[B]NEDEN OLUMU SEVMIYORUZ?
Emevi halifesi Suleyman bin Abdulmelik, Islam buyuklerinden olan
Ebu Hazim'e:
"Biz neden olumu sevmiyoruz?" diye sormus. Ebu Hazim, soyle
cevap vermis:
"Cunku siz butun yatiriminizi bu dunyaya yapip,
ahiretinizi harap ettiniz. Insan elbette yatirim yaptigi bir
yerden harap ettigi bir yere gitmek istemez.!"
EN BECERIKSIZ INSAN
Halid bin Safvan'a:
"En aciz, en beceriksiz insan kimdir? diye sormuslar. O da bu
soruya su cevabi vermis:
"En aciz, en beceriksiz insan; dost aramayandir. Ondan daha acizi,
daha beceriksizi ise buldugu dostu kaybedendir."
DEVELERIMI KALBIME BAGLAMAM KI...
Biri Imam-i Azam'a gelerek:
"Ya Imam, ben namazlarimi husu icerisinde kilamiyorum.
Namazda iken develerimi otlatiyor, onlarla ilgileniyorum. Oysa siz
benden daha zenginsiniz. Peki siz ibadet zevkine nasil erisiyor,
ibadetlerinizi husu icerinde nasil yapiyorsunuz?" diye sormus.
Imam-i Azam Ebu Hanife Hazretleri soyle cevap vermisler:
"Ben develerimi kalbime baglamam ki, ahira baglarim..."
SONUNU KENDI HAZIRLIYOR
Imam-i Azam'in torunu dedesine ait hatiralari naklederken soyle
cok enteresan bir hadiseyi de anlatiyor:
"Bizim bir komsumuz vardi. Edepsiz bir rafizi olan bu komsumuz
iki tane de katir edinmisti. Bu katirlardan birine 'Omer,'
digerine de 'Ebu Bekir,' ismini vermisti. O, katirlarin yanina
varinca, 'Omer, soyle yap, Ebu Bekir, boyle dur,' seklinde
konusur, sikistigi zaman da te'vili sozlerle kendini
kurtarirdi... Bunlari duyunca biz son derece uzulurduk, dedem
ise:
"Siz bu adama karismayin, bu sonunu kendisi hazirliyor," der,
boylelikle hem kendini, hem de bizleri sakinlestirirdi. Biz bu
sekilde sabirla beklerken bir sabah erkenden bir haber geldi. Gelen
haberde soyle deniliyordu:
"Rafizi'yi katiri teperek oldurmus!" Dedem bu haberi alinca
hemen:
"Gidin bakin, onu 'Omer' oldurmustur," dedi. Biz de gidip
baktik gercekten Omer ismini verdigi katir oldurmustu onu. Bu
haberi de dedeme ulastirinca o soyle dedi:
"Omer'le ugrasilmaz, onun, mukabelesi pesin ve sert olur!"
-------
EFENDİMİZİN (S.A.V) DİLİNDEN
YATAĞA GİRDİĞİNDE
"ALLAH'IM, NEFSİMİ SEN YARATTIN, ONU OLDURECEK DE SENSİN. ONUN OLUMU DE HAYATI DA SENİN ELİNDEDİR. EĞER YAŞATIRSAN, ONU KORU; OLDURURSEN DE BAĞIŞLA. ALLAH'IM SENDEN SIHHAT VE AFİYET İSTİYORUM."
(Muslim, Zikr, 59; Ahmed b. Hanbel, Musned, 2/79)
----------
Bir Annenin Gelinlik Kızın Mektubu
Genelde, evdeki kız cocuğu annesini ornek alır. Bunun icin anne, her hali
ile kızına ornek olmalıdır. İşte butun genc kızlarımıza, asırlar once
yaşamış, hali vakti yerinde, soylu bir aileye mensup Umame Hanımın, gelinlik
cağındaki kızına yazdığı ornek mektubu sunmak istiyoruz. Bilhassa
zamanımızda her genc kızın cok ihtiyacı olan bir nasihat bu:
"Sevgili Kızım!
Bir kızın, annesi ve babası zengin, asil diye evlenmeye ihtiyacı olmasaydı,
senin ve benim hicbir zaman evlenmeye ihtiyacımız olmazdı. Fakat, durum
boyle değildir.
Yavrum!
Şimdi sana kırk yıllık evliliğimin tecrubelerine dayanarak bazı tavsiyelerde
bulunacağım. Bu tavsiyelerimi iyice oğrenip gerektiği şekilde hareket
edersen, hayatın boyunca rahat edersin. Kocanla aranız hicbir zaman
bozulmaz. Bu dunyada mutlu bir omur gecirdiğin gibi ahirette de ebedi
saadete ulaşırsın.
1- Kanaatkar ol! Yani, kocan tarafından getirilen yiyecek ve giyecek herşeyi
memnuniyetle, severek kabul et. Cunku, kanaat, kalbi huzura kavuşturur.
2- Soylenenleri daima iyi dinle ve her zaman kocanın meşru sozlerine,
isteklerine itaat uzere bulun. Kocana itiraz etme, karşı gelme. Onunla
kaynaşmaya gayret goster. Bu şekilde hareketlerin aynı zamanda, Cenab-ı
Hakkın rızasına da uygun olur.
3- Kocanın goreceği her yere, itina ve ihtimam goster. Gozune cirkin bir
şeyin ilişmesinden sakın. Dış gorunuş ice, kalbe de tesir eder. Evin her
zaman temiz, bakımlı ve guzel kokulu olsun.
