Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sunnetine ve ashĂ‚bının (r.a) yoluna bağlı olan ve onların izlediği dini yol ve metodu benimseyenler. Kitap ve Sunnet uzerinde ittifak etmiş, ihtilĂ‚f ve tefrikadan sakınmış, dinde munakaşaya sebep olan hususlarda aklı değil, Kitap ve Sunneti kaynak alan, nasları esas kabul eden topluluk. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sunnetine tĂ‚bı olanlara ehl-i sunnet; onun sahĂ‚bîlerini Ă‚dil kabul ederek onların din hususundaki metodunu takip edenlere de ehl-i cemaat ikisine birlikte "ehl-i sunnet ve'l-cemaat" denilmiştir.
"Ehl-i sunnet ve'l-cemaat" tabiri ile ifade edilen musluman topluluğun, sunnet ve cemĂ‚ata tabi olmak gibi ayırıcı iki onemli ozelliği vardır. Sunnet; Hz. Peygamber (s.a.s.)'in soz, fiil ve takrirleri ile ahlĂ‚ki ve beşerî tavırlarıdır. Ancak konumuz itibariyle, sunnetin bu anlamda sınırlarını cizmek, hangi ceşitlerinin ne derece bağlayıcı olduğunu tesbit etmek, onemli değildir. İslĂ‚m hukukcularının, sunnetin ceşitlerinin fıkhi bağlayıcılıkları uzerindeki goruş ayrılıkları ve bunun sonucu olarak ortaya cıkan farklı yaklaşım metodları, hep ehl-i sunnet cercevesinde oluşmuş farklılıklardır. "Sunnet" daha ziyade metod, yol, izlenilmesi gerekli olan cizgi anlamıyla, toplulukların bir ayırdedici ozelliği olması acısından karşımıza cıkmaktadır. Bu duruma gore, sunnet şoyle tarif edilmiştir: Bir inanc ve Ă‚kide etrafında biraraya gelen topluluğun (ummet), inanc sisteminin, akidesinin oluşmasını temin eden yola ve metoda sunnet denilir. İnsanların bu metodda goruş birliğine varıp, bunu uygulaması da, cemĂ‚at diye isimlendirilmiştir (ŞehristĂ‚nî, el-Milel ve'n-Nihal, (el-FisĂ‚l kenarında), I, 47). Bu anlamda Kur'Ă‚n-ı Kerim'de de kullanılmıştır: "Allah'ın nice sunnetleri gelip gecmiştir. Yeryuzunde dolaşın da yalanlayanların Ă‚kıbetini gorun" (A/u İmrĂ‚n, 3/137). "Allah'ın sunneti kesinlikle değişmez" (el-FĂ‚tır, 35/43). Bu Ă‚yet-i kerime'de ifade edilen sunnet, Allahu TeĂ‚lĂ‚'nın kĂ‚inatın yaratılması ve tedbiri icin takdir ettiği yol, metod anlamındadır. Allah icin cebir sozkonusu olamayacağından, bu mana İslĂ‚m tefekkurunde "Ă‚det" kelimesi ile karşılanmıştır.
Sunnet: İslĂ‚m toplumunun yani ummetin oluşması icin Hz. Peygamber'in usûlunun esas alınması ve peygamberi usûlu ittifakla takip eden sahabi cemaĂ‚tının yolunun izlenmesidir. İslĂ‚m toplumunun fikrî ve amelî oluşumunu sağlayan, Allah'ın Kitabı ve Hz. Peygamberin sunnetidir. Bunun icin Allah TeĂ‚lĂ‚, Kur'an ile birlikte Peygambere tabı olup bağlanmanın ve ona itaat etmenin gerekli olduğunu belirtmiştir. "Allah, onceleri acık bir şaşkınlık icinde olan inananlara, Allah'ın Ă‚yetlerini okuyan, kotulukten arındıran, Kitabı (Kur'an) ve hikmeti (sunnet) oğreten ve size daha bilmediğiniz nice şeyleri de oğreten bir Peygamber gonderdi" (el-Bakara, 2/151). Kotulukten arındırmak (tezkiye), haram ve helĂ‚li Kur'an'dan oğrenmek ile tefsir edilmiş, hikmet ise, ittifakla "sunnet" olarak kabul edilmiştir.
Kur'an farzı, vĂ‚cibi tayin etme, helĂ‚li, haramı belirleme acısından Allah'ın hukmu ile, Rasûlunun hukmunu, iki temel esas kabul etmiştir. "Allah ve Rasûlunun yoluna aralarında hukum vermesi icin davet olunduklarında, inananlar; "dinledik ve itaat ettik" diye cevaplar. İşte ancak bunlardır kurtulanlar" (en-Nûr, 24/5).
