Hz. Dıhye, Medineliydi. Asıl ismi “Dıhye bin Halife” idi. Fakat o, “Dıhyetu’l-Kel*bî” ismiyle meşhur olmuştu. Sima olarak AshÂbın en guzel olanıydı. Cebrail birkac defa Peygamberimize onun suretinde geldi. Sahabiler onu gordukleri zaman Dıhye mi, yoksa Cebrail mi olduğunu ayırt edemezlerdi.
Dıhye ticaretle uğraşırdı. Musluman olmadan once de Re*sû*lul*lah’a muhabbet duyar, her gelişinde ona bir hediye getirirdi. Fakat Peygamberimiz, “Eğer be*nim gercekten memnun olmamı istiyorsan Musluman ol da, cehennem ateşin*den kurtul.” buyurarak onu İslamiyet’e davet ederdi.
Bedir Gazası’ndan sonraydı... Cebrail (a.s.), Dıhye’nin Musluman olacağını mujdeledi. Cok gecmeden Dıhye geldi. Peygamberimiz ona olan iltifatını acık*ca gostermek maksadıyla mubarek sırtından hırkasını cıkardı, uzerine oturması icin uzattı. Dıhye hırka*yı aldı, optu, katladı, başının uzerine koydu. Sonra da Kelime-i Şehadet getirerek Mus*luman oldu.
Hz. Dıhye bundan sonra Peygamberimizle birlikte butun gazalara iştirak etti. Hicret’in 7. yılında ise Bizans İmparatoru Herakliyus’a elci olarak gonde*rildi. Bu imparatoru İslam’a davet etti. Dıhye’nin elinde Peygamberimizin davet mektubu vardı.
Dıhye (r.a.) daha once birkac defa seyahate cıktığı icin başka ulkelerde nasıl hareket edileceğini cok iyi biliyordu. Verilen vazifenin ehemmiyetini ve buyuk bir dikkat gerektirdiğinin de şuurundaydı. Bircok insanın Musluman olması ve*ya İslamiyet’i reddetmesi kendisine bağlıydı. Bu sebeple ihtiyatlı hareket etmesi gerekiyordu.
Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Hz. Dıhye, hukumdarın bulunduğu Kudus’e vardı. Kudus halkı, hukumdarın huzuruna cıkmadan once kendisine ba*zı tavsiyelerde bulundular. “Hukumdarın huzuruna cıktığında, kendisini gorur gormez hemen yere kapan, izin vermedikce de başını yerden kaldırma.” dediler.
Dıhye (r.a.), Musluman olduktan sonra sadece Allah’a secde etmişti. Artık O’ndan başkası kim olursa olsun secde edemezdi. “Ben bunu asla yapamam! Allah’tan başkasına da secde etmem.” dedi. Boyle yapmadığı takdirde hukumdarın mektubunu almaya*cağını soyledilerse de, Dıhye buna kesinlikle razı olmadı. Bunun uzerine başka bir tav*siyede bulundular. “Sen mektubunu hukumdann tahtının uzerine koy. Hukumdar onu alınca mektubun sahibini cağırır.” dediler. Hz. Dıhye bunu kabul etti. “İşte, bu olur.” dedi. Denileni yaptı. Biraz sonra hukumdar mektubu aldı. Arapca olduğunu gorun*ce tercuman cağırttı ve okuttu. Sonra da o sırada orada bulunan Ebû SufyÂn’ı huzuru*na cağırttı. Ona Peygam*berimiz hakkında bircok sual sordu. Ebû SufyÂn o sırada Musluman olmamıştı. Fakat hukumdarın butun sorularını doğru olarak cevaplandırdı. Kendisi bu hu*susta şoyle der:
“Vallahi onun hakkında bana sorulanlar hususunda soyleyece*ğim yalanı arkadaşlarımın orada burada anlatmalarından korkmasaydım, mu*hakkak yalan soylerdim!”
Herakliyus, Peygamberimiz hakkındaki suallerine aldığı her cevaptan sonra, “Zaten peygamberler boyledir.” diyordu. Mektup gonderen zatın “son peygam*ber” olduğuna kesin olarak inanmıştı.
Dıhye (r.a.), Herakliyus’un kalbinin İslamiyet’e iyice ısındığını gorunce umit*lendi. Onu İslamiyet’i kabul etmeye davet etti. Tebliğ usulunu iyi biliyordu. Za*ten Re*sû*lul*lah da onu bu liyakati icin gorevlendirmişti. Şoyle dedi:
“Beni sana gonderen zat, senden hayırlıdır. Sen benim sozlerimi alcak gonullulukle dinle. Verilen oğudu kabul et. Bunu yaparsan oğudu anlarsın. Oğut kabul etmezsen insaflı olmazsın.”
