AhlÂk, AllÂh TeÂlÂ’nın biz kullarında gormekten rÂzı ve hoşnud olduğu guzel huylardan ibÂrettir. İnsanoğlunun en buyuk mazhariyetlerinden biridir. ZîrÂ;“AllÂh’ın ahlÂkı ile ahlÂklanınız.”(MunÂvî, et-TeÂrîf, s. 564) hadîs-i şerîfi mûcibince guzel ahlÂk, AllÂh’ın cemÂlî sıfatlarının, mu’min gonullerdeki tecellîleridir.

Bu bakımdan muhim bir kulluk vazîfemiz olan guzel ahlÂk sÂhibi olmak, AllÂh’a yakınlığımızın en bÂriz alÂmetlerinden biridir. Kulluk hayatımızın seviyesini taclandıran ulvî bir kıymettir.

İnsanın izzet ve haysiyetini teşkil eden ahlÂk, onun en belirgin kimliğini de ortaya koyar. Bu yuzden ahlÂk, mahlûkÂt icinde insanoğluna Âit ustun bir vasıftır.

KÂmil insan, bu imtihÂn Âleminde ilÂhî sanatın ince, zarif tezÂhurlerini taşıyan bir hilkat Âbidesidir. Erişilmez incelikler ve dibi gorulmez derinliklerin mustesn bir numûnesi olarak yaratılan insan nesli, bu yuksek kıymetini, ancak ahlÂkî değerlerle feyizlenmiş bir kulluk hayÂtı yaşamakla muhÂfaza edebilir.

AhlÂkın bir nevî mahfazası durumundaki kalb, nazargÂh-ı ilÂhî olmak gibi yuce bir şerefe mazhariyet istîdÂdıyla yaratılmıştır. HÂl boyleyken, insanoğlu ten planında ve nefsÂnî arzular peşinde bir omur surup kalb Âlemini ahlÂkî meziyetlerle tezyîn edemezse, insanlık ve kulluk haysiyetine ihÂnette bulunmuş, Hak katındaki yuce mevkiini heb etmiş olur. Bu ise, varlıklar icinde en guzel bir sûrette yaratılıp, ilÂhî tekrîm ile mustesn bir şerefe mazhar kılınan insanın, bu ulvî kıymetini dehşetli bir isrÂf ile ziyÂn etmesi demektir.

AhlÂkın gÂyesi; kişiye dÂim ilÂhî kameralar altında olduğu idrÂk ve şuurunu kazandırarak onu ham vasıflardan arındırıp İslÂm’ın ideal insan tipi olan “insÂn-ı kÂmil” hÂline getirmektir. NezÂket, zarÂfet, edeb, hayÂ, comertlik, şefkat, merhamet gibi yuksek hasletleri, tabiat-i asliye hÂlinde insanın ozune nakşedebilmektir. Bu bakımdan ahlÂk, dîn ve îmÂnın ayrılmaz bir parcası, hatt onun rûhu ve ozu mevkiindedir. Nitekim Âlemlere rahmet olarak gonderilen hidÂyet rehberimiz Peygamber Efendimiz (sallÂllÂhu aleyhi ve sellem) bu yuce vazîfesini:“Ben guzel ahlÂkı tamamlamak icin gonderildim.”(Muvatta’, Husnu’l-Hulk, 8) buyurarak hulÂsa etmiştir.

Demek ki, ahlÂkî guzelliklerden mahrum bir dînî hayat duşunulemez. AhlÂkî kıymetlerle tezyîn edilmeyen bir îman, mahfazasız bir mum ışığı gibidir ki, nefsÂnî ve şeytÂnî kasırgalar karşısında dÂim buyuk bir tehlike ve risk altındadır.