Hz. Peygamber (s.a.s.), "size emrettiklerimi yerine getirin, yasaklarımı da gucunuz yettiğince terk edin" buyurmuştur (Muslim, 412, İbn MĂ‚ce, Mukaddime, 1). Sunnete bağlılık, dinî bir zorunluluktur. Kur'an bize yeterlidir duşuncesiyle sunneti ihmal etmek tarih boyunca butun bid'at fırkalarının ortak ozelliği olan gizli bir hıyanet ceşididir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu durumun ileride ortaya Sıkacağını haber vererek, dinî hicbir kaygısı olmayan bu insanlardan bizi sakındırmıştır. "Tok karınlı, koltuğuna yaslanıp size "Kur'an yeterlidir; Kur'an neyi helĂ‚l kılmışsa onu helĂ‚l bilin, neyi haram kılmışsa onu haram bilin" diyen adamların cıkması yakındır. Haberiniz olsun, dikkatli olun: Bana Kur'an ile birlikte (hukum bakımından) onun bir benzeri (sunnet) de verilmiştir" (Ebû DĂ‚vûd, Sunne, 6, Ahmed b. Hanbel, IV, 131).
İmrĂ‚n b. Husayn (r.a.), bize Kur'an yeterlidir, sunnete gerek yoktur, diyen bir adama şoyle seslenir: "Ahmak herif: sen Kur'an'da oğlen namazının dort rekĂ‚t olduğunu, kıraatinin gizli okunacağının hukmunu bulabilir misin? Kur'an bize Sok şeyleri muphem bırakmış, sunnet onları acıklamıştır." Abdullah b. Mesud (r.a.) "Allah'ın, yaradılış şeklini değiştirenlere lĂ‚net ettiğini" haber verirken bir kadın "bunlar Kur'an da var mı?" diye sorar. Abdullah b. Mesud şoyle der: "Var tabii, sen şu Ă‚yeti okumuyor musun": "Rasûlullah size neyi emrederse onu yerine getiriniz neyi yasaklarsa ondan kacınınız'' (el-Haşr, 59/7; Abdullah b. Zeyd, Sunnetu'r-Resûl Şakîkatu'l-Kur'Ă‚n, s.54).
Hz. Peygamber sunnetine uyulmasını emrettiği gibi, kendi ashabına da uyulmasını emir buyurmuştur. AshĂ‚ba uyulduğu takdirde, insanları doğru yola goturen gokteki yıldızlara benzetilmiştir. "İcinizde benden sonra yaşayanlar bircok ayrılıklara şahit olacaktır. Size sunnetimi, hidĂ‚yete erdirilmiş, doğru yolu bulmuş halifelerinin sunnetini (yolunu) tavsiye ederim. Ona sımsıkı sarılın, Ă‚deta dişlerinizle tutun, sonradan cıkacak şeylerden sarılın. Cunku her uydurma, bid'at; her bid'at sapıklıktır" (Ebû DĂ‚vûd, Sunne, 5).
Kur'an-ı Kerim'de de sahĂ‚bîler hakkında şoyle buyurulur: "İlk iman eden, en on safta bulunan muhacirlerle ensar ve onlara iyilikle tabı olanlardan, Allah razı oldu. Onlar da Allah'dan razı oldular. Allah onlar icin ebedî kalacakları, altında ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte buyuk kurtuluş budur" (et-Tevbe, 9/100). Allah'ın sahabeleri, ovmesi, sonradan gelen ummetin onlara tabı olmasını, ovulmek icin onlara uyun, onlar gibi olun, manasını zımnen ifade eder. Sahabelerden sonra gelen Tabiîn cemaĂ‚tından da iyilikle sahabelere uyanların; Allahu TealĂ‚'nın ovgusune dahil olduğunu goruyoruz. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde bunu şoyle acıklar: "Ummetimin en hayırlı donemi, benim icinde yaşadığım donemdir. Sonra da onların peşinden gelenlerin donemidir" (BuhĂ‚ri, FedĂ‚ilu's-SahĂ‚be, 1). SahĂ‚bilerin Allah ve Rasûlu tarafından ovulmesi, sonrakilerin de onların yoluna iyilikle uymak kaydıyla bu ovguye dahil olması hadis-i şeriflerinde uyulması tavsiye edilen "cemaĂ‚t"ın, sahĂ‚bîler ve tabiin cemaĂ‚tı olduğunu gosteriyor.
Hz. Peygamber (s.a.s.), "size ashabımı (onlara tĂ‚bı olmayı) tavsiye ederim, sonra onların peşinden gelenleri, sonra da onların peşinden gelenleri. Daha sonra yalan yaygınlaşacaktır." Başka bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber şoyle buyurmaktadır: "Allah'ın rahmet eli cemaĂ‚t ile beraberdir" (Tirmizî, Fiten, 7). Hz. Peygamber (s.a.s.)'in cemaatı tavsiye etmesi ve firka-ı nĂ‚ciyenin (azabdan kurtulacak kesimin) cemaĂ‚t olduğunu soylemesi, cemaĂ‚t'ın kimlerden ibaret olduğunun belirlenmesini gerektirmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.) "Ummetim yetmiş uc fırkaya ayrılacak, bunlardan bir topluluk haric hepsi cehennemliktir" buyurmuştur. O topluluğun kimler olduğu sorulunca "benim ve ashabımın yolunda olanlar" diye cevaplamıştır. Bir rivĂ‚yette "cemaĂ‚t" denilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadis-i şerifinde şoyle buyurur: "Ummetim, sapıklık uzerinde bir araya gelmez. İhtilĂ‚f gorduğunuz zaman size 'sevĂ‚du'l a'zam (en buyuk olan ve hak uzere bulunan topluluğa katılmayı) tavsiye ederim" (İbn MĂ‚ce. Fiten. 8). SevĂ‚du'l-a'zam: SırĂ‚t-ı Mustakim metodunu benimseme hususunda goruş birliği icinde bulunan topluluk olarak tefsir edilmiştir (İbnu'l-Esir, en-NihĂ‚ye, II, 419).
