Kainat her an milyarlarca faaliyete sahne olmakta. Bu haliyle dev bir laboratuara, yahut muazzam bir sahneye benziyor. Muthiş manevraların yapıldığı bir ordugaha, akıllara durgunluk verecek buyuklukte bir fuara veya milyarlarca yaratığın istifade ettiği geniş bir sofraya da benzetebiliriz.
İşte dunyamız! Guneşin etrafında buyuk bir hızla donuyor. Fakat uzaya fırlamıyor. Ustunde taşıdığı yolcuları, yani insanları, hayvanları, bitkileri, cansızları hic incitmeden binlerce yıldır taşıyor.
Guneş! Her sabah taze bir ahenkle, tam vaktinde doğuyor. Kendisine verilen ısıtma ve aydınlatma vazifesini, buyuk bir intizamla yerine getiriyor.
Boşlukta asılı yıldızlar! Dunyamızdan binlerce defa daha buyuk o dev kureler, gok kubbede parlamaya devam ediyorlar.
Her yerde, her an harika sanat eserleri ortaya cıkıyor.
Bir minicik tohum atıyorsunuz toprağın bağrına. Ustunu ortup suluyorsunuz. Bir sure sonra bir de bakıyorsunuz ki, guzeller guzeli bir filiz olmuş. Derken buyuyor bu filiz; dal oluyor, yaprak oluyor. Nihayet latif cicekler acıp tatlı meyveler veriyor.
Bir kanarya yumurtası duşunun. Kanaryanın karnına giren değişik gıdalardan oluşmuş kucucuk bir cisim. Zamanı gelince, catlıyor bu yumurtacık. Bir de bakıyorsunuz, icinden bir yavru cıkmış. Henuz sertleşmemiş gagası, tuylenmemiş vucuduyla o minik kuş yavrusu cıkıveriyor dunyaya. Zamanla renkli tuylerden elbise giyiyor, guzel guzel otmeye başlıyor...
İnsana bakın! Başlangıcta bir damla su. Zamanı gelince et oluyor, kan oluyor, kemik oluyor bu damla. Vakit tamam olunca da, bir bebek kazanıyor dunya. Goren gozler, işiten kulaklar, koku alan burun, tutan el, yuruyen ayak, hisseden kalp, duşunen beyin... Butun bunlar yavaş yavaş oluyor ve oyle bir an geliyor ki; o bir damla su, kainatı bir kitap gibi okuyabiliyor!
Alemde olup biten harika işler, saymakla bitecek gibi değil!
Bakıyorsunuz, her iş, buyuk bir nizam ve intizam icinde yapılıyor. Her faaliyette bir fayda ve hikmet gozetiliyor. Şuurlu bir olcuyle yaratılıyor her şey. Hic bir şey başıboş değil; hic bir mahluk kendi haline bırakılmamış.
Soruyorsunuz: Kim yaratıyor butun bu sanat eserlerini? Bu faaliyetleri yuruten, yıldızları saptırmadan donduren, dunyayı canlılara beşik yapan, milyarlarca mahluka vakti vaktine rızık veren kim? Kimdir o yaratıcı ki, toplu iğne başı kadar bir tohumdan dev gibi bir ağac; bir damla sudan, insan cıkartıyor?
"Tabiat" diyor bazı kimseler. Uydurulmuş şekliyle, "Doğa". Televizyonda, radyoda, gazete ve dergilerde, hatta ders kitaplarında zaman zaman rastlıyorsunuz bu kelimeye.
Sormak lazım boyle diyenlere: Tabiat nedir? En kısa tarifiyle "Canlı ve cansızların tumu", diyecekler.
