Hz. Nuh (as.) kimdir? Hz. Nuh’un (a.s.) ozellikleri nelerdir? Hz. Nuh’un (a.s.) eşi kimdir, Musluman oldu mu? Hz. Nuh’a (a.s.) oğlu nicin iman etmedi? Hz. Nuh’un (as.) adı Kur’an’da geciyor mu? Hz. Nuh’a (a.s.) neden ikinci Adem denir? İnsanlığın ikinci atası kimdir? Hz. Nuh (as.) kac yıl yaşadı? Hz. Nuh (as.) kac yıl tebliğ etti? Hz. Nuh’a (as.) kac kişi iman etti? En uzun yasayan peygamber kimdir ve kac yıl yaşamıştır? Nuh kavmi neden helak oldu? Nuh Tufanı nasıl oldu, ne kadar surdu? Nuh Tufanı ne zaman oldu? Tufanı ile yeryuzunu kufurden temizleyen peygamber: Hz. Nuh’un (a.s.) hayatı…

İnsanları 950 sene sabırla Hakk’a dĂ‚vet eden Hz. Nuh’un (a.s.) kısaca hayatı…

HZ. NUH’UN (A.S.) KISACA HAYATI – Nuh Peygamber Kimdir? – Nuh Aleyhisselam Kimdir?

Kur’an-ı Kerim’de adı 43 defa gecer. Kur’an’da 71. suresinin adı Nuh Suresi’dir. Nûh (a.s.) Kur’Ă‚n-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde muhim bir yer işgĂ‚l eden Ulu’l-azm (En yuksek derecedeki) peygamberlerdendir. Hz. İdris’e (a.s.) tabi olan salih zaatların vefatından sonra bazı insanlar bu salih kişilerin putlarını yaptı, daha sonra bu putlara tapmaya başladılar. Hz. Nuh (a.s.) puta tapan kavme Allah’ın dinine donmeleri icin gonderildi fakat kavminden kendisine cok az kişi iman etti. Nuh’un (a.s.) oğullarından biri de iman etmeyenler arasındadır.

950 sene kavminin hidayet etmesi icin uğraşan Nuh (a.s.) sonunda CenĂ‚b-o Hakk’a acziyetini arz etti ve Hz. Nuh’a (a.s.) “insanlığın ikinci atası” denilmesine sebep olan “Nuh Tufanı” başladı. Nuh Tufanı’ndan once Allah TeĂ‚lĂ‚, Hz. Nuh’a (a.s.) bir gemi yapmasını emretti. Yapılan geminin uc katlı olduğuna, iki veya dort senede tamamlandığına ve icinde ateş yakılarak buharla calıştığına dĂ‚ir rivĂ‚yetler vardır. RivĂ‚yete gore gemiye iman eden 80 kişi gemiye bindi. Ayrıca hayvanlardan birer cift gemiye alındı. Âlimlere gore Nuh Tufanı’nın başlaması ile yeryuzunun her tarafı sularla kaplandı. Tufanın 6 ay surduğu rivayet edilir. İlĂ‚hi bir emir ile sular cekildi ve gemi, 10 Muharrem Aşure gunu Cudi Dağı’na indi.

Kur’an-ı Kerîm’de Hz. Nûh (a.s.) cok şukreden ve sabır gosteren bir kul olarak zikredildi. Onun bir başka ozelliği de kĂ‚firlere karşı cok sert davranmasıdır. Nuh (a.s.) cobanlık ve ticaret ile uğraştı. Marangozcuların, denizcilerin piri kabul edilir. 950 senesini kavmini davet ile geciren Nuh’un (a.s.) 1300 sene yaşadığı soylenir. Bir rivayete gore kabri Mekke’de Mescid-i HarĂ‚m’da, Multezem ile Makām-ı İbrĂ‚him arasında, diğer rivayetlere gore ise Kerek, Cizre veya Necef’tedir.

En uzun yaşan peygamber Hz. Nuh’un (a.s.) ayrıntılı hayatı…

HZ. NUH’UN (A.S.) HAYATI – Nuh Peygamberin Hayatı – Nuh Aleyhisselamın Hayatı

Nûh -aleyhisselĂ‚m-, Kur’Ă‚n-ı Kerîm’de ve Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîflerinde muhim bir yer işgĂ‚l etmektedir. Ulu’l-azm peygamberlerden[1] birisidir. Kur’Ă‚n’da muhtelif vesîlelerle ismi 43 yerde gecmektedir. 28 Ă‚yetten muteşekkil olan 71. sûre, onun adını taşır. Meşhur tûfĂ‚n sebebiyle beşeriyetin “İkinci Babası” sayılır.

İdrîs -aleyhisselĂ‚m- semĂ‚ya ref’ edildikten sonra insanlar, hakîkati kaybede*rek putlara ve heykellere tapmaya başladılar. Bunun uzerine Nûh -aleyhisselĂ‚m- kavmine peygamber olarak gonderildi.

Hazret-i Nûh’un esas isminin “Yeşkûr”, “SĂ‚kin” veya “AbdulgaffĂ‚r” olduğu bildirilmektedir. Lakabı “NeciyyullĂ‚h” (AllĂ‚h’ın kurtardığı) ve “Şeyhu’l-EnbiyĂ‚” (nebîlerin uzun omurlusu)’dur.

İdrîs -aleyhisselĂ‚m- semĂ‚ya ref’ olunduktan sonra kendisine tĂ‚bî olanlardan Vedd, SuvĂ‚, Yeğûs, Yeûk ve Nesr, dîni yaşayıp teblîğ ettiler ve insanlar arasında yuksek bir mevkiye sĂ‚hip oldular. VefĂ‚t ettiklerinde, onları hatırlamak icin şeytanların teşvîki ile heykelleri yapıldı. Halk, zamanla putperestliğe dondu. Bu heykellerde ilĂ‚hî bir kudret olduğuna inandılar.

İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- anlatıyor:

“Nûh -aleyhisselĂ‚m-’ın kavminde mevcut olan putlar sonradan Araplara intikĂ‚l etmiştir. Şoyle ki: Vedd adındaki put Dûmetu’l-Cendel’de idi ve Kelb kabilesine Ă‚itti. SuvĂ‚’ adındaki put Huzeyl’in idi. Yeğûs adındaki put MurĂ‚d kabilesine Ă‚itti. Sonra Benû Gutayf’ın oldu, Sebe’ye yakın Curf isimli mevkideydi. Yeûk, HemedĂ‚n’a Ă‚itti. Nesr, Himyer’in Âl-i Zi’l-KelĂ‚’ın idi. Bu putların isimleri aslında Nûh kavmindeki sĂ‚lih kimselere Ă‚itti. Şeytan bu sĂ‚lihler olunce kavimlerine şu telkini yaptı: «SĂ‚lih kişilerinizin oturmuş oldukları yerlere (onların hĂ‚tırasına) heykeller dikin ve bunlara onların isimlerini verin.» Halk bu telkine uyup, soyleneni yaptı. BidĂ‚yette tapınma yoktu. Ancak ne zaman ki bunlar vefĂ‚t ettiler, haklarındaki bilgi de unutuldu ve neticede cĂ‚hil halk bu putlara tapınmaya başladılar.” (BuhĂ‚rî, Tefsir, 71/1)

Nûh -aleyhisselĂ‚m-, bĂ‚zen cobanlık, zaman zaman da ticĂ‚ret yapıyordu. Kavminin başında KĂ‚bil soyundan Dermesil isimli zĂ‚lim bir kişi bulunmaktaydı. Her kabîlenin ayrı bir putu mevcuttu. Her putun da bir hizmetkĂ‚rı vardı. Hazret-i Nûh -aleyhisselĂ‚m- bunları gulunc bulurdu. O donemde ahlĂ‚ksızlık ve putperestlik had safhaya varmıştı.

NUH KAVMİNİN OZELLİKLERİ

Nûh -aleyhisselĂ‚m-’ın Kavminin Ozellikleri:

Putperest idiler.
Onların bu ozelliği Ă‚yet-i kerîmede şoyle bildirilir:

“Bir de şoyle dediler; sakın ilĂ‚hlarınızı bırakmayın! Hele Vedd’i, SuvĂ‚’ı, Yeğûs’u, Yeûk’u ve Nesr’i aslĂ‚ bırakmayın!” (Nûh, 23)

Putlar ve putcular, insanlık tĂ‚rihinde, insanları dĂ‚imĂ‚ hak yolundan ayırarak sapıklığa goturduler. Saygı ve hĂ‚tırĂ‚ icin yapılan heykeller, zamanla kendilerine tapılan putlar hĂ‚line getirildi.