Hz. Peygamber, cemaĂ‚ta, sevĂ‚du'l a'zama tabi olunmasını emretmiştir. CemaĂ‚t; ilk donemde, sahabîler; sonraki donemlerde ise sĂ‚lih amel sahibi bilginlerdir. Abdullah b. Mubarek'e cemaat kimlerdir? denilince "Ebû Bekr, Omer (r.a.)dır" diye cevap vermiş, "Onlar oldu", denilince de yine "falan ve falandır" demiştir. Onlar da oldu, denilince "işte şu Ebû Hamza es-Sekkerî cemaĂ‚tdır" der (Tirmizî, Fiten, 7). İmĂ‚m Tirmizî şoyle der: Âlimler, cemaĂ‚tı şoyle tarif etmişlerdir: "Ehl-i fıkıh, ehl-i ilm ve ehl-i hadis cemaĂ‚ttir" (Tirmizî, Fiten, 7). Bu anlamıyla, Ă‚limler cemaĂ‚tının sapıtması mumkun değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) "Allahu TeĂ‚lĂ‚ ummetimi sapıklık uzerine bir araya getirmez. Allah'ın rahmet eli cemaĂ‚tledir. Kim cemaĂ‚tten ayrılırsa; cehenneme atılacaktır" (Tirmizî, Fiten, 7) diye buyurmuştur.
ŞehristĂ‚nî'nin tarifine gore "cemaĂ‚t, bir sunnet ve metod uzerinde ittifak etmiş insanlar topluluğudur" (ŞehristĂ‚nî, el-Milel, 1, 47).
İslĂ‚m tarihinde ilk defa cemaĂ‚t kelimesinin meşhur olması, Hz. Hasan (r.a.)'ın hilafeti Hz. Muaviye (r.a.)'a devretmesi yılında olmuştur. Muslumanların birliğini temin ettiği icin bu yıla "senetu'l-cemĂ‚a" (birlik yılı) denilmiştir. Muslumanlar Hz. Peygamber (s.a.s.) vefat ettiğinde her bakımdan emniyete alınmış, duzenli bir sosyal yapıya sahiptiler. Ancak Hz. Osman'ın şehid edilmesi (o.35/656) sonucu ortaya cıkan olaylar muslumanların zihinlerinde bir takım yeni soruların oluşmasına yol Ă‚ctı. Sahabîler oldurulmuş, hilĂ‚fet meselesi gundeme gelmişti. Oldurulen muslumanların durumlarının ne olduğu ve bu olaylarda kaderin tesiri meselesi gibi itikĂ‚dı meseleler konuşulur oldu. Hz. Ali ile Hz. MuĂ‚viye arasındaki hilĂ‚fet meselesi ve bunun sonucu ortaya cıkan savaşlardan sonra, her iki tarafın sempatizanları arasındaki siyĂ‚si surtuşmeler soz konusu olmaya başladı. Yahudi, Hristiyan ve Mecusilerin musluman olması ve İslĂ‚m kulturuyle tanışması sonucu, onların kulturlerindeki meselelere İslĂ‚mî nassların mutekabiliyet meselesi tartışmaları başladı. Butun bu meseleler taraflar arasında ifrat ve tefrit nedeniyle buyuk ucurumlar ortaya cıkardı. Bunlara karşı sahĂ‚bîlerin coğunluğu mutedil bir yol takip ederek cemaĂ‚tın birliğini muhafaza etmeye, siyası meselelerde aşırı taraf olmamaya calıştılar. Bu zumrenin ilk mumessilleri olarak, Abdullah b. Omer (r.a.) (74/693); İbrahim en-Nehaî (96/714); Hasanu'l-Basrî (110/728) ve İmam-ı Âzam Ebû Hanife (150/767) sayılabilir. Ortaya Sıkan fırkalar hakkında goruş beyan ederek bu meseleler hakkında ilk defa merkezi zumrenin fikirlerinin temsilciliğini yapan Hasanu'l-Basri'dir. Onun ehl-i sunnetin fikrı ve itikĂ‚dı esaslarının tezahurunde onemli bir yeri vardır. Devrinin siyĂ‚si ve itikĂ‚dı meseleleri hakkında muayyen goruşler ileri surmuştur. Emevi idarecilerini tenkit etmiş, zĂ‚lim idareciye her konuda itaat edilmeyeceğini savunmuş ve "Allah'a karşı bir gunah soz konusu olunca, mahlûka itaat gerekmez" (bk. BuhĂ‚ri, AhĂ‚d, I; Muslim, İmĂ‚re, 39; Ebû DĂ‚vud, CihĂ‚d, 40, 87; Nesaî, Bıa, 34;,İbn Mace, Cihad, 40; A. b. Hanbel, Musned, I, 94, 409). Hadisine dayanarak Allah'a karşı gelmeyi gerektirecek bir istekte bulunduğu takdirde, idareciye itaat mecburiyetinin olmayacağını acıkca ifade etmiştir (Mes'ûdî, Murucuz-Zeheb, 111, 201). Hasanu'l Basrî, iktidar mevkiinde bulunanların uyarılmasının, ve onların cehennem azabıyle korkutulmasının, musluman bilginlerin gorevi olduğunu belirtmiştir. Ancak kılıcla karşı cıkılmasını kabul etmemiş, şoyle demiştir: Eğer zikrettiğiniz meseleler Allah'ın azĂ‚bını gerektiriyorsa insanlar, kılıclarıyla Allah'ın cezasını donduremezler. Eğer onlar bir gĂ‚ile ise, Allah'ın hukmunu sabırla beklemelidirler.
