ister hoş gor - ister dost gor
Yahudi ve hıristiyanlar muslumanları sevmez

Onu, kÂfirlerin keyiflerine uymaktan ve butun gunahlardan muhafaza ettiğimi şuphesiz bildiniz. O hÂlde siz de kÂfirlerin isteklerine uymayın. Eğer size bu ilim geldikten sonra, yine de onların keyiflerine uyarsanız, Allah tarafından sizin icin ne bir dost bulunur, ne de bir yardımcı.
Onları memnun edemezsin
"(Habibim!) Sen onların milletine (dinine) uymadıkca, ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar. (Onlar ancak kendi dinlerinin hidayet olup diğerlerinin dalalet olduğunu iddia etmiştirler. Habibim!) De ki: Şuphesiz asıl hidayet ancak Allah'ın hidayetidir (ki, o da İslÂm'dır)
(Habibim!) Vallahi sen, sana gelen ilimden sonra, onların hevÂlarına uyacak olursan, senin icin Allah'tan (gelecek olan azaptan seni koruyacak) ne bir yar bulunur, ne de bir yardımcı." (1)
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelen ilimden maksat; Fahru'r–Razî'nin beyanına gore, bilinen Din–i Mubin–i İslÂm'dır. Alûsî, Beyzavî ve "Ruhu'l–Beyan" tefsirlerinin beyanına gore, bu Âyet–i celile Yahudi ve Hıristiyanların iman etmelerinden, Efendimiz AleyhissalÂtu VesselÂm'ın umidini kesmektedir. Zira Mevl TeÂl onların Efendimizden razı olmalarını, varlığı mumkun olmayacak bir şeye bağlamıştır ki, o da Efendimizin Yahudi olup, onların kıblesi olan batıya doğru kılması veya Hıristiyan olup onların kıblesi olan doğuya doğru kılmasıdır. Bu imkÂnsız bir şey olduğuna gore, onlar Efendimizden asla razı olmayacaklar ve dinine de uymayacaklar demektir.
İbn Cerir buyurmuştur ki: "Mevl TeÂl bu Âyet–i celilesinde Habibine şoyle buyurmak istemiştir:
"Ya Muhammed! Yahudiler ve Hıristiyanlar asla senden razı ve memnun olacak değillerdir. O hÂlde onları razı edecek şeyleri aramayı bırak, onları Allah'ın seni kendisiyle gonderdiği hak dine cağırarak Allah'ın rızasını aramaya bak."
Bu Âyet–i celiledeki hitap her ne kadar Efendimize ait ise de, bundan Allahu TeÂlÂ'nın muradı, Efendimizin ummetini Yahudi ve Hıristiyanlara uymaktan menetmektir.
HÂzin tefsirinde zikredildiğine gore, burada Mevl TeÂlÂ, Efendimizin ummetine şoyle buyurmak istemiştir:
"Ey Ummet–i Muhammed! Size hitap ediyorum, size edep veriyorum ve bildiriyorum ki, Muhammed AleyhisselÂm'ın size hakkı ve gerceği getirdiğini ve benim bnu, kÂfirlerin keyiflerine uymaktan ve butun gunahlardan muhafaza ettiğimi şuphesiz bildiniz. O hÂlde siz de kÂfirlerin isteklerine uymayın. Eğer size bu ilim geldikten sonra, yine de onların keyiflerine uyarsanız, Allah tarafından sizin icin ne bir dost bulunur, ne de bir yardımcı."
Efendimiz AleyhissalÂtu VesselÂm onların iman etmelerine cok haris olduğundan, Mevl TeÂl bu Âyet–i celilede bu kadar mubalağa etmiş ve fazlasıyla tembihte bulunmuştur. Nitekim Alusî tefsirinde zikredilen bir rivayete gore, Efendimiz Yahudi ve Hıristiyanlardan her fırkaya, Musluman olurlar umidiyle, guzel muamelede bulunurdu. Bunun uzerine Allahu TeÂlÂ, onların iman etme niyetinde olmadıklarını ve duşmanlıklarının şiddetini beyan etmek icin bu Âyeti indirdi.
Bu Âyet–i celile, nefsinin isteklerine uyan bid'at ehli kişilerle sohbet etmenin soz ve iş bakımından onlara uymanın cirkinliğine delalet etmektedir.