İnsan’ın inandığı ve kulluk yaptığı ilĂ‚hı, maddî bir takım şekillerle temsil ve tasavvur etmesine “antropomorfist” akîde denir. Bu akîde insanları muşahhas şekillere tapmaya ve nihĂ‚yetinde putculuğa goturur. Tevhîd dinlerinde ise “muteĂ‚l” yĂ‚ni butun Ă‚lemlerden ve tasavvurlardan yuce bir AllĂ‚h inancı vardır. Bu inanc, insan zihnini maddeden uzaklaştırarak mucerred mĂ‚nĂ‚lara yonlendirir. Maddenin cok daha otesindeki mĂ‚nevî hakîkatleri kav*ratmaya calışır. Fakat beşer zihni bu mertebeye ulaşma yerine kolaya kacarak evvelĂ‚ AllĂ‚h’ı tecsîm ve teşbîh etme, yĂ‚ni O’nu kendi dunyĂ‚ boyutları icinde tasavvur etme hatĂ‚sına duşer. Bu da insanlığın putculuğa sapmasına sebep olmuştur.

İslĂ‚m dîni ise insandaki bu meyli en guzel şekilde tasfiye ederek zihnin, AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚’yı her hangi bir cisme benzetmesini yasaklamıştır. İnsanların mucer*redi muşahhas hĂ‚le gitirip taabbude yonelme dalĂ‚letine duşmemeleri icin de resim ve heykeli tasvip etmemiştir. Resim ve heykelin diğer bir zararı da, hayĂ‚l gucunu tahdîd ederek insanın yuksek mĂ‚nĂ‚ları tasavvur ve idrĂ‚k etme istidĂ‚dını koreltmesidir.

Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, kabir ziyĂ‚retlerindeki ifratlar insanları putculuğa goturduğu icin onceleri bu ziyĂ‚retleri yasaklamış, ancak tevhîd inancının iyice yerleşmesinden sonra şu hadîs-i şerîfleriyle buna musĂ‚ade buyurmuşlardır:

“Size kabir ziyĂ‚retini yasaklamıştım. Artık kabirleri ziyĂ‚ret edebilirsiniz!” (Muslim, CenĂ‚iz, 106)

“…Kabirleri ziyĂ‚ret etmek isteyen ziyĂ‚ret etsin. Cunku kabir ziyĂ‚reti bize Ă‚hireti hatırlatır.” (Tirmizî, CenĂ‚iz, 60)

O hĂ‚lde kabir ziyĂ‚retleri, olumun hatırlanması, mevtĂ‚ya bir hediye gonderil*mesi, yĂ‚ni Kur’Ă‚n-ı Kerîm okunması ve Ă‚hiretin tefekkuru icin tavsiye edilmiştir.

MĂ‚neviyat buyuklerinin kabirleri yanında yapılan duĂ‚ ve istekler de, onların hur*metine CenĂ‚b-ı Hak’tan olmalıdır. Cunku kuldan istenmesi, kulları şirke goturur. Nitekim Nûh -aleyhisselĂ‚m-’ın kavminde de boyle olmuştu.

AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû- yaratılmış olan hicbir varlığa benzemediği; yĂ‚ni “muhĂ‚lefetun li’l-havĂ‚dis” sıfatına sĂ‚hip olduğu icin, buud ve şekil gibi her turlu beşer tasavvuru*nun otesindedir. Şeyh Şiblî Hazretleri şoyle buyurur:

“AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚’yı duşuncelerinizde kavrayıp akıllarınızda tam bir şekilde anladığınızı sandığınızda, bu duşunceler size iĂ‚de edilir. Cunku bu tur duşunceler, sizin uydur*duğunuz (muhdes) ve sizin gibi sonradan olma (masn&#251 şeylerdir…”

Burada Şiblî Hazretleri, sonradan olanla (muhdesle) Kadîm’in birbirinden tefrîk edilmesi gerektiğini, insanlar icin CenĂ‚b-ı Hakk’ı tanımanın yegĂ‚ne yolunun, O’nun bildirdiği vasıf ve ozellikler olduğunu ve bundan başka bir yolun bulunmadığını anlatmaktadır. Dolayısıyla vahyin bildirdiklerini bir kenara bırakıp O’nu muşahhaslaştırmaya calışmak, elbette insanı cok hazin ve suflî neticelere surukler.

CenĂ‚b-ı Hakk’ın, beşer idrak ve tasavvurunun cok cok otelerinde olduğunu ifĂ‚de etmek icin Ă‚limlerimiz şu veciz kelĂ‚mı soylemişlerdir:

“AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ile alĂ‚kalı aklına hangi duşunce gelirse gelsin, bilesin ki Yuce AllĂ‚h onun dışındadır.”

Akıl, muhdestir (sonradan yaratılmıştır). CenĂ‚b-ı Hakk’ı bu muhdes varlıkla idrĂ‚k etmek mumkun değildir. Fakat MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- CenĂ‚b-ı Hak’la konuşunca, buyuk bir mĂ‚nevî haz duydu. Bu hazzın iştiyĂ‚k ve cĂ‚zibesi ile CenĂ‚b-ı Hakk’ı gormeyi arzuladı ve bunda ıs*rĂ‚r etti. Bu hĂ‚l, Ă‚yet-i kerîmede şoyle bildirilmektedir:

“…MûsĂ‚: «Rabbim! Bana kendini goster, Sana bakayım.» dedi. Rabbi buyurdu ki: «Sen Ben’i (bu dunyĂ‚da) aslĂ‚ goremezsin. Fakat şu dağa bak! O dağ yerinde kalabilirse, Sen de Ben’i gorebilirsin!..»” (el-A’rĂ‚f, 143)

CenĂ‚b-ı Hakk’ı muşĂ‚hede etmek, derecesine gore ancak cennet ehlinin bir kısmına nasîb olacaktır.

Nûh -aleyhisselĂ‚m-’ın kavmi son derece zĂ‚lim ve azgın kimselerdi. Âyet-i kerîmede onların bu zulum ve azgınlıklarından şoyle bahsedilmektedir:
“…Onlar cok zĂ‚lim, cok azgın kişilerin tĂ‚ kendileri idi.” (en-Necm, 52)

FĂ‚sıktılar. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ şoyle buyurur:
“…Onlar, fĂ‚sık (gunahkĂ‚r, yoldan cıkmış) bir milletti.” (ez-ZĂ‚riyĂ‚t, 46)

Kotuluklere dalmışlardı. Âyet-i kerîmede onların bu vasfı şoyle bildirilmektedir:
“…Gercekten onlar kotu bir milletti…” (el-EnbiyĂ‚, 77)

Vicdansız idiler. Âyet-i kerîmede, merhamet ve şefkat hislerinden mahrum olan Nûh kavminin bu vasfı şoyle bildirilmektedir:
“…Onlar, (kalb gozleri, vicdanları) kor(elmiş) bir gurûh idiler.” (el-A’rĂ‚f, 64)

Cok inatcıydılar. Nûh -aleyhisselĂ‚m-’ın kavmi, tabiatları kufre ve gunĂ‚ha alışmış, dunyĂ‚da inadı prensip edinmiş kimselerdi. Onlar Ă‚hirette de aynı inadı devam ettirecekler, kendilerine bir peygamberin gelmiş olduğunu kabul etmeyeceklerdir.
AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuştur:

“Nûh ve ummeti kıyĂ‚met gunu gelirler. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ Hazret-i Nûh’a:

«–Tebliğ ettin mi?» diye sorar.

Nûh -aleyhisselĂ‚m-:

«–Evet yĂ‚ Rabbî, tebliğ ettim.» diye karşılık verir. Sonra AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ Nûh’un ummetine hitĂ‚ben:

«–Nûh size tebliğde bulundu mu?» diye sorunca onlar:

«–Hayır, bize hicbir peygamber gelmemiştir.» diye cevap verirler.

Bunun uzerine AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ Nûh’a:

«–Senin doğruluğuna kim şehĂ‚dette bulunur?» deyince Nûh -aleyhisselĂ‚m-:

«–Hazret-i Muhammed ve ummeti şĂ‚hitlik yapar.» der. Onlar da Nûh’un tebliğde bulunduğuna şĂ‚hitlik yaparlar.”