Bu itibarla, dînimizi ve îmÂnımızı guzel ahlÂk ile Âdeta mÂnevî bir zırh gibi muhÂfaza altına almak mecbûriyetindeyiz. Nitekim Fahr-i KÂinÂt Efendimiz (sallÂllÂhu aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîflerinde buyurmuşlardır ki:
“Cibrîl bana AllÂh TeÂlÂ’nın şoyle buyurduğunu soyledi:

«Bu dîn (yÂni İslÂm), ZÂtım icin secip rÂzı olduğum bir dîndir. Ona ancak
comertlik ve guzel ahlÂk yakışır. Musluman olarak yaşadığınız muddetce onu, bu iki hasletle yuceltiniz!»”
İşte guzel ahlÂk, dînî yaşayışta boylesine hayÂtî bir ehemmiyeti hÂizdir. AhlÂkî kıymetlerden habersiz bir yaşantı, hayÂtın hazin bir isrÂfı iken, bu kıymetlerden hisse almış nasipli kalbler ise îmÂnın hakîkî lezzet ve halÂvetini tatma bahtiyarlığına ermişlerdir. Nitekim şu hÂdise, guzel ahlÂkın, insanı îman ve hidÂyet iklîmine goturen mÂnevî bir kopru olduğunu ne guzel ifÂde etmektedir:

AshÂb-ı kirÂmdan Hakîm bin HizÂm adında guzel ahlÂk sÂhibi bir zÂt vardı. Aynı zamanda Hazret-i Hatîce vÂlidemizin akrabÂsından olan bu zÂt; son derece comert, muşfik, hayr u hasenÂt sÂhibi biriydi. CÂhiliye devrinde kızlarını diri diri gommek isteyen babalardan onları satın alır, hayÂta kavuşturur ve himÂye ederdi.

Birgun RasûlullÂh (sallÂllÂhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’e:
“–Ey AllÂh’ın Rasûlu! CÂhiliye devrinde yaptığım hayırlar var: Sadaka vermek, kole ÂzÂd etmek, sıla-i rahim yapmak gibi… Bunlara mukÂbil bana ecir verilir mi?”
diye sordu.

Peygamber Efendimiz (aleyhissalÂtu vesselÂm):
“–Sen zÂten, daha once yaptığın bu iyiliklerin hayrına İslÂm’la şereflendin!” buyurdu. (BuhÂrî, ZekÂt, 24; Muslim, Îman, 194-196)

Bu misÂlde olduğu gibi, guzel ahlÂkın ne muazzam bir bağ ile îmÂna irtibatlı olduğunu gosteren bircok numûneler vardır.

NezÂket, zarÂfet, rikkat-i kalbiyye, comertlik, merhamet gibi ahlÂkî kıymetlerin ulvî berekÂtı… Duşunmek gerekir ki Hak katında bu kadar buyuk bir değeri olan guzel ahlÂk, îman mahrumlarını, hayatta en buyuk nîmet olan îman ile şereflendirmeye vesîle olursa, kim bilir îman ehlini ne ulvî mertebelere nÂil kılar…

Diğer taraftan ahlÂkî kıymetlerde isrÂfa suruklenmek, toplumların yozlaşmasına, netîcede de buyuk felÂketlere dûcÂr olmasına zemin hazırlar. Bu ise buyuk bir Âhiret husrÂnıdır. Fert ve toplumların huzur ve selÂmeti; guzel ahlÂk sÂhibi, yÂni dindar, vatanperver, zarif ve ince ruhlu bir nesil yetiştirmekle mumkundur.
Zîr Muhammed İkbÂl’in dediği gibi;“Musluman, dunyÂnın gidişÃ‚tından sorumludur.”
Bu bakımdan Rabbimiz, haddi aşarak israf cılgınlığına duşenlerin yoluna uymaktan bizleri nehyetmektedir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“İsrafcılara uyma! Onların işi gucu yeryuzunde fesat cıkarmaktır. Yeryuzunun ıslÂhı icin ise hicbir gayrette bulunmazlar.” (eş-ŞuarÂ, 151-152)

Diğer bir Âyet-i kerîmede de şoyle buyrulur:
“Mu’minler arasında hayÂsızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, duny ve Âhirette can yakıcı bir azap vardır.” (en-Nûr, 19)