4- Eşinin yemek saati ile uyku saatine dikkat etmelisin. Yemeğini adeti
nasılsa ona gore hazırlamalısın. Vaktinde uyuması icin işlerini zamanında
bitir. Cunku aclık insanı huysuz eder. Uykusuzluk ise, ofkelenmeye sebep
olur.
5- Evinin mallarını ve eşyasını iyi koru. Mal ve eşyayı koruman senin iyi iş
bildiğini gosterir. Yaptığın işleri, iyilikleri başına kakma! Başa kakarsan,
iyilik fayda yerine zarar getirir.
6- Eşinin yakınlarına iyi davranışta bulun. Guzel davranışta bulun ki, o da
senin yakınlarına iyi davransın. Gulu seven dikenine de katlanmalıdır. Zaten
dunyada ni'metler ve sıkıntılar beraber bulunur. Kocanın evde, cocuklarına,
yakınlarına karşı otoritesini sarsacak, onu kucuk duşurecek soz ve
hareketlerde sakın bulunma!
7- Kocanın sırlarını hic kimseye soyleme. Eğer sırlarını etrafa yayacak
olursan, sana darılır. Vefasızlık etmeyeceğinden bile emin olmaz. Sevgide
azalma olur.
8- Eşine hurmette, isteklerini yerine getirmede kusur etmemelisin.
Sozlerinin aksini soyleyerek, ona karşı gelmemelisin. Eğer karşı gelir,
isyan edersen, kızıp ofkelenmesine, hatta duşmanca hareket etmesine sebep
olursun. Eşinin, uzuntulu ve kederli zamanlarında sen de oyle gorun! Onun
uzuntusunu onunla paylaş. O neşeli ise sen de neşeli gorunmeye calış.
9- Kocana ne kadar hurmet ve tazimde bulunursan, kendini ona o kadar cok
sevdirirsin. Rızasına ne derece uygun hareket edersen, o nispette sevgisini
kazanırsın.
10- Kocandan, almakta zorlanacağı, gucunun yetmeyeceği şeyleri isteme! Bu
hem senin, hem de onun helakına sebep olur. Nitekim sevgili Peygamberimiz
buyuruyor ki:
"Bir zaman gelir ki, adamın helakı, hanımının, ana- babasının ve cocuğunun
elinden olur. Onu fakirlikle ayıplarlar, gucunun yetmediği tekliflerde,
isteklerde bulunurlar. Boylece o kimse, bu istekleri temin icin dininin
gideceği yollara sapar ve helak olur."
11- Kadının guzel huylusu, saliha olanı, eşine Cennet nimetidir. Kotusu,
şerlisi de Cehennem azabından sayılır. Sen kocana Cennet ni'meti ol! Azab
cektirme!
Bunları yapabilmen ancak, onun isteklerini kendi isteklerine, onun rızasını
kendi arzularına tercih etmenle mumkun olabilir. Hep kendi istek ve
arzularını on plana cıkartırsan, bu nasihatları tutabilmen mumkun olmaz."
Devletlerde, milletlerde, iş yerlerinde, ailelerde huzurun sağlanabilmesi
icin, son sozu bir kişinin soylemesi lazımdır. Her kafadan bir ses cıkarsı
huzur olmaz.
Allahu teala, alide son sozu soylemeği erkeğe vermiştir. Cenab-ı Hak,
Kur'an-ı kerimde, erkekleri kadınlar uzerine hakim kıldığını bildirmiştir.
Nisa Suresinin 34.ayetinde, "Erkekler kadınlar uzerine
hakimdirler."buyurulmuştur. Bunun icin kadın, duşuncesini soylemeli fakat
son sozu kocasına bırakmalıdır. Erkek yanlış bile yapsa, dine uygun
yapıldığı icin, Allahu tela o işin neticesini hayra cevirir. Evde senin
dediğin, benim dediğim olacak kavgası olursa o evde huzur olmaz.
Nasıl ki, bir erkek işyerinde, potronunu memnun etmek icin calışıyorsa; bu
iş yerinde kalabilmesi icin, potronun memnun olmasının şart olduğunu, iş
huzurunun buna bağlı olduğunu biliyorsa; kadın da, kendi rahatı huzuru icin
butun gucu ile kocasını memnun etmek icin calışması lazımdır. Kocasının,
memnun olması rahat olması, kadının da rahat, huzurlu olması demektir.
Bu, kadın tarafından kabullenip tatbik edilmedikce ailede huzur olmaz.
---------
HER ŞEY ONU OVEr Butun Sukurler O na Gider.
Bir guzel cicek. RengÂrenk bir kelebek kanadı. Cıvıl cıvıl oten kuşlar. Mavi deniz. Cennet gibi bir yeşilliğin ortasından akan dere. Tertemiz hava. Yıldızlar. Ufukta yeni belirmiş dolunay.
Butun bunlar, icinde yaşadığımız dunyanın guzelliklerinden birkac tanesi.
Nereye baksak, her zaman bu guzelliklerden birkacını karşımızda buluruz.
Bir hayranlık duyarız gorduklerimizin karşısında.
Bir sevinc doğar icimizde.
Bir coşkuyla dolarız; yerimizde duramayız neş’emizden.
“Ne kadar guzel!” deriz. “Ne kadar guzel bu dunyada herşey!”
Sonra bu guzellikleri yapanı overiz.
Herşeyi bu kadar guzel yapan Allah’a yonelir hayranlığımız.
Butun varlığımız hayranlıkla, sevgiyle, saygıyla dolar.
Bu duygularımızı dile getirmek isteriz.
Onu ovmek isteriz. Ona teşekkurlerimizi sunmak isteriz. Ona, eserlerindeki guzelliği anladığımızı bildirmek isteriz.