Hadîs-i şerîfin rĂ‚vîsi şu ilĂ‚vede bulunur:

Nitekim Ă‚yet-i kerîmede, Muhammed -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- ve ummetinin, diğer peygamberler ve ummetleri hakkında şĂ‚hitlik yapacakları acıkca bildirilmiştir:

«İşte boylece sizi vasat bir ummet yaptık ki, butun insanlar uzerine şĂ‚hitler olasınız, Rasûl (Hazret-i Muhammed) de sizin uzerinize şĂ‚hit olsun…» (el-Bakara, 143)” (BuhĂ‚rî, Tefsîr, 2/13, EnbiyĂ‚, 3; Tirmizî, Tefsîr, 2/2965)

AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû-, hakîkatten sapmış olan bu kavme Hazret-i Nûh -aleyhisselĂ‚m-’ı gonderdi. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“«Kendilerine can yakıcı bir azĂ‚b gelmezden once onları uyar!» diye Nûh’u kavmine peygamber olarak gonderdik.” (Nûh, 1)

HZ. NUH (A.S.) KAC YIL TEBLİĞ ETTİ? – Hz. Nuh’un (a.s.) Tebliği

Nûh -aleyhisselĂ‚m-, elli yaşındayken CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- geldi, Peygamberliğini bildirdi ve:

“Dermesil ve kavmine git; onlara tevhîd inancını teblîğ et!” dedi.

Hazret-i Nûh, omrunun sonuna kadar tevhîd inancını teblîğ edeceğine dĂ‚ir soz (mîsĂ‚k) verdi. Kur’Ă‚n-ı Kerîm’de buyrulur:

“Hani biz peygamberlerden (tebliğ vazifelerini yerine getirmeleri icin) sağlam bir soz almıştık; Sen’den de, Nûh, İbrĂ‚hîm, MûsĂ‚ ve Meryem oğlu ÎsĂ‚’dan da. (Evet) biz onlardan pek sağlam bir soz al*mıştık!” (el-AhzĂ‚b, 7)

“And olsun, biz Nûh’u kavmine elci gonderdik. (Nûh) Onlara: «Ben sizin icin apacık bir uyarıcıyım. AllĂ‚h’tan başkasına tapmayın! Ben size (gelecek) elem verici bir gunun azĂ‚bından korkuyorum!» (dedi.)” (Hûd, 25-26)

Nûh -aleyhisselĂ‚m- ilk zamanlar vazîfesini gizli olarak yerine getirdi, sonraları Ă‚şikĂ‚r teblîğ etmeye başladı. Gencliğinde herke*sin sevgisini kazanmış bir zĂ‚t olmasına rağmen teblîğe başlayınca durum değişti. Kendisine cok az kimse tĂ‚bî oldu.

Kavmin melîki olan Dermesil, Hazret-i Nûh’un bu teblîğ faĂ‚liyetinden haber*dĂ‚r olunca, yanında bulunanlara:

“–O da kim?” dedi. Onlar da:

“–Bizim kavmimizden olduğu hĂ‚lde bize uymayan birisi… İsmi, Nûh bin LĂ‚mek. Baştan akıllı idi. Sonradan aklını kaybetti. Kendisinin peygamber olduğunu soyluyor!” dediler. Ardından:

“–Putlara da karşı cıkıyor!” denince Dermesil, Hazret-i Nûh’u yanına cağırta*rak:

“–Yazık sana! Sen bizim ilĂ‚hlarımızı inkĂ‚r mı ediyorsun?” diye azarladı.

Ayrıca, Hazret-i Nûh’un etrĂ‚fında fakirlerin olması sebebiyle onunla alay ediyorlardı. KĂ‚firler Nûh -aleyhisselĂ‚m-’a:

“«–Senin peşinden gidenler sıradan ve basit kimseler iken biz hic sana inanır mıyız!» dediler.” (eş-ŞuarĂ‚, 111)

Bu cĂ‚hil ve zĂ‚lim kavim, kibirleri sebebiyle fakirleri ve garipleri kucuk goru*yorlardı. Fakat Nûh -aleyhisselĂ‚m-, dĂ‚vĂ‚sı kadar, dĂ‚vĂ‚sının bağlılarını da savundu. Munkirlerin ithamlarına cevap verdi:

“Ben îmĂ‚n eden kimseleri kovacak değilim.” (eş-ŞuarĂ‚, 114)

“…Cunku onlar Rableriyle karşılaşacaklar. Fakat ben sizi cĂ‚hil bir millet olarak goruyorum. Ey milletim! Onları kovarsam, AllĂ‚h’a karşı beni kim savunur? Duşunmez misiniz?” (Hûd, 29-30)

Dermesil olunce yerine oğlu Nevlin gecti. O daha zĂ‚lim idi. Nûh -aleyhisselĂ‚m-, Nevlin zamanında da teblîğine aynen devĂ‚m etti. Kavmi, O’nunla alay ediyor, uzerine toprak atıyor ve O’nu dovuyorlardı. HattĂ‚ bayılıncaya kadar boğazını sıktılar, oldu sandılar. Ayıldığı zaman:

“Ey AllĂ‚h’ım! Beni ve kavmimi bağışla. Cunku onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.” dedi. Gusul abdesti alıp tekrar yanlarına vardı. Onları AllĂ‚h’a îmĂ‚n ve ibĂ‚dete dĂ‚vet etti. (İbn-i Hanbel, ez-Zuhd, s. 50; İbn-i Esir, el-KĂ‚mil, I, 69) Butun bu eziyetlere rağmen O, buyuk bir sabır gosteriyordu. Bir lutf-i ilĂ‚hî olarak, yaralarını zaman zaman CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- tedĂ‚vî ediyordu. Muşrikler:

“–Yazık sana ey Nûh! Bu dayağımız ve hakĂ‚retimize rağmen hĂ‚lĂ‚ dĂ‚vĂ‚ndan vazgecmiyor musun?!” diyorlardı.

Hazret-i Nûh ise:

“Ben mecnûn değilim. Atalarınız şimdi azĂ‚b cekiyor! Aklınızı başınıza alın!” diye onlara nasîhat ediyordu.

Nûh -aleyhisselĂ‚m- devamla:

“DĂ‚vetimden yuz cevirirseniz, bana bir zarar veremezsiniz!” buyuruyordu.

Cunku insan iki şeyden korkar:

Başkalarının zarar vermesinden,
Menfaatlerinin kesilmesinden.
Ancak Nûh -aleyhisselĂ‚m-, birinci korkuya cevĂ‚ben:

“Ben sizin zarĂ‚rınızdan korkmam! Tevekkul icindeyim!”

İkinci korkuya cevĂ‚ben de:

“Sizden bir ucret istemiyorum!” diyordu.

Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:

“(Nûh dedi ki Bu (teblîğime) karşılık sizden hicbir ucret istemiyorum! Benim ecrimi verecek olan, ancak Ă‚lemlerin Rabbidir. Onun icin, AllĂ‚h’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!” (eş-ŞuarĂ‚, 109-110)

Fakat O’nun bu dĂ‚vetine kulak veren olmadı. Hazret-i Nûh’a kavminden cok az kimse îmĂ‚n etti. Oğullarından SĂ‚m, HĂ‚m ve YĂ‚fes îmĂ‚n etti. Diğer oğlu Ken’an ise îmĂ‚n etmedi. Kavmi O’na, peygamberliği boyunca cok hakĂ‚ret ve işkence etti. Nûh -aleyhisselĂ‚m-, kavminin yaptıklarına 950 sene tahammul gos*terdi. NihĂ‚yet eziyetlere tĂ‚kat getiremeyince CenĂ‚b-ı Hakk’a acziyetini arz etti.

