Asıl ismi “Cundub bin CunÂde” olan Ebû Zer, kabilesinin hırcın tabiatlı, cesur bir ferdi idi. Cahiliye Devri’nde suvarilerin onunu kesmekle tanınırdı. Bu sebeple Medine civarındaki kabileler, Gıfarlı Ebû Zer’den bir hayli rahatsızdı.
Gunun birinde Mekke’den kulağına bir haber ulaştı: “Biri cıkmış, Kureyşlilerin dini*ne meydan okuyormuş, yeni bir din getiriyormuş. Kureyşliler kendisine karşı cıkmışlar.”
Garip yaradılışlı biri olan Ebû Zer, merakını ceken bu haberi araştırmak ve Yeni Peygamber’den haber getirmek icin kardeşi Uneys’i Mekke’ye gonderdi.
Uneys gidip araştırdı. Donunce “Muhammedu’l-Emîn” denilen zatın peygam*berlik iddia ettiğini, iyi ahlakı telkin edip kotuluklerden uzak kalmayı istediği*ni soyledi. Mek*kelilerin bir kısmı ona “şair,” bir kısmı “kÂhin” diyorlardı. An*cak kendisi de bir şair olan Uneys, “Fakat ben, şair ve kÂhinleri cok iyi bilirim. Onun sozlerini kÂhinlerin sozleri ve şiir ceşitleriyle karşılaştırdım, hicbirine benzemiyordu!” dedi.
Ebû Zer’in merakı daha cok tahrik oldu. Kardeşinin soyledikleriyle tatmin ol*madı, “Sen gonlume şifa verir bir haber getirmedin!” dedi ve yol azığını hazırla*tıp tek başına Mekke yoluna duştu. Gunlerce yol aldıktan sonra nihayet Mek*ke’ye vardı. Kimseye sezdirmeden, Peygamber olduğunu iddia eden zatı bizzat gozetlemeye başladı. Gunduzleri Mekke’nin ceşitli yerlerinde gezip dolaşıyor, geceleri de KÂbe’nin bir koşesine cekilip yatıyordu. 15 gun gectiği hÂlde Hz. Peygamber’i bir turlu gorup tanıyamadı. Azığı bitmiş, zemzem suyuyla hayatı*na devam etmeye başlamıştı.
Bir gun Hz. Ali, KÂbe’nin yanından gecerken, Ebû Zer gozune takıldı. HÂlin*den garip ve yabancı biri olduğnu anladı:
“Sen garip biri misin?”
“Evet.”
“Buyur, benimle gel, seni misafir edeyim.” dedi. Ebû Zer kabul etti.
Ebû Zer kadar Hz. Ali de tedbirli ve ihtiyatlı idi. O gun birbirlerine acılamadı*lar. Zira muşrik zulmu oylesine kuvvetliydi ki, birinin Musluman olduğunu ha*ber alır almaz hemen uzerine cullanarak bayıltıncaya kadar dovuyorlardı…
Sabah olmuştu. Ebû Zer hemen kalkıp KÂbe’ye gitti. “Belki Yeni Peygamber’i gorebilirim!” diye duşundu.
Akşama yakın yine Hz. Ali oradan geciyordu:
“Henuz bir yer bulup yerleşemedin mi?”
“Hayır. Aslında burada kalmaya pek niyetim yok.”
Hz. Ali onu tekrar evine davet etti. Birlikte gittiler. Eve vardıklarında Hz. Ali aralarındaki sır perdesini araladı:
“Doğru soyle, seni buraya getiren bir şey olmalı! Sen bir şeyler arar gibi*sin.”
“Gizli tutacağına soz verirsen soylerim.”
“Emin olabilirsin.”
“Bize ‘burada birinin cıkıp peygamberlik iddia ettiği’ haberi ulaştı. Ondan ha*ber getirmesi icin kardeşimi gonderdim. Ancak kardeşimin getirdiği haber beni tatmin etmediği gibi, bu zata karşı merakımı daha da artırdı. Bunun icin bizzat gelip onunla goruşmek ve konuşmak istedim.”