AhlÂkî kıymetlerin başında gelen hay ve edeb nîmetlerinden mahrûmiyet,dîn ve îmandaki zÂfiyet ve noksanlıktan kaynaklanır.Efendimiz (aleyhissalÂtu vesselÂm): “Hay îmandandır.” (BuhÂrî, Îman, 3) buyurarak bu ahlÂkî kıymetin, îmanla muhim bir alÂkasının bulunduğunu beyÂn etmiştir. Buna gore hayÂsızlık gibi ahlÂksızlıkların toplumda yayılmasını isteyenler, o toplumun îmÂnına karşı en buyuk cinÂyeti işlemiş olurlar. HÂlbuki butun hak dinlerin temel hedefi, tevhîd inancını yeryuzune hÂkim kıldıktan sonra guzel ahlÂk ile yoğrulmuş sağlam bir ictimÂî bunye tesis etmektir.

AhlÂksızlık ve azgınlık sebebiyle yaşanmış nice ilÂhî intikam tecellîlerine şÃ‚hid olan duny tÂrihi, idrÂk sÂhipleri icin ibret sahneleriyle doludur. Bunu gormek icin yeryuzunde ibret nazarıyla dolaşmak kÂfîdir.

Âyet-i kerîmede buyrulur:
“(Rasûlum! Sana karşı cıkanlar) hic yeryuzunde dolaşmadılar mı? Zîr dolaşsalardı, elbette duşunecek kalbleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gercek şu ki gozler kor olmaz, lÂkin goğusler icindeki kalbler kor olur.” (el-Hac, 46)

Toplumların ahlÂksızlıkta haddi aşarak israf cılgınlığına duşmeleri, dunyÂnın butunuyle helÂki demek olan kıyÂmetin alÂmetlerindendir. Bu da, ahlÂkî kıymetlerdeki isrÂfın helÂk edici vasfını sergilemektedir. KıyÂmete yakın meydana gelecek ahlÂksızlık ve haddi aşmalar, bircok hadîs-i şerîfte şoyle haber verilmektedir:
“İnsanlar uzerine oyle bir zaman gelecek ki, butun endişe ve gayretleri karınları (mîde ve şehvetleri) icin olacaktır; şerefleri, malları ile olculecektir; kıbleleri kadınları olacaktır; dinleri de dirhem ve dinarları olacaktır. İşte onlar mahlûkÂtın en şerlileridir. Onların AllÂh katında hicbir nasipleri yoktur.” (Ali el-Muttakî, Kenzu’l-UmmÂl, XI, 192/31186)

“Oyle bir zaman gelecek ki, kişi helÂlden mi haramdan mı kazandığına aldırmayacak!” (BuhÂrî, Buyû; 7)

“Oyle bir zaman gelecek ki, doğru soyleyenler yalanlanacak, yalancılar ise doğrulanacak. Guvenilir kimseler hÂin sayılacak, hÂinlere guvenilecek. İnsanlardan şÃ‚hitlik etmeleri istenmediği hÂlde şÃ‚hitlik edecekler, yemin etmeleri istenmediği hÂlde yemin edecekler.” (TaberÂnî, XXIII, 314)

“Oyle bir zaman gelecek ki, insanlar emr-i bi’l-ma‘rûf ve nehy-i ani’l-munker’de bulunmayacaklar. (YÂni iyiliği ozendirmeyecek,kotulukten de sakındırmayacaklar.)”(Heysemî, Mecmau’z-ZevÂid, VII, 280)

Yine birgun Rasûl-i Ekrem (sallÂllÂhu aleyhi ve sellem) Efendimiz:
“–İnsanlar uzerine oyle bir zaman gelecek ki, o vakit mu’minin kalbi tuzun suda eridiği gibi eriyecek!” buyurdu.
“–Nicin eriyecek y RasûlallÂh?”diye sorulduğunda:
“–Kotulukleri gorup de onları değiştirmeye guc yetiremediği icin.” buyurdu. (Ali el-Muttakî, Kenz, III, 686/8463)
AbdullÂh bin Omer (radıyallÂhu anh)’ın şu rivÂyeti de, ahlÂkî kıymetlerde yaşanan zaaf ve israfların nasıl bir helÂk sebebi olduğuna dÂir bÂriz bir misÂldir:

“RasûlullÂh (sallÂllÂhu aleyhi ve sellem) bize yonelerek şoyle buyurdu:
«Ey MuhÂcirler cemaati! Beş şey vardır ki, onlarla mubtel olduğunuzda, ben sizin o şeylere erişmenizden AllÂh’a sığınırım. Onlar şunlardır:
1. Bir milletin icinde zinÂ, fuhuş ortaya cıkıp nihÂyet o millet bu sucu alenî olarak işlediğinde, mutlaka aralarında veb salgını ve daha onceki milletlerde vukû bulmamış başka hastalıklar (Aids vs.) yayılır.
2. Olcu ve tartıyı eksik yapan her millet mutlaka kıtlık, (bereketin kalkması) gecim sıkıntısı ve başlarındaki hukumdarların zulmu ile cezÂlandırılır.
3. Mallarının zekÂtını vermekten kacınan her millet mutlaka yağmurdan mahrum bırakılır (kuraklıkla cezalandırılır. HattÂ) hayvanları olmasa onlara hic yağmur yağdırılmaz.
4. AllÂh’ın ahdini (emirlerini) ve Rasûlu’nun sunnetini terk eden her milletin başına mutlaka AllÂh kendilerinden olmayan bir duşmanı musallat eder ve duşman o milletin elindekilerden bir kısmını alır.
5. İmamları AllÂh’ın KitÂbı ile amel etmeyip AllÂh’ın indirdiği hukumlerden işlerine geleni sectikce, AllÂh onların hesÂbını kendi aralarında gorur.»” İbn-i MÂce, Fiten, 22; HÂkim, IV, 583/8623)

CenÂb-ı Hak, biz kullarını bu hÂllere duşmekten sakındırmak uzere Kur’Ân-ı Kerîm’de nice îkazlarda bulunmuş ve:
“İnsan hicbir soz soylemez ki yanında onu gozetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” Kaf, 18) buyurarak başıboş bırakılmadığımızı, yaptıklarımızın surekli tÂkip edildiğini bildirmiştir. Boylece bizleri kalbî bir teyakkuza dÂvet etmiş, davranışlarımızda ilÂhî hudutlara riÂyet etmemizi, aşırılıklardan, azgınlıklardan, ifrat ve tefritten, boş şeylerle meşgul olup omru isrÂf etmekten kacınmamızı murÂd eylemiştir. Nitekim davranışlarda olculu olmayı emrederek guzel ahlÂkı oğutleyen pek cok Âyet-i kerîme bulunmaktadır.
Bunlardan ikisi şoyledir:
“O kimseler ki boş soz ve işlerden yuz cevirirler.”(el-Mu’minûn, 3)
“Yuruyuşunde tabiî ol ve sesini alcalt! Unutma ki seslerin en cirkini merkeplerin sesidir.” (LokmÂn, 19)

Hakîkaten insanı ahlÂkta isrÂfa dûcÂr eden başlıca davranış şekillerinden biri de “kabalık”tır. İncelik ve nezÂket gibi ahlÂkî guzellikleri terk etmek olan kabalık, Âyet-i kerîmede bildirilen merkep misÂlinde olduğu gibi, neredeyse beşerî fıtratı inkÂr ve insÂnî hasletlere ved etmek gibidir.

İnsana yakışan konuşma uslûbu -Kur’Ânî ifÂdeyle- “kavl-i leyyin”1, yÂni yumuşak bir lisandır. CenÂb-ı Hak, Mûs (aleyhisselÂm)’ı Firavun’a gonderirken, ona karşı bile yumuşak bir lisÂn kullanmasını emretmiştir.
Yine Rabbimiz:
“Kullarıma soyle, en guzel sozu soylesinler!” (el-İsrÂ, 53) buyurarak insanlara hitÂb ederken nezÂket olculerine riÂyet etmemizi fermÂn eylemiştir.
Peygamber Efendimiz (sallÂllÂhu aleyhi ve sellem)’in şahsında bizlere bir nezÂket olcusu beyÂn etmek uzere diğer bir Âyet-i kerîmede de şoyle buyurmuştur:
“AllÂh’ın rahmeti sÂyesinde Sen insanlara yumuşak davrandın. ŞÃ‚yet kaba ve katı yurekli olsaydın, onlar etrÂfından dağılıp giderlerdi.” (Âl-i İmrÂn, 159)

Diğer taraftan, her hususta olduğu gibi ahlÂkî davranışlarda da îtidÂle riÂyet etmek şarttır. Aksi takdirde îtidÂl kıvÂmında makbûl olan bircok ahlÂkî davranış, aşırılıkla, yÂni isrÂf ile îf edildiğinde kişiyi ifrat ve tefrite suruklemektedir.