Sonra da, “Mesih İs namaz kılar mıydı?” diye sordu. Hukumdar, “Evet.” dedi. Dıhye (r.a.), “Oyle ise ben seni, Mesih’in Kendisi icin na*maz kılmış olduğu Allah’a imana davet ediyorum. Ben seni daha Mesih anne*sinden doğmadan once gokleri ve yeri yaratıp idare etmekte olan Allah’a davet ediyorum. Ben seni, MûsÂ’nın, ondan sonra da İsÂ’nın geleceğini haber verip mujdelediği ummi Peygamber’e iman etmeye davet ediyorum. Şayet sen bu hu*susta bir şey biliyor, dunya ve ahiret saadetini elde etmek istiyorsan onları hatırla. Aksi takdirde ahiret saadetin elinden gider. Dunyada da şirk ve inkÂr karanlığı icinde kalırsın. Şunu da iyi bil ki, Rabb’in olan Allah, diktatorleri helak edici ve nimetleri de değiştiricidir.”
Herakliyus, Peygamberimize inanıyordu. Fakat saltanatından korktuğu icin imanını acıklayamıyordu. Bunu şu sozleriyle ifade etti:
“Allah senin iyiliğini versin, seni rahmetine erdirsin! Ben iyi biliyorum ki, senin yanından geldiğin kimse, Allah tarafından gonderilmiş bir peygamberdir. Zaten biz onun gelmesi*ni bekleyip duruyorduk. Kitaplarımızda onun ismini ve vasıflarını yazılı bul*muştuk. Fakat ben hayatım hakkında Rumlardan korkuyorum! Eğer halkımdan emin olsaydım, her turlu gucluğe katlanarak ona tabi olur, hizmet ederdim. Sen şimdi Dağatır’a git. O, Hıristiyan Âlimlerinin buyuklerindendir. Onu da İslamiyet’e davet et.”
Zaten Peygamberimiz, Uskuf Dağatır’a da bir mektup yazmıştı. Hz. Dıhye va*kit gecirmeden Dağatır’a gitti. Peygamberimizin mektubunu takdim etti. Pey*gamberimiz mektubunda onu İslamiyet’e davet ediyor ve şoyle diyordu:
“İman edenlere selam olsun! Şuphe yok ki, Meryem oğlu İsÂ, Allah’ın Meryem’e ilka eylediği pak ve temiz kelimesidir. Ben, Allah’a, Allah tarafından bize indirilen*lere, İbrÂhim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, bunların torunlarına indirilenlere, Mûs ve İsÂ’ya verilenlere ve butun Peygamberlere Rab’leri katından verilenlere inanırım. Biz onlardan hicbirini diğerinden ayırt etmeyiz. Hepsinin peygam*ber olduğuna inanırız. Biz Allah’ın emirlerine boyun eğen Musluman’larız. Selam, doğru yola tabi olanlara olsun!”
Uskuf Dağatır Âlim biriydi ve Bizans’ın başpatriğiydi. Kitaplarından son pey*gam*be*rin cıkacağını oğrenmiş, vasıflarını okumuştu. Mektubu okur okumaz, “Allah’a ye*min ede*rim ki, senin efendin, Allah’ın gonderdiği peygamberdir. Biz onun ismini ve vasıf*la*rını biliyorduk.” dedi ve tereddut gostermeden iman etti. Sonra da bir odaya gecti ve uzerindeki siyah elbiseleri cıkardı, beyaz bir elbise giydi. Artık kara elbiselerin, ka*ra duşuncelerin yeri kalmamıştı. Oyle ise beyaz*lara, aydınlıklara burunmek gerekiyordu.
Başpatrik evine kapandı ve hic dışarı cıkmaz oldu. Dıhye de (r.a.) onu yalnız bırak*mı*yor, sık sık ziyaretine gidiyordu. “Uskuf Dağatır” ismindeki başpatrik, o pazar, kili*se*deki Âyine iştirak etmedi. Bu arada halk, başpatrikteki bu deği*şiklikten haberdar ol*muştu.
Kızgın ve bağnaz Rumlar, başpatriğin evinin etrafını cevirdiler, hiddetle ve şiddetle ba*ğırarak başpatriğin kendilerine hitap etmesini istediler. Ama artık Uskuf Dağatır onla*rın başpatriği değil, Ahir Zaman Peygamberi’nin bir ummeti olmuştu ve onun yakın dost*larından Dıhyetu’l-Kelbî ile belki de son konuşma*larını ve goruşmelerini yapmaktaydı.