“Şuphesiz, sen tam aradığının icine duştun! Ben de onun yanına gideceğim. Sen arkamdan gel. Beni takip ederek onun huzuruna girersin. Yalnız ben yolda sana zarar verecek bir durum gorursem, ayakkabımı duzeltir gibi bir duvara yonelirim. Sen de durmaksızın ilerlersin.”
Ebû Zer bunları duyunca pek sevindi. İcine tatlı bir heyecan dalgası yayıldı. Gunlerce araştırdığı gercek, karşısına cıkmıştı. Merakı bir kat daha arttı. Hz. Ali’nin peşine takılıp gitti. Re*sû*lul*lah’ın evine yaklaştılar. Hz. Ali onden, Ebû Zer de arkadan takip etti ve iceri girdiler.
Ebû Zer’de heyecan son haddine varmıştı. Peygamber’i gorur gormez ona hayretle baktı ve “Bana hemen dinini anlatıver!” demekten kendisini alamadı. Peygamberimiz, tebliğ ettiği yuce dini kısaca kendisine anlattı.
İci icine sığmıyordu. Sanki dunyaya meydan okuyacak bir Ebû Zer olmuştu. Duyduğu hakikati kÂinata haykırmak, her onune gelene anlatmak istiyordu. Yuce Peygamberimiz, ona tedbirli olması tavsiyesinde bulundu, “Ey Ebû Zer! Bu işi şimdilik gizli tut. Memleketine don. Bizim ortaya cıktığımızı haber aldı*ğında doner, gelirsin.” Buyur*du.
Fakat Ebû Zer, “Seni hak ile gonderen Allah’a yemin ederim ki, ben bu haki*kati muşriklerin ortasında haykırırım!” dedi.
Kotuluk yolunda gozunu budaktan esirgemeyen Ebû Zer, hak yolunda mı ce*kinecekti?!
KÂbe’de Kureyş muşriklerinin toplu bulunduğu yere vardı, “Ey Kureyş ce*maati!” dedi, “Beni dinleyin. Biliniz ki, ben Ebû Zer, Allah’tan başka ilah olma*dığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve Resûlu olduğuna kesin olarak şehadet ediyorum.”
Bu meydan okuyuşu duyan azgın muşrikler, ellerine gecirdikleri taş ve sopa*larla Ebû Zer’in uzerine saldırdılar. Ebû Zer mucadele ettiyse de nafileydi, bayı*lıp yere yığıldı. Bu hÂl birkac kere tekrar edildi. Bir keresinde Peygamberimizin amcası Abbas, Kureyş’e, “Ne yapıyorsunuz?! Dovduğunuz bu zat, sizin ticaret yolunuz uzerindeki Gıfar kabilesindendir.” deyince onu bıraktılar.
Ebû Zer bundan sonra Medine civarındaki Gıfar yurduna dondu. Annesi, kar*deşi ve kabilesinin yarısı onun sayesinde Musluman oldu.[1]
Bir muddet sonra o da Medine’ye hicret etti. Re*sû*lul*lah’ın en yakın AshÂbı arasında yer aldı. Onun yakın hizmetinde bulundu. Gec saatlere kadar huzurun*da kalır ve sohbetlerinde bulunurdu. Re*sû*lul*lah’ın hastalığında daima başucunda duran ve son nefesinde yanında bulunan sahabilerden biri de Ebû Zer idi.[2]Allah Resûlu’ne o kadar yakındı ki, bazen ondan “dostum” diye soz ederdi. Bağ*lılığı o kadar buyuktu ki, bizzat Re*sû*lul*lah’a, “İnsanın kalbi sevdiğine karşı nasıl olur da bu kadar muhabbetle dolu olur, diye hayret ediyorum! Benim kalbim yalnız CenÂb-ı Hakk’ın ve Resûlunun sevgisiyle doludur.” derdi. Bu sevgisini de kayıtsız şartsız itaatiyle gosterirdi. Bir defasında Re*sû*lul*lah’tan bir memuriyet istemişti.