Mesel guzel ahlÂka Âit bir davranış olan “tevÂzû”da aşırıya kacarak dolaylı bir ovunme hÂline burunmek de tevÂzûnun isrÂfıdır. Hakîkaten bÂzı insanlar, kendileri hakkında “mutevÂzî” dedirtmenin nefsÂnî tatminkÂrlığı maksadıyla mutevÂzî bir tavır takınırlar. Bu samîmiyetsiz ve riyÂkÂr hÂl, aslında “tevÂzûnun fahrı”ndan, yÂni tevÂzû kisvesi altında ovunmekten ibÂrettir. Bunun zıddına, mutevÂzî olmaya calışırken tefrite suruklenmek, yÂni kibir sÂhibi bir şahsın karşısında aşırı tevÂzû gostererek zillete duşmek de ahlÂkın diğer bir isrÂfını teşkil eder.

Yine vakÂrı muhÂfaza adına gurura kapılmak, beşerî munÂsebetlerde, dostluklarda ve bilhassa Âile hayÂtında samîmiyetin olcusunu kacırıp lÂubÂlîliğe dûcÂr olmak gibi taşkınlıklar, ahlÂkî davranışların aşırılığından, yÂni isrÂfından doğan bir ziyanlıktır. Demek ki ahlÂkî davranışlarda olculu olmak, kime hangi dozda iyilik yapacağını ayarlamak da, ahlÂkta isrÂfa duşmemek icin şarttır.

MeselÂ, AllÂh Rasûlu (sallÂllÂhu aleyhi ve sellem), engin bir incelik ve hassasiyet gostererek, kole ve hizmetcilere hitÂb husûsunda şoyle buyurmuştur:
“Sizden hicbir kimse «kolem, cÂriyem» diye hitÂb etmesin. Hepiniz AllÂh’ın kullarısınız. Kadınlarınızın da her biri AllÂh’ın kullarıdır. Onlara hitÂb edecek olan kimse; «oğlum, kızım, yiğidim» diye seslensin.” (Muslim, ElfÂz, 13)

Buna mukÂbil, fısk u fucûr ile kalb Âlemini zÂyi eden ve gazab-ı ilÂhîyi uzerine celbeden kimselere de derecelerine gore hitÂb etmeyi emrederek:
***“MunÂfığa, «efendi» demeyiniz. Eğer onu efendi kabul edecek olursanız, Azîz ve Celîl olan Rabbinizin kızgınlığını uzerinize cekmiş olursunuz.”***buyurmuştur. (Ebû DÂvûd, Edeb, 83; Ahmed bin Hanbel, V, 346)

Demek oluyor ki, beşerî munÂsebetlerde tevÂzû, nezÂket gibi olculeri numarasız gozluk gibi her yerde aynı tarz ve olcude kullanmak, ahlÂkta isrÂfa duşmektir. Zîr lÂyığına muhabbet, mustahakkına husûmet beslemek ve bunun gerektirdiği gibi davranmak, ahlÂkî bir zarûrettir. Muhim olan, her hususta olduğu gibi ahlÂkî hususlarda da ilÂhî olculere riÂyet ederek îtidÂl dengesini muhÂfaza edebilmek ve boylece olgun bir mu’min karakteri sergileyebilmektir.