Hasanu'l-Basrî Siyası otoriteyi elinde tutanların zĂ‚lim olabileceği hususunu kabul ederek, Peygamber (s.a.s)'in fitne anında Ă‚limlere uyulmasını tavsiye etmesini dikkate alıp "Sizden olan ulû'l-Emre itaat edin" (en-NisĂ‚, 4/59) ayet-i kerimesinde gecen Ulû'l-Emr'i Ă‚limler, fĂ‚kihler diye tefsir etmiştir. Sonraki donemlerde İslĂ‚m ummetinin manevi dinamiğini Ă‚limler, İslĂ‚m hukukcuları belirlemiş, insanlar onların cevresinde toplanmıştır (İbn Kesir, Tefsiru'l Kur'an'il-Azîm, II, 303). Buyuk gunah (KebĂ‚ir) işleyenlerin Ă‚kibeti ve kader meselesinde bazı yeni goruşler ileri suren, VĂ‚sil b. Ata'yı meclisinden "kovmuş", haricilerin buyuk gunah işlediler iddiasıyle bazı sahĂ‚bîleri tekfir etmesini, bir nifak alameti saymış ve GulĂ‚t-ı Şia'yı (hulefĂ‚-ı rĂ‚şidine soven aşırı grup) reddetmiştir.
SahĂ‚bilerin fitne cıkmadan onceki haline uyan, fitneler cıktıktan, muslumanlar fırkalara ayrıldıktan sonra da, sahabîlerin coğunluğunun tutumunu benimseyen topluluk, kendilerini diğer bid'at fırkalarından ayırmak icin, zaman zaman ehl-i sunnet, ehlu'l-hakk, "ehlu's-sunne ve'l-İstikĂ‚me, ehlu'l-hadis, ehlu'l-cemaĂ‚, ehlu'l-hadis ve's-sunne ve ehlu's-sunne ve'l-cemaĂ‚ isimlerini kullanmışlardır. Ehlu's-Sunne terimini ilk kullanan, Muhammed b. Sirın (o.110/728), "ehlu'l-hakk ve'l-cemĂ‚'a" terimini ise, ilk defa kullanan Ebu'l-Leys es-Semerkandi (o.373/898)'dir. Terim hicrî II. asır başlarından itibaren "ehlu'l-hakk ve'l-istikĂ‚me" "ehlu's-sunne ve'n-nakl", "ashabu'l-hadis" şekillerinde kullanılmıştır. Bu topluluk hakikatte bir fırka değil, Hz. Peygamber (s.a.s)'in ve ashabının yolunu takib eden ekseriyettir. Sonraki donemlerde bu isimler icerisinde diğerlerindeki ortak noktalan da toplaması acısından "ehlu's-sunne ve'l-cema'Ă‚t" ismi yaygınlaşmış ve kabul edilmiştir. Bu kullanışa yakın bir ifadeyi Ahmed b. Hanbel (241/855) "Ehlu's-sunne ve'l-cemĂ‚'a ve'l-Ă‚sĂ‚r" şeklinde kullanmıştır. (İbn Ebı Ya'la, Tabakatu'l-HanĂ‚bile, Kahire 1952, I, 31). "Ehlu's-sunne ve'l-cemĂ‚'Ă‚" şeklindeki ifade tarzına da elimizde bulunan eserlerden Ebûl-Leys es-Semerkandî (373/898)'nin "Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber" isimli eserinde rastlanmaktadır. "Ehlu's-sunne", dinde bid'atlerin ve ceşitli fikirlerin ortaya cıkmasından sonra sunnetin savunulması ve Ummetin butunluğunun korunması hareketi olarak ortaya cıkmıştır. Ehlu's-sunne, bid'at fırkalarına karşı bir tepki, onların dindeki yerini belirleme onların ortaya attığı meselelerin dini cevaplarını tesbit etme ve bid'ata karşı islĂ‚m cemaĂ‚tının tavır alma hareketidir.
