Re*sû*lul*lah’ın (a.s.m.) sır arkadaşıydı. Re*sû*lul*lah Efendimiz, munafıklarla ilgili butun sırları ona soylemişti. “Kıyamet gunune kadar olmuş olacak şeyleri Re*sû*lul*lah bana haber verdi.” diyordu Huzeyfe bin Yeman. Bundan dolayı Hz. Omer, bir vefat olduğunda Huzeyfe’yi takip ederdi. Hz. Huzeyfe’yi cemaat ara*sında gormezse, o kimsenin cenaze namazına gitmezdi. Zira Huzeyfe’nin o kimsenin cenaze namazına gitmemesi, Hz. Omer icin kÂfi bir delil sayılırdı. Hz. Omer kendisinden rica eder, munafıklar hakkında bilgi isterdi. Hz. Omer bir de*fasında valileri arasında munafık olup olmadığını oğrenmek istiyordu. Huzeyfe (r.a.) sır vermemiş, ancak bir kişinin bulunduğunu, fakat ismini soylemeyeceği*ni belirtmişti. Hz. Omer daha sonra bu şahsı oğrenmiş, sonra da azletmişti.[1]

İslam’a hizmet aşkıyla coşan Hz. Omer’in de icinde bulunduğu bir sahabi cema*ati bir araya gelmiş, Allah’a kendileri icin imkÂn yaratması icin dua ediyorlardı. Her biri duasında Allah’tan farklı şeyler isteyerek onlarla hizmet etmeyi duşu*nuyorlardı. Kimisi ev dolusu altın istiyor, kimisi bağ bahce ve arazi istiyor, ba*zıları da daha kıymetli şeyler vermesi icin Allah’a dua ediyorlardı. Fakat Hz. Omer’in duası hepsinden farklıydı. “Ben,” diyordu, “Allah’tan Ebû Ubeyde, MuÂz bin Cebel ve Huzeyfe bin Yeman gibi mucahitler istiyorum ki, onlarla Allah yolunda hizmette bulunayım, kendime yardımcı edineyim.” Evet, o gozu pek dava adamı, butun varlığını inancı uğrunda harcamaktan cekinmeyen kah*ramanlar istiyordu. Zaten hizmeti yapanlar da bunlar değil miydi?[2]

Babası, “Yeman” lakabıyla bilinen buyuk sahabi Hisl bin CÂbir’di. Uhud Sava*şı sırasında yaşının buyuk olması sebebiyle savaşa katılamamıştı. Re*sû*lul*lah, onun Medine’de kalmasını, coluk cocuklara bakmasını istemişti. Uhud Savaşı’ndan gelen mağlubiyet haberi ruhunu feverana getirmişti. Savaşa katılmalı, İslam duşmanlarına kan kusturmalıydı. “Bugun değilse yarın kabre gireceğiz, burada olmektense harp meydanında olup şehadet kazanalım!” diyordu. Oğlu Huzeyfe, Allah’ın kelamını yuceltmek icin can*siperane cihat ederken, evde oturmak ağırına gidiyordu. Kılıcını kuşanıp mucahitlere katıldı. Baba-oğul bir*likte savaşacaklardı. Savaşın en dehşetli Ânında Hisl (r.a.), bir ara farkında ol*mayarak muşriklerin safına karışmıştı. O gunku savaşın parolasını da bilmiyor*du. Harbin verdiği dehşetle Muslumanlar onu tanıyamamış, başına uşuşmuşlerdi. Babasının uğradığı tehlikeyi goren Huzeyfe, “Aman ne yapıyorsunuz, bu benim babamdır!” deyinceye kadar iş işten gecmiş, babası şehit olmuştu...

Hz. Huzeyfe bu durumda ne yapmalıydı? En sevgili varlığı babası bir hata ne*ticesinde oz dava arkadaşları tarafından şehit edilmişti. Huzeyfe (r.a.), belki de tarihin kaydettiği en buyuk fedakÂrlık orneğini gosteriyordu. Sahabilere done*rek yalnız şunu soyledi:

“Allah rahmet ve merhamet sahibidir. Bu hatanızı affe*der inşallah...”