Uskuf, Resûl-i Ekrem’e (a.s.m.) hitaben bir mektup yazmıştı. Dıhye’ye (r.a.) verdi:
“Bu mektubu al, efendimize git ve ona selamımı soyle. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Peygamber’i olduğuna şehadet ettiğimi kendisine haber ver. Ben ona iman ettim, onu tasdik ettim ve ona tabi oldum. Fakat gorduğun gibi, bu adamlar bunu inkÂr ediyorlar. Bu gorduklerini de aynen efendimize anlat.”
Dışardaki kızgın kalabalık, Dağatır’ın Dıhye ile (r.a.) goruştuğunu sezmişler*di. Şoyle bağırıyorlardı:
“Ya o cıkar ya da biz iceriye geliriz! Bu Arap geldiğinden beri biz sendeki de*ğişikliği goruyor ve senden hoşlanmıyoruz zaten…”
Uskuf Dağatır, Dıhye’yi gonderdikten sonra, ustunde beyaz elbiseleri ve elin*de Âsası ile halkın huzuruna cıktı. En kucuk bir pervası yoktu. Belki oldurulece*ğini, şehit olacağını biliyordu. Ama artık ehemmiyeti yoktu. Cunku Âhir Zaman Peygamberi’ne ummet olmuştu. Halka şoyle hitap etti.
“Ey Rum cemaati! Bize Ahmed Peygamber’den bir mektup geldi. Bizi Allah’a ima*na davet ediyor. Ben şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ahmed de O’nun kulu ve Resûludur.” dedi.
Halk, yaydan fırlayan ok gibi hep birlikte onun uzerine saldırdılar. Ve o mubarek zatı şehit etmeden bırakmadılar. Bundan sonra Hz. Dıhye tekrar hukumdarın yanına gitti. Durumu haber verdi. Hukum*dar, “Ben sana, hayatımız hakkında onlardan korkarız, dememiş miydim? Ye*min ederim ki, Dağatır onların yanında benden daha saygı değer biriydi.” dedi. Sonra da bircok hediye vererek Hz. Dıhye’yi gonderdi.
Dıhye (r.a.), Medine’ye donerken yolda capulcuların saldırısına uğradı. Ya*nında bulunan her şeyi aldılar. Dıhye, Medine’ye elleri boş girdi. Hemen Resulullah’ın huzuruna cıktı. Olup bitenleri başından sonuna kadar nakletti. Rum hukumdarının mektubunu verdi. Peygamberimiz mektubu okudu. Sonra da şoyle buyurdu:
“O bir muddet daha saltanatta kalacaktır. Mektubum yanlarında bu*lundukca onların saltanatı devam edecektir.”
Saltanatının devam etmesinin bu mektuba bağlı olduğunu hukumdar da anlamış, Re*sû*lul*lah’ın mektubunu atlas bir ipeğe sarıp altından bir borunun icine koyup saklamıştı. Bu mektubun sak*lanmasını kendinden sonra gelenlere de vasiyet etmişti. Gercekten de oyle oldu; mektup kaybolduğunda, bu hanedan, saltanatı kaybetti.
Hz. Dıhye, bundan sonra da Re*sû*lul*lah’ın hizmetinde bulunmaya devam etti. Peygamberimizin vefatından sonra Dort Halife zamanında Allah ve Resûlu uğrunda hizmet etmekten geri durmadı. Hz. Ebû Bekir zamanında Suriye Seferi’ne katıldı. Hz. Omer zamanında Yermuk Savaşı’nda bulundu. Cok buyuk kahra*manlıklar gosterdi. Şam’ın fethinden sonra oraya yerleşti. Hicret’in 50. yılında, Hz. MuÂviye’nin hilafeti zamanında vefat etti.
İmparator Herakliyus, Dıhye’den (r.a.) sonra Peygamberimize (a.s.m.) bir mektup yazdı. İtimat edilen ve “Tenûhî” ismiyle tanınan birini Re*sû*lul*lah’a (a.s.m.) gonderdi ve ona şu teklifte bulundu:
“Bu mektubu o zata gotur. Sozlerini dikkatle dinle. Sana soyleyeceği uc şey hususundaki sozleri iyice aklında tut, ezberle. Bu uc şey şudur: Bana gonderdiği mektuptan bahsedecek mi? Mektubumu okuyunca geceyi hatırlayacak mı? Sır*tında seni şupheye duşurecek bir şey var mı?”
