GAVSİYYE
(İlÂhî İhsÂn)
BismillÂhirrahmÂnirrahîm
Allah-u teÂl bana buyurdu ki:
“Ey Gavs,
Biz mekÂnın mekÂnıyız. Bize mekÂn yoktur. Ve biz insanın sırrıyız, insan da
bizim sırrımızdır. İnsan yoktur, biz varız ve biz, insanın gayrı değiliz.
İnsanda belirdiğimiz gibi, hic bir şeyde belirmedik. İnsan bizim bineğimizdir.
Diğer yaratıklar ve tum evren de insanın bineğidir.
Biz ne guzel isteyeniz, insan ne guzel istenendir. İnsan ne guzel binicidir,
butun kÂinat ona ne guzel binektir.
İnsan bizim sırrımızdır, biz de insanın sırrıyız. Eğer insan oldukten sonra
durumunun ne olacağını bilseydi, dunyada asla dunya yaşamını istemez, her an,
"Ya Rabbi, beni oldur, beni oldur" diye yakarırdı.
Mulk, bir ve belirişleri sona erdirici olanın, yani Rabbinindir. Eğer insan
bizim indimizde olan mertebesini bilseydi, her nefeste "bugun mulk yalnız
benimdir" sozunu soylerdi.
"Yaratıkların hepsi, yaradılış ozelliklerine gore amel ve davranışlarda
bulunurlar." Yaradılış ozellikleri (fıtrat), ortaya cıkacak belirişlerin
(tecellilerin) tohumudur. Bu tohum yaradılışından itibaren, kendine en uygun
belirişlerle beslenir, buyur, yeşerir, ta ki yaradılışındaki amaca uygun hizmeti
gercekleştirene dek. "Kuşku yok ki biz, her şeyi kaderle yarattık."
İnsanın cismi, nefsi, kalbi, ruhu, kulağı, gozu, dili, ayağı, eli ve buna benzer
nesi varsa hepsini kendi nefsimiz icin kendi nefsimize, yani kendi zatımız
(ozumuz) ile kendi zatımıza biz belirgin kıldık (izhar ettik). İnsanın yemesi,
icmesi, bir iş işlemesi, bir şeye yonelmesi ve bir şeyden uzaklaşması gibi butun
durumlarında biz gizliyiz, onu eyleme iten ve yatıştıran biziz. İnsanda ne
belirirse bizim nefsimizdir, bizden ayrı ve gayrı değildir.
Ve biz de onun gayrı değiliz.
İnsanı kendi belirişimizin nurundan yarattık.
Melekleri de insanın nurundan yarattık.
Uzaklık sahibi nasıl uzaklıktan yakınırsa, yakınlık sahibi de bize yakınlıktan
şikayet eder. Sıradan insanları yarattık, cemalimizin (guzelliğimizin) ışığına
dayanamadılar. Bizimle aralarına karanlık perdesini koyduk. Seckin insanları da
yarattık, yakınlığımıza dayanamadılar.
Onlarla da aramıza nurdan bir perde koyduk.
Değerli veya değersiz ayırımı, deyişleri, yaratılanlar arasında ve onlara
goredir. Yaradanın indindeyse (katında) sadece yarattıkları vardır. İnsanlar
nefislerine hoş gelen şeyler icin iyi, guzel; gelmeyen şeyler icin de kotu veya
cirkin deyimlerini kullanırlar. Gerceği bilen kişi icin ise yaradılmışlar
arasında kesinlikle ayırım yoktur; her yaratılan değerlidir.
İyilik ve kotuluk, yaradılanın indindedir. Yaradanın indinde ise hepsi birdir.
İnsan, indini; yani bana gore, bence, bana kalırsa gibi başlıklar altında
kişisel goruş ve duşunuşlerini terkedip, aslına yonelişi ve kendini Rabb indinde
eritişi olcusunde ilerler. Bu nedenlerden oturudur ki, gercekleri algılamada
(idrakte) olgunluk duzeyine erişmiş kişi, yaratıklarda kusur ya da hata gormez.
Herkes duşunebildiği, kavrayıp algılayabildiği olcude eylemlerde bulunur ve
sonucunda da, hak ettiği ile karşılaşır.
Her durum ve koşulda, mutlaka, verenden olmağa calış. Eğer yarattıklarımıza
rahmet edip acırsan ve onların hatalarını affedip bağışlarsan, ne mutlu sana.
Sıcak bir gunde susuz bir kimse gelip senden su istese ve sende de soğuk su
olup, kendini feda etmek pahasına o suyu ona vermezsen, cimrilerin en
cimrisinden olursun. Boyle olunca biz, rahmetimizi kullarımızdan nasıl
esirgeriz? Oysa biz, kendi nefsimize tanıklık ettik: "Erhamerrahimîn"
(acıyanların en acıyarıı, bağışlayanların en bağışlayıcısı) niteliği ile
nitelenmiş olduğumuzu, kendi nefsimize tescil ve kaydettik.