Boylesine buyuk bir fedakÂrlık numunesini gosteren Huzeyfe (r.a.), Re*sû*lul*lah’ın tayin ettiği diyetin de Muslumanlar arasında sadaka olarak dağıtılmasını istedi.

Hz. Huzeyfe, savaşlarda en muhim vazifeleri uzerine alırdı. Hendek Savaşı’n*da da muşrik ordularının durumunu oğrenmekle vazifelendirildi.

Gece zifirî ka*ranlıktı. RuzgÂr ve soğuk, iliklere kadar işliyordu. Re*sû*lul*lah’ın etrafında sadece 10 kişi kalmış, diğerleri dağılmıştı. Bunlardan biri Hz. Huzeyfe idi. Kendisi bu hadiseyi şoyle anlatır:

“Re*sû*lul*lah gecenin bir kısmını namazla gecirdikten sonra bize doğru yonel*di: ‘Bizim icin, gidip muşriklerin ne yaptığını gordukten sonra yanımıza done*cek biri var mı? Ki ben onun cennette bana arkadaş olmasını Yuce Allah’tan di*leyeyim…’ buyurdu. Cevap veren cıkmadı. Hepimiz korku, aclık ve şiddetli soğuk yuzunden ayağa kalkamaz durumdaydık. Sustuk. Re*sû*lul*lah aynı daveti tekrar*ladı. Yine cevap veren cıkmadı. Re*sû*lul*lah yavaş yavaş yanıma geldi. Uzerim*de ne duşmandan korunabileceğim kalkanım ne de soğuktan korunabileceğim bir elbisem vardı. Boyu dizlerimi gecmeyen kısa bir elbiseden başka uzerimde bir şey yoktu. Re*sû*lul*lah yanıma gelince utancımdan dizlerimin uzerine cokup buzuldum. Re*sû*lul*lah bana işaret ederek, ‘Kimdir bu?’ deyince ben, ‘Huzayfe’yim, y Re*sû*lal*lah.’ dedim. ‘Beni duymadın mı? Nicin kalkmadın?’ diye sor*du. ‘Seni hak ile gonderen Allah’a yemin ederim ki, aclık ve soğuktan dolayı davetine icabet edemedim…’“[3]

Re*sû*lul*lah şu emri vermişti:

“Git, muşrikler hakkında bilgi topla. Yanıma do*nup gelinceye kadar da onlara ne ok ne taş atacaksın, ne mızrak ne de kılıc kul*lanacaksın.”

Peygamberimiz (a.s.m.) teminat vermişti. Ona hicbir zarar dokunmayacaktı. Ne aclık ne soğuk ve ne de oldurulme tehlikesi olmayacaktı. Huzeyfe kılıcını, yayını aldı, muşriklere doğru yola koyuldu. Endişe edecek hicbir şey kalma*mıştı. Uzun bir maceradan sonra muşriklerin icine girdi, butun malumatları alıp Re*sû*lul*lah’a getirdi. Şiddetli aclık ve soğuğun onlara da isabet ettiğini; Ebû SufyÂn’ın başında toplanmış birkac kişiden başka hepsinin dağılıp gittiğini bildirdi. Peygamberimiz ona iltifatta bulundu.

Hz. Huzeyfe, katıldığı butun savaşlarda buyuk kahramanlıklar gostermişti. Bu kahramanca hizmetiyle cennette Re*sû*lul*lah’a arkadaş olacağını ispat edi*yordu. Nihavend Savaşı’nda da kumandan Nu’man bin Mukarrin şehit olunca sancağı o aldı, Hemedan, Rey, Dinor gibi muhim merkezlerin fethini gercekleş*tirdi.

Hz. Huzeyfe’nin hayatta en cok cekindiği şey fitnelerdi. Şeytandan Allah’a sı*ğındığı gibi, fitne ve fesattan da yine O’na iltica ederdi. Ona gore fitne, doğru ile yanlış, hak ile batılı birbirinden ayıramayacak kadar basiretsiz olmaktı. Muslu*manların fikir ve zihnini bulandıran, onların manevi hayatlarını alt ust eden fit*nelerin ahir zamanda daha da yaygın olacağını belirtiyor, muminleri onlara kar*şı uyanık ve dikkatli olmaya davet ediyordu.