Hz. Peygamber (s.a.s) bir hadis-i şerifinde şoyle buyurmuştur: "Yahudıler yetmişbir fırkaya, Hristiyanlar yetmişiki fırkaya ayrılmıştır. Benim ummetim ise yetmişuc fırkaya ayrılacaktır. Butun hepsi cehennemliktir. Ancak bir fırka kurtulur. O da cemaĂ‚ttır" (Ebû DĂ‚vûd, Sunne, I; Tirmizî İman, 18; İbn Mace, Fiten, 17; Ahmed b. Hanbel, 11, 332, 111, 145; Hakim, Mustedrek, IV,430). HĂ‚kim bu hadis icin Sahihaynın şartlarına uygun bir hadistir der. Bu hadisi Hz. Peygamber (s.a.s)'den on sahabı rivĂ‚yet etmiştir. Hz. Ebû Bekr, Hz Omer (r.anhum), muslumanların boyle gruplara ayrılacağını haber vermiştir (Bağdadı, el-Fark, s.8.9). Bu hadiste bildirildiği gibi muslumanlar fırkalara ayrılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s) din hususunda sonradan ortaya cıkan şeylerden ummetini sakındırmış, bunların bid'at olduğunu her bid'atın da insanı cehenneme surukleyeceğini haber vermiştir (Ebû DĂ‚vûd, sunne, 5). Bidatın din hususunda ashĂ‚b-ı kirĂ‚m ile tabiilerin yapmadığı ve şer'î delîlin gerektirmediği, sonradan ortaya cıkarılmış şeylerdir. Ehl-i sunnet akîdelerine aykırı itikatta bulunan ve fakat ehl-i kıble olan kimseye de "bid'atcı" denir. Bunlar, Cebriye, Kaderiye, Rafıziler, Haricîler, Muattıla (Mu'tezile) ve Muşebbihedir. Bunların her biri oniki gruba ayrılmıştır. Toplam yetmişiki fırkadır (Seyyid Œerif CurcĂ‚nî, et-Ta'rifĂ‚t, s.40. 43). Bid'at; Peygamber (s.a.s)'den nakli meşhur olan şeyin aksini itikad etmektir. Fakat bu, inad sebebiyle değil, bir nevî şuphe ile olduğu ve bir delile dayandığı zaman bid'at kabul edilir. Bizim kıblemize donenlerden hic biri, bid'at sebebiyle tekfir edilemez... Şayet yaptıkları bu inkĂ‚r, bir tevil ve şuphe neticesi ise tekfir edilmezler. Fakat bid'atcı, asla şuphe goturmeyen katî delillere karşı inad ederek bid'ata inanırsa dinden cıkar. Mesela: Haşrı (ba's) veya kĂ‚inatın sonradan yaratıldığını kĂ‚bul etmemek gibi. Şuphe ile tevile kalkışanın şuphesi fĂ‚sid bile olsa, onun kufurle suclanmasına engeldir. MeselĂ‚: Allah TealĂ‚'yı gormenin mumkun olmadığını soyleyenlerin "O azamet ve CelĂ‚l'inden dolayı gorulmez" demeleri gibi. Bizim kıblemize donenlerin hicbiri, bir şupheye dayanan bir bid'Ă‚ttan dolayı tekfir edilemezler. Ancak zarûriyĂ‚t-ı diniyeden kabul edilen dini katı hukumlerden birinin inkĂ‚r edilmesi, hilĂ‚fsız kufurdur. MeselĂ‚: Bu Ă‚lemin sonradan meydana getirildiğine ve cesedlerin haşr edileceğine (ba's-ı cismĂ‚nı) inanmayan kimse de dinden cıkar.
Hz. Ebû Bekr ve Omer (r.anhum)'in hilĂ‚fetlerini inkĂ‚r eden ve onlara soven kimse, bu yaptığını bir şupheye binĂ‚en yapsa dinden cıkmaz. Hz. Ali (r.a)'ın Allah olduğunu ve Cibril'in hata ettiğini iddia edenler, dini cizginin dışına cıkar. Cunku bu bir şuphe ve ictihaddan dolayı değil, sırf hevĂ‚ ve heveslerinden dolayı bir inkĂ‚r niteliğindedir. Bid'atlardan sayılan Allah'ın sıfatlarının zĂ‚tı uzerinde zĂ‚id manalar olduğunu kabul etmeyen, kabir azabını, şefaati, buyuk gunah işleyenin cehennemden cıkacağını ve Allah'ı gormeyi inkĂ‚r eden Mu'tezile tĂ‚ifesi gibi cĂ‚hil bid'atcılar tekfir edilemese de sapıklıkta sayılırlar. Cunku Kur'an ve sahih sunnetin bu konudaki delilleri acıktır. Cunku ehl-i kıble tekfir edilmemiştir. Diğer yandan onların şĂ‚hidliklerinin kabul edileceğine dair icmĂ‚ vĂ‚ki olmuştur. Halbuki bir