-Bitkisel hayat nedir?

Beyin fonksiyonları tamamen kaybolmuyor. Solunum fonksiyonu calışıyor ama bilinc kapalı. Bu noktada kişi artık bakım hastasıdır. Hayattadır. Normalleşme olasılığı hakkında biz bir oran veremeyiz. Basında duyuyoruz, ‘yıllar sonra uyandı’ diye. Tek tuk boyle vakalar yaşanır. İyi bakım cok onemli. Cunku hasta susadığını, acıktığını soyleyemez, pozisyonunu değiştiremez. Duzgun bakılır ve enfeksiyon kapmazsa uzun yıllar yaşayabilir. Bu tip hastalar ekstra sağlık problemi yoksa yoğun bakımdan cıkarılır.



-Bunun sebebi yoğun bakım yatak sayısının azlığı mı? Standart bir uygulama mı?

Evde kullanılabilecek ev tipi solunum cihazları var. Devlet bunları ucretsiz veriyor. Biz rapor duzenliyoruz. Onunla eve cıkıyor hasta. Bugunku ekonomik şartlarda Avrupa’da da insanlar yıllarca yoğun bakımda tutulmaz. Cok kıymetli yoğun bakım yatağını sırf solunum desteği icin birine bağlamazlar. Bunun ekonomik boyutunu bırakın, insani tarafı da var. Gercekten ihtiyac sahiplerine buyuk haksızlık yaparız. ‘Hastanın yoğun bakıma ihtiyacı var mı yok mu?’ sorusu cok onemli. Varsa zaten hastamızdır. Mesela hastanın solunum desteği dışında; akciğer problemi mevcut, kalp damar sistemi yeterince duzelmemiş, tansiyonu problemli. O, eve cıkarılmaz. Hastanın ihtiyacı bittiği noktada hazırlıklarını yapıp aileye eğitim vererek taburcu ediyoruz. Bunlar aslında yatalak hastalar. Bir kısmı bitkisel hayatta. Bazısı da fonksiyonları gelişebilecek duzeyde. Coğu yaşlı..

-Peki beyin olumu nedir? Bu kanaate nasıl varılıyor?

Tıbben de dinen de bir insanın beyni olduğunde o insan vefat etmiş kabul ediliyor. Bu cok tartışılan bir konu. Din adamları ‘Kalbi calışıyor, olmedi’ diyor. Herkes cıkıp kendi bakış acısından yorum yapıyor. Ne ayet ne de hadislerde olumun net bir tanımı var. Dolaylı olarak sonuca ulaşmamız lazım.

-Bu konuyu dinî acıdan da araştırdınız mı?

Epeydir olumle yakından ilgileniyorum. Net bir kanaatim var. Bazı din adamları kalbi on plana almış. Kalp calışmasının insan hayatı icin yeterli olmayacağını cok kolay izah edebilirim. Din adamlarının yeterince bilgilendirilmediğini duşunuyorum. Organ nakli icin de ‘İnsan vucudu mukaddestir’ duşuncesinden yola cıkıyorlar. HÂlbuki bunların hicbiri bahsettikleri gerceği değiştirmiyor. Mukaddes elbette. Hesap gunu meselesi var bir de. ‘Benim organım başkasına gitti, onun hesabı nasıl alınacak?’ deniyor. Allah’ın kudretinden haric midir? Her ikisinden ayrı ayrı alır Yaradan. Sen olmuşsun. Organlara bağlı değilsin. Ruh var. Her şey onda gizli. ‘Ahiret gununde nasıl dirileceğim!’ diye duşunuyorlar. Bunun hesabını niye yapıyorsun, Allah’a bırak. O her şeyin en guzelini bilir. Dinî boyut vicdanla da alakalı. İşin tıbbi boyutunu cok iyi anlarsak aslında dinî boyut da netleşecek. Tum kafa karışıklıklarının sebebi bu.