Peygamber Efendimiz (sallÂllÂhu aleyhi ve sellem), bizzat kendi hayÂtında İslÂm ahlÂkını buyuk bir nezÂket ve zarÂfet uslûbuyla yaşamış ve ummetine bu incelikleri usve-i hasene (en guzel bir ornek) olan yuce şahsiyetiyle telkin etmiştir. Nitekim Efendimiz (aleyhissalÂtu vesselÂm), bir topluluktaki suclu şahsı bilse bile o kişinin ayıbını yuzune vurmamış, muhÂtabının hatÂsını ona yakıştıramadığını îm etmek icin de; “Bana ne oluyor ki ben sizi boyle goruyorum.” BuhÂrî, MenÂkıb, 25; Muslim, SalÂt, 119) buyurarak galat-ı ru’yeti kendisine izÂfe etmiştir.

Yine bu incelik dolu terbiyevî metodun bir tezÂhuru olarak, birgun mescidde bir yellenme kokusu duyunca, Efendimiz (aleyhissalÂtu vesselÂm);“Deve eti yiyenler abdest alsın.”buyurmuş, boylece kusurlu şahsı kucuk duşurmemek icin onu belirsiz hÂle getirip butun topluluğu o kusurdan sakındırmıştır. YÂni bir kişinin gayr-i ihtiyÂrî meydana gelen bir ayıbını ortmek icin oradaki butun ashÂbına yeniden abdest aldırmıştır.2

Zîr nebevî ahlÂk, dÂim merhametli, nÂzik, ince ruhlu ve rikkat-i kalbiyye sÂhibi olmayı telkîn ediyordu. Bu yuzdendir ki, AllÂh Rasûlu (sallÂllÂhu aleyhi ve sellem), kendisine colden gelen kaba insanların defÂlarca; “Ey Muhammed! Ey Muhammed!” diye bağırmalarına mukÂbil her defÂsında onları hoş gorur ve yumuşak bir uslûpla;Buyrun, arzunuz nedir?”diye karşılık verirdi. (Muslim, Ebû DÂvûd)

Bu bakımdan, hatÂlı insanları îkaz ve irşad gibi fazîletli amellerde de, muhÂtapların idrÂk seviyesini hesÂba katmak ve bilhassa bu nebevî nezÂket ve ÂdÂba riÂyet etmek îcÂb eder.

Ote yandan guzel ahlÂkın en muhim tezÂhurlerinden olan “comertlik” ve “infak” gibi fazîletlerde de usûl ve ÂdÂba riÂyet etmek, pek muhim bir şarttır. Aksi hÂlde bir iyilik yaparken başa kakmak, minnet altında bırakmak, gonul kırmak, gurura kapılmak gibi kalbî galatlar, bu hayırların ecrinin zÂyî olmasına, dolayısıyla o fazîletlerin isrÂfına sebebiyet verir.Bunun icindir ki ecdÂdımız, yaptıkları hayırlarda bir ahlÂk zaafına duşmemek icin kÂbına varılmaz bir hassÂsiyet sergilemişlerdir:

EcdÂdımız,akıl hastalarının bile insanlık haysiyetini korumak icin boyle kimselere “muhterem Âcizler”diye hitÂb etmiş, toplumdan dışlanan cuzzamlılara merhamet elini uzatarak onlara “miskinler tekkesi” adı altında barınacakları mekÂnlar hazırlamışlardır.

Yuksek hay ve vakÂrından dolayı başkalarına ihtiyÂcını arz edemeyen yaşlı ve kimsesiz hanımların onurunu korumak icin de vakıflar kurmuşlardır. Bu ihtiyar hanımlara, temizlenmiş, yıkanmış, taranmış yun temin etmişler, onların eğirip iplik hÂline getirdikleri bu yunleri, dolgun ucretlerle geri alarak bu yaşlı hanımlara ellerinin emeğiyle gecinme imkÂnı sağlayıp onları onure etmişlerdir.

Sadaka verenle alanın birbirine mechul kalmasını temin maksadıyla cÂmilerde “sadaka taşları”ihdÂs etmişlerdir.

Muhtaclara dağıtılacak yemekleri, onların gonullerini incitmemek icin kapalı kaplarla gece karanlığında tevzî etmişlerdir.