Bize "Rabb el Kerîm" ya da "Ya Rabb er Rahîm" diye hitab et. Cunku biz, her
kerimden (soylu, comert) daha kerimiz ve her rahimden (merhametli, acıyan) daha
rahîmiz. Bizden kerim ve bizden rahim hic kimse yoktur; kerem ve rahmet yalnız
bizimdir.
Taat (ibadet ve hayırlı iş) sahipleri nimetimizi anarlar, gunah sahipleri de
rahmetimizi anarlar. Taat sahipleri bereketimize alcalıp zikirde bulunurlar,
gunah sahipleri de acımamıza alcalıp zikirde bulunurlar. Cennetlik kişiler
cennetle, cehennemlik kişiler de cehennemle ve bizimle meşguldurler. Ancak biz
cennette belirdikten sonra cennetliklere dostluk ve nimet yoktur, biz cehennemde
belirdikten sonra da cehennem halkına yanma, korku ve yalnızlık yoktur. Bizim
belirdiğimiz yerde ne cennet kalır, ne cehennem; ne esma yani isimlerimiz, ne
sıfatlar, yani niteliklerimiz kalır.
Bizi aracısız olarak, doğrudan doğruya gormek istersen, ne cennete ve cennette
olan şeylere bak, ne de cehenneme ve oradaki şeylere. Yalnız bizimle meşgul ol.
Cunku bir kimse bizden başkasıyla meşgul olursa, kıyamet gununde arkadaşı ateş
olur.
Bizim cennetlik bazı kullarımız vardır ki, cehennem halkının cehennemden bize
sığındıkları gibi, cennet nimetlerinden gecip bize sığınırlar.
GunahkÂrlar gunahlar ile, taat sahipleri de taatleri ile perdelidir. Fakat
bunların otesinde bizim diğer bir topluluğumuz vardır ki, onlar ne gunaha
kastederter, ne de taate guvenirler. Cunku biz isyancı kulumuza o gunahlardan
gectikten sonra yakınız, bize bağlı kulumuza da, o taatlerden gectikten sonra
yakınız. Ve cunku hicbir kimse gunahlarla bizden uzak olmadığı gibi, hicbir
kimse de vaadlerle (alÂkalarla) bize yakın değildir.
Bizim nebi (peygamber) ve resullerden (habercilerden) başka bir takım kullarımız
vardır ki, onların durumundan ne dunya halkı, ne ahiret halkı, ne cennet ehli,
ne cehennem ehlinden bir kimse ve ne de bir melek haberli değildir. Onları
cennet, cehennem, sevap, gunah, huriler, koşkler, gılman ve koleler icin de
yaratmadık. Her ne kadar tanıyıp bilmese de, onların dunyada varlığına
inananlara ne mutlu.
Bizim nazar ve iltifat ettiğimiz gonule asla yalnızlık gelmez ve ateşte yanıp
acı cekmez.
Bize aşık ol, bizim icin Âşık ol; o aşk biziz.
Kalbini ve butun durumlarını da bizden başkasından uzak kıl.
Aşkın dışını bulup bildiğin zaman, aşktan fÂnî (yok) olmalısın; cunku aşk, Âşık
(seven) ve mÂşuk (sevgili) arasında bir perdedir. Âşık, aşktan fena bulduğu (yok
olduğu) zaman sevgiliye kavuşur. Gayrından da fÂnî olmalısın,cunku aşkın gayrı
da seven ve sevilen arasında bir perdedir.
Birlik (vahdet), dille ve sozcuklerle anlatılamayan bir durumdur. Bizi goren
kişinin soruya gereksinmesi kalmaz. Bizi gormeyen kişi icin de soruların yararı
yoktur. Cunku o, sozde kalmış, sozle perdelenmiştir. Bizi bilmek, gormektir.
Bir kimse bizi bildikten sonra gormeyi isterse, gercekte gormemiş demektir;
perdelidir. Gormeyi, bilmekten farklı sanan kimse, Rabbini gormekten gururdadır.
Buna karşılık, bize kavuşmak isteyen kimse bizim yolumuzda cehdetmeli, yani caba
gostermeli, savaşmalıdır.
"Bizim uğrumuzda mucahede edeni, yollarımızda ilerletip gerceğe erdiririz."
"Kendini arıtan kişi mutlaka umduğuna ermiş, kurtuluşa ve mutluluğa
kavuşmuştur."
Savaş ve caba (mucahede), gozlem ve algı (muşahede) denizlerinden bir denizdir.