-Tıbbi boyutundan başlayalım o zaman…

Beynin olmesi kişide herhangi bir hayat emaresinin kalmaması demek. Burada bircok doktor arkadaşımızla bile celişiyoruz. Kanıta dayalı tıpcılığı kenara bırakıp vicdanlarını on plana cıkarıyorlar. O yuzden ‘acaba’ diyorlar. Konu acabalara meydan vermeyecek kadar net. Bu kararı vermek icin yaptığımız bir suru test, uygulama var.

-Bu test ve uygulamaları ayrıntılı şekilde anlatabilir misiniz?

Hasta zaten hergun bizim takibimizde gunde en az 2-3 kez muayeneleri oluyor. Ağrılı uyaran cevapları, refleks muayeneleri, goz bulguları gibi yaptığımız testler var. Mesela goz takibi cok onemli. Kornea refleksi diye bir şey var. Pamuğun ucunu goze değdirdiğinizde kırpma gercekleşir veya goz bebeğine ışık verirseniz kuculur. Burada iki yonlu bir olay var. Işık goze girer, sinir beyne iletir, beyin algılar ve ışığın fazla olduğuna karar verip goze kasıl-kucul diye emir gonderir. Bu neyi gosteriyor? Bilgi gitti, geldi, beyin calışıyor. Ağrılı uyarana karşı bir cevap var vucutta. İnsanın tırnak ucları mesela acıya cok duyarlıdır. Biz var gucumuzle bastırırız. Ağrı verdiğinizde yuz buruşturma refleksi ortaya cıkar. Komadaki hasta bile bunu yapabilir. Ama beyin olumu varsa bunların hicbirine cevap alamazsınız. Ağrılı uyarana tepki vermeyen hasta zaten solunum cihazına bağlıdır. Gunluk takiplerde solunum gayretine de bakarız. Hastanın aldığı hafif nefesin bile kaybolduğunu goruruz, goğuste en ufak hareket yoktur. O zaman şuphelenip, ‘Beyin olumu gercekleşti mi acaba?’ diyoruz.

Aslında en başta şunu değerlendirmek lazım; bu hasta buraya neden geldi? Trafik kazası, ciddi kafa travması yaşamış, beyni paramparca olmuş, resmen akıyor ya da beyin kanaması olmuş vs. Yani sebepler cok sağlam. Bir kanaat oluşuyor ‘muhtemel beyin olumu gercekleşti’ diyorsun ve testlere başlayarak rutinin dışına cıkıyorsun. Kulak icine soğuk su veriyoruz. Goz hangi kulaktan verdiyseniz o tarafa doğru hareket eder. Ama cevap alamıyorsunuz. Başı aniden cevirdiğiniz zaman normalde goz bebeği sabit kalmaz. Hasta taş bebek gibi bakıyor. Bu testler bizim icin cok guclu kanıtlar. Cunku hepsi ana reflekslerdir. Ondan sonra solunumun da olmadığını goruruz. Beyin olumu klinik tanıdır aslında. Yani laboratuar ya da goruntuleme sistemine ihtiyac duymadan doktor muayene ile kanaate varabilir.

Ancak bu tanıyı destekleyecek bir suru yardımcı test geliştirilmiş. En yaygın kullanılanları EEG, Transkraniyal Dopler Ultrasonografi, Beyin Anjiografisi ve Tomografilerdir.

Bu testlerle şu doğrulanır: Beyinde kan akımı yoktur veya beyinde herhangi bir elektriksel aktivite bulunmamaktadır. Bunlar beyin olumu icin cok ciddi kanıtlardır. Ayrıca yaptığımız cok onemli bir test daha var. O da solunum fonksiyonunun olmadığını kanıtlayan Apne Testi. 8 dakika boyunca uygulanır ve hastada hicbir solunum gayretinin olmadığını, goğuste hicbir hareketin bulunmadığını, hic kıpırdamadığını gozlemleriz. Ufacık nefes aldığını duşundurecek bir hareket gorsek testi sonlandırırız. Bu durumda; beyin olumu gercekleşmiştir diyemeyiz.