KAVİMLERİN HELAK OLMA SEBEPLERİ – Kavimlerin Helakı

TĂ‚rih boyunca bĂ‚zı toplumların, peygamberlerin getirdiği tevhîd akîdesini kabûl etmeyip hidĂ‚yetten mahrûm kalmalarının başlıca sebepleri şunlardır:

Hak dinlerde dunyĂ‚da işlenen amellerin mukĂ‚fĂ‚t ve mucĂ‚zĂ‚tının verileceğine dĂ‚ir bir “Ă‚hiret” inancı vardır. Bunun icin fertler dilediği gibi hareket edemezler. Dînî nassla*rın doğrultusunda hareketlerini tanzîm etmeye mecbûrdurlar.
Nitekim İslĂ‚m’ın zuhûru ile putperestleri endişeye duşuren ilk haber, “Ă‚hiret” olmuştu. Buna “Buyuk Haber” dediler. Ondan şiddetli bir rahatsızlık duydular. Kur’Ă‚n-ı Kerîm, bu rahatsızlığı şu şekilde ifĂ‚de eder:

“Birbirlerine neyi soruyorlar? (O inanıp inanmamakta) ayrılığa duştukleri buyuk haberi mi?” (en-Nebe’, 1-3)

Putperest toplumlarda ise dĂ‚imĂ‚ kuvvetliler, zayıfları ezerek onları nefsĂ‚nî arzûla*rına gore koleleştirirler. Zayıfın hakkını savunan bir hukuk yoktur. Toplumda butun menfaatler, guclulere Ă‚ittir. Onlar, yaptıkları fiillerden dolayı Ă‚hirette bir bedel odemeyeceklerine inanırlar. Bu sebeple, hak dinlerdeki Ă‚hiret inancı, onları cok ra*hatsız eder.

Hak dinlerde disiplinli, metodlu bir ibĂ‚det hayĂ‚tı vardır. Putperestlikte bu yoktur. Putperestler, putları menfaatleri doğrultusunda kendilerine yardımcı kabûl ederler. Ve kendilerini koruyacaklarını zannederler. Nefsî arzuları, hak dinlerdeki disiplinli ibĂ‚det hayatına boyun eğmek istemez.
Hak dinlerde peygamberler, topluma ornek şahsiyet (usve-i hasene) olur*lar. Putperestlikte ise, boyle bir ornek endişesi yoktur. NefsĂ‚nî arzularına gore istedikleri gibi hareket ederler. MeselĂ‚ cĂ‚hiliye toplumundaki cok kocalı kadınlar buna bir ornektir.
İnsanda inanma ihtiyĂ‚cı, fıtrîdir. İnsan, Hakk’ı bulamadığı veya hak kendisine zor geldiği zaman, bĂ‚tıla meyleder. İnanc, şuuraltında kalarak gercek kaynağa ulaşama*yınca, kufur hĂ‚kim olur. Ancak inanc, şuuraltından ilĂ‚hî vahiy istikĂ‚metinde şuur seviyesine cıkıp kemĂ‚le erince, îmĂ‚n gercekleşmiş olur.

Putperestlerin guclu, zengin ve ileri gelen kimseleri, toplumda sĂ‚de bir hayat yaşayan peygamberleri ve ashĂ‚bını kibirlerinden oturu kucuk gorme bedbaht*lığına duşerler. Cunku onlar, inanan zayıf kimselerle beraber olunca, toplumda de*ğer kaybedeceklerini zannederler.
Putperestlerin hidĂ‚yetine mĂ‚nî olan sebeplerden biri de, mal, mulk, evlĂ‚d gibi dunyevî cĂ‚zibelerin onları gaflete buruyerek acı bir aldanış icinde bırakması ve kalb gozlerini Hakk’a karşı perdelemesidir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:

“NefsĂ‚nî arzulara, (ozellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gumuşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı duşkunluk, insanlara cĂ‚zip kılındı. Bunlar, dunyĂ‚ hayĂ‚tının gecici menfaatleridir. HĂ‚lbuki varılacak en gu*zel yer, AllĂ‚h’ın katındadır.” (Âl-i İmrĂ‚n, 14)

Nûh -aleyhisselĂ‚m-, putperest kavminin kotu niyetlerini ortaya dokup kendi*lerine meydan okuyordu:

“Bir de onlara Nûh’un kıssasını oku: Hani o bir zamanlar kavmine demişti ki: «Ey kavmim, eğer benim aranızda duruşum ve AllĂ‚h’ın Ă‚yetleriyle oğut verişim size ağır geliyorsa, şunu bilin ki, ben yalnızca AllĂ‚h’a tevekkul etmişimdir, artık siz ve ortaklarınız her ne yapacaksanız toplanıp butun gucunuzle karar veriniz. Sonra bu işiniz size dert olmasın. Sonra bana ne yapacaksanız yapın, muhlet de vermeyin.»” (Yûnus, 71)

Nûh -aleyhisselĂ‚m-’ın bu sozleri, O’nun Rabbine olan tevekkulunu goster*mektedir.

NUH TUFANI NEDEN OLDU?

Nûh -aleyhisselĂ‚m-’a, dĂ‚vetine başladığı ilk yıllarda îmĂ‚n edenlerden başka inanan olmadı. Bunun yanında kavminin O’na ve mu’minlere yaptıkları eziyetler de had safhaya ulaştı. HattĂ‚ cĂ‚hilĂ‚ne bir cesĂ‚retle azĂ‚b-ı ilĂ‚hîyi isteyecek kadar azgınlaştılar:

“Dediler ki: «Ey Nûh! Bizimle mucĂ‚dele ettin ve bize karşı mucĂ‚delede cok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen, kendisiyle tehdîd ettiğin (azĂ‚bı) bize getir!»” (Hûd, 32)

Bu vahiyden sonra zĂ‚lim kavmin, kendisini kucuk gorup de teblîğini yalan saymaları ve, “Va’dettiğin azĂ‚bı getir!” demeleri uzerine Nûh -aleyhisselĂ‚m-, AllĂ‚h’ın irĂ‚de ve tasarrufunu onlara hatırlattı:

“(Nûh) dedi ki: «Onu size, ancak dilerse AllĂ‚h getirir. Ve siz (AllĂ‚h’ı) Ă‚ciz bırakacak değilsiniz! Eğer AllĂ‚h sizi azdırmak istiyorsa, ben size oğut vermek istesem de oğudum size fayda vermez. (Cunku) O sizin Rabbinizdir. Ve (nihĂ‚yet) O’na dondurulecek*siniz.»” (Hûd, 33-34)

AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, kavminin taşkınlıkları dolayısıyla Hazret-i Nûh’u tesellî sade*dinde şoyle vahyetti:

“Kavminden (şu ana kadar) îmĂ‚n etmiş olanlardan başkası artık aslĂ‚ inanmayacak. Oyle ise onların işlemekte oldukları (gunahlardan) dolayı uzulme!” (Hûd, 36)

NihĂ‚yet azĂ‚b-ı ilĂ‚hînin ilk başlangıc haberi olarak, CenĂ‚b-ı Hak, bu bir turlu uslanmayan azgın kavmi kırk sene yağmursuz bıraktı. Hayvanları telef oldu. Cocukları doğmadı. CĂ‚resiz kalarak Hazret-i Nûh’a murĂ‚caat ettiler. O da:

“–Şirkten donun; sizin icin duĂ‚ edeyim!” buyurdu.

“(Sonra Nûh, CenĂ‚b-ı Hakk’a şu şekilde ilticĂ‚ etti: «YĂ‚ Rabbî, ben kav*mime) dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin; cunku O cok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) uzerinize gokten bol bol yağmur indirsin; mallarınızı ve oğullarınızı coğaltsın; size bahceler ihsĂ‚n etsin; sizin icin ır*maklar akıtsın!” (Nûh, 10-12)

MukÂtil bin Suleyman -rahmetullÂhi aleyh- buyurur:

“Bu Ă‚yetlerden sonra, yağmur duĂ‚larında istiğfĂ‚r okumak meşhûr oldu.”