Peygamberimiz ona idarecilik icin zayıf olduğunu soyleyerek, “İdareciliğin yuku ağırdır. Bu işin hakkını vermek lazımdır. Eğer dikkat edilmezse, kıyamet gununde mahcup olunur.” buyurdu. Bunun uzerine Ebû Zer hemen isteğinden vazgecti.[3]Bir defasında da Re*sû*lul*lah ona şoyle demişti:
“Senin hizmetin, emîr*lerin hizmetinden az değildir. Onların kılıc kullanarak yapacağı hizmeti sen ka*fa ve fikrinle yaparsın.”[4]
Peygamber Efendimiz onun hakkında, “Yalnız gezer, yalnız yaşar, yalnız olur.” buyurmuştu. Onun hayatı gercekten hep bu ifadenin doğrulanması şeklin*de gecti.
Sıcak bir yaz gunuydu... Tebuk Seferi icin Ebû Zer de hazırlanıyordu.
Ne var ki, devesi cok yaşlı idi. Ordudan geri kalıyordu. Ebû Zer ne yaptıysa, hayvanını yurutup orduya yetişemedi. Orduyla arası iyice acıldı. Bu arada bazı*ları ceşitli bahanelerle seferden geri kalmışlardı.
Tebuk’e yakın bir konak yerine varılmıştı. Ebû Zer de gorunurlerde yoktu. Saha*bi*ler, geride kalanlar icin ileri geri konuşmaya başlamıştı. Ebû Zer’in de ol*madığı hatırlatıldığında Re*sû*lul*lah, “Bırakın onu. Eğer onda bir hayır varsa Al*lah onu size ulaştırır.” bu*yurdu. Re*sû*lul*lah onun İslam’a nasıl bağlı, ne buyuk bir fedakÂr olduğunu biliyordu.
Bir oğle vakti idi... Gozcu, “Ufukta bir adam tek başına bu tarafa doğru geli*yor!” dedi. Re*sû*lul*lah, “Ebû Zer mi acaba? Onun olmasını isterdim!” buyur*du.
Sahabe toplanmış, tek başına yaklaşmakta olan şahsı seyre dalmıştı. Bazıları, “Vallahi odur, Ebû Zer’dir!” dediler.
Gercekten gelen, Ebû Zer’di. Devesinin yuruyecek takati kalmayınca, onu bı*rakmış, yukunu sırtına yuklemişti. Tek başına ac susuz yollara koyulmuştu. Nihayet bin bir guclukle İslam ordusuna yetişmişti. Re*sû*lul*lah, Ebû Zer’i gorun*ce sevindi ve “Allah, Ebû Zer’e rahmet etsin. O yalnız başına yurur, yalnız başına yaşar, yalnız başına olur.” buyurdu.[5]
Ebû Zer, bitkin bir vaziyetteydi. Re*sû*lul*lah onu şu dua ile taltif etti:
“Ey Ebû Zer! Bana gelip kavuşuncaya kadar attığın her adımına karşılık, Al*lah senin bir gunahını bağışlasın.”
Ebû Zer’in yukunu sırtından indirip susuzluğunu giderdiler.