***
Doğada gozumuzu nereye cevirsek, mutlu varlıklar goruruz.
Kuşlar hep neş’elidir.
Yavrular oynaşır.
Kuzular cayırlarda sevincle zıplar.
Arılar cicekten ciceğe koşar.
Karıncalar yuvalarına yiyecek taşır.
Kırlangıclar, tıpkı oyun oynayan cocuklar gibi, cığlık cığlığa ucuşur.
Serceler sabah akşam ağaclarda cıvıldaşır.
Hepsi mutludur onların.
Hepsi teşekkur eder kendilerini mutlu edene.
Hepsi Onu over, Ona şukurler sunar.
***
Biz bu evrenin her tarafında bir guzellik goruruz.
O guzellik, Onu yaratanı anlatan bir ovgudur.
Etrafımızda hep mutlu varlıklar goruruz.
Onların mutluluğu, kendilerini mutlu eden icin bir teşekkuru dile getirir.
KÂinatın her koşesinden ovguler ve şukurler yukselir.
Bu ovguleri ve şukurleri belki kulağımızla işitmeyiz. Cunku o varlıklar bizim konuştuğumuz gibi konuşmazlar.
Ama onlar da konuşurlar.
Herkes kendi diliyle konuşur. Her varlık kendi diliyle Allah’ı over. Herşey kendi diliyle Ona şukreder.
Yani, herkes kendi diliyle Allah’a hamd eder.
Biz ise, Allah’ın bize oğrettiği gibi, elhamdu lillÂh diyerek Ona hamd ederiz.
Elhamdu lillÂh der ve Allah’ı overiz.
Elhamdu lillÂh der ve Ona şukrederiz.
Elhamdu lillÂh dediğimizde, sadece kendi ovgumuzu sunmakla kalmayız. Aynı zamanda, butun ovgulerin ve şukurlerin Ona ait olduğunu da anlatmış oluruz.
Cunku kÂinattaki butun guzellikler Ondan gelir; butun nimetleri O gonderir.
Herkesi yaratan Odur, yaşatan Odur, besleyen Odur, mutlu eden Odur.
Oyleyse ovulmeye lÂyık olan da Odur, şukredilmeye lÂyık olan da Odur.
Biz insanlardan bir iyilik gorduğumuzde o insana teşekkur ederiz. Ama bu iyilikten dolayı Allah’a hamd etmeyi de unutmayız. Cunku o kimseyi bu iyiliğe muvaffak eden de Allah’tır. Eğer O dilemeseydi, hic kimsenin kimseye hicbir faydası olmazdı.
Oyleyse, dunyada insanların birbirlerine yaptıkları iyilikler sebebiyle de yine Allah’a hamd etmek gerekir.
Ozetle:
Dunyadaki butun guzellikler ve butun nimetler birer hamd nedenidir.
Her turlu ovgu ve teşekkur de Allah’a aittir.
Elhamdu lillÂh sozu hem bu anlamı ifade eder; hem de butun varlıkların kendi diliyle ilÂn ettiği ceşit ceşit ovgu ve teşekkurleri dile getirmiş olur.
Alıştırma / etkinlik
1. Hamd sozcuğu ne anlam taşıyor? Yukarıdaki metni dikkatle inceledikten sonra, bu sozcuğu siz kendi ifadelerinizle tanımlayın.
2. Kendinizi bir sercenin yerine koyun. Sonra da, bir sercenin Allah’ı nasıl ovduğunu ve Ona nasıl şukurler sunduğunu duşunmeye calışın. Duşunduklerinizi, sercenin dilinden anlatın.
Daha sonraki gunlerde serceleri daha yakından gozleyin ve onlar hakkında bilgi toplayın. Sonra, yeni gozlem ve bilgilerinizin ışığında, bu alıştırmayı bir daha tekrarlayın.
---------------
Peygamberimiz (a.s.m.) ve yetimler
Peygamberimizin yetim cocuklara apayrı bir şefkati vardı. Kendisi de yetim buyuduğu icin, yetimliğin cok zor olduğunu biliyordu. Onlara şefkatli davranır, devamlı onları korur, haksızlığa uğradıkları zaman haklarını arardı.
Kendi evinden de yetim hic eksik olmazdı. Hz. Hatice ile evlendiğinde, onun olen kocasından olan Hind ismindeki erkek evlÂdına kendi oz cocuğu gibi bakıp, yetiştirmişti. Daha sonra evlendiği Ummu Seleme'nin de beraberinde beş yetimi vardı. Bu cocukların babası da savaşta şehit duşmuştu. Onlara da cok buyuk şefkat gostermiş babalarını aratmamıştır.
O donemde yapılan savaşlar sonunda şehit duşen Sahabîlerin cocukları yetim kalıyordu. Peygamberimiz bu cocuklara ayrı bir ilgi gosterir, onları yalnız bırakmaz, ihtiyaclarını karşılardı. Bazılarını da bizzat kendi himayesine alırdı.
Yetimin sadece başını okşamak bile cok buyuk bir sevap ve Cennet mujdesidir. "Kim sırf Allah rızası icin şefkatle yetimin başını okşarsa, elini değdiği saclar sayısınca ecir ve sevap kazanır. Yanındaki yetime iyilik yapan kimse ile ben, şu iki parmak gibi Cennette beraber olacağız" daha sonra da orta parmağı ile işaret parmağının aralarını acarak gosterdi.
Kocası olduğu hÂlde cocuklarının başında bekleyen, onları buyutup yetiştiren, hayata hazırlayan, edep ve ahlÂk oğreten dul bir hanımın peygamberimizin gozunde cok buyuk bir yeri vardır.
