebû Bekir ve Hz. Omer zamanında da aynı vazifeye devam etti. Cunku Peygamber Efendimiz onu, maharet ve salahatı sebebiyle bu vazifeye getirmişti.
Hz. Al aynı zamanda yuksek cesaret ve kahramanlığı ile de tanınmış bir Sa-habiydi. İyi bir kumandandı. Hz. Omer onu o bolgenin fethiyle vazifeli olan or*dunun başına kumandan tayin etti. Ayrıca şoyle bir mektup yazarak bazı hatır*latmalarda bulundu:
“CenÂb-ı Hak, insanları ve bu varlığı hangi gaye ile yarattığını bize bildirmiş*tir. Sen de ne icin yaratılmış isen o şeye calış ve başka şeylerden vazgec. Cunku dunya gecicidir, ahiret ise ebedîdir. Dunyanın gecici lezzetleri seni ebedî olan ahiret lezzetlerini gormekten alıkoymasın. Allah’ın yasak kıldığı şeyleri işle*mekten sakın. İstediği kimseye ilim ve hikmetiyle ustunluk veren, CenÂb-ı Hak’tır. Allah bizi de seni de kendisine itaat etmeye ve azabından kurtulmaya mu*vaffak eylesin.”[6]
Bu buyuk sahabi, kumandanlık vazifesini de başarıyla yerine getirdi.
CenÂb-ı Hak katında duası kabul edilen bir sahabi olarak tanınan Hz. AlÂ’dan, bazı kerametler zuhur ettiği de olurdu. Bircok defa onunla beraber bulu*nan Hz. Ebû Hureyre, gorduğu manevi hÂller sebebiyle ona olan sevgisinin de*vamlı arttığını soyler.
Al bin Hadramî’nin kumandasındaki ordu İran topraklarında ilerlerken, mucahitlerin suları tukenmişti. Duşman askerleri, Muslumanları hÂlsiz duşurmek icin o havalideki butun kuyuları kapatmışlardı. Su bulmak mumkun değildi. Hava cok sıcaktı. Hz. AlÂ, mucahitlerle birlikte iki rekÂt namaz kıldı. Daha sonra da ellerini dergÂh-ı İlahîye acarak CenÂb-ı Hakk’a duada bulundu. Hemen sonra Yuce Allah’ın yardımı yetişti. Kumların altından su kaynamaya başladı. Muca*hitler o sudan ictiler, abdest aldılar, su kaplarını doldurdular ve oradan ayrıldı*lar. Askerlerden birisi konak yerinde bazı eşyalarını unutmuştu. Almak icin donduğunde, biraz evvelki su kaynağının kaybolmuş olduğunu gordu…
Hz. Ebû Hureyre, Hz. Al ile olan bir diğer hatırasını da şoyle anlatıyor:
“Al ile Basra’ya gitmek uzere yola cıktım. Liyas mevkiine vardığımızda Hz. Al vefat etti. Yanımızda onu yıkayacak kadar su yoktu. CenÂb-ı Hak o esnada yağ*mur yağdırdı. Yağmur suyuyla onu yıkadık. Kılıclarımızla kabir kazdık ve def*nettik. Sonra oradan ayrıldık.”
Allah onlardan razı olsun!
____________________________________
[1]TabakÂt, 4: 360.
[2]Nahl Sûresi, 125.
[3]İnsÂnu’l-Uyûn, 3: 300-330.
[4]TabakÂt, 1: 276; 4: 363.
[5]age., 4: 15-16.
[6]age., 4: 362.
ALINTI#
__________________
Al bin Hadramî (r.a.)
Peygamberler ve Evliyalar0 Mesaj
●51 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaþam & Danýþman
- Eðitim Öðretim Genel Konular - Sorular
- Peygamberler ve Evliyalar
- Al bin Hadramî (r.a.)