Peygamberimiz zaman zaman Hz. Ebû Zer’e tavsiyelerde bulunurdu. Bazen de Ebû Zer’in (r.a.) kendisi, Re*sû*lul*lah’tan (a.s.m.) tavsiyede bulunmasını isterdi. Bir gun yine Peygamberimizden ricada bulundu. Peygamberimiz şoyle buyur*du:
“Sana Allah korkusunu tavsiye ederim; cunku Allah korkusu her şeyin başı*dır. Okuyabildiğin kadar Kur’Ân oku ve Allah’ı an; cunku Allah’ı anmak senin icin yeryuzunde nur, goklerde azıktır. Cok gulmekten sakın; cunku gulmek, kal*bi oldurur ve yuzun nurunu giderir. Cihattan ayrılma. Cok konuşmamaya alış; zira cok konuşmamak, şeytanı senden uzaklaştırır ve dininin muhafazasında sa*na yardımcı olur. Fakirleri sev ve onlarla oturup kalk. Nimet noktasında senden aşağı olanlara bak, senden ustun olanlara bakma. Boyle yaparsan Allah’ın sana verdiği nimetleri kucumsemezsin. Acı da olsa daima hakkı, doğruyu soyle. Kendini kotu bilmen, seni başkalarına dil uzatmaktan alıkoymalıdır. Senin işle*diğin kotulukleri başkaları işlediği zaman onlara kızmamalısın. Sende bulunan bir kusuru gormeyip de o kusurla başkalarını kotulemekten ve kendin suclu ol*duğun hÂlde aynı suctan dolayı başkalarına kızmaktan daha buyuk bir kusur olamaz.
“Ey Ebû Zer, tedbir gibi akıl, yasak olan şeylerden sakınmak gibi takva, guzel ahlak gibi de şeref yoktur.”[6]
Ebû Zer, hayatının geri kalan kısmında Peygamberimizin bu tavsiyelerine harfi harfine uydu.
Ebû Zer (r.a.) muruvvet sahibi biriydi. Başkalarına iyilik yapabilmek icin ha*yatını dahi cekinmeden ortaya koyabilirdi.
Bir defasında adalet guneşi Omeru’l-FÂruk bazı sahabilerle sohbet ediyordu. O anda huzuruna iki genc girdi. Temiz giyimli, vakarlı ve mert tavırlı bir genci de beraberinde getirdiler. Geliş maksatlarını da şoyle anlattılar:
“Biz iki kardeşiz. Herkes tarafından sevilen ve sayılan babamız, bahcesinde meyve toplamaktayken, bu genc tarafından bugun olduruldu! Kendimiz bir ceza vermeye tevessul etmedik, adaletin eline teslim etmek icin size getirdik.” dediler.
Hz. Omer, davacıları dinledikten sonra, getirilen gence, “Bu soylenenler hakkında ne diyorsun? Doğru mu konuşuyorlar?” diye sordu.
Genc telaşlanmadan, soğukkanlılık icinde, başından gecenleri anlatmaya başladı:
“Ey muminlerin emîri! Evet, bunlar doğru soylediler. Fakat hadiseyi daha ge*niş olarak ben anlatayım: Ben bir colun ortasında, vahada yaşayan bir insanım. Ailemi alarak buralara kadar gezmeye geldim. Yolum bahcelerin arasından ge*ciyordu. Atım ve kısraklarım da yanımdaydı. İclerinden birisi vardı ki, bakma*ya kıyamazdınız! Yanımda cok kıymetliydi. Yuruyuşune hayran olmamak mumkun değildi. Bir bahcenin duvarından sarkan bir dal hayvanın icini cekmiş ki, boynunu uzattı, daldan kopardı. Bunu gorur gormez, atın yularını hemen cektim. İşte tam bu sırada bahceden sinirli ve ofkeli bir ihtiyar belirdi. Uzerime doğru geliyordu. Elinde de bir taş vardı. Hicbir şey demeden elindeki taşı ata fır*lattı. Ne olduğunu anlamadan bir de baktım ki, atım cansız yerlere serilmiş! Ca*nım kadar sevdiğim atın bu hÂlini gorunce, ben de yerdeki taşı aldığım gibi ada*ma attım. Adamcağız da bir feryat kopararak o anda can verdi! Ben bu hÂldey*ken, bu iki genc, kolumdan tuttular. İşte, gorduğunuz gibi beni huzurunuza getir*diler.”
Gencin yaptığını boyle mertce itiraf etmesi Hz. Omer’in hoşuna gitti. Fakat adalet tecelli etmeliydi. Hukmunu verdi:
“Sucunu itiraf ettin. Kısas lazım!”
