Hilkatte ve fıtratta en guzel, ahlakta en mukemmel, varlığın sebebi, alemlerin rahmet peygamberi, insanlığın yegane onderi, vahyin mihveri, Kur'an tebliğcisi, ahiret mujdecisi Hz. Muhammed Mustafa (s.a), butun silsilelerin cıkış noktası, en buyuk ve ilk halkası. Bu yuzden tefsirin de, hadisin de, fıkhın da, ilm-i kelamın da, tasavvufun da başı O.
Allah'ın ovup yarattığı; insanlığa rehber yaptığı, O'na itaati kendisine itaata denk saydığı; O'nu sevmeyi kendisini sevmek diye nitelediği buyuk peygamber. O'nun ahlakı Kur'an'dı. O bir nebiy-yi ahir zamandı. Hilkatin fatihası, nubuvvetin hatimesiydi. Bu ozellikleriyle îtikad, îman ve ahlakta; ibadet ve muamelatta biricik ornek şahsiyet; yani usve-i hasene'dir O. Nitekim hakkında Allah Teala: "Allah'ın peygamberinde sizin icin Allah'ı ve ahiret gununu umanlar icin guzel bir ornek (usve-i hasene) vardır." (el-Ahzab, 33/21) "Sen yuce bir ahlak uzresin." (el-Kalem, 68/4) buyurmaktadır.
KAFİLE BAŞI
"Guzel ornek", olması, "yuce bir ahlak" sahibi bulunması sebebiyle, İslam ruh eğitimi, ahlak ve zuhd demek olan tasavvufî hayatın kafile başı da O'dur. O'nun mubarek sozleri, halleri ve guzel ahlakı tasavvufun temelidir. Bu yuzden biz burada O'nu anlatma konusundaki aczimizi itiraf ederek O'nun ahlak, zuhd ve ruh hayatına aid, ayet ve hadislerin aydınlığında, bir kesit sunmaya calışacağız. O'nun kemalini ve cemalini bizim kelime kalıpları icine sığdırmamız mumkun değil. Cunku O, ahlakî kemalini, Rabbının eğitimiyle kazandığını itiraf ediyor, "O'nun ahlakı Kur'an'dı" diyen hadisler de bunu doğruluyor. Bu yuzden O, beşeriyete telkin ettiği ahlakî umdeleri once kendi şahsında uygulardı.
Bir insanın ahlakî olgunluğuna en iyi şekilde vakıf olanlar, elbette en yakın cevresinde bulunan aile efradı ve yakın dostlarıdır. "Dağ yanına varınca kuculur" derler. Bu yuzden buyuk sandığımız pekcok kimseyi yakından tanıyınca buyukluklerinin zail olduğunu goruruz. Ama Allah Rasûlu (s.a.) boyle değil. Cunku O'nu yakından tanıyanlar, en mahrem hallerine vakıf olanlar, O'nun ahlakî kemalini anlata anlata bitirememektedir. İlk eşi Hz. Hatice'den diğer zevcelerine, ozellikle Hz. Aişe'ye, kızı Fatıma (r. anha), damadı Hz. Ali (r.a), evladlığı Hz. Zeyd (r.a) ve hizmetcisi Hz. Enes (r.a)'a varıncaya kadar O'nun yakın cevresindekiler, O'nun ahlakî kemalini ovmekte ve O'nun eşsiz bir ahlakî olgunlukta bulunduğunu anlatmaktadırlar. "Guzel ahlakı tamamlamak icin gonderilen" bir peygambere yakışan ozellikler, ashabının hayranlığını uyandıracak ve onlara orneklik yapacak bir duzeydeydi. İnsanlara olan ilgisi ve sevgisi, halkın kendisini, oz benliklerinden daha cok sevme neticesini doğurmuştu. Zaten eğitimde ana gaye de bu değil miydi? O, ummetine ve ashabına karşı bir baba konumundaydı. Hanımları da anne. Ummet de bu ailenin evladları ve birbirlerinin kardeşleri. O kurduğu ahlakî eğitim sistemi icinde ummeti bir ailenin sıcak ortamında yetiştirmek istiyordu. Tasavvufta da durum boyledir. O'nun "insanları manen yetiştirip ahlakî olgunluğa erdirme" diye ozetleyebileceğimiz "irşad" hizmeti tasavvufun gorevidir.
RÛHÎ HAYAT
Tasavvuftaki ruhî hayatın da Hz. Peygamber (s.a)'in hayatında pek can alıcı ornekleri vardır. O, peygamberlik oncesi Hira mağarasındaki halktan uzak, halvet ve inziva yaşantısıyla vahy-i ilahî'yi alacak, Cebrail'i melek huviyetiyle gorecek ruhî kemale hazırlanıyordu. O'nun hayatının bu devresi, bir takım riyazatlar, ruhî tecribeler ve kainatın yaratıcısını tefekkur gibi iman ve yakîni artırıcı on hazırlık devresiydi. Mutasavvıflardaki halvet, cile ve erbain hayatı bir bakıma O'nun bu ruhî tecribe donemiyle benzerlikler arzetmektedir.
Manevî ve ruhî yukselişte kemale ermiş ve -varsa- gelmiş, gecmiş butun kusur ve hatalarının bağışlandığı Kur'an lisanıyla haber verilmiş bir peygamber olmasına rağmen O, ibadet ve taatta daima en ileri noktada bulunmuş; gece teheccud namazını, gunduz nafile orucunu ihmal etmemiştir.