Yetim cocuklara bakmak, ihtiyaclarını karşılamak bakım ve eğitimleri ile meşgul olmak, insanın şahsiyeti, karakteri ve ahlÂkı uzerinde de buyuk etki yapmaktadır.
"Allah'a ibadet edin ve hicbir şeyi Ona ortak koşmayın. Anne ve babaya iyilik edin. Akrabaya, yetimlere, fakirlere, akraba komşuya ve yabancı komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizdeki kole ve cariyelere de iyilik edin. Muhakkak ki Allah kibirli olanı ve boburleneni sevmez." (Nis Suresi, 36.)
"Eğer mirasın taksimi sırasında, vÂris olmayan akrabalar, yetimler ve fakirler de orada bulunursa onlara da terekeden bir miktar verin ve gonul alıcı sozler soyleyin… Yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler ise, muhakkak ki karınlarına ateş dolduruyorlar. Onlar yakında Cehennemin alevli ateşine girecekler." (Nis Suresi, 8-9.)
Bir soru-Bir cevap
EvlÂtlık edinmek caiz midir?
Kimsesiz cocuklarla ilgili kurumlarla iletişim kurarak ya da kendi gozlemlerinizi ve inisiyatifinizi kullanarak, aileleri tarafından terk edilmiş, annesi-babası olmuş, bakıma, şefkate ve ilgiye muhtac yetim ve oksuz kalmış cocuklara ulaşabilirseniz; koruyucu ve yardımcı aile sıfatıyla boyle cocukların, bir evlÂt hassasiyeti icinde her şeyini ustlenmeniz mumkundur. Bunda buyuk hayır ve sevap vardır.
Suleyman Kosmene/Aile ve İbadet Hayatımız
-----------
Mervani Meliklerinden Velid, Abdullah ile satranc oynadigi bir
sirada kapici gelip:
"Efendim, ulu bir kisi geldi sizinle gorusmek istiyor," demis.
Hemen satranci saklamislar ve soz konusu kisiyi iceriye davet
etmisler. Gelen sahsin basinda buyuk bir sarik varmis.
Sakali uzun olan bu sahis, ilk gorunuste takva sahibi biri
intibahini veriyormus. Az sonra da soyle demis:
"Ben savastan geliyorum, sizi de bir ziyaret edeyim dedim." Velid,
su soruyla baslatmis aralarindaki sohbeti:
"Kur'an-i Kerim'i ezbere biliyor musunuz?"
"Hayir."
"Ezberinizde hadis-i serif var mi?"
"Hayir,"
"Peki herhangi bir bilginin bilgilerinden, herhangi bir sairin
siirinden ezberlediginiz var mi?"
"O konularla hic ilgilenmedim."
"Hikmetli bir soz veya olay bilir misiniz?" sorusuna ise:
"Bunlara karsi herhangi bir ilgim olmadi," cevabini vermis
misafir olarak gelen kisi. Velid, sordugu sorulara aldigi bu
cevaplardan sonra Abdulllah'a soyle demis:
"Abdullah, getir satranci, biz oyunumuzu tamamlayalim. Yanimizda
utanilacak birisi yok."
---------------
Kendini genclere adayan bir insan; Hacı Kemal Erimez
Aklı binlerce kilometre otelerdeydi. Kafasında evirip cevirdiği şeylere kendisini oyle kaptırmıştı ki, yureğindeki sıkıntıyı fark edemiyordu. Daralan damarlar ve sıkışmaya başlayan kalp, beyne ihtiyacını arz edecek bir yol bulmaktan aciz kalmıştı. O esnada telefon calmaya başladı.
Telefonun obur ucunda bulunan Kadir Bey, Hocent şehrinde okul acmak icin yaptıkları başvuruya olumsuz cevap verildiğini bildiriyordu. Telefonu kapattı. Ardından bir telefon daha geldi. Aldığı ikinci haber de pek ic acıcı değildi. Zihni dağılmış ve biraz kendine doner gibi olmuştu ki kalbindeki sıkışmayı fark etti. Cocuklarını cağırdı, borclarını, verdiği sozleri ve uzerindeki emanetleri bir bir saydı. Ardından vasiyetini bildirdi. Hastaneye ulaştıklarında komaya girmişti. Dokuz gun komada kaldı. Rabb’ine yuruduğu zaman takvimde 13 Mart 1997 Perşembe yazıyordu. Şanlı tarihimizi sırtında taşıyan kuheylanlar gibi koşmuş, koşmuştu... Ve bir seher vakti kalbi catlamıştı. Taciklilerin Hacı Atası, Turklerin Hacı Ağabey’i Hacı Kemal Erimez artık aramızda olmayacaktı...
Kendisine has tebessumu ile “Bizi Tacikistan kurtardı.” demiş Hacı Ata ruyada bir sevenine. Biz de Kadir Tufan Bey’e sorduk o yılları. Okulların eğitim temsilciliğini yapan Kadir Bey, Tacikistan yıllarında Hacı Ata’nın hep yanında olmuş birisi. Anlatmaya yolculuktan başlıyor Kadir Bey. “Direkt ucuş yoktu Tacikistan’a.” diyor. Once Ozbekistan’ın başkentine iniyor ucak. Oradan ikinci bir ucakla Sarasya şehrine gidiliyor. Sonra başka bir vasıtayla sınıra geliniyor ve 300 metrelik tampon bolge yaya olarak geciliyor. Ardından bir başka vasıtayla 70 kilometre daha kat edilerek Duşanbe’ye varılıyor. Kalp damarları kapalı ve defalarca kriz gecirmiş bir pîr-i fÂninin sık sık yapmak zorunda olduğu seyahatin en kestirme yolu boyle. Tabii ki bu yolculuğa bir de Hacı Ata’nın prensiplerini ilave etmek gerekiyor. Hacı Ata asla eli boş gitmezmiş ziyaretlere. Bu sebeple yolculuktan uc gun once alışveriş stresi sararmış yaşlanmış yureciğini. “En az beş bavulla yola cıkardık.” diyor Kadir Bey. Bir keresinde ucak kucuk olduğu icin bavullarının ucağa sığmadığını gormuş ve yolculuğu ertelemiş, Hacı Ata. Nasıl gitsin ki? Uğradığı yerlere kucuk de olsa bir yadigÂr bırakmadan gecmek olur mu?