Tenûhî, hukumdarın mektubunu alarak yola koyuldu. Aylar suren yolculuk*tan sonra Tebuk’te Re*sû*lul*lah’a ulaştı. Re*sû*lul*lah o sırada AshÂbıyla birlikte bir su kenarında sohbet etmekteydi. Onune kadar gitti. Herakliyus’un mektubunu Re*sû*lul*lah’a verip oraya oturdu. Resûl-i Ekrem mektubu alıp koynuna koydu. Sonra aralarında şoyle bir konuşma gecti:
“Sen kimsin?”
“Tenûhî’yim.”
“Atanız İbrÂhim’in dini olan Hanif dininden misin?”
“Ben bir kavmin elcisiyim ve henuz o kavmin dinindenim. Elcisi olduğum milletin yanına donmedikce dinlerini de terk etmeyeceğim.”
“Tenûhî kardeşim! Allah, dilediklerini doğru yola ulaştırır. Ben sizin hukum*darınıza bir mektup yazdım. Ona cevap vermedi.”
Tenûhî, Re*sû*lul*lah’ın son sozleriyle, hukumdarın sorduğu uc meseleden biri*sine cevap verdiğini anlamıştı. Hemen sadağından bir ok cıkararak, kılıcının kı*nı uzerine not etti.
Resûl-i Ekrem daha sonra hukumdardan gelen mektubu koynundan cıkara*rak, sol tarafında oturan MuÂviye’ye verip okumasını istedi. Kral mektubunda soyle demekteydi:
“Muttakiler icin hazırlanmış, yeri ve goğu kaplayan buyuk bir cennete beni cağırıyorsun. Peki, cehennem nerededir?”
Re*sû*lul*lah buna şoyle cevap verdi:
“FesubhÂnallah! Peki, gunduz olunca ge*ce nerededir?”
Re*sû*lul*lah bu sozuyle, Herakliyus’un soylemiş olduğu ikinci meseleye de te*mas etmişti. Tenûhî bunu da hemen kılıcının kını uzerine yazdı.
Mektubun okunması bittikten sonra Re*sû*lul*lah, Tenûhî’yi, kendisini ağırlayacak olan Hz. Osman’a teslim etti. Kalkıp giderlerken Resûl-i Ekrem (a.s.m.) el*ciye seslendi: “Ey Tenûhî, buraya gel.” Re*sû*lul*lah sırtındaki elbisesini cıkara*rak “İşte, sana sorulan buradadır.” dedi ve iki kurek kemiği arasındaki nubuvvet muhrunu Tenûhî’ye gosterdi. Boylelikle, kralın sorduğu uc meseleye de Pey*gamberimiz (a.s.m.) cevap vermişti. Tenûhî butun bu olup bitenleri, gidip hukumdara anlattı.
Bundan buyuk bir kuvvet alan Herakliyus, Bizans’ın ileri gelenlerini Humus’taki sarayında topladı. Salonun butun kapılarını kapattırarak şoyle konuş*tu:
“Rum ulkesinin ileri gelenleri! Kurtuluşa ermek, kemale ulaşmak ve sahip ol*duğu*nuz yerlerde devamlı kalmak ister misiniz? Oyle ise, gelin, bu peygambere tabi ola*lım.”
Bu sozleri işiten mutaassıp Rumlar Âdeta hayvanlar gibi homurdanmaya ve bağrışıp ca*ğrışmaya başladılar. Ayaklanarak kapılara koşuştular. Herakliyus mahzun, mukedder ve meyus bir şekilde, tekrar huzuruna getirilmelerini emret*ti. Onların nefretini gormuş, ar*tık iman etmelerinden umidini kesmişti. Saltana*tını ve hayatını muhafaza endişesi, ima*nını acıklamasına mÂni olmaktaydı. Tek*rar toplanan Rum ileri gelenlerine şoyle dedi:
“Biraz onceki sozlerimi, sizin dininize son derece bağlı olduğunuzu anlamak icin soyledim! Gordum ki, dininize gercekten bağlı ve ondan razısınız...”
Herakliyus bundan sonra bir daha etrafına Peygamberimizden ve İslamiyet’ten soz edemedi.[1]
___________________________________________
[1]TabakÂt, 1: 258-259, 276. 4: 251; Musned, 6: 262-263; Hz. Muhammed ve İslamiyet, 7: 38, 49.
ALINTI#
__________________
Dıhyetu’l-Kelbî (r.a.)
Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler0 Mesaj
●40 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Peygamberler, Evliyalar ve Sahabeler
- Dıhyetu’l-Kelbî (r.a.)