Yaşayışı ve hayat tarzı itibariyle zuhd ve sadeliği esas aldığından, her devirde, her insanın uygulayabileceği bir hayat modeli sunmuştur insanlığa. İbadette ifrat ve tefritten uzak bir orta yol izlerken, dunya ve dunyaya meyl konusunda zuhd yolunu secmiş, taat ve muamelatta ise azimet ve takvayı onde tutmuştur.
Kurduğu devletin sınırları Arabistan yarımadasını aştığı; ganimet mallarıyla devlet hazinesinin dolup taştığı zamanlarda bile dunyaya ve dunyalıklara ilgi duymamış, zahidane tavrını elden bırakmamıştır. Evinde sıcak bir corba pişirmeden; ocak kaynamadan hurma ve su ile gecirdiği gunlerin sayısı pek coktur. Hanımları bir ara bu hayata dayanamayarak O'ndan dunyalık talebinde bulundular. O, ayrılmayı bile goze alarak onlara bir aylık bir duşunme suresi verdi. Arkasından nazil olan şu ayet-i kerimeyle onların Allah ve Rasûlunu tercih ettiklerini bildirmeleri uzerine onlara dondu: "Ey peygamber, hanımlarına de ki: Eğer bu dunya hayatı ve onun zînet ve parlaklığını istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi guzellikle salıvereyim. Yok eğer Allah'ı ve Peygamber'ini ve ahiret yurdunu arzu ediyorsanız, Allah aranızdan iyi olanlara buyuk mukafat hazırlamıştır." (el-Ahzab, 33/28-29)
ZUHD
Rasûlullah'a gore zuhd, helali haram kılmak, ya da malı zayi etmek değildi. Aksine Allah'ın lutfuna kendi elinde olandan fazla guvenmekti. Malıyla bir musîbete uğradığında giden maldan ziyade musibetin sevabı na gonul vermekti.
Hanesi, hane halkının yaşantısı hep mutevazı idi. Suslu, gosterişli, goz kamaştırıcı manzaralardan hoşlanmazdı. Nitekim evini suslu ortulerle donatan kızı Fatıma'nın evine girmeden geri donmuş, "suslu yerlerde barınmak bize yakışmaz" buyurmuştu. Eşi Hz. Aişe validemizin evinin tavanını ortulerle suslediğini gorunce ona bunları cıkarttırmıştı.
Yatağı bazan bir kilim parcası, bazan ici hurmalifi dolu bir deri, bazan da hasırdan ibaretti. Nitekim İbn Mes'ûd'un anlattığına gore bir keresinde hasır uzerine yatan Allah Resûlu'nun mubarek vucudunda hasır iz bırakmıştı. Bunun uzerine "Keşke hasırın uzerine de bir şey sersek de, oyle yatsaydınız." denildiğinde:
"Dunya ile benim ne ilgim var? Onunla ben bir ağacla, altında bir miktar dinlendikten sonra orayı terk edip giden bir yolcu gibiyiz." buyurdu.
O'nun zuhd ve kanaat mektebinden yetişen nice vali ve idareciler, O'ndan aldıkları zuhd dersiyle gunde bir dirhemlik masraf standardıyla beldeler ve memleketler idare etmişlerdir. Cunku hayatını bir dirheme gore tanzim ederek ihtiyaclarını sınırlayabilen insan, kalan zamanım ulvi bir davaya hasretmek, insanlara hizmete tahsis etmek imkanına sahip olur. Zîra insanda ihtiyac ve emel duygusu sınırsızdır. Belli bir olcu ile kayıt altına alınmazsa onune gecilemez. Bu yuzden Allah Rasûlu insanların dunyadaki zarurî ihtiyaclarını şoyle sınırlamıştı: "İkamet edilecek bir ev, soğuk ve sıcaktan koruyacak bir elbise, belini doğrultacak birkac lokma". Tasavvuf telakkisine "Bir lokma, bir hırka" olarak giren bu ihtiyac sınırı herhalde bu ve benzeri hadislerden mulhem olmalıdır. Ancak bu hadislerde ve tasavvuf esaslarında tavsiye edilen zuhd anlayışının ferdî ve ruhî hayatta soz konusu olduğu toplum icin topyekun boyle bir tavsiyenin mevzubahs olmadığını belirtmek gerekir. Ayrıca sunnet-i Peygamberi'nin havaic-i asliyye dediğimiz temel ihtiyaclara getirdiği sınırlama onları elde etme acısından değil, elde tutma acısındandır.
Kendisinden once hicbir kimsede bir arada bulunmamış olan ruhî kuvvet ve sıfatlar, ahlakî vasıf ve zuhdî tavırlar, O'nun ornek ve ideal şahsiyetinin temelini oluşturmuştur. Bu sıfatlar, ister ilk zorlu davet zamanlarında olsun, ister Medine'deki hukumet ve devlet başkanlığı ile birlikte yuruyen davet ve irşad zamanında olsun hep O'nun zatî ozelliklerini oluşturmuş ve O'nun eşsiz ve mumtaz bir onder olmasını sağlamıştır.
-Sallallahu aleyhi ve sellem-
__________________
Sevgİlİ Peygamberİmİz Hazretİ Muhammed (sav)
Peygamberler ve Evliyalar0 Mesaj
●73 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Peygamberler ve Evliyalar
- Sevgİlİ Peygamberİmİz Hazretİ Muhammed (sav)