Devlet ricaline karşı cok saygılıymış Hacı Ata. Bakanlarla direkt goruşebildiği halde asla bu yolu kullanmazmış. Sekreteri arar, randevu yazdırır ve oyle gidermiş rical-i devletin ziyaretine. Protokol kurallarını bir bir yerine getirirmiş. Kendisini Ata kabul eden genc burokratların karşısında bile ceketinin duğmesi hep ilikli, kendisi de bir adım geride olurmuş. Taşkent’e indiği zaman once oradaki okulları tek tek ziyaret edermiş. Ardından Ozbekistan eğitim bakanına, valiye ve Taşkent eğitim mudurune uğramak yer alırmış rutin programında.
Yolculuğun en zor kısmını eldeki bavullarla 300 metrelik tampon bolgeyi gecmek oluştururmuş. Ne var ki, Duşanbe’ye ulaşmakla da bitmezmiş bu uzun yol. Hacı Ata, DursunzÂde kentinde kalmayı tercih edermiş. “İlk okulumuzu burada actık. Burası bizim ilk goz ağrımız.” dermiş. Duşanbe ile DursunzÂde arasında 12 polis noktası varmış ve bu noktaların hepsinde kontrolden gecerlermiş. Kontrol noktası bol bu etap, Hacı Ata’nın her gun iki defa kat ettiği yolmuş; cunku işler Duşanbe’de goruluyormuş.
“İlk goz ağrımız” deyince duraklıyor Kadir Bey. Birlikte o gunlere gidiyoruz.
Tacikistan’a okul acmak icin geldikleri zaman bir otele yerleşmişler. Calışmaları devam ederken ic savaş patlak vermiş. Eğitim bakanı, “Sizin hayatınızı garanti edemeyiz. Turkiye’ye donun.” demiş. “Karşımda bir yangın var. Alevi goklere yukseliyor. İcinde evladım yanıyor..!” sozleriyle yola cıkmış bir şefkat abidesi hic geri doner mi? “Sayın Bakanım! Bize isabet edecek kurşunda adımız yazılıdır. Biz buraya okul acmaya geldik. İzniniz olursa acmadan donmek istemiyoruz.” demiş.
“Bize isabet edecek kurşunda adımız yazılıdır.” sozu bizi tarihin derinliklerine goturuyor. Plevne mudafaası esnasında Gazi Osman Paşa’nın tum apoletlerini takarak avcı hattında dolaşması geliyor aklımıza. Askerler “Paşam, duşman sizi fark etti, atışlarını uzerinizde yoğunlaştırdılar.” ikazında bulunur. Paşa zaten bu refleksi beklemektedir. Gelecek yardımdan umidini kesmiş, eldeki kıt imkÂnlarla sonuna kadar birlikte dayanmak zorunda olduğu kader arkadaşlarına moral vermek istemektedir. “Evladım!” der, “Bize isabet edecek kurşunun uzerinde ismimiz yazılıdır. Endişe etmeyin.”
Milli ruh kim bilir kac defa ve değişik insanların dilinde aynı kelimelerle ifadesini bulmuştu.
İc savaşa rağmen Allah (cc), 1993 yılında DursunzÂde kentinde ilk okulu acmayı nasip eder. Bu arada ic savaş butun hızıyla devam etmektedir. Hacı Ata ve oğretmenler okulun kalorifer dairesini sığınak olarak kullanır ve geceleri orada yatarlar. 80 bin kişinin olumuyle sonuclanan savaşta ofke silah olup patlarken, şefkat mermi vızıltıları arasında eğitim gergefi uzerinde sevgi nakışları işlemektedir. Kadir Bey sert bir şekilde calınan kapının sesiyle uyanır bir gece. Endişe icinde kapıyı acar. Karşı odada uyuyan Hacı Ata kalp krizi gecirmiş ve yerde surunerek Kadir Bey’in odasına ulaşmaya calışmaktadır. Ulaşamayacağını anlayınca ayağındaki terlikle kapıya vurmaya başlamış. Hemen doktor cağırmışlar. Krizi atlatan Aksakal, hicbir şey olmamış gibi kaldığı yerden devam etmiş. Bu arada altı kolej, bir international school, bir universite yurdu, bir tane de bilgisayar ve dil kursu acılmıştır.
Hacı Ata’nın kalorifer dairelerinde yatarak inşasına calıştığı okullar mezun veriyor şimdi. Kalbi vefa ile carpan Tacik genclerini Hacı Ata’larının kabrini cevrelemiş gorunce ağac misali geldi aklıma. Ağac, meyve yuklu dallarını yere doğru eğerek tohumuna sanki şoyle der: “Bak ben vefasızlık etmedim. Sen kendini feda ederek beni doğurdun. Ben de uzerimdeki binlerce meyvenin kalbine senin gibi olsun diye cekirdekleri gomdum.” Acaba hangi gencin yureğinde Hacı Kemal ağabeyin niyeti ve iradesi yatıyor?