Balıkları da vÂkıflar, yani esrar sahipleridir. Algı denizine girmek isteyen
kimseye caba gereklidir. Cunku savaş ve caba, muşahedenin tohumudur. Yani ekip
de caba sahibi olan, algı ve gozlemimize ulaşır.
Bir kimse bizim icin caba sarfederse, ona gozlemimiz vardır; istese de, istemese
de. Mucahededen yoksun olan icin, muşahedeye yol yoktur. Bizi isteyenlere caba
(cehd) gereklidir.
Kalbi cehde eğilimli olan kula ne mutlu, kalbi şehvetlere eğilimli olan kulun
da, vay haline.
Cehdin, yani cabanın amacı, fakirlik ve yoksulluktur. Fakirlik ve yoksulluğu
insanın bineği kıldık. O fakirlik ve yoksulluğa binen kimse, eğri yol, ıssız
dere ve coller yuruyup yorulmadan amacına ulaşır.
Bizim yanımızda fakir, hicbir şeyi olmayan değil, her şeyde buyruğu olandır. Bir
şeyi dileyip olmasını istediği zaman, hemen olur. Fakir, elinde parası, malı ve
mulku olmayan değil, dediği olandır.
Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem buyurdu ki: "Fakirlik
ovuncumdur, iftiharımdır. Ben onunla diğer nebi ve resullere karşı ovunurum."
Bize kavuşmak isteyenler fakrı, yani boşluğu, yokluğu ve hicliği arzulasınlar;
tum isteklerinden gecsinler. Hatta bu yolda, istememeyi istemek bile bir
istektir. Ve bu bile istenemez. Boylece fakrın fakrına, ondan sonra da fakrın
fakrından fakra ersinler. Bu şekilde fakr tamam olunca artık onlar yok, ancak
biz varız. O zaman, "sen bundan gaflette (habersiz) idin. İşte senden perdeni
kaldırdık" denir. Cunku, fakirlik (hiclik, belirmemişlik) tamam olunca, o,
Allah'tır. Bizim yememiz fakirlerin yemesidir, ictigimiz de fakirlerin icmesidir.
Fakirlik ateşiyle yanan ve şiddetli yoksulluktan kıvranan kırık kalpli birisini
gorduğunde, hemen ona yakınlaş cunku bizimle onun arasında hicbir perde yoktur.
Sana bağlananlara soyle, fakirlerin duasıni ganimet bilsinler; cunku onlar bizim
indimizdedir, biz de onların indindeyiz. Biz fakirlerleyiz, fakirler de
bizimledir. Biz fakirlerin sığınağı, meskeni ve nazargÂhıyız.
Hem de donuşleri bizedir (bizimle olur). Onların dunyadaki gorunuşleri,
bedenleri, az yemekten, az icmekten; nefsleri, şehvetlerin engelinden; kalpleri
kuruntulardan ve ruhları kotuluklerden yanmıştır. Kalplerinde aşırı isteklerden
birşey kalmamış, kotu duşunceler tamamen kaybolmuştur.
Bunlar, bizim yuzumuzun ışığıyla (lika nuruyla), beka (kalıcılık) sahipleridir.
Bize yaratıkların en sevgilisi, sağır, dilsiz, kor, şaşkın ve ağlayandır. Bize
bakmak istediğinde, bizim gayrımızdan uzak olan huzunlu bir kalp ara.
Kim bize kavuşmak, vasıl olmak isterse, bizim gayrımız olan herşeyden cıkıp
sıyrılmalıdır.
Dunya yokuşundan cık ki, ahiret yokuşuna kavuşasın.
Ahiret yokuşundan da cık ki, bize kavuşasın.
Biz, dindarlar yolurıu nefs icinde, Ârifler yolunu kalp icinde, vÂkıflar
(sırları bilenler) yolunu da ruh icinde kıldık. Nefsi de ozgurler beldesi
kıldık. Bu yuzden "ozgurlerin yurekleri, sırların mezarlarıdır" demişlerdir.
(Bilen demez, deyen bilmez: Hakikate erenler deniz gibi susarlar, birşeyden
haberi olmayanlarsa dalga gibi gurlerler)
Kişi gelenlere sabrettiği zaman kulluk duzeyine, arzularını terkettiği zaman da
emrin Âlemine yukselir. Cunku Emir Âleminde ne yemek, ne icmek, ne uyumak;
kısacası istekle ve madde ile ilgili olan hicbir şey yoktur.
Cisimlerden, nefslerden; sonra kalplerden ve ruhlardan; sonra da hukum ve
emirden sıyrıl ki, bize erişesin.