AbdullĂ‚h bin AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anh-’tan rivĂ‚yet edildiğine gore Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de şoyle buyurmuşlardır:

“Bir kimse cok istiğfĂ‚r ederse, AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû- onu her gamdan korur! Her darlıktan ona cıkış nasîb eder. Onu hic ummadığı yerden rızıklandırır!” (Suyûtî, el-CĂ‚miu’s-Sağîr, II, 141)

Nûh -aleyhisselĂ‚m-, kavmini îkĂ‚z ve nasîhate şoyle devĂ‚m etti:

“Size ne oluyor ki, AllĂ‚h’a buyukluğu yakıştıramıyorsunuz?! Oysa, sizi turlu merhĂ‚lelerden gecirerek o yaratmıştır! Gormediniz mi, AllĂ‚h yedi kat goğu birbiriyle Ă‚henktĂ‚r olarak nasıl yarat*mış! Onların icinde Ay’ı bir nûr kılmış, Guneş’i de bir cerağ yapmıştır! AllĂ‚h, sizi de yerden ot (bitirir) gibi bitirmiştir. Sonra sizi yine oraya dondurecek ve sizi yeniden cıkaracaktır. AllĂ‚h, onda geniş yollar edinip dolaşabilesiniz diye, yeryuzunu sizin icin bir sergi yapmıştır.” (Nûh, 13-20)

Ancak bu ahmak putperest kavim, hikmet dolu nasîhatlere kulak asmadılar. Boylece:

“(Oğutlerin fayda vermemesi uzerine) Nûh: «Rabbim! dedi, doğrusu bunlar bana karşı geldiler de, malı ve cocuğu kendi ziyĂ‚nını artırmaktan başka işe yarama*yan kimseye uydular. Buyuk hîleler, buyuk desîseler kurdular! (Rabbim! Onlar birbirlerine) dediler ki: «Sakın ilĂ‚hlarınızı bırakmayın; hele Vedd’den, SuvĂ‚’dan, Yeğûs’tan, Yeûk’dan ve Nesr’den aslĂ‚ vazgecmeyin!» (Boylece) onlar, gercekten bir coklarını saptırdılar. (Rabbim!) Sen de bu zĂ‚*limlerin ancak şaşkınlıklarını artır!” (Nûh, 21-24)

Bir baba oğluna Nûh -aleyhisselĂ‚m-’ı gostererek:

“–Bak, buna inanma!” dedi.

O da babasının elinden asĂ‚yı aldı. Nûh -aleyhisselĂ‚m-’ın başına vurarak onu kan revĂ‚n icinde bıraktı. Nûh -aleyhisselĂ‚m- ise:

“YĂ‚ Rabbî! Hayır dilemiş isen, hidĂ‚yete erdir! Yoksa Sen onlara hukmedinceye kadar bana sabır ver! Cunku Sen hukmedenlerin en hayırlısısın!” diyordu.

Ancak eziyetler iyice arttı. Yapacak bir iş kalmadı. Bunun uzerine Nûh -aleyhisselĂ‚m-:

“Rabbine: «(YĂ‚ Rabb&#238 mağlûb oldum; artık bana yardım et!» diyerek yalvardı.” (el-Kamer, 10)

Nûh -aleyhisselĂ‚m- uzun yıllar tebliğe devam etmesine rağmen ona cok az kimse inanmıştı. Bir nesil olup gidecekken kendilerinden sonra gelecek nesillerine Nûh’a îmĂ‚n etmemelerini, ona muhalefet edip onunla savaşmalarını tavsiye ediyorlardı. Babalar, yetişip akıl bĂ‚liğ olan cocuklarına:

“–Yaşadığı surece Nûh’a aslĂ‚ inanmayacaksınız.” diye oğutlerde bulunuyorlardı. Fıtratları tamĂ‚men bozulmuş, îmĂ‚nı ve hakka ittibĂ‚ı reddedecek bir şekle burunmuştu. Bu sebepten, Nûh -aleyhisselĂ‚m- şikĂ‚yet bĂ‚bında şoyle demişti:

“Rabbim! Yeryuzunde hicbir inkĂ‚rcı bırakma! ŞĂ‚yet Sen onları bırakacak olursan, kullarını saptırırlar; ahlĂ‚ksız ve inkĂ‚rcıdan başkasını doğu*rup yetiştirmezler. Beni, anamı, babamı, inanmış olarak evime gireni (hĂ‚ne halkımdan îmĂ‚n etmiş olanları), mu’min erkek ve kadınları bağışla! ZĂ‚limlerin ise yalnızca helĂ‚klerini artır!” (Nûh, 26-28)

Bu ilticĂ‚dan sonra AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû- Hazret-i Nûh’a gemi yapmasını emretti:

“Gozlerimizin onunde ve vahyimiz uyarınca gemiyi yap, fakat zĂ‚limlerin (kurtuluşu icin) Bana yalvarma! Onlar mutlakĂ‚ boğulacaklardır!” (Hûd, 37)

Kavmi, Nûh -aleyhisselĂ‚m-’ın gemi yapmasıyla da alay etti. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Nûh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkca onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: «Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ediyorsanız, biz de sizinle (oyle) alay edeceğiz! Kendisini rezil edecek azĂ‚bın kime geleceğini ve surekli bir azĂ‚bın kimin ba*şına ineceğini yakında bileceksiniz!»” (Hûd, 38-39)

Hak ve hakîkate kalbleri korelmiş halk, gece gelip gemiyi yakmak istiyorlar, yakamayınca:

“–Bu senin sihrindir!” diyorlardı. Gemiyi kirletiyorlardı. Bir muddet sonra uyuz hastalığına yakalandılar. TedĂ‚vî icin kendi pisliklerini yuz*lerine surmeye mecbûr kaldılar. CenĂ‚b-ı Hak, onları bu alĂ‚metlerle îkĂ‚z ettiği hĂ‚lde intibĂ‚ha gelmiyor, bir turlu uyanmıyorlardı.

NUH TUFANI NASIL OLDU?

Nûh -aleyhisselĂ‚m- ve mu’minlerin inşĂ‚ ettiği gemi zor şartlara dayanıklı sert ağactan yapılmıştı. Uc katlı olduğuna, iki veya dort senede tamamlandığına ve icinde ateş yakılarak buharla calıştığına dĂ‚ir rivĂ‚yetler vardır.

İbn-i AbbĂ‚s’tan rivĂ‚yete gore gemiye insanlardan sek*sen kişi bindi. Âdem -aleyhisselĂ‚m-’ın CebrĂ‚îl tarafından getirilen “TĂ‚bût”u da gemiye alındı ve erkeklerle kadınlar arasına konuldu. (İbn-i Sa’d, I, 41)

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“NihĂ‚yet emrimiz gelip de fırın kaynadığı (fĂ‚ra’t-tennûr: iş kızışıp sular kabarmaya başladığı) zaman Nûh’a:

«–Her şeyden iki cifti, aleyhlerinde hukum verdiklerimiz hĂ‚ric, Ă‚ileni ve îmĂ‚n edenleri gemiye bindir!» dedik. ZĂ‚ten, onunla beraber îmĂ‚n eden pek azdı.” (Hûd, 40)

Âyette gecen “tennûr” kelimesi, lugatte fırın demektir. Başka mĂ‚nĂ‚lara da ge*lir. Buradan hareketle bĂ‚zı Ă‚limler, Nûh -aleyhisselĂ‚m-’ın gemisinin ateşle kaynayan bir kazan tertibĂ‚tına sĂ‚hip, buharla calışan bir gemi olduğunu soylerler.

HZ. NUH’UN (A.S.) GEMİSİNE KİMLER BİNDİ? – Hz. Nuh’un (a.s.) Gemisine Binenler

Diğer bir Ă‚yet-i kerîmede gemiye binenler hakkında şu bilgi verilmektedir:

“O’na şoyle vahyettik: Gozlerimizin onunde (muhĂ‚fazamız altında) ve bildir*diğimiz şekilde gemiyi yap! Bizim emrimiz gelip de sular coşup yukselmeye başla*yınca, her cinsten birer cifti ve bir de, iclerinden, daha once kendisi aleyhinde hukum verilmiş olanların dışındaki Ă‚ileni gemiye al! Zulmetmiş olanlar husûsunda Bana hic yalvarma! ZîrĂ‚ onlar, kesinlikle boğulacaklardır.” (el-Mu’minûn, 27)

Gemiye hayvanlar da alınmıştı. RivĂ‚yete gore Nûh -aleyhisselĂ‚m-, yılan ve akrebi gemiye almak istemedi. Onlar da:

“–Senin ismini zikredenlere zarar vermeyiz!” diyerek soz verdiler.

Buna binĂ‚en buyrulmuştur ki, akrep ve yılan tehlikesiyle karşı karşıya kalan kişi:

“Butun Ă‚lemler icinde Nûh’a selĂ‚m olsun!” (es-SĂ‚ffĂ‚t, 79) Ă‚yet-i kerîmesini hĂ‚lis niyetle okursa, onların zararından korunmuş olur.