kĂ‚firin musluman aleyhine şahidliği gecerli değildir. Gunahı mubah saymanın kufur olması meselesi ise, şoyle acıklanmıştır: Şayet inaddan dolayı ve delilsiz ise kufurdur. Şer'i delilden dolayı inkĂ‚r ise, ma'zur değildir. Kullarının kalblerini en iyi Allah bilir (İbn Abidin, Reddu'l-Muhtar, 1, 560, 561). İtikĂ‚dı konulardaki inancımız kesin delil ve naslarla tesbit edildiği icin, itikad şuphe ve tereddud mahalli değildir. Fıkhi bir mezhebe taraftar olanlar bilmeli ki, bir konuda muctehid hatalı veya isabetli, bir diğer konuda bir başka muctehid hatalı veya isabetli olabilir. Fakat itikadi meselelerde bu hukum gecerli değildir. Bid'atci da haklı olabilir, biz de haklı olabiliriz denilemez. İbn Abidin bu konuyu şoyle acıklar: İtikadımızdan murad, hicbir kimseyi taklid etmeksizin her mukellefe inanılması vacip olan meselelerdir. Bizim itikadımız, ehlu's-sunne ve'l-cemaĂ‚t mezhebidir. Ehlu's-sunnet; Selefiler, Eş'arîlerle MĂ‚tûridîlerdir. Bu iki fırka itikadda genellikle bir gibidirler. Sayılı meselelerde, aralarında kucuk farklar vardır. Bazıları, aralarındaki ihtilĂ‚fın genellikle lĂ‚fzı olduğunu soylemişlerdir. Hasımlarımızdan maksat, itikatları kufre varan bid'atcılarla, kufre varmayanlardır. Kufre varan bid'adlara ornek: Âlemin kadim olduğunun iddia edilmesi, Peygamberin bi'setinin inkĂ‚rı gibi. Kufre varmayan bid'atlara ornek: Kur'an'ın mahlûk olduğunu ve Allah'u TeĂ‚lĂ‚'nın kulları icin kotuluğu irade etmediğinin iddia edilmesi gibi (İbn Âbidin, Reddu'l-Muhtar, 1, 48, 49,). Rafızilere ve bid'at ehline benzememeye calışmak ve onlara muhalefet etmek gerekir. Bid'at ehline benzemek cĂ‚iz değildir. Ancak onlara teşebbuh kasdıyla yapılan benzemek ve onların kotu hallerini taklid etmek uygun değildir (İbn Âbidin, Reddu'l-Muhtar, V, 472).
Bid'atcılar hakkında ki bu genel hukumlerin acıklanmasından sonra; ilk bid'at fırkalarının ortaya cıkışını ele alabiliriz: İlk cıkışları Hz. Ali (r.a.)'ın hilĂ‚feti donemindedir.
ŞehristĂ‚ni (549/1154) İslĂ‚mi fırkaları; Kaderiyye, Sıfatiyye, HĂ‚riciyye, ve ŞiĂ‚ olarak dort ana gruba ayırmış, yetmişuc fırkanın bunlardan yayıldığını belirtmiştir (ŞehristĂ‚nî, a.g.e, 1, 15).
İbn Hazm ise, (o.457/1065),İslĂ‚mi mezhepleri: Ehl-i sunnet ve cemaat, Mu'tezile, Murcie, ŞîĂ‚ ve Hariciler olarak beş grupta toplamış, bunlardan ehl-i sunnet'i hak ehli", onun dışındakileri ise, bĂ‚tıl ehli" olarak belirttikten sonra, ehl-i sunnet'i, sahabe ve tabiînin seckinleri, ehl-i hadis ile onlara uyanlar olarak tarif etmiştir (İbn Hazm, el-Fısal, II, 113).
Hz. Ali (r.a.)'ın hilĂ‚feti doneminde ortaya cıkan bid'at fırkalarının ilki olan HĂ‚riciler başlangıcta bir siyĂ‚si fırka olarak ortaya cıkmıştır. ŞîĂ‚ ise, bir Yahûdi olan, Yemenli İbn Sebe'nin tahriki ile, Hz. Ali taraftarlığı iddiasıyla ortaya cıkmıştır.
Şîa'nın ilk ortaya cıkışında şuphesiz ki, Abdullah İbn Sebe'nin etkisi inkĂ‚r edilemez. İbn Sebe' Yemenli bir yahudidir. İslĂ‚m'ı icten tahrip etmek icin Yemen yahudilerinin planı gereği musluman gozukerek, yahudi ve mecûsî kulturunden aktardığı sapık goruşleri İslĂ‚m'a sokmaya calışmıştır. VelĂ‚yet, vesĂ‚yet, ric'at, ilĂ‚hı hak kavramlarını ilk defa İslĂ‚m'a sokan bu şahıstır. ŞîĂ‚ Ă‚limleri de, İbn Sebe'nin yaptığı bu tahribatı kabul ederler. Onde gelen ŞiĂ‚ ulemĂ‚sından en-Nevbahtî bunlar arasındadır.