Genc, verilen hukmu itiraz etmeden kabul etti. Fakat bir mazereti olduğunu belirterek şoyle konuştu:
“Mademki dinin hukmu budur, verilen kararı kabul ediyorum. Yalnız, benim kucuk bir kardeşim var. Babam daha once olmuştu. Ona da biraz para bırakmış, ‘Oğlum, bunlar kardeşinindir. Buyuyunceye kadar bunun muhafazası sana ait.’ demişti. Ben de bu paraları bir yere sakladım. Yerini benden başka kimse bilmi*yor. Eğer hemen kısası yerine getirirseniz, para, sakladığım yerde kalır, yetimin de hakkı zayi olur! Eğer musaade buyurursanız gideyim, o emaneti guvenilir bir adama teslim ettikten sonra donup geleyim. Ondan sonra cezamı cekmek icin canımı teslim ederim. Bu hususta bana kefil de bulunur.”
Genci dinleyen Hz. Omer biraz duşundukten sonra:
“Bu gence kim kefalet eder?” dedi.
Genc, mecliste bulunan sahabilere goz gezdirdi. Biraz sonra Ebû Zer el-GıfÂrî Hazretleri’ni işaret ederek, “İşte bu zat,” dedi, “bana kefil olur.”
Hz. Omer, Ebû Zer’e donerek, “Ey Ebû Zer, bu gence kefil olur musun?” diye sordu.
Hz. Ebû Zer, gencin mertce davranışı karşısında hic tereddut etmeden, “Evet,” dedi, “uc gune kadar doneceğine kefil olurum.”
Sahabiler arasında yuksek mertebesi ve mevkii bulunan Hz. Ebû Zer’in kefaleti, davacı olan genclere de kÂfi geldi.
Kefaleti kabul edilen genc bırakıldı. Evine gitti. Aradan uc gun gecti. Verilen muhlet bitmek uzereyken davacılar Hz. Omer’e geldi. Ebû Zer Hazretleri de ora*da hazırdı. Fakat suclu olan genc henuz gelmemişti.
Davacı gencler Ebû Zer Hazretleri’ne, “Ey Ebû Zer, kefil olduğun adam nere*de kaldı? Boyle durumlarda, giden geri gelir mi hic?! Biz kısasın senin uzerinde yapılmasını istiyoruz! Kefilliğin icabı budur.” dediler.
Verdiği sozden donmek bilmeyen Ebû Zer Hazretleri de:
“Acele etmeyin, daha vakit var. Hele verilen muddet tamamlansın. Eğer don*mezse, kefalet hukmunun yerine getirilmesine razıyım.” dedi.
Bu konuşmaları dinleyen Hz. Omer, davacılara ve Hz. Ebû Zer’e, “Eğer genc gelmezse, Allah şahit olsun ki, kısasın hukmunu infaz ederim!” buyurdu.
Ebû Zer Hazretleri guzel ahlakı ve takvasıyla sahabilerin en cok sevdiği bir kimseydi. Bu manzara karşısında hazırda bulunan sahabiler umitsizlik icinde ağlıyorlardı. Davacı genclere diyet, yani kan parası teklif ettilerse de kabul et*mediler. Kısasta ısrar ediyorlardı.
Sonunda zaman dolmuş, AshÂb’ın heyecanı son raddeye gelmişti. Ebû Zer Hazretleri’nin, gozlerinin onunde kısas edilmesini o an icin duşunmek bile iste*miyorlardı. Tam bu sırada genc cıkageldi. Yorgun ve bitkin bir hÂldeydi. Ter icinde kalmıştı. Konuşmaya mecali kalmamıştı. Nefes nefese, gec kalışının se*bebini anlatmaya başladı:
“Kardeşimi dayısına teslim ettim. Ona, paraları sakladığım yeri de goster*dim. Butun gayretlerime rağmen ancak şimdi gelebildim. Bulunduğumuz yer cok uzak olduğu icin biraz geciktim. Verilen hukmu infaz edebilirsiniz.”