Kim bilir?
Belki birinin, belki de her birinin...
Hic Hacı Ata’yı ziyaret ettiniz mi?
Hacı Kemal Beyin mezarı İstanbul Topkapı’da anıt mezarların bulunduğu alandadır. Her yıl vefat yıldonumu olan 13 Mart gunu başta olmak uzere ceşitli vesilelerle surekli ziyaret edilir. Yurt dışında gorev almış bir kişi, Eyup Sultan hazretlerinden sonra onu da ziyaret etmeden kutlu gorevine gitmeyi duşunmez. Ulaşımı da cok basit. Turgut Ozal merhumun mezarının olduğu alana giderken 2. ceşmeden sola donuyoruz, Turgut Ozal’ın kabri arkamızda kalıyor. İleri doğru sağ sıradaki 9 mezarı gectikten sonra sağdan ikinci mezarda merhum yatıyor.
* * * * *
[ Fethullah Gulen Hocaefendi: O, HEP BiR ADIM ONDE YAŞADI ]
Hacı Kemal Bey ile eskilere dayanan bir dostluğunuz var. Onun sizde iz bırakan en belirgin vasıfları nelerdir?
Hacı Kemal Bey, zannediyorum coğumuzdan, coğundan birkac kalem ondedir. Cok kimseye hakkı gecmiştir. Cok kimsenin elinden tutmuştur. Eskiden beri doğru bildiği şeyde koşturup dururdu. Cok vefalı biriydi. Bu acıdan bazı insanlar vardır ki, işte birkac insanla aralarında alacakları verecekleri vardır. Hakları vardır. Fakat Hacı Kemal’in cok kimseden alacağı vardır. Civanmertliği, bu hizmette inandığı cizgide -nasıl inanıyorsa- o uğurda niyetine gore omur boyu koşması... Hele son zamanlarda Orta Asya’da yaptıklarıyla belgeselleştirilmesi gerekli olan bir irfan abidesi, bir değerler abidesiydi o.
30 yılı aşkın bir suredir hizmet eden Hacı Kemal Ağabey’in hizmet etmeyi irade etmesi ile Allah’ın ona olan lutufları arasında nasıl bir irtibat vardır?
Bu koordinasyon veya munasebeti tenasub-u illiyet prensibi acısından ele alıp ifade etmemiz mumkun değil. İnsan iradesiyle bu mazhariyeti hasıl etti desek, o zaman iradeyi cok abartmış oluruz. Ama şart-ı adi planında Butun insani değerlere, insani faziletlere, insanın yukselmesine, o irade, yerinde bir rıhtım, yerinde bir alan ve yerinde de bir rampa olur. Onunki nasıl bir iradeydi, onun takdiri bize duşmez. Hele şu ilk misafir olduğu gecede onu kendi Rabb-i Kerim’i bilir. Hakimlik ve hakemlik vazifesini bize vermemişler.
Bir diğer yanı da bazen, insanlardaki kucuk istidat ve liyakatlara tedelli yoluyla, tenazul yoluyla İlahi inayet geliyor, ulaşıyor. Bu defa da o İlahi inayet yonlendirici oluyor. Tıpkı seyr-i suluku ruhanide, cezbi iczaba gelen insanların halleri gibi. Artık onlar pek de iradelerini kullanmıyorlar. Belki o cezb-i incizab dalgalarıyla surekli bir kuvve-i kudsiye, bir cazibe merkezi tarafından cekiliyorlar.
Benim itikadım daha ziyade o merkezde. Rabiatu’l Adviye Hazretleri Cenab-ı Hakk’a tazarru ederken, “Allah’ım Benim sana olan alakam ve aşkım değil; Senin bana olan alakan ve muhabbetin hurmetine..” diyor. Bu acıdan o tedelli ve tenezzul cok onemlidir. ‘Allah oyle diledi, Allah oyle eyledi’ şeklinde bakmak garantili bir şeydir. Cunku insan bir sebeple belli bir noktaya gelmişse ve o sebebi az da olsa seziyorsa -ki o sebebin sezilmemesi ayrı bir ihsan-i İlahidir- o zaman o ihsan bir mekre donebilir. Az bir şey aklının koşesinden yaptım, ettim, cattım, becerdim.. gibi şeyler gecse mekre donmuş olur. Cunku bunlar Kur’an-ı Kerim’de hep Allah duşmanları tarafından soylenmiştir.
Hicbir peygamber ben bilirim demez. Hususiyle Alemin Efendisi “Ne nezdimde hazineler olduğunu iddia ediyorum, ne de bir şey bildiğimi” buyuruyor. “Ben bilmem” diyor. Ben bilmem sozu o kadar cok ağzından cıkıyor ki gercekten hicbir şey bilmediğini zannedersiniz. Ama butun insani bilgiler bilgisinin yanında deryadan bir katre kalan Allah’ın bilgisine gore Hızır vari meseleye yaklaşmak icap ediyorsa oyle demek duşer. Cenab-ı Hakk’ın o inayeti bize sadece bilme, bildirme, duyurma, hissettirme ve sevk etme mevzuunda değil. Hemen hayatın her safhasında oyledir. Bu sebeple İlahi inayet oncelikli yaşıyoruz şeklinde yaklaşmak daha isabetli olur. Ama onun belki bir istidadı, bir liyakati vardı. Sonradan da bu insan bu işleri boyle ortaya koyunca, -biraz evvel de 30 sene ciddi bir vefa hissi ile hizmet ettiğini soyledim- onun gibi bu kadar hizmet etmiş olan başka insanlar da vardır ve muhakkak kucuk hataları olmuştur. ‘Hata edenlerin hayırlıları tovbe edenlerdir’ fehvasınca hata yapanlar hakkında konuşanlar, hata edenin tovbe etmiş olması ihtimaline binaen affedilmez bir hataya duşmuş olurlar. Hele bir de hata ettin, hata etti dedikleri kimse ile buluşup helallik alamamışlarsa Hafazanallah!