Butun bu gelişmeler konusunda hicrî ikinci yuzyıldan itibaren İslĂ‚m ulkelerinde yaygın hale gelen siyĂ‚si, dinî, itikĂ‚dı ve fıkhı goruşler arasında Hz. Peygamberin ve ashabının yolunu savunmak icin ortaya cıkan imamlar, ehl-i sunnet akîdesini sistemleştirmişler, ehl-i bid'ate karşı mucadele etmişlerdir. Hasanu'l-Basrî (110/128). Bu hareketi sistemleştirenlerin ilki sayılmaktadır. Ehl-i sunnet akîdesinin esaslarını ortaya koyması yonuyle İmam-ı Azam Ebû Hanife'yi de bu ekolun onculerinden saymak gerekir. Ehl-i sunnet ve'l-cemaĂ‚t'in selefilerden farklı metotlarıyla tanınan Ebû Mansur-el-MĂ‚turîdî (o.333) ve Ebu'l-Hasan el-Eş'arî (o.324), sunnetin izleyicisi duşuncenin olgunlaşmasında ozel role sahiptirler.
İslĂ‚mî fırkaların ortaya cıkmasında siyĂ‚si ve sosyal sartların da rolu olmuştur. Tarihin belli donemlerinde, Sunnilik, Şîa ve Mu'tezile biribirlerine ustunluk sağlamışlar, zaman zaman sırayla devletin resmi mezhebi olmuşlardır. Bu rekabet, mezhep taassuplarına, duşmanlık ve catışmalara sebep olmuştur.
Ehl-i sunnet Ă‚limleri arasında, zamanla bazı goruş ayrılıkları olmuştur. Ancak hepsinin de dayandığı temel; Kitap, Sunnet ve bu iki kaynağa uygun olan sarih ve sahih akıldır. Aralarındaki bazı farklı goruşler esasa taalluk etmeyen ve teferruat sayılan konularda gorulmuştur. Bu ihtilĂ‚fların coğu, lĂ‚fzîdir.
Ehl-i sunnet, onceleri; ehl-i sunnet-i hassa olarak bilinirdi. Daha sonraları Ehl-i Sunnet-i Ă‚mme adıyla şohret buldu. Gercek şu ki; Kur'an ve sunnette yer verilmeyen, ashĂ‚b ve tĂ‚biînin de uzerinde goruş beyan etmedikleri meselelere dalmayıp, dinî nasları yorumlamadan onları olduğu gibi alanlara, Ehl-i sunnet-i hassa, ehl-i tevhid veya Selefiyye denildi. Hakkında nass, Sahabe ve tĂ‚biînin goruşu bulunmayan bazı itikĂ‚dı meseleleri de yeni bir metodla inceleyerek, gerektikce akli yorum ve te'vile gidenlere ise ehl-i sunneti Ă‚mme adı verildi. Eş'Ă‚riyye ve MĂ‚tûridîyye gibi (İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlmî KelĂ‚m, s.97).
Ehl-i Sunnet Ă‚limleri; Başta İmam Eş'Ă‚rî, İmam MĂ‚turîdî olmak uzere, İmam GazĂ‚lı, Fahriddun er-RĂ‚zı, Sadeddin Taftazanî, Seyyid Ali el-CurcĂ‚nî ve İbn Teymiye, ehl-i sunnet akîdesini aklı ve naklî delillerle guclendirmişler, başta Mu'tezile ve diğer bid'at ehl-i mezhep ve fırkalarla mucadele etmişler, onların Kitap ve sunnete aykırı, goruşlerini reddetmişler, Aristo ve O'nun gibi duşunen Yunan ve Musluman filozofların sapık, mesnedsiz ve batıl fikirlerini curutmuşlerdir.
Kısaca ehl-i sunnet: Selefiyye ve MĂ‚tûridîyye ve Eş'Ă‚riyye olarak metod bakımından uce ayrılmaktadır. Yukarıda da işaret edildiği gibi selefiyye, yorum ve teşbihe kacmadan nasları olduğu gibi kabul edenlerin mezhebidir. MeselĂ‚ İmam Malik: "Şuphesiz ki Rabbiniz Allah, gokleri ve yeri altı gunde yarattı, sonra da Arş uzerinde istivĂ‚ etti" (el-A'rĂ‚f, 7/154) Ă‚yetinin tefsirinde: "İstivĂ‚ malumdur, keyfiyyeti ise mechuldur. Bu konuda soru sormak bid'attır" demiş, teşbih ve te'vile gitmemiştir (Kurtubî, Tefsir, V11,217-218). İmam MĂ‚turîdî ve Eş'arî'nin temsil ettiği ehl-i sunnet-i Ă‚mme ise, Cenab-ı Hakkı mahlukata benzetmekten tenzih gayesiyle muteşĂ‚bih nassları te'vil etmişlerdir. Arş uzerinde istiva etti sozunu "Arşda hukumran oldu" Allah'ın eli sozunu Allah'ın kudreti ve rahmeti olarak te'vil etmeleri gibi.
Maturidîler ile Eş'ariler arasında da bazı lĂ‚fzi ihtilĂ‚flar vardır. Bu ihtilĂ‚fları onucten elliye kadar cıkaranlar olmuştur (Bekir Topaloğlu, KelĂ‚m İlmi, 146).