Aşamalar o kadar cok ki. Hicbir şekilde nefes almasa da beyin olumunu yuzde yuz kanıtlamaz. Testin sonunda kan gazı analizi dediğimiz atardamardan aldığımız kanın oksijen ve ozellikle karbondioksit değerlerine bakarız. Bunlar cok onemlidir. Cunku karbondioksit gazının kandaki değeri 60 mmHg’ nın ustune cıktığında normalde solunum merkezi uyarılır, ‘Karbondioksit arttı’ diyerek akciğerlerdeki diyafram kasına ‘nefes al’ emri gonderilir. Hasta nefes alır. Ama eğer beyin olduyse karbondioksitin yuksekliğini algılamadığı gibi emir de gonderemez.

Bu en guclu, kesin testtir. Bunu da kayda geciririz. Apne testi pozitiftir diye. Bu beyin kesin oldu demektir. Karbondioksit 60 mmHg’nın altında ise negatiftir. Bir sure sonra testi tekrarlamamız gerekir. Ek testlerden en az biri kesinlikle yapılır. Vicdanen de rahat ettiriyor bizi. ‘Beyin olumu gercekleşmiştir’ raporuna imza atacaklar arasında anesteziyoloji ve reanimasyon, noroloji, noroşirurji (beyin cerrahi) ve kardiyoloji uzmanı bulunuyor.

Butun uyelerin beyin olumune kanaat getirmesi gerekiyor. 3’u imza attı, diğeri henuz tatmin olmadı ise ek testlere devam edilir. Bu cok ciddi bir durumdur. Eğer herkes imzaladıysa belge İl Sağlık Mudurluğu’ ne gonderilir. Sonrasında da hastanın ailesine beyin olumunun gercekleştiği bildirilir.

-Organ nakli işlemleri bu aşamadan sonra mı başlıyor?

Organ konusu yok hemen. O benim işim değil. Hasta makinelere bağlı kalıyor. Beyin olumu gercekleşse de organlara sağlıklı kalmaları icin bakmamız lazım. Donor bakımı dediğimiz bir şey var. Eğer aile ‘vereceğiz’ diyorsa butun Turkiye’den toplanıp ekipler geliyor. İzmir, Antalya ya da Erzurum. Hangi şehirde ve insandaysa sıra. Ailenin onayı Sağlık Bakanlığı ekibine hemen bildirilse de ancak akşam toplanabiliyorlar. Gece ameliyathanede alıp organları gidiyorlar. O sure zarfında biz damardan ilaclarını, besinini veriyor, tansiyonunu dengede tutuyoruz.

-Aslında kafa karışıklığı da burada başlıyor. Kişi olmuş ama besine kadar bir suru takviye verilmeye devam ediliyor…

Hayat değil onun adı. Organ nakli icin boyle yapılması gerekiyor. Vucudun beyin dışındaki butun ihtiyaclarını karşılıyoruz. Cunku hucreler calışıyor. Dinî tartışmalar da oradan cıkıyor. ‘Hucreler calışıyorsa ruh vardır’ deniyor mesela. Bitkide de hayat var ama ruh yok. Cok araştırdım, benim hekim olarak da inancım, beyin oldu mu ruh gidiyor.

Şoyle bir şey var arka planda. Biz bahsettiğim testleri yaparken organ nakli koordinasyon merkezinden koordinator istiyoruz. O, evrak işlerini, organların tetkiklerini hızlıca yapıp organizasyonu gercekleştiriyor. Beyin olumunu deklare ettikten sonra hasta yakınlarının acılarını yaşamalarına 2-3 saat kadar izin veriyoruz. Koordinator aileyi topluyor. Sağlık Bakanlığı’nın gorevlisi olduğunu soyluyor. Aile kabul etmezse tum bunlar işleme konmuyor. Ama biz beyin olumu gercekleştiği andan itibaren nakil yapılacakmış gibi calıştırıyoruz bedeni.