Kim bir kavme
uyarsa o kavimle haşrolunur
Cabir b. Abdullah Radıyallahu Anh'dan rivayete gore, Resûlullah AleyhissalÂtu VesselÂm şoyle buyurdu:
"Her kim, bir kavmin amellerini (yaptıklarını) severse (hoş gorurse kıyamet gununde) onların arasında haşrolacak ve onların yaptıklarını yapmasa da, onların hesabıyla muhasebe edilecektir." (2)
İbn Mes'ûd Radıyallahu Anh'dan rivayet edilen bir hadis–i şerifte de, Resûlullah şoyle buyurmuştur:
"Her kim bir cemaatin karartısını (kalabalığını) artırırsa, o onlardandır. Ve her kim bir kavmin yaptıklarından razı ve memnun olursa, o işi yapanların ortağı olur." (3)
Rivayete gore; bir adam İbn Mes'ûd Hazretlerini duğunune cağırmış. İbn Mes'ûd Hazretleri duğun meclisine gireceği zaman, iceride eğlence sesleri duymuş ve duğun meclisine iştirak etmeyip geri donmuş. Duğun sahibi kendisine "Nicin geri dondunuz?" dediğinde:
"Ben Resûlullah'ın şoyle buyurduğunu duydum." diyerek yukarıda zikredilen hadis–i şerifi zikretmiştir.
Ebû Hureyre Radıyallahu Anh'dan rivayete gore; Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
"Her kim istemeyerek bir gunaha rastladıysa sanki ondan uzakta olan gibidir. (Onu gormemiş gibidir, ondan mesul değildir.) Her kim bir gunahtan uzak olduğu hÂlde o gunahı seviyorsa, o masiyet işlenirken hazır olan gibidir. (İşleyen gibi mesuldur)" buyurdu.(4)
Ulem buyurmuştur ki:
Bir insan cok kere adam oldurmek, zina etmek gibi gunahları işleyenlerden razı olur ve aynı gunahları yapmaya heves ederek, yapanlara ortak olur.
Kişinin bir masiyet meclisinde bulunması, eğer bir zaruretten dolayı ise veya ona kasıtsız rastlamış olup o gunahı ortadan kaldırması mumkun değilse, kendisinin de o işe rızası yoksa, bundan o kişiye bir zarar gelmez. Ama kasten orda bulunması yasaktır.
Şarkı, turku, oyun ve eğlence ehlinin meclislerinden ayrılmak, heva ve bid'at ehlinden (nefislerinin isteklerine uyup, ehlisunnetten ayrılmış kişilerden) uzak dolaşmak, selef–i salihinin Âdetlerindendir.
Rivayete gore, Abdullah b. Mubarek vefatından sonra ruyada goruldu ve:
"Rabbin sana nasıl muamele yaptı?" diye soruldu. O da:
"Bir gun ehlisunnet dışındaki bir bid'at ehline guler yuzle baktığım icin Allahu TeÂl bana sitem ederek, beni otuz sene tutukladı ve: 'Sen benim dinimin duşmanına niye duşmanlık etmedin?' buyurdu." dedi.
Durum boyle olunca, zalim ve muşrik kimselere uyanların, onlardan razı olarak oturup kalkanların hÂli nasıl olur?! Şu da bilinsin ki, insanların bozulduğu, parca parca olduğu bir zamanda, onların keyiflerine değil de, Efendimizin Sunnet'ine uyan kişi icin yuz şehit sevabı vardır. Nitekim İbn Abbas Radıyallahu Anhuma'dan rivayete gore; Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
"Ummetimin bozulduğu zamanda, benim Sunnet'ime sarılan kişi icin yuz şehit sevabı vardır." buyurmuştur. (5)
Hasan b. Ali Radıyallahu Anh'dan rivayete gore; Efendimiz bir kere:
"Allah'ın rahmeti benim halifelerimin uzerine olsun." buyurdu. O zaman:
"Ey Allah'ın Resûlu! Senin halifelerin kimlerdir?" diye soruldu. Efendimiz de cevaben:
"Onlar benim Sunnet'imi yaşatan ve onu Allah'ın kullarına oğretenlerdir." buyurdu. 6

Ehva: Hevanın cemidir. Heva ise, nefsin isteğinden kaynaklanıp, sahibini sapıklığa surukleyen goruşlerden ibarettir. Herkesin nefsinin istekleri birbirine uymayacağından, hatta bir kişinin istekleri bile son bulmayacağından Mevl TeÂl burada heva kelimesini cemilendirerek zikretmiştir.
Millet: Aslında "İmlÂl" mastarından alınma bir isimdir. Bu ise, yazdırmak mÂnasındadır. Allahu TeÂlÂ'nın meşru ettiği yolları, Peygamberler (SalÂvatullahi Ala Nebiyyina ve Aleyhim Ecmaîn) ummetlerine acıklayıp yazdırdıklarından, Peygamberlerin getirdiği dinlerin her birine millet denilmiştir. Bazı kere bÂtıl dinler icin de kullanılır.