Nûh -aleyhisselĂ‚m- AllĂ‚h’ın emri istikĂ‚metinde gemiye binecekleri bindirdikten ve gerekli hazırlıkları tamamladıktan sonra tûfanın alĂ‚metleri gorunmeye başladı. Âyet-i kerîmede bu başlangıc şoyle tasvîr edilir:

“Bunun uzerine biz sağanak hĂ‚linde boşalan bir su (yağmur) ile gok kapılarını actık. Yeri de kaynaklar hĂ‚linde fışkırttık. Derken o sular takdîr edilmiş bir iş (tûfan Ă‚feti) icin birleşiverdi.” (el-Kamer, 11-12)

Nûh -aleyhisselĂ‚m-’ın oğlu Ken’an gemiye binmeyenlerdendi. Hazret-i Nûh, son defa kendisine nasîhat ettiyse de fĂ‚ide vermedi. Kur’Ă‚n-ı Kerîm’de bu hĂ‚dise şoyle nakledilmektedir:

“…Nûh, gemiden uzakta bulunan oğluna: «Yavrucuğum! (Sen de) bizimle beraber bin; kĂ‚firlerle beraber olma!» diye nidĂ‚ etti. Oğlu: «Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım!» dedi. (Nûh): «Bugun AllĂ‚h’ın emrinden (azĂ‚bından), merhamet sĂ‚hibi AllĂ‚h’tan başka koruyacak kimse yoktur!» dedi…” (Hûd, 42-43)

Oğluna yaptığı bu nasihatler fayda vermeyince Nûh -aleyhisselĂ‚m-, Rabbine yoneldi ve:

“Ey Rabbim! Şuphesiz oğlum da Ă‚ilemdendir. Sen’in va’din ise elbette haktır. Sen hĂ‚kimler hĂ‚kimisin!” (Hûd, 45) diye yalvardı.

Nûh -aleyhisselĂ‚m-’ın, kavmine bedduĂ‚ ettikten sonra oğluna duĂ‚ etmesi, O’nun zellesi oldu. ZîrĂ‚ AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû-, O’nu zĂ‚limler icin duĂ‚ etmekten nehyetmişti. Bu durum karşısında cĂ‚hillerden olmaması icin de ilĂ‚hî îkĂ‚z geldi:

“AllĂ‚h buyurdu ki: «Ey Nûh! O aslĂ‚ senin Ă‚ilenden değildir. Cunku onun yaptığı kotu bir iştir. O hĂ‚lde hakkında bilgin olmayan bir şeyi Ben’den isteme! Ben sana cĂ‚hillerden olmamanı tavsiye ederim!» Nûh (yaptığı zellenin farkına vararak) dedi ki: «Ey Rabbim! Ben Sen’den, hakkında bilgim olmayan bir şeyi istemekten yine Sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, husrĂ‚na uğrayanlardan olu*rum!»” (Hûd, 46-47)

HZ. NUH’A (A.S.) NEDEN NUH DENMİŞTİR?

RivĂ‚yete gore Nûh -aleyhisselĂ‚m-, bu zellesinden dolayı cok ağlayıp gozyaşı doktuğu icin kendisine “Nûh” denildi.

Nûh -aleyhisselĂ‚m- istiğfĂ‚r ederek kusurundan hemen donmuştu. Ama oğlu kufurden donmedi ve sonunda:

“…Aralarına dalga girdi, oğlu da boğulanlara karıştı.” (Hûd, 43)

Yalnız Hazret-i Nûh, O’na îmĂ‚n edenler ve gemiye alınan mahlûkĂ‚t emniyet-i ilĂ‚hiyeye mazhardı. Binmiş oldukları gemi, dağlar gibi dalgalar arasında yuru*yordu. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ buyurur:

“Gemi dağlar gibi dalgalar arasında onları goturuyordu…” (Hûd, 42)

“İnkĂ‚r edilmiş olan (Nûh’a) bir mukĂ‚fĂ‚t olmak uzere gemi, Bizim nezĂ‚retimizde akıp gidiyordu. And olsun ki, onu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur? (Ey insanlar bakın Benim azĂ‚bım ve uyarılarım nasılmış!” (el-Kamer, 14-16)

HZ. NUH’UN (A.S.) ŞUKUR DUASI

Hazret-i Nûh -aleyhisselĂ‚m-, gemiye binmeden once kendisine oğretilen şu duĂ‚ vesîlesiyle selĂ‚met icindeydi:

“…«Bizi zĂ‚lim milletten kurtaran AllĂ‚h’a hamd olsun! Rabbim! Beni bereketli bir yere indir! Sen ağırlayıp ikrĂ‚m edenlerin en hayırlısısın.» de!” (el-Mu’minûn, 28-29)

RivĂ‚yete gore tûfan, Receb ayının birinci gununde başladı ve gemi altı ay su ustunde sey*retti. Sonra AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ yere ve goğe emretti:

“Ey yer suyunu yut! Ve ey gok (suyunu) tut!..” (Hûd, 44)

Bu emr-i ilĂ‚hî uzerine sular cekildi ve gemi, 10 Muharrem Âşûra gununde Cûdî Dağı’na indi. Sonra Nûh -aleyhisselĂ‚m-’a CenĂ‚b-ı Hak tarafından:

“«Ey Nûh! Sana ve seninle berĂ‚ber olan ummetlere bizden selĂ‚m ve bereket*lerle (gemiden) in! Kendilerini (dunyĂ‚da) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azĂ‚bın dokunacağı ummetler de olacaktır.» denildi.” (Hûd, 48)

Hazret-i Nûh -aleyhisselĂ‚m- ve mu’minler necĂ‚t bulmuşlardı. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Biz Nûh’u ve berĂ‚berindekileri dolu bir gemi icinde taşıyarak kurtardık!” (eş-ŞuarĂ‚, 119)

“…Onları otekilerin yerine gecirdik, halîfeler yaptık! Âyetlerimizi yalanlayan*ları da (denizde) boğduk. Bak ki uyarılanların (fakat inanmayanların) sonu nasıl oldu?!” (Yûnus, 73)

DunyĂ‚da felĂ‚ket, Ă‚hirette acıklı azĂ‚b…

CenĂ‚b-ı Hak, zĂ‚limlerin Ă‚kıbetini Ă‚yet-i kerîmede şu şekilde bildirir:

“Onlar gunahları yuzunden suda boğuldular, ateşe sokuldular, kendilerine AllĂ‚h’tan başka yardımcı bulamadılar.” (Nûh, 25)

Tefsîr-i Kurtubî’de Hazret-i Huseyin -radıyallĂ‚hu anh-’den rivĂ‚yet edilir ki:

“Ummetim gemiye bindiklerinde, besmele cekerek;

“…O’nun yurumesi ve durması AllĂ‚h’ın adıyladır. Rabbim bağışlar ve merha*met eder.” (Hûd, 41) Ă‚yeti ile beraber,

“Onlar, AllĂ‚h’ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. KıyĂ‚met gunu butun yeryuzu O’nun tasarrufundadır. Gokler, O’nun kudret eliyle durulmuş olacaktır. O, muşrik*lerin ortak koşmalarından yuce ve munezzehtir.” (ez-Zumer, 67) Ă‚yetini okur*larsa, boğulmaktan emîn olurlar.” (Kurtubî, IX, 37)

RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, yolculuğa cıkarken hayvanı uzerine binip iyice yerleşince uc kere tekbir getirir ve:

“Bunu bizim hizmetimize veren AllĂ‚h’ı tesbîh ve takdîs ederiz; yoksa biz buna guc yetiremezdik. Şuphesiz biz Rabbimize doneceğiz.” (ez-Zuhruf, 13-14) Ă‚yetlerini okur, sonra da şoyle duĂ‚ ederdi:

“Ey AllĂ‚hım! Biz, bu yolculuğumuzda Sen’den iyilik ve takvĂ‚, bir de bizi rĂ‚zı olacağın amellere muvaffak kılmanı dileriz. Ey AllĂ‚h’ım! Bu yolculuğumuzu kolay kıl ve uzağı yakın et! Ey AllĂ‚h’ım! Seferde yardımcım, geride kalan coluk cocuğumun koruyucusu Sen’sin. Ey AllĂ‚h’ım! Yolculuğun zorluklarından, uzucu şeylerle karşılaşmaktan ve donuşte malımızda, coluk cocuğumuzda kotu hĂ‚ller gormekten Sana sığınırım.”