Bir defasında şoyle demişti:

“Fitnenin durak yeri olan yerlerden uzak durun!”

Bu ikazını duyanlar sordular: “Ey Abdullah’ın babası! Fitnenin cok olduğu du*rak yerleri nerelerdir?” Şu cevabı verdi:

“İdarecilerin kapılarıdır. Sizden biriniz bir emîrin [idarecinin] huzuruna girer, yalanı tevil ederek tasdik eder, onda bu*lunmayan şeyleri de ona mal ederek anlatır.”[4]

Bu aziz sahabisinin basiretli, ileri goruşlu ve isabetli bir fikir sahibi olduğunu yakından bilen Resûl-i Mucteb Efendimiz, onun hakperestliği hususunda şoyle buyurur:

“Benden sonra size bir şahsı halife olarak tayin edebilirim, fakat siz ona itaat etmezseniz azaba carpılırsınız! Ancak Huzeyfe ne soylerse onu tasdik edin, soylediklerini kabul edin.”[5]

Gercekten de Hz. Huzeyfe’nin sezgisi cok kuvvetliydi. Peygamberimiz ileri*de olacak hadiseleri ona haber vermekle beraber, hadiselerin nasıl, ne şekilde, hangi şartlarda meydana gelebileceğini onceden hissederdi. Bu hususiyetini bi*len ornek idareci Hz. Omer, “fitneler” hakkında onun duşuncelerini oğrenmek istiyordu. Cunku tehlikeyi once*den sezip tedbir almak, bir idarecinin başta gelen vazifelerindendi. Bununla alakalı bir hadiseyi Hz. Huzeyfe’nin kendi ağzından dinleyelim. BuhÂrî’de şoyle anlatılır:

Bir gun Muminlerin Emîri Omer’in (r.a.) yanında oturuyorduk. “Re*sû*lul*lah’ın (a.s.m.) fitne hakkındaki sozlerini bakalım hanginiz bellemiş!” diye sordu. Ben, “İnsanın ehli, malı, evladı, komşusu yuzunden maruz kaldığı fitneye [imti*hana]; namaz, oruc, sadaka, iyiliği tavsiye, kotulukten uzaklaştırma keffaret olur.” dedim. Omer (r.a.), “Ha*yır, sormak istediğim bu fitne değildir. Deniz nasıl kudurursa oylece kuduran fitnedir.” dedi. Bunun uzerine şoyle dedim: “Ey muminlerin emîri! O fitneden sana bir şey yok. Cunku muhakkak seninle onun arasında bir kapı vardır.” Hz. Omer’in “Kapı kırıla*cak mı?” diye sorması uzerine, “Kırılacak.” dedim. O da, “Demek ki, t kıyamete kadar kilitlenmeyecek.” dedi. O sırada bir zat, Hz. Huzeyfe’ye sordu: “Omer kapıyı biliyor muydu?” Hz. Huzeyfe: “Evet, yarından once bu akşamın geleceğini bildiği gibi biliyordu. Benim ona soylediğim sozde yalan yanlış yoktur.” “Ya kapı kimdir?” şeklinde bir suale ise “Omer’in kendisidir.” cevabını vermişti.[6]

Hz. Omer muhkem bir kale kapısı gibi fitne ve fesadın İslam sarayına girme*sine mÂni olmuştu. Fakat vefatından sonra fitne kazanı kaynamaya başlamış, munafıklar buyuk mesafe alarak Muslumanların birliğini sarsmaya calışmış*lardı.