Ote yandan mezhepler, siyĂ‚si fıkhı ve itikĂ‚dı olarak bircok meselede biribirleriyle bağlantılıdırlar. Aynı mezhep icinde bircok farklı eğilimler bulunabilmektedir. MeselĂ‚; Fıkhi, ameli konularda Sunnîlerin onemli bir kısmı, Hanefi'dir. Hanefilerin buyuk coğunluğu itikĂ‚dı konularda MĂ‚tûridî'dirler. Ehl-i Sunnetten Şafîi ve Maliki olanların coğu itikatta Eş'Ă‚ri, Hanbeliler ise genelde Selefîdirler.
Ebû Hanîfe, MĂ‚lik, ŞĂ‚fii, Ahmed b. Hanbel, MĂ‚tûridî, Eş'Ă‚ri, Ebû Bekr el-BakıllĂ‚nı, AbdulkĂ‚dir el-BağdĂ‚di, İmamu'l-Harameyn el-Cuveyni, İmam GazzĂ‚li, Fahreddin er-RĂ‚zî ve Nasıruddin el-BeyzĂ‚vi gibi Ă‚limler, ehl-i sunnetin onde gelen simĂ‚larıdır.
İbni Teymiyye ile İbnu'l-Kayyim el-Cevaziyye gibi selef mesleğini tercih eden bazı Ă‚limler son asırlarda, Selefiyye diye bilinen Ehl-i Sunnet-i HassĂ‚ mezhebini ihya ve neşre calışmışlardır. İslĂ‚m Ă‚leminin buyuk coğunluğu itikadda Eş'Ă‚ri veya MĂ‚tûridî diye şohret bulan ehl-i sunnet-i Âmme mezhebi uzeredirler.
AbdulkĂ‚dir el-BağdĂ‚di'ye gore, ehli sunnet sekiz zumreden meydana gelmektedir:
1- Ehl-i bid'atın hatalarına duşmeyen kelĂ‚m Ă‚limleri,
2- Sevri, EvzĂ‚î, DĂ‚vûd ez-Zahiri dahil buyuk muctehid fakihler ve mensupları,
3- Muhaddisler,
4- Ehl-i bid'ate meyletmeyen sarf,Nahv, lugat ve edebiyat Âlimleri,
5- Ehl-i sunnet goruşune sadık kalan kıraat imamları ve mufessirler,
6- Muteşerrî Sufiyye, yani şeriate bağlı tasavvuf ehli,
7- Ehl-i sunnet yolundan ayrılmayan musluman mucahidler,
8- Ehl-i sunnet akîdesinin yayıldığı memleket ahalisi (el-BağdĂ‚dı, el-Fark beynel-Fırak, s.313-318; Bekir Topaloğlu, a.g.e., s.109-110).
İslĂ‚m dunyasının buyuk bir coğunluğunu oluşturan Sunnîlik sadece bir isim, sıfat veya mezhep değil, butunuyle bir yaşam tarzıdır ki, tamamen Kitap ve Sunnete uygun olarak İslĂ‚m'ın hayata tatbikidir.
İtikadda orta yol, ehl-i sunnetin yoludur. Ummet-i Muhammed (s.a.s.)'in ana ozelliği, itidaldir. Cenab-ı Hak, bunu şu şekilde belirtiyor: "İşte boylece biz, sizi orta (dengeli) bir ummet yaptık" (el-Bakara: 2/143).
CĂ‚bir b. Abdullah'tan gelen sahih bir rivĂ‚yete gore, Hz. Peygamber, toprağa duz bir cizgi cizdi ve bu cizginin ustune elini koyup, şoyle buyurdu: "İşte bu, Allah'ın yoludur." Daha sonra o cizginin sağına ve soluna da cizgiler cizdi. "Bunlar da değişik tefrika yollarıdır. Herbirinin basında ona cağıran bir şeytan vardır" dedi. Bilahare şu Ă‚yeti okudu: "Bu benim dosdoğru yolumdur. Oyleyse ona uyun. Sizi o'nun yolundan ayıracak başka yollara uymayın" (en-En'Ă‚m, 6/153) (İbn MĂ‚ce, Mukaddime, 2; DĂ‚rimî, Mukaddime, 23; Ahmed b. Hanbel, Musned, 1/435). Hz. Peygamber (s.a.s.) burada dinde sağa sola sapmalara işaret etmiş, doğru yolun ortadaki ehl-i sunnet yolu olduğunu belirtmiştir.
İmam TahĂ‚vî, ehl-i sunnet yolunu şoyle ozetlemektedir: Bu din, ifratla tefritin ortası, teşbihle ta'tilin ortası, cebr ile kaderciliğin ortası, umitsizlikle aşırı guvenin ortası, korku ile umidin ortası bir yoldur. İşte dinimiz, zĂ‚hiren ve bĂ‚tınen budur. Tefrika goruşlerden, merdûd mezheplerden, muşebbihe, mûtezile, cehmiyye, cebriyye, kaderiyye v.s. gibi ehl-i sunnet ve'l cemaat'e muhalefet eden, dalĂ‚lete sapan mezheplerin goruşleri ehl-i sunnet Ă‚limlerince incelenmiş ve delillere dayanan ikna edici cevaplar verilmiştir (TahĂ‚vi, Şerhû akiteti't- Tahaviyye, 586-588).
__________________
Ehl-i Sunnet
Dini Bilgiler0 Mesaj
●33 Görüntüleme