Cansızların kendi başlarına bir şey yapamayacakları, apacık bir gercektir. Cekici, civiyi, tahtayı koyun bir odaya, milyon sene bekleyin, şuurlu bir usta bunları kullanmadığı surece bir sehpa bile yapılamayacaktır. Toprak, hava, su, guneş ışığı cekicten, cividen ve tahtadan daha şuurlu değildir. Keza, bir kar ciceği bile, bir sehpadan daha mukemmeldir. Hal boyle olunca, cansız, akılsız, şuursuz, kuvvetten, iradeden mahrum tabiatın basit bir canlıyı bile yapamayacağı acıkca ortaya cıkar.
Gelelim canlılara. Bunların da en şuurlusu, insandır. İnsan ise, bu kainatı ve icindekileri yapmak şoyle dursun, minnacık bir yaprağı bile yapmaktan acizdir. Ustelik o da kendini yaratanı aramakla meşguldur.
Tabiatın canlılarla cansızlardan oluştuğu, bunların ise hic bir şeyi yaratamayacakları kesin olarak biliniyorsa, bu kainatı ve kainattaki butun sanat eserlerini sonsuz ilim, irade ve kudret sahibi olan Allah'ın yarattığı, acıkca ortaya cıkmıştır.
Tabiat safsatasını kasten ortaya atan inkarcının şoyle dediğini duyar gibiyim: "Ya butun bu mahlukatı 'Tabiat Kanunları yarattıysa?" Belki o "Tabiat" ve "Kanun" kelimelerini kullanmak istemez de, "Doğa Yasaları" der. Her neyse...
Sormak lazım onlara: "Bu kanunlar akıllı, şuurlu, goren, işiten, karar verme kabiliyetine sahip, her şeyi bilen şeyler mi?" Cevap "Hayır" olacaktır. Cunku, "evet" sozune odunlar bile guler. Bu saydığımız vasıflara sahip olamayanın yaratıcı da olamayacağını yukarıda acıklamıştık.
Kaldı ki, tabiat kanunları Allah'ın varlığına delildir. Neden mi? Cunku, kanun varsa, onu koyan biri vardır. Hic bir kanun kendi kendine ortaya cıkamaz. İnsanların yaptığı kanunlarda bile, bunu acıkca goruyoruz. Bir başka mes'ele de şudur: Kanunların uygulanması icin bir hakime ihtiyac vardır. Hakim yoksa, hic bir kanun kendi başına sucluyu yargılayamaz. Bunun en guzel orneğini, yine insanların yaptığı kanunlarda gormek mumkundur.
Tabiatın yaratıcı olduğunu iddia edenlere şunu da sormak gerek: "Kainatı ve tabiat kanunlarını kim yarattı?" Bu suale, mecburen "tabiat" diye cevap verecektir. "Tabiat nelerden ibarettir?" diye ikinci bir soru sorulursa, "Kainattan ve tabiat kanunlarından ibarettir," cevabını verecektir. Cunku, gercek de budur. Bu cevabı aldıktan sonra son darbeyi indirmek gerekir: "Tabiatcı efendi! Sen bu sozlerinle, kainatın kendi kendini yarattığını iddia etmek gibi gulunc bir duruma duştuğunun, farkında mısın?" Bu durum gercekten gulunctur. Cunku, "Yazıyı yazan yazıdır", "Sehpayı yapan sehpadır" demekten farkı yoktur bunun.
Dikkatle bakan gorur ki, tabiat da harikulade bir sanat eseridir. Kendisini yoktan var eden, binlerce nakış, ceşit ceşit renklerle susleyen Yaratıcı'sını gosterir. Tabiat, yukarıda tasvir ettiğimiz yaratıklardan oluşan eşsiz bir tablodur ki, hal diliyle "Benim sanatkarım sonsuz ilim, irade ve kudret sahibi olan Allah'tır! diye haykırmakta, bu gerceği kainattaki ahengin musikisiyle ilan etmektedir.
Son soz: Tabiat Halık yani Yaratıcı olamaz, cunku aciz bir mahluktur!
Omer SEVİNCGUL
__________________
Yaratan tabiat mı?
Dini Bilgiler0 Mesaj
●39 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Yaratan tabiat mı?