Zuhd ve takvada mustesna bir şahsiyet olan Hz. Huzeyfe’nin bu hususiyeti, butun hayatı boyunca ayrılmayan bir meziyet oldu. Bu meziyeti onun şahsi ha*yatında acıkca gorulduğu gibi, mesuliyet gerektiren bir mevkie geldiği zaman da hic ayrılmadı. Hz. Omer bu sadık dostunu, SelmÂn-ı FÂrisî’den boşalan MedÂyin valiliğine tayin etti. Yeni valinin geleceğini haber alan şehir halkının ileri gelenleri onu karşılamak icin yola cıktılar. Bolge valisi bir merkebe binmiş ol*duğu hÂlde uzaktan gorundu. Şehre girdi. Azık olarak da yanında bir parca kuru ekmek, bir miktar da kurutulmuş kemikli et bulunuyordu.

Toplanan halka halifenin mektubunu ve emirnamesini okudu. Şehir halkı kendisinin bir isteği olup olmadığını sordular. İsteği gayet sadeydi: “Bana yetecek bir miktar erzak ve hayvanıma yem verirseniz kÂfidir.” Re*sû*lul*lah’tan tam ders alan bu ornek idarecilerin ortak vasfı, mesuliyet makamında hicbir zaman kendi rahat ve refahlarını duşunmemeleri, halktan birisi gibi yaşamak istemele*riydi.

Hz. Huzeyfe zaman zaman Muslumanlara nasihatte bulunurdu. Bir defasında halka şoyle hitap etti:

“Fitnelerden sakınınız, herhangi biriniz fitneye bulaşma*sın. Allah’a yemin ederim ki, kim fitneye doğru giderse, sellerin pislikleri suruk*leyip goturduğu gibi, fitne de o kimseyi oylece surukleyip goturecektir. Fitne başlangıcta hak kisvesine burunerek başlar; oyle ki cahil kimse onu hak zanne*der… Şu hÂlde, onu gorduğunuz zaman evlerinizde oturun, kılıclarınızı kırın ve yaylarınızın ipini kesin.”

Hz. Omer, diğer valiler gibi Hz. Huzeyfe’nin durumunu soruşturuyor, onda bir değişikliğin bulunup bulunmadığını oğrenmek istiyordu. Uzun muddet ba*şarılı bir şekilde vazifesini yapan Hz. Huzeyfe’ye halifenin taltifi mÂnidardı: “Ya Huzeyfe, ben senin sen de benim kardeşimsin!”

Allah korkusu ve Re*sû*lul*lah’a olan hasret Hz. Huzeyfe’ye o kadar tesir edi*yordu ki, bil*hassa son zamanlarında, yani ahiret yurduna yaklaştığını anladığı sırada bu durumu iyi*ce hissediyordu. Zaman zaman da ağlıyordu. Sordular: “Ey Peygamber dostu, neden ağlıyorsun?” Cevap verdi: “Ben dunyadan ayrı kalaca*ğıma uzulmuyorum, aksine olum benim icin daha sevimlidir! Lakin Rabb’imin rızasına uygun olarak yaşayıp yaşamadığımı kesin olarak bilmiş değilim...”

FÂni Âlemden ayrılacağı sırada ise şoyle dua ediyordu:

“İşte bugun dunyadaki son, ahiretteki ilk gunumdur. Allah’ım, Seni ne kadar cok sevdiğimi biliyorsun; Sana kavuşmayı benim icin hayırlı ve mubarek kıl, benim hakkımda iyi mua*mele et.”[7]

Hz. Huzeyfe, Hicret’in 36. yılında (Miladi 658) hayata gozlerini yumdu. Son olarak, onun rivayet ettiği bir hadisi nakledelim: “İnsanın ailesi, malı, cocukları ve komşusu ile ilgili kusurlarına namaz oruc, sadaka, iyiliği tavsiye ve kotulukten sakındırmak gibi guzel amelleri keffaret olur.”[8]

Allah ondan razı olsun!


___________________________________
[1]Usdu’I-Gàbe, 1: 391.
[2]age., 392.
[3]Sîre, 3: 242-243.
[4]Hilye, 1: 277.
[5]Tirmizî, MenÂkıb: 39.
[6]BuhÂrî, MevÂkıt: 4.
[7]Usdu’l-Gàbe, 1: 391.
[8]BuhÂrî, MevÂkıt: 4.

ALINTI#


__________________