Dıştaki beş duyuyla algılanan fiziksel dunya, (Âlem-i Mulk, Âlem-i NÂsût) ile,
icteki beş duyu ile algılanan ruhsal dunya (Âlem-i Melekût) arasında olan her
tavır, şeriat tavrıdır. Tanrı niteliklerinden (sıfatlarından) oluşan ruhsal
dunya ile, ululuk dunyası (Âlemi Ceberût) arasında olan her tavır, tarikat
tavrıdır. Ululuk dunyası ile birlik dunyası (Vahdet, Âlem-i LÂhut) arasında olan
her tavır da hakikat tavrıdır.
Bizim haremimize girmek istediğinde, ne Mulk'e, ne Melekût'a ve ne de Ceberût'a
iltifat etme. Cunku Mulk, Âlimin; Melekût Ârifin, Ceberût da vÂkıfın (esrar
sahibinin) şeytanıdır.
Bir kimse bunların birisiyle yetinse, bizim indimizde o, kovulmuşlardandır.
İlim sahibi icin bizim indimizde yol, ancak ilmini terkettikten sonradır. İlmin
ilmi, ilimden cehildir. Eğer ilmini (guvenir de) terketmezse, o, şeytanın mertebesindedir.
Bizce kullarımızın en erdemlisi ve en sevgilisi, ana-babası ve evlÂdı olup da,
kalbi onlardan gecmiş olan, yalnız bize bağlı bulunandır. Eğer ana-babası olse
onların olumune uzulmez, evlÂdı olse onların olumuyle de kederlenmez. Boylece o
kulumuz bu duzeye vardığında bizim indimizde o, lem yelid ve lem yûled (O,
doğmadı, doğurrnadı): "Anasız, babasız ve evlÂdsız" makamında olur. Bizim
sevgimiz, muhabbetimiz yuzunden ana-babasının ve evlÂdının yokluğunu algılamamış
kimse, birlik ve teklik (vahdaniyet ve ferdaniyet) lezzetini bulamaz.
Ancak bizim yanımızda ye, ic ve uyu;
hÂzır (uyanık) bir yurek ve nÂzır (goren) bir gozle.
Bizim yanımızda, sıradan kişilerin uykusu gibi uyuma, bizi gorursun. Cismin
lezzetlerden, nefsin şehvetlerden ve gonlun kuruntulardan, ruhun kotuluklerden
(gonule ve ruha ansızın inen ters fikirler ve kuruntulardan) uzak olup, zatın
(ozun) bizim zatımızda (ozumuzde) yok olmak suretiyle uyu.
Bizim indimizde erdemli (faziletli) olan eylem, cennet ve cehennem gibi bizim
gayrımız olan hic bir şeyin arzulanmadığı ve yapanın da ondan kaybolduğu (uzak
bulunduğu) eylemdir.
Bizim yanımızda daha ustun olan masumluk, tovbe edicilerin masumluğudur.
Bizim indimizde erdemli (efdal) olan tovbe, gunah işlemediği halde daima
istiğfarda bulunan masumların tovbesidir.
Bizim indimizde erdemİi olan gulme, tovbe edici ağlayanların gulmesidir. Tovbe
etmek istediğin zaman, once nefsinden gunaha kasti cıkarmalısın. Sonra da
kalbinden gunah duşuncelerini cııkarmalısın. O zaman tovbe ettiğinde bize
kavuşursun; yoksa alaycılardan olursun.
Bize yakın kişi, gunahını bilen kişidir. En buyuk gunah ise, bireyselliktir.
Gunahını bilen kişiler, gucsuz ve pişmanlık sahibi kimselerdir; işlerine pişman
ve acizdirler. Acz (beceriksizliğinin, gucsuzluğuniin bilincinde olmak) ışık
kaynağıdır, Kibir de karanlıklar, kederler ve gunahlar kaynağıdır. Pişman olan
kullarımıza iyilik ve comertliğimizi mujdele; kibirli olan kullarımıza da adalet
ve intikamımızı bildir.
Bize yakın olan oruc, kendisinde bizden başkasının bulunmadığı
ve oruclunun da ondan kaybolduğu (uzak olduğu) oructur.
Bize yakın olan namaz, kendisinde bizden başkasının olmadığı ve kılanın da ondan
kaybolduğu, uzak olduğu namazdır.
Bizim indimizde, miracı olmayanın namazı yoktur. Ve o, namazdan yoksundur. Zira
namazdan yoksun olan, bizim indimizde miracdan yoksun olandır.
Mirac, bizim gayrımız olan herşeyden yukselmektir ve miracın kemÂli, doruğu da,
"mazagalbasaru ve matega": "O'nun gozu sapmadı, kaymadı"nın, dikkatini bizden
başka hicbir şey uzerine yoğunlaştırmamanın sırrıdır.”
AbdulkÂdir Geylanî Hazretleri
RisÂletu’l Gavsiyye (İlahî İhsan/Kutsal Bağış)
__________________
Gavsİyye
Dini Bilgiler0 Mesaj
●28 Görüntüleme