-Ne kadar zamanda nakil gercekleşmesi gerekiyor?

Oyle kesin bir zaman yok aslında. Mumkun olduğunca acele ediliyor ama beyin olumune onay verecek 4 hekimin toplanması, testlerin yapılması zaman alıyor. Ama 1-2 gun kadar vaktimiz var.

-Aile kabul etmediğinde ne oluyor?

Yasa fiş cekmeye izin vermiyor, ‘tedaviye devam edin’ diyor. Hem olmuş hasta, hem de tedavi uyguluyorsunuz. Bu bir celişki ama kurallara uymak durumundayız. Aile bağışı kabul ettiğinde ameliyathaneye indiriyorsunuz, organları alıyorsunuz, işlem bittikten sonra da fişi cekip morga yolluyorsunuz.

-Beyin olumu gercekleşen kişi fişe takılı ne kadar kalabiliyor?

Kalbi durana kadar. Yasa ‘sonuna kadar bekleyeceksin’ diyor. Dunyada rekor 21 gun. Mesela Cerrahpaşa Tıp Fakultesi’nde 14 gun hamile bir kadının vucudunu ek desteklerle idame ettirmişler. Beyin olumu gercekleşmiş ama vucudu calıştırıyorlar ki dolaşım olsun, bebek yaşayabilecek kadar gelişsin anne karnında. Vakti gelince bebeği alıyorlar. Ameliyathanede artık annenin kalbi duruyor.

-‘Hasta oldu’ diyorsunuz ama bir yandan da vucut fonksiyonları bir sure daha calışabiliyor. Bu nasıl bir şey?

İşin sırrı burada aslında. Şimdi ‘vucudu beyin idare ediyor’ demek sadece bilinc duzeyinde değil aslında. İnsanın tum bedenini dengede tutan hormonlar var. Bunların merkezî idaresi beyin. Beyinden bu hormonların salgılanmasını sağlayan hipofizden gelen hormon duzeyinde emirler var. Hormon geliyor, bobrek ustu bezini uyarıyor. Bobrek ustu bezi de yine hormon uretiyor. Bobrek ustu bezinin, troit bezinin kendilerine ait ufak depoları var. Yani beyinden emir gelmese de o depolar bir sure daha idare ediyor. İşte o sure, bu sure. O depolar bitince destek verseniz de calışmıyor organlar.

Bunu bir tartışma konusu olarak değil de Allah’ın bir nimeti olarak gorebilirsiniz. Organ nakli icin. Bu boyutlarıyla neden bakmıyoruz ki? Mesela meslektaşlarımız bebeği kurtarmak icin ne yapmışlar? Ekstra hormon takviyesi vermişler, beyin hormonlarının taklidini yaptırarak idare etmişler durumu. Nihai şekilde bunu yapamazsınız. İnsan vucudu cok mukemmel bir sistem. Hormonları yeterince, dengeli, dışarıdan veremezsiniz.

Acaba bir vucudu ne kadar idame ettirebiliriz diye bir calışma da yapılmamış hic. Aile organları vermediğinde genelde depolar 5-6 gun icinde bitiyor. İlac verseniz de vucut artık cevap vermiyor. Ama vicdanen, psikolojik acıdan aile kabullenmiyor, hÂl umit ediyor. Oysa bunun donuşu yok.

Şoyle duşunun; biri vefat etti, cesedi morgdan alındı, hazırlıklar yapıldı ve tabuta konup cami avlusuna getirildi. Hic insanlar bu durumda “Allah’tan umit kesilmez.” der mi? Beyin olumu de boyle bir şey.

Cok cok net bir durum. Bu surecten sonra hayata donen bir kişi bile yok dunyada. Biz ‘oldu’ dediğimizde aile organ bağışı da yapmayacaksa fişi cekip morga goturmemiz lazım.

Yrd. Doc. Dr. Kadir İdin, Aksiyon
__________________