Bugun Avrupa’yı olcu alarak yerimizi, durumuzu tayin eden ve Avrupa ulkelerinden “şu kadar bin sene gerideyiz” diyerek kehanette bulunanlar, Musluman Turk’un gecmişini ve geleceğini ortacağ karanlıkları icinde gormeye calışırlar.

Ortacağ karanlığı Turklerin ve Muslumanların uzerine değil, Avrupa’nın uzerine cokmuş ve yalnız Avrupa’yı karartmıştır. “Ortacağ” demekle İslam’ı ve Turklerin hayatını kastedenler, ilme karşı Engizisyon mahkemeleri kuran, duşunmeyi yasaklayan, ilim adamlarını cezalandıran Musluman Turklerin değil Hıristiyan Batı olduğunu bilmelidirler.

Haclı ordularına mensup Batılı askerler, Muslumanların kurdukları kutuphaneleri ve medreseleri acımadan yakmışlar ve bunu yaparken buyuk bir zevk duymuşlardır. 1492’de Gırnata alındıktan sonra butun kitaplar yakıldı. Cıkan alevler, yukselen dumanlar gorenleri dehşete duşurdu. Kitaplar “hain” denilerek ateşe atılıyor ve keyifle yanışı seyrediliyordu. 1500’de başpiskoposun 5000 kitabı kendi eliyle yaktığı rivayetler arasındadır. İmparator Theodose İskenderiye kutuphanesini ve butun mabetleri yaktırdı. Rivayete gore kutuphanede 300.000 eser kul haline gelmişti.

a) İSLAM VE İLİM :

İslam Peygamberine ilk inen emir “Oku” oldu. Kur’an, ilmi gunduzun aydınlığına, cehaleti de gecenin karanlığına, bilgini, gozleri goren insana, cahili de gozleri gormeyen kore benzeterek ilmi esas almış, ilmi ovmuş, cehaleti yermiştir.

Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de :

“Deki, hic bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ?” (Zumer:9)

“Kor ile goren, karanlıkla aydınlık bir olmaz” (Fatır : 19-20)

Buyurarak yer yuzunden cahilliğin kalkmasını, insanların okumasını, oğrenmesini ve hakikati kavramasını emretti.

Mekke’den Medineye goc eden peygamberlerimizin ilk işi Medine Mescidini ve yanında “Suffa” denilen yerleri yapmak oldu. Suffada aile, gecim gibi problemleri olmayan bekar kimseler kalır, orada yerler icerler ve orada kalırlardı. Sayıları yetmişin altına hic duşmeyen bu talebeler her konuda bilgi sahibi olarak yetiştirilir. İslam’ı ve ilmi yaymak icin başka bolgelere talep uzerine veya luzum gorulen yerlere oğretmen olarak peygamber tarafından gonderilirlerdi. Gorevleri, gittikleri yerlerin problemlerini cozmek idi.

Eğtim ve oğretim konusunda bu Suffalar kafi gelmeyince muhtelif yerlerde hazırlık okulları acıldı. Bu calışmaları da yeterli gormeyen Peygamberimiz savaşlarda esir alınan okur-yazarların serbest kalmaları icin on Muslumana okuma yazma oğretmesini şart koştu.

Hicretin ikinci yılı İslam Peygamberi tarafından Medine’de Darul-Kurra (Okuyucular yurdu) acıldı. Muaz bin Cebel acılan okullara mufettiş olarak atandı. Daha sonra Muaz, Yemen’e vali olarak gonderilirken orada eğitim ve oğretimle yakından ilgilenmesi icin İslam Peygamberi tarafından kendisine yazılı emir verildi.

Muslumanlar tarafından acılan butun camiler sadece ibadet icin değil, (ilim oğrenmek de ibadet sayıldığı icin) aynı zamanda eğitim-oğretim kurumları olarak vazife gormuştur. Selcuklular ve Osmanlılar zamanında devam eden medreseler İslam Peygamberi tarafından kurulan eğitim kurumlarının devamı sayılır.

İslam Peygamberi kendisinden sonraki Muslumanlara :

“İlim muslumanın yitiğidir, onu nerede bulursa almalıdır”

“İlim oğrenmek kadına da erkeğe de farzdır.”

“Beşikten mezara kadar ilim oğreniniz.”

“Dunyayı isteyen ilim oğrensin, ahreti isteyen ilim oğrensin. Hem dunyayı hem ahreti isteyen ilim oğrensin.”

Buyurarak ilmin yaygınlaşarak devamını istemiştir.