Şimdi bu insan (merhum Hacı Kemal Ağabey) bir ihsan dalga boyunda istifadeleri olmuş, sonra bu yol girmiş ve bu yolun hakkını yerine getirmişse -Eğer getirmişse şayet- liyakatini ortaya koymuş demektir. Bu da şu demek olur: Allah gelecekte onun cok yuksek bir performans ortaya koyacağını biliyordu, bildi ve dolayısıyla başta onu boyle hidayet etti dersiniz.
Hali vakti yerinde olmasına rağmen gozu dunya malında pek olmadı. Cok mutevazı bir hayat yaşadı. Bunun altında yatan sır perdesi nedir?
Ben onun geniş imkanlara sahip olduğu donemleri bilirim. Dukkanlarını sattı, evini sattı... Ve ben doğru mu soyledim, yanlış mı soyledim, kendi hakkımda hukum vermeseydim daha rahat konuşurdum ama... Yani, “Hacı Kemal, senle benim evimiz olmaması lazım, dunyaya calışıyoruz hissini etrafa uyarmayalım.” diye soylerdim hep. Oysaki, objektif duşunce olarak coluk cocuğu olanın başını sokacağı bir evi olmalı. Kira, evden eve taşınma cok şirin değil. O, zannediyorum coklarından akıl almış, coklarına akıl vermişti. Eskiden evi vardı, fakat vefat ederken ilk sekerata girdiği anda bir garip olarak olum anına girdi, yabancı bir evdeydi, hatta cocukları bile yanında yoktu. Allah o lutfu da ona ihsan etti. Cunku buyuruluyor ki; “Garip olen şehittir”. İlk sekerata girdiği zaman yanında kimsesi yoktu.
Hizmet-eğitim aşkından ve comertliğinden biraz bahseder misiniz?
Cok comertti. Bunu butun arkadaşları bilirler. Ben Ege’de gezici olduğum zaman da -onun cocukları o zaman kucuktu, ben evinde de kaldım- teybi elinde ben nereye gittiysem o da oraya geldi. Bizim yaptığımız bir hizmet olmayabilir. Fakat onlar bir hizmet kabul ettiklerinden dolayı niyetlerine gore sevap alırlar. Comertlik cok onemlidir, bir iki defa size arz etmiştim, kuyrukluyıldızlar gibi gezen buyuk veliler vardır. Mesela İbn-i Ethem gibi ve bunlardan birisi de İbrahim Havas. Bunlar belde belde dolaşırlar, Anadolu’yu kac defa baştan aşağı taramışlardır. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: “Comert insan fasık da olsa cennete girer”. Hacı Kemal fasık değildi. Fakat comert bir insandı. Cocuklarının bugunku sarraflık işleri olmasa Hacı Kemal’in şahsı adına hicbir şeyi yoktu. Onun bir şahidi de Yahya Bey’dir. Benim onda takdir ettiğim cok evsaf vardır. Kendini unutacak kadar fenafi’d-dava, fenafi’l-hizmet bir insandı. Arz ettiğim gibi 80 senesi, butun arkadaşların bir Civanmertliği vardır da, -6 sene cok ciddi sıkıntı yaşadım- bu sıkıntı zamanlarında o, ilk gunden itibaren hep yanımda oldu. Aramızda boyle de bir uyum vardı. Tabii insanın bunları unutması mumkun değil. Yani hayatımda onun o kadar cok civanmertliğine şahit olmuşumdur ki saymakla bitiremem.
Rus Tereza, Hacı Ata’yı anlatıyor
Ben Tereza, 17 yaşındayım. Rus’um. İki yıl onceye kadar Tacikistan’da yaşıyordum. Annem Hacı Kemal Erimez ile birlikte calışıyordu. O sıralar Hacı Ata’mız ilk liseyi Tursunzade’ye acmıştı. Ben daha ufaktım. Sık sık okula annemin yanına gelirdim. Annem okulda şef aşcı olarak calışıyordu.
Hacı Ata bizle karşılaştığında, ablama ve bana her zaman tebessum eder, başımızı okşardı. Biz o zaman Turkceyi bilmiyorduk. Onun sıcaklık ve sevgisi bize karşı davranışlarıyla anlaşılıyordu. Bizi sadece annemiz buyuttu, babamız yoktu. Hacı Kemal abi bizim icin dede gibiydi. Biz ailecek o zaman Hristiyan’dık. Gercek Muslumanları o zamana kadar tanımamıştık. Bir yıl gecti. Okuldaki abileri ve oğretmenleri, ozellikle de Hacı Dede’yi cok sevdik. 13 Mart 1997’de Hacı Dede’nin olumu, bizim hayatımızı değiştirdi. O gune kadar hic duşunmemiştik hayatımızdaki onemini. O bizim icin ornek insandı. 14 Mart 1997’de biz Muslumanlığı kabul ettik, yeni bir hayata başladık. O zamanlar ben 12 yaşındaydım. İslamiyet’i oradaki oğretmenlerin hanımlarından oğrendik. Başlarda hic kolay olmadı, ozellikle de annem icin. Cunku biz Rus’tuk. Daha sonra ablam Turk abilerden birisiyle evlendi. Bir yıl sonra 12 Mart 1998’de bir oğlu oldu. Ona tabii ki Hacı Dede’nin ismini verdik. İnşaallah o bu ismi layıkıyla taşır. Hacı Dede’miz gibi. Uc ay sonra ablam ve eniştem Turkiye’ye donuş yaptılar. Sekiz ay sonra biz de annemle Turkiye’ye yerleştik. Şu sıralar Kucuk Dunyam isimli kitabı okumaktayım.