Efendimiz yolculuktan donduğunde de aynı sozleri soyler ve şu cumleleri ilĂ‚ve ederdi:

“Biz yolculuktan donen, tevbe eden, kulluk yapan ve Rabbimiz’e hamd eden kişileriz.” (Muslim, Hac, 425; Ebû DĂ‚vûd, CihĂ‚d, 72)

İNSANLIĞIN İKİNCİ ATASI – İnsanlığın İkinci Babası

Âlimlere gore tûfĂ‚n, umûmîdir. Yeryuzunun her tarafını su kaplamıştır. NişĂ‚ncızĂ‚de Muhyiddîn Mehmed, Mir’Ă‚t-ı KĂ‚inĂ‚t adlı kitabında şoyle der:

“Gemi oturunca, seksen kişi «Medînetu’s-SemĂ‚nîn» şehrini kurdular. Bu şehre «Sûk-i SemĂ‚nîn» de denmektedir.”

İnsanlığın ikinci defa coğalması, işte bu seksen kişiden olmuştur. Nûh -aleyhisselĂ‚m-’ın buyuk oğlu SĂ‚m, zekî, akıllı ve sĂ‚lih bir zĂ‚t idi. Babasından sonra o vekîl oldu. Hazret-i Nûh’un hayır duĂ‚larına mazhar oldu. SĂ‚lih insanlar da ekseriyetle O’nun neslinden gelmiştir. Araplar ve Farslar onun sulĂ‚lesinden coğalmıştır.

Diğer oğlu HĂ‚m’dan Hind, Habeş ve Afrikalılar; YĂ‚fes’ten Rus, Slav ve Turk soylarının coğaldığı tahmin edilmektedir. Asyalılar ve -Bering Boğazı’ndan gectiği tahmin edilen- Amerikalılar’ın yerlileri (Kızılderililer) de ondan coğal*mıştır.

Fakat zaman gecince, dînî hakîkatler yine unutuldu. İnsanlar, yıldızlara, Guneş’e ve heykellere tapar oldular.

Mufessir Fahreddîn er-RĂ‚zî’nin beyĂ‚nına gore, Kur’Ă‚n-ı Kerîm’de Nûh -aleyhisselĂ‚m-’ın, kavminin icinde 950 sene cileli ve muzdarip bir hĂ‚lde bulunduğunun bildirilme*si, RasûlullĂ‚h’ı tesellî icindi. Nûh -aleyhisselĂ‚m-, binbir cile ve ıztırĂ‚ba uzun muddet katlanıp sab*retmesiyle ummete mukemmel bir ornek olmuştur.

AŞURE GUNU

Gemi, Âşûra gunu olarak bilinen Muharrem ayının 10. gununde selĂ‚metle Cûdî Dağı’na indikten sonra Hazret-i Nûh ve mu’minler, şukrĂ‚ne olarak oruc tuttular. Kalan erzaktan Ă‚şûra pişirdiler. Bu sebeple o gun (Muharrem’in 10’unda) sadaka vermek, tatlı dağıtmak ve oruc tutmak sunnettir.

Ebû Hureyre -radıyallĂ‚hu anh- RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’den şoyle rivĂ‚yet eder:

“Ramazandan sonra en sevaplı oruc, AllĂ‚h’ın ayı olan Muharrem’de tutulandır.” (Muslim, SıyĂ‚m, 202)

Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- da, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’den şoyle rivĂ‚yet etmiştir:

“Bir adam gelip RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Hazretleri’ne sordu:

«–YĂ‚ RasûlallĂ‚h! Ramazan’dan sonra hangi ayda oruc tutmamı emir buyurur*sunuz?»

Efendimiz Hazretleri cevĂ‚blarında:

«–Eğer Ramazan’dan sonra oruc tutacaksan, Muharrem’de tut! ZîrĂ‚ o, AllĂ‚h’a Ă‚it bir aydır; onda bir gun vardır ki, AllĂ‚h, bir kavmin tevbesini o gunde kabûl bu*yurdu; başka kavimlerin de tevbe ve niyĂ‚zlarını o gunde kabûl eder.» buyur*dular.” (Tirmizî, Savm, 40/741)

O gun, Âşûra gunu; o kavim de, Hazret-i MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-’ın kavmi Benî İsrĂ‚îl idi.

Yahûdîler bu bakımdan Âşûra gununu bayram olarak secmişler, o gunde ka*dın-erkek hep birlikte suslenmeyi Ă‚det edinmişlerdi.

Maamafih, o gunde, Hazret-i MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-’ın AllĂ‚h’a şukur niyetiyle oruc tut*masına binĂ‚en birtakım yahûdîler, peygamberlerine uyarak, Âşûra gununu oruclu gecirirlerdi.

AŞURE GUNUN FAZİLETLERİ – Aşure Gununun Onemi

Bu gunun fazîletleri cumlesinden olarak CenĂ‚b-ı Hakk’ın;

Âdem -aleyhisselĂ‚m-’ın tevbesini bu gunde kabûl ettiği ve O’nu bu gunde “SafiyyullĂ‚h” kıldığı,
İdrîs -aleyhisselĂ‚m-’ı yuce bir mekĂ‚na bu gunde ref ettiği,
Hazret-i Nûh’u gemiden bu gunde cıkardığı,
Hazret-i İbrĂ‚hîm’i ateşten bu gunde kurtardığı,
TevrĂ‚t’ı MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-’a bu gunde indirdiği,
Hazret-i Yûsuf’u zindandan bu gunde kurtardığı,
Hazret-i YĂ‚kûb’a gozlerini bu gunde iĂ‚de buyurduğu,
Hazret-i Eyyûb’u bu gunde şifĂ‚ya kavuşturduğu,
Hazret-i Yûnus’u ba*lığın karnından bu gunde kurtardığı,
Benî İsrĂ‚îl icin Kızıldeniz’i yararak onları bu gunde selĂ‚mete ulaştırdığı,
DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-’ı bu gunde mağfiret ettiği,
Hazret-i SuleymĂ‚n’a bu gunde mulk ve saltanat verdiği,
Ve Hazret-i Muhammed MustafĂ‚ -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-’ı gecmiş ve gelecek gunahlarından bu gunde mağfiret buyurduğu rivĂ‚yet olunur.
İLK AŞURE ORUCU

İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- Hazretleri’nden mervîdir:

“RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Mekke’den Medîne’ye hic*retlerinde yahûdîlerin oruc tuttuklarını gormuşlerdi. Sebebini sorduklarında yahûdîler:

«–Bugun hayırlı, faydalı ve buyuk bir gundur. AllĂ‚h, bu gunde MûsĂ‚ ve kavmi Benî İsrĂ‚îl’i duşmanlarından kurtarıp Firavun ve avanesini denizde boğdu. MûsĂ‚, AllĂ‚h’a şukrĂ‚n olarak bu gun oruc tuttu; biz de tutuyoruz.» dediler.

Bunun uzerine Efendimiz Hazretleri:

«–Biz MûsĂ‚’ya ittibĂ‚ husûsunda sizden daha yakın ve lĂ‚yıkız. ZîrĂ‚, hak dînin esaslarında ayrılığımız yoktur ve O’na da, getirdiklerine de inanıyoruz.» buyurdu*lar. Sonra da, başta kendileri olmak uzere mu’minlerle beraber Âşûra gununu oruclu gecirdiler.” (Buharî, Savm, 69, EnbiyĂ‚, 22; Muslim, SıyĂ‚m, 127/1130)

Bir başka hadîs-i şerîfte de, yahûdîlere benzememek icin bu orucun, Muharrem’in ya dokuz ve onuncu gunu, ya da on ve onbirinci gunu olmak uzere en az iki gun olarak tutulması emredilmiştir. Bu hadîs-i şerîf muktezĂ‚sınca, ibĂ‚dette dahî gayr-i muslimlere muhĂ‚lefet etmek gerekmektedir.

Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- vĂ‚lidemiz rivĂ‚yet ederler ki:

“Kureyş, cĂ‚hiliye devrinde Âşûra gunu oruc tutuyorlardı. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de peygamber olmadan once bu orucu tutarlardı.” (Buharî, Savm, 69, MenĂ‚kıbu’l-EnsĂ‚r, 26, Tefsîr, 2/24)

Bir muddet Medîne’de de bu Âşûra orucuna devĂ‚m edildi. Ramazan orucu farz olunca Âşûra orucu, insanların tercihine bırakılarak nĂ‚file bir ibĂ‚det hĂ‚line geldi. Ramazan’dan once Âşûra orucuna vucûben devĂ‚m edildiği BuhĂ‚rî ve Muslim’in rivĂ‚yetlerinden anlaşılmaktır.

Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- anlatıyor:

“Ramazan orucu (farz olmazdan) once Âşûra orucu tutuluyordu. Ramazan orucu farz kılındıktan sonra onu dileyen tuttu, dileyen de tutmadı.” (BuhĂ‚rî, Savm, 69; Muslim, SıyĂ‚m, 115)

Hadîs-i şerîfte o gunu oruclu gecirmek hakkında:

“Her kim sabahleyin iftĂ‚r ettiyse, gunun geri kalanını imsĂ‚k etsin; yĂ‚ni birşey yemesin! Her kim oruca niyet etti ise, orucunu tamamlasın!” (BuhĂ‚rî, Savm, 69) buyrulmak sûretiyle sunnet olan bu orucun ne kadar fazîletli olduğu gosteril*mektedir.

NUH KAVMİ NEDEN HELAK OLDU?

Nûh Kavminin HelĂ‚k Sebeplerinden Başlıcaları

Kufur icindeydiler. Peygamberlerini, haşri ve neşri inkĂ‚r ediyorlardı.
Putlara tapıyor ve şirki teşvîk ediyorlardı.
Nûh -aleyhisselĂ‚m-’ı kucumsuyor, Ă‚sî olup O’na eziyet ediyorlardı.
Kibirliydiler; fakîrlere “reziller” diye hitĂ‚b ediyorlardı. Hikmet sĂ‚hiplerini de kucuk goruyorlardı. Hakîkaten, kibirleri yuzunden fakîrlerle oturmayı isteme*mek de, helĂ‚k olan kavimlerin kotu hasletlerinin başlıcalarındandır.
Kadınlarında edeb, iffet ve hayĂ‚ yoktu.
DunyĂ‚ lezzetlerine cok duşkunduler.
Şukretmiyorlardı. HĂ‚lbuki CenĂ‚b-ı Hak, verdiği nîmetlere şukredilmesini ve nankorluk edilmemesini emretmektedir. Bir hadîs-i şerîfte şukur ve sabır ehli şoyle tavsîf edilmiştir:
“İki haslet vardır ki, bunlar her kimde bulunursa AllĂ‚h onu şukredici ve sabredici olarak yazar. Bu iki haslet kendisinde bulunmayan kimseyi ise şukredici ve sabredici olarak yazmaz:

Her kim dînî hususlarda kendinden ustun olana bakıp ona uyar ve dunyevî konularda ise kendinden aşağı olana bakıp, AllĂ‚h’ın verdiği nîmetlere hamdederse, işte boyle olan kimseyi AllĂ‚h, şukredici ve sabredici olarak yazar. Dînî hususlarda kendinden aşağıda olana bakan, dunyevî konularda ise kendinden ustun olana bakıp elde edemediklerine uzulen kimseyi de AllĂ‚h şukredici ve sabredici olarak yazmaz.” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 58)

Nûh -aleyhisselĂ‚m- cok şukredici bir kuldu. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ onun bu husûsiyetini, butun in*sanlığı ilĂ‚hî nîmetler karşısında şukredici olmaya teşvîk icin şoyle hatırlatır:

“Şunu bilin ki Nûh cok şukreden bir kul idi.” (el-İsrĂ‚, 3)

Nitekim Nûh -aleyhisselĂ‚m- bir şey yiyip icmesinden elbise giymesine kadar, her hareketinde dĂ‚imĂ‚ CenĂ‚b-ı Hakk’a hamd hĂ‚lindeydi. Giyinirken, yerken “besmele” ceker; yediğini bitirince veya giydiğini cıkarınca da “elhamdulillĂ‚h” derdi. Bunun icin CenĂ‚b-ı Hak ona “Abden şekûrĂ‚: şukredici bir kul” ismini vermiştir. (İbn-i Hanbel, ez-Zuhd, s. 50)

Şukur; kulun, ihsĂ‚n edilen nîmetlere ve iyiliklere karşı sevinerek onları ihsĂ‚n eden Rabbine ceşitli soz ve davranışlarla hĂ‚lisĂ‚ne bir kullukta bulunmasıdır. Bu da gosteriyor ki şukur, nîmetin hakîkî sĂ‚hibini bilmenin ismidir.

Seriyyu’s-Sakatî -kuddise sirruh- buyurur:

“Bir kimse bir nîmete kavuşur, fakat şukrunu îfĂ‚ etmez ise, o nîmet elinden alınır!”

Nitekim CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmede buyurur:

“…Eğer şukrederseniz, elbette size (nîmetimi) artırırım. Ve eğer nankorluk eder*seniz, hic şuphesiz azĂ‚bım cok şiddetlidir!” (İbrĂ‚hîm, 7)

HZ. NUH’UN (A.S.) OZELLİKLERİ

Nûh -aleyhisselĂ‚m’-ın BĂ‚zı Vasıfları

Hizmet ehli olması,
Denize acılması ve denizden istifĂ‚de etmesi,
Cok şukreden ve sabreden bir kul olması,
İstiğfĂ‚rının bol olması.
Nûh -aleyhisselĂ‚m-’ın peygamberliği 950 sene surmuş ve AllĂ‚h’ın bu yuce peygamberi, uzun bir omurden sonra her fĂ‚nî gibi rûhunu Rabbine teslîm etmiştir. VefĂ‚tı esnĂ‚sında yanında bulunan evlĂ‚dlarına Yuce AllĂ‚h’a ibĂ‚dete devam etmelerini emretti. Sonra oğlu SĂ‚m’a:

“Yavrum, kalbinde zerre miktarı bile olsa şirk varken kabre girme! Cunku AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚’nın huzûruna muşrik olarak gelen kimse icin hicbir mĂ‚zeret yoktur.

Yavrum, kalbinde zerre miktarı kibir olduğu hĂ‚lde kabre girme! Cunku KibriyĂ‚ Yuce AllĂ‚h’ın ridĂ‚sıdır. RidĂ‚sı hakkında munĂ‚zaa eden yĂ‚ni CenĂ‚b-ı Hakk’a mahsus bir sıfatı kendisine lĂ‚yık goren kimseye AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ gazap eder.

Yavrum, kalbinde zerre miktarı yeis (rahmetten umit kesme) bulunduğu hĂ‚lde kabre girme! Cunku dalĂ‚lete duşmuş olan kimselerden başkası AllĂ‚h’ın rahmetinden umit kesmez.

Yavrum, sana «لا اله الا الله» kelime-i tevhîdini emrediyorum. Cunku yedi kat goklerle yedi kat yer, terĂ‚zinin bir kefesine, kelime-i tevhîd diğer kefesine konsa, bu ondan daha ağır gelir.” (İbn-i Hanbel, Musned, II, 170; ez-Zuhd, s. 51; Heysemî, IV, 219)

RivĂ‚yete gore vefĂ‚tı yaklaştığı sırada Hazret-i Nûh -aleyhisselĂ‚m-’a:

“–Ey Ebu’l-Beşer, ey uzun omurlu Peygamber! DunyĂ‚yı nasıl buldun? diye soruldu.

Nûh -aleyhisselĂ‚m-:

“–Onu iki kapılı bir ev gibi buldum. Bir kapısından girdim, diğer kapısından cıktım.” cevĂ‚bını verdi. (İbn-i Esîr, el-KĂ‚mil, I, 73)

Hazret-i Nûh -aleyhisselĂ‚m- kendisine kamıştan bir kulube yapmıştı. O’na:

“–Keşke kendine bundan daha sağlam bir ev yapsaydın.” denilince:

“–Olecek bir kimse icin bu bile cok!” demiştir. (Ebû Nuaym, Hilye, VIII, 145)

Şirkin, kufrun ve zulmun muhtelif eziyetleri altında 950 seneye yakın bir sure halkına gostermiş olduğu tahammulle, kendisinden sonraki peygamberler ve ummetlerine ornek gosterilerek, ilĂ‚hî iltifĂ‚ta mazhar olan Nûh -aleyhisselĂ‚m-’dan bizlere kalan en guzel mîras “sabır”dır.

Dipnot:

[1] Ulu’l-azm peygamberler: En yuksek derecedeki peygamberler olup bunlar: Hazret-i Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, İbrĂ‚hîm, MûsĂ‚, ÎsĂ‚, Âdem ve Nûh -aleyhimusselĂ‚m-’dır.

Kaynak: Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları
__________________