Goruluyor ki İslamiyet, ilmin karşısına cıkmamış bilakis ilmin doğmasına, gelişmesine ve yayılmasına sebep olmuştur.

b) TURKLER İLME BUYUK ONEM VERMİŞLERDİR :

Dunyada Turkler kadar ilme saygı duyan bir millet gosterilemez. Turkler butun ilimlerin oğrenilmesini dinlerinin icabı saymış, insanlığa ışık tutacak buyuk alimler yetiştirmiştir. İbn-i Ruştler, İbn-i Sina’lar, İmam-ı Gazaliler, Farabiler… butun dunyanın takdirine mazhar olmuş Musluman Turk alimleridir.

Turk tarihinde kultur hayatına buyuk onem verilmiş, devlet ve millet, devleti asırlarca ayakta tutacak, milleti mutlu edecek ellere teslim edilmiştir. Selcuklu vezirleri ilmi huviyetleri ile tanınmış kişilerdi. Divan uyeleri, vezirler ve devlet kademesinde gorev alacak kimseler alimler arasından secilirdi. Devletin politikası, ulemanın ilmi goruşlerine dayanıyordu. Alimler devlete, devlet alimlere sahip cıkmış, her yerde ilim yuvası acmak, kutuphane kurmak adet haline gelmişti.

Osmanlılarda Selcuklulardan devralınan miras devam ettirilmiştir. Alimler vergiden muaf tutulmuş, ilim yuvaları insan unsurunu yetiştiren yerler halinde calışmış, eser yazan ve tercume edenlere eserin ağırlığı kadar altın verilmiştir.

Alimler devlet adamlarının yanında yer almış, bir yandan halkla diyaloğu gercekleştirirken diğer yandan da hatalarından dolayı devlet adamlarını ikaz etmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu Osman Bey’in ilk veziri buyuk alim Alaaddin Paşa’dır. Daha sonraki vezirler de alimler arasından secilmiştir. Bu alimler her zaman padişahın yanında bulunur ve muşavir olarak vazife gorurlerdi. Padişah da onlara karşı bir kusur işlemez, onların onunde saygıyla eğilirdi.

c) TURKLERDE İLME VE İLİM ADAMINA SAYGI :

Turklerde ilerlemenin ve huzurlu yaşamanın teşvikcisi olan ilim, hicbir devirde ihmal edilmediği gibi ilim adamlarına da asla sırt cevrilmemiştir. İlim adamları her zaman buyuk kucuk her turk tarafından saygı goren insanlar olarak insanlığa hizmet etmişlerdir.

Osman Gazi, oğlu Orhan Gazi’ye vasiyetinde “Bilmediğin bir işe başlama. Bilmediğini alimlerden sor.“diyerek ilim ve ilim adamlarının terk edilmemesini emretmiştir.

Turklere Anadolu’nun kağılarını acan “Malazgirt fatihi Alparslan, bazı kaynakların iddia ettiği gibi, kultursuz bir hukumdar değildir. Ayrıca buyuk bir bilgin olan ve bir cok eserler veren Nizam-ul Mulk gibi bir vezire sahipti. 600.000 esere sahip olan Bağdat medresesi bu kulturlu vezir tarafından kurulmuş, Melik Şah da yine onun tarafından sıkı bir eğitimden gecmiştir. İmam-ı Gazali, Omer Hayam gibi duşunur ve şairler o devirde yaşamıştır. Butun Selcuk ulkelerinde kurulan İslam yuksek okullarında din derslerinin yanı sıra hukuk gibi sosyal, matematik, astronomi ve tıp gibi de fen dersleri okutulurdu. Sonunda Anadolu da bu ilim kervanına katıldı. (F.K. Kıenitz, Buyuk Sancağın Golgesinde : S.122)

İstanbul’un Fatihi buyuk Turk padişahının İstanbul’daki ilk işi de ilmi ele almak ve ilim yuvalarını yaptırmak oldu. Fatih Camiinin yanında “Sahn-ı Semen” denilen sekiz medrese yaptırdı. Kaynaklara gore Fatih, Sahn-ı Semen’de ilmi calışmaları izleyebilmek icin bir oda istedi. Medreseye tayin ettiği hocalar : “Bunları siz yaptırdınız ama size bir oda veremeyiz. Cunku talebe değilsiniz” dediler. Fatih imtihan edildi. İmtihanı kazandıktan sonra hayatı boyunca ilmi araştırma ve calışmaları o odada takip etti. Fatih’in hatırası icin bu oda icindeki minderi ve rahlesi ile beraber 1923 yılına kadar değiştirilmeden muhafaza edilmiştir.