Genci purdikkat dinleyen sahabiler, verdiği sozde durduğundan dolayı teb*rik ettiler. Ebû Zer’e de, mertliğin en canlı misalini veren genci nereden tanıdığı*nı ve ne maksatla kefil olduğunu sordular. Yuce sahabi şoyle cevap verdi:
“Bu genci sizin gibi ben de ilk defa gordum. Daha onceden hic tanımam. Ama sizlerin huzurunda yaptığı teklifi reddetmeyi muruvvete uygun gormedim. ‘Âlemde insanlık kalmamış’ mı denilsin?!”
Tarihlere altın sayfalarla gececek manzara karşısında duygulanan davacı gencler dayanamayarak davalarından vazgectiler...
Ebû Zer (r.a.) sonraları Şam’a yerleşti. Cok sade bir hayat yaşadı. Gosterişe meyletmediği gibi, meyledenlerden de hoşlanmazdı. Şatafattan uzak kalmayı severdi. Son derece kanaatkÂrdı. Kendisine 4000 dinar maaş bağlanmıştı. Fakat o, bu paranın cok azını kendine sarf ediyor, buyuk bir kısmını fakirlere tasadduk ediyordu. Cunku muminlerin, kazanclarını Allah yolunda sarf etmeleri gerekti*ğine inanıyordu. Ailesi icin gerekli olan nafakadan fazla mal biriktirmenin doğru olmadığına kàni idi. Bu fikirlerini buyuk bir cesaretle mudafaa ediyordu. Nihayet zenginler onu, Şam Valisi MuÂviye’ye (r.a.) şikÂyet ettiler.
Vali MuÂviye, bin altını bir hizmetcisiyle bir gece yarısı Ebû Zer’e gonder*mişti. Onun samimiyetini olcmek istiyordu. Halka boyle telkin edip de kendisi başka turlu mu yapıyordu?
Ebû Zer (r.a.) parayı alır almaz hemen fakirlere dağıtıverdi. Vali sabah nama*zından sonra hizmetcisini cağırıp, “Ebû Zer’e git, ‘Vali parayı başkasına gonder*diği hÂlde yanlışlıkla sana verdim. Geri ver, yoksa valinin cezasından kurtula*mayacağım!’ de.” dedi. Hizmetci Ebû Zer’e (r.a.) durumu acıklayınca, “Aman evladım, valiye soyle ki, yanımda altınlardan biri dahi kalmadı! Size musaade etsin de, gidip dağıttıklarımdan toplayayım.” dedi.
MuÂviye icin bu kadarı kÂfi idi. Onun samimi olduğunu anladı. Durumu Hali*fe Hz. Osman’a bildirip onu Medine’ye gonderdi.
Hak bildiği bir meseleyi soylemekte kimseden cekinmeyen Ebû Zer (r.a.), bu*rada da herkese bildiği hakikatleri anlatmaya devam etti.
Hatt meydana gelen rahatsızlıklar sebebiyle halife kendisini fetva vermek*ten menetmişti. Konuştuğu bir sırada biri kendisine bunu hatırlatınca şoyle de*mişti:
“Yemin ederim ki, kılıcı enseme dayasınız, başımı ucurmadan once Re*sû*lul*lah’tan duyduğum bir gerceği soyleyebileceğimi bilsem, yine soylerim!”
Nihayet halife ve kendisinin de muvafakati uzerine, Medine dışında, Mekke yolu uzerinde şirin bir konak yeri olan Rebze koyune gitti. Hayatının son senele*rini burada gecirdi.
Hicret’in 31. senesinde artık olume iyice hazırlanmıştı. Yeni bir elbiseye ihti*yacı olduğu soylendiğinde, “Bana elbise değil, kefen lazım!” diyordu. Yakın*da Re*sû*lul*lah’a kavuşacağını soyluyordu. Yanında hanımı ile bir tek hizmetcisi vardı. Onlara, “Olunce beni yıkayıp kefenleyin, sonra da yolun ortasına koyun!” diye vasiyet etti.