Hizmetle dolu bir omur
Sevenlerinin “Hacı Kemal Ağabeyi” 22 Nisan 1926 yılında Samsun’un Havza ilcesinde dunyaya gelir. Ama, hayatının buyuk bir kısmını Ege’de gecirir. Ege Bolgesi’nde gecen hayatının ilk yılları, daha sonraları kok salacak olan hizmetin ilk tohumlarının atıldığı donemlerdir. Kabına sığmayan bir insan olan Kemal Erimez genclik yıllarında Ege Bolgesi’nde deve gureşleri tertip eder. Aydın-İncirliova’da ilk defa mehter takımını kurar. Sevincinden mehterin ilk gosterisinin yapıldığı gun de mehterin en onunde kendisi yurur. İcinde milletine, yurduna ve dahası inancına olan hizmet aşkıyla kavrulan Hacı Ağabey’i nerede hayır işi varsa orada gormek mumkundur o donemler.
Erimez, onda eriyeceği bir oğretici, yol gosterici, milletine ve dinine hizmette “tavsiyelerini, hatta imalarını emir telakki edeceği” birini aramaya ta o zamanlar başlamıştır. İlk zamanlar Konyalı Tahir Buyukkorukcu Hocaefendi ile başlayan munasebetleri, daha sonraları Edirne’den İzmir Kestanepazarı’na tayini cıkan Yaşar Tunagur Hocaefendi ile devam eder. Hali vakti yerinde olmasına rağmen dunya malına aldırmaksızın Tunagur Hoca ile birlikte hayır işlerine koşturur, bir dediğini iki etmez; Tunagur Hoca’nın vaazlarını yanında hic eksik etmediği teybi ile kaydeder; daha sonra onları coğaltarak civar kasabalara dağıtırdı.
Aydınlı Hacı Kemal zengindi. Turkiye’nin nabzını ve siyasetini elinde tutan insanlara cok yakındı. Adnan Menderes’i karşılamak icin kamyonlara insanları doldurur gotururdu. Başbakan Demirel Aydın’a geldiğinde doğru Hacı Kemal’in evine gider, orada ağırlanırdı. O, cevre insanının isteklerini Ankara’ya taşıyan kişiydi. Kimseye acıklamadı, cunku kendisinden ovguyle soz edilmesi onu sıkıyordu. buyuk ihtimalle siyasete girmeyi teklif etmişti Demirel ona, evinde misafir kaldığı bir gun.. veya Menderes. Butun bunları es gecti Hacı Kemal. Kendi taşralı muhayyilesinden hareketle, bu millette eksik olan bir şeylerin bulunduğunu seziyor, adını koyamıyordu. Ta ki, onda cok ama cok şey bulduğu genc Fethullah Gulen’le karşılaşana kadar.. “Hacı Kemal Ağabey” Fethullah Gulen Hocaefendi gibi bir kılavuzun işaretleriyle coştukca coştu. Anadolu karış karış oldu Erimez’in ayaklarının altında. Yanında başka Hacı Kemal’ler de yok değildi. Yetmedi. “Eğitim, ille eğitim” diyen ve tarihî bir restorasyon icin receteyi veren “hocasının” gozyaşlarını kendine enerji yapıp bu defa bilmediği, tanımadığı Orta Asya’ya koştu.
Sayı: 170
Bolum: Portreler
Muhabir: HAMDULLAH OZTURK
--------------
MEHCUR KİTAP
Ramazan Kayan
İnsanoğlunun dunya seruveninde Rahman�a yonlendiren, yol işaretlerinin toplandığı rabbani kılavuzun adıdır, Kur�an� Yaratıcı�nın �rıza�sı ekseninde bir yaşamı gercekleştirme projesidir� Allah�ın insana yonelik sozu olan Kur�an; aynı zamanda Rabbi Rahimimizin rahmet sağanağıdır�
Alem-i ervahta gercekleşen elest bezminde Rableri ile sozleşmeleri olan kullara dunyada soze sadakati surdurmeleri, ihanete duşmemeleri icin devrededir, Kur�an�
Kur�an goklere, dağlara ve yeryuzune inmedi� İnsana indi� İndi ki, insanda onu hayatına indirsin� Zihninde saklı tutmasın� Yaşamına yaysın� Pratiğine yansıtsın diye� Cebrail (as) vahyi Hayy olandan hayat suren insana taşıdı� İnsana duşense onu hayata taşımaktır� Amac bu yolla insanın onu hayatta tutup, hayata donuşunu tamamlamasıdır� Buradan hareketle Alayi illiyyine yol bulmaktır� Gokten yeryuzune vahyin inişi tamamlandı; ancak insandan hayata vahin iniş sureci devam ediyor� Bugunde ayetlerin hayatımıza inzalini yaşıyoruz�
Kur�an�ın cağrısı bir diriliş cağrısıdır, ancak ona icabet edenler diridir�
Kitab�ın bilgisine sahip olmak yetmiyor� O bilgiyi hayatlaştırmak gerekiyor�
Hayattan koparılan Kur�an, Kur�an�dan koparılan hayat garibdir� Kur�an�ın yaşadığı bu gurbeti, hayatın suruklendiği bu sefaleti yine Kur�an�a