BezmiÂlem VÂlide Sultan, kaba ve gorgusuz kimselerin yanında calışan hizmetkÂrların kırdıkları veya zarar verdikleri eşy yuzunden azarlanıp haysiyetlerinin rencide edilmemesi icin onların zararını tazmin eden bir vakıf kurmuştur.

Zîr AllÂh TeÂlÂ, kullarının hor gorulmesine ve nazargÂh-ı ilÂhî olan gonullerinin incitilmesine rÂzı gelmez. Bunu cok iyi idrÂk etmiş olan mubÂrek ecdÂdımızın, İslÂm ahlÂkını yaşarken sergiledikleri edeb, nezÂket, zarÂfet ve hassÂsiyet, bizler icin mukemmel numûnelerdir.

Ayrıca, hac ve kurban ibÂdetleriyle feyizlenen mubÂrek gunleri idrÂk etmekte olmamız vesîlesiyle şunu da hatırlatalım ki, butun ibÂdetler gibi hac ve kurban da, guzel ahlÂkı kemÂl hÂlinde yaşamayı telkîn eder.

Hac, ihtiv ettiği vazîfeler itibÂriyle, insanı kÂmil bir ahlÂka, bunun icin de kalbî hassÂsiyetlere yonlendirir. Cunku bu nÂzik ibÂdet; av avlamamak, avcıya avı dahî gostermemek, yeşil bir dal koparmamak, AllÂh’ın mahlûkÂtını incitmemek gibi kalbî rikkat ve hassÂsiyet tezÂhurleriyle doludur. Yine ihramlı iken yersiz munÂkaşalara, refes, fısk ve cidÂle yer yoktur.3 Yalnız Yaratan’dan oturu yaratılanlara muhabbet, af, merhamet, nezÂket ve bilhassa gonul kırmama zarûreti vardır.

Kurban kesmekten asıl maksat da, kurbanın mÂnÂsındaki ilÂhî hikmetlerden nasîb alarak ÂgÂh bir gonulle, yÂni AllÂh’a teslîmiyet ve takv ile dolu rakik bir kalb ile kulluk edebilmektir.
Nitekim CenÂb-ı Hak buyurur:
“(Kurbanların) ne etleri, ne de kanları AllÂh’a ulaşır. AllÂh’a ulaşan, ancak takvÂnızdır...” (el-Hac, 37)

VelhÂsıl, Rabbimiz butun hayÂtımızı guzel ahlÂk dÂiresi icinde, hassas bir yurekle ve insanlık haysiyetine yaraşır bir şekilde yaşamamızı emretmektedir. Zîr CenÂb-ı Hak, ahlÂkî meziyetleri insana ikrÂm etmiştir. Diğer mahlûkÂt icin ahlÂk mevzubahis değildir. HÂl boyle iken insanın bu meziyetini heb ederek diğer mahlûkÂta benzemesi ve hatt onlardan daha şaşkın bir hÂle duşmesi, insanlık şerefi adına ne acı bir kayıp ve ne fecî bir israf cılgınlığıdır!..

Rabbimiz, bizleri her turlu fenÂlıklardan ve Âhiretimizi heb edecek israflardan muhÂfaza buyursun! Rasûl-i Ekrem (sallÂllÂhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in fem-i muhsinlerinden sÂdır olan şu duÂların berekÂtından gonullerimizi hissedÂr eylesin:
“AllÂh’ım! Yaratılışımı guzel kıldığın gibi ahlÂkımı da guzelleştir!”
“YÂ Rabbî! Beni ahlÂkın en guzeline ulaştır! Şuphesiz ona ulaştıracak olan ancak Sen’sin!”4
Âmin!

Dipnotlar:
1 Bkz. TÂhÂ, 44.
2 Nitekim Peygamber Efendimiz’in bu uygulamasındaki nezÂket hikmetini sezemeyip hÂdiselerin sırf zÂhiriyle yetinen ZÂhiriye Mezhebi’nde “deve eti yemenin abdesti bozduğuna” hukmedilmiştir.
3 Bkz. el-Bakara, 197.
4 İbn-i Hacer, Fethu’l-BÂrî, X, 456.


Kaynak=ALtınoLuk_Osman Nuri TOPBAŞ

__________________