Hanımı ağlamaya başladı. Onu tek başına kimseden habersiz mi toprağa gomecekler*di?! Bunun uzerine Ebû Zer, “Ağlama. Bir gun Re*sû*lul*lah ile birlikte idik... ‘Sizden biri ıssız yerde vefat edecek. Onun cenazesinde muminlerden kucuk bir topluluk hazır bu*lunacak.’ buyurmuştu. Orada bulunanların hepsi topluluklar icinde vefat ettiler. Geri*ye ben kaldım. Yolu gozet, benim soylediklerimi aynen yap.” dedi. Ve ruhunu teslim etti.
Hanımı ile hizmetcisi vasiyetini yerine getirip cenazesini yol uzerine koydu*lar. Hizmetci de yanında beklemeye koyuldu. O sırada Irak’tan, iclerinde Abdul*lah bin Mes’ud’un da bulunduğu bir kafile cıkageldi. KÂbe’ye umre yapmak uze*re gitmekteydiler. Yol uzerindeki cenaze onları korkuttu! Hatt develer urkup az kalsın onu ciğneyeceklerdi… Bu sırada hizmetci ayağa kalkarak, “Bu, Re*sû*lul*lah’ın sahabisi Ebû Zer’dir. Kendisinin gomulmesi icin vasiyet etti. Yardım edi*niz!” dedi.
Bunları duyan Abdullah bin Mes’ud, kendisini tutamayarak hungur hungur ağlamaya başladı. Ve eski gunleri hatırlayarak şoyle dedi:
“Re*sû*lul*lah, ‘Sen tek başına yuruyecek, tek başına yaşayacak, tek başına ole*cek*sin.’ buyurmakla ne kadar doğru soylemiş!”
Arkadaşlarıyla birlikte inip Ebû Zer’in namazını kıldılar ve orada defnetti*ler.[7]
Ebû Zer (r.a.) 281 hadis rivayet etti. Onun rivayet ettiği hadislerin az ol*ması inzivayı, yalnız yaşamayı sevmesinden kaynaklanmaktadır. Rivayet ettiği hadislerden:
“Kardeşine guler yuz gostermen sadakadır. İyiliği emredip kotulukten sa*kındırman sadakadır. Yolunu kaybetmiş bir kimseye yolunu gostermen sadaka*dır. İyi gormeyen birine yardımcı olman sadakadır. Taş, diken ve kemik gibi, in*sanlara zarar verecek bir şeyi yol uzerinden kaldırman sadakadır. Kovandan kardeşinin kovasına su boşaltman sadakadır.”[8]
“Amellerin en ustunu, sevdiğini Allah icin sevmek, sevmediğini de Allah icin sevmemektir.”[9]
“Re*sû*lul*lah’ın karşılaşıp da musafaha yapmadığı hic olmamıştır. Bir gun beni cağırması icin birini gondermişti… Ben ise evde yoktum. Gelince, Re*sû*lul*lah’ın cağırdığını soylediler. Hemen yanına gittim. Sedir uzerinde oturuyordu. Beni kucakladı. Bu kucaklama benim icin cok guzel bir şeydi.”[10]
__________________________________________
[1]Usdu’l-Gàbe, 5: 187; BuhÂrî, MenÂkıb: 82.
[2]Musned, 5: 162.
[3]Muslim, İmÂre: 16.
[4]Asr-ı Saadet, 3: 194.
[5]Usdu’l-Gàbe, 5: 188.
[6]Hilye, 1: 168.
[7]Hilye, 1: 169-170; İsÂbe, 4: 65.
[8]Tirmizî, Birr: 36.
[9]Ebû DÂvud, Sunnet: 2.
[10]age., Edeb: 143; Musned, 5: 163.
ALINTI#
__________________
Ebû Zer el-GıfÂrî (r.a.)
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●40 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eðitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Ebû Zer el-GıfÂrî (r.a.)