Nitekim Servî Kuddise Sirruhu "Kufur tek milet (din)dir. İslÂm da bir tek millettir." buyurmuştur. (7)
"Millet" kelimesi Allahu TeÂlÂ'ya veya ummetin fertlerinden birine nispet edilerek, "Allah'ın milleti" veya "Falancanın milleti" denilemez. Ancak Peygamberlere nisbet edilerek "İbrahim AleyhisselÂm'ın milleti" "Muhammed AleyhiselÂm'ın milleti" denilebilir.

İMANDAN KUFRE DONMEYİN
Yahudi ve Hıristiyanların isteklerine uymanın ne kotu neticeler meydana getireceğini, bizleri Allah'ın yardımından hatta dinimizden dahi uzaklaştıracağını gerek bu Âyet–i kerimede gerekse pek cok Âyet–i kerimede Mevl TeÂl beyan etmiştir.
Nitekim bir başka Âyet–i kerimede Rabbimiz:
"Ey mu'minler! Kendilerine kitap verilmiş olanlardan herhangi bir guruha (gruba) itaat ederseniz, sizi imanınızdan sonra cevirip kÂfir yaparlar." (8) buyurarak mu'minleri imanda sabit olmaya davet etmiştir. Zira Musluman icin hicbir şey; imandan sonra kufre donmek kadar korkunc olamaz. Bu, cennete girdikten sonra ateşe donmek gibi bir şeydir. İşte bu yuzden Rabbimiz bu derece kesin ve ağır bir ifadeyle mu'minleri uyarmıştır.
Bu Âyet–i celile, ehl–i imanı duşmanlarının şerrinden muhafaza icin en buyuk bir dusturdur; zira Muslumanlar her ne zaman duşmanlarının sozlerine aldanmış ve doğru olduğunu kabullenmişlerse, mutlaka zarar gorup bircok felaketlere maruz kalmışlar, hatta kazandıklarını dahi kaybetmişlerdir. Binaenaleyh ehl–i imanın her ne sûretle olursa olsun, duşmanını dost sıfatıyla dinlemesi, hicbir zaman zarardan hÂli kalmamıştır. Cunku duşmanla karışıp goruşmenin ahlÂkı bozacağında şuphe olmadığı gibi, ahlÂk bozukluğunun da Allahu TeÂlÂ'nın gazabını celbedeceği şuphesizdir.
Duşmanların dinimizi ortadan kaldırmaya calıştıklarından asla tereddude mahal yoktur. Bu ummeti akidesinden saptırmak icin de, hicbir konuda gostermedikleri derecede hırslıdırlar. Cunku bu iman ve akide, Musluman ummetin en buyuk gucu ve kalesidir. Duşmanları da bunu eskiden olduğu gibi bugun de cok iyi bildiklerinden butun imkÂnlarını, hilelerini ve kuvvetlerini bu ummetin akidesini bozmak, imanından uzaklaştırmak yolunda kullanmaktadırlar. Bunu savaşla, topla, tufekle yapamadıklarından değişik bir strateji uygulayarak, desise ve tuzaklara başvurmaktadırlar. İcten ice bu akideyi karıştırmaya, insanları ona uymaktan alıkoyup nefsinin zebûnu hÂline getirmeye, İslÂm'ın metodundan başka metotları, başka sistemleri guzel gostermeye calışmaktadırlar. Bunları yaparken de munafıklardan, ya da kendilerini dinleyip itaat etmeye istekli olarak gordukleri bazı cahil Muslumanlardan gonullu askerler edinirler. Ve bu cirkin emellerine ulaşmak icin onları kullanarak, Muslumanları kufur ve sapıklığa suruklemeye calışırlar.
Bu gun Muslumanların ahlÂkının bu kadar bozulmasının, duşmanlar tarafından yavaş yavaş sokulan karışıklıklardan olduğunu kim inkÂr edebilir? Orf ve Âdetlerimizi unutturmaya calışanlar, o dersleri nereden aldılar ve kimlerin telkinatlarıyla aramıza girdiler? Bunu iyi anlamak lÂzımdır.
İşte bu Âyet–i celilelerin sırrı bugun daha cok zuhur etmiştir. Mevl TeÂl cumlemizi gaflet uykusundan uyandırıp kÂfirlerden el etek cekenlerden eylesin. Âmin!
__________________