Sultan Melikşah devrinde yoksulları, ilim adamlarını ve sanatkarları korumak icin bugunku Turk parası ile 360 milyon TL.sı konmuştu. Bu odeneği fazla goren Harbiye Nazırı Tacul mulk, Sultan Melikşah’a :

- Bu para ordu butcesine eklense Bizans surlarını acmak mumkun olur” demişti. Sultan Melikşah :
- Yoksulların ve ilim adamlarının korunması, Bizans surlarını acmaktan daha onemlidir” cevabını verdi.

Fatih’in babası Molla Gurani’yi hoca olarak tayin ettikten sonra eline bir değnek vermiş ve Manisa’da bulunan oğlu şehzade Mehmed’in yanına gondermişti. Değneği goren şehzade sordu :

- Bu değnek ne icindir ?

- Bunu devletlu baban verdi. Taki derse muhalefet edersen seni bununla cezalandıracağım.

Şehzade ilk once şaka zannetti. Bir gun derse iyi hazırlanmadığı icin dayağı yedi. Bunun icin Şehzade babasına şikayette bulundu. Padişah II. Murad, Molla Gurani ile anlaştı. Bir gun Şehzade Mehmedin yanında babasına da değnek kaldırınca II. Murat, Şehzade Mehmed’e donerek :

- Oğlum calışmaktan başka care yok, bak hocan beni de dovecek, demişti.

Bundan sonra Şehzade saygıda kusur etmedi. Yanına geldiğinde her defasında ayağa kalktı.

Fatih’in kendisini yetiştiren diğer hocası Akşemseddin’ e karşı gosterdiği saygı da dillere destandır. İstanbul’un fethi sırasında Fatih hocasının arkasında yurumuş Bizans halkı Akşemseddin’i padişah zannetmişti.

Kanuni, Suleymaniye Camiini yaptırırken temel taşını “Bu işe benden daha layıktır” diyerek buyuk alim Ebussuud Efendi’ye koydurtmuştur. Cami bitince de anahtarını teslim ederken Mimar Sinan’a “Bu camiyi sen yaptın, kapılarını ibadete acmak senin hakkındır” diyerek Camiyi ibadete Mimar Sinan’a actırmıştır.

Emir Sultan, Yıldırım Beyazıt’ın kızı Hundi Hatunla evlenmek istemiş ve Sadrazam Candarlı Ali Paşa’ya aracılık yapmasını rica etmiştir. Candarlı Ali Paşa :

- Sen fakir bir dervişsin. Soyunu ve haddini neden bilmezsin ? diyerek isteğini reddetmiş ve hakarette bulunmuştu. Hadise Yıldırım’ın kulağına gelmiş ve Veziri cağırarak :

- Lala, Şarkın en buyuk bilginine ziyade ayıp etmişsin. Biz de asalete onem veririz. Ancak ilmin de aliminde bir asaleti olsa gerektir. Biz ilim sahibi bilgini kendimize damat edinmeyi munasip buluruz, demiş ve kızını Emir sultan’a vermiştir.

Bursa’da Molla Fenari mahkemede Yıldırımın şahitliğini kabul etmemiştir. Yıldırım ise bu duruma itiraz etmemiştir.

Zenbilli Ali Cemali Efendi, Yavuz Sultan Selim’le konuşurken daima “Allah zalimleri sevmez” diyerek soze başlardı.

Yavuz Sultan Selim, İbni Kemal’i cok sever, onun sohbetlerinden ziyade hoşlanırdı. Birgun atları ile yolda giderken; İbni Kemal’in atının ayağından sıcrayan bir camur Yavuzun elbisesini kirletmişti. Yavuz’un asabiliğini bilen İbni Kemal telaşlandı. Yavuz :

- Uzulme hocam, ulemanın atının ayağından sıcrayan camur, bizim icin bir ziynettir.” Dedikten sonra yanındakilere donerek olunce bu camurlu elbisenin sandukası uzerine ortulmesini vasiyet etti.

Goruluyorki, bugun bazılarının iddia ettiği gibi Turk padişahları zalim, cahil, insanlar değildir. Bilakis ilmi, alimi seven, saygı duyan, ilim adamlarını yanlarından ayırmayan, ilim yuvaları kurarak ilmin gelişmesi icin calışan kimselerdi.

Araştırmacı Yazar
Mustafa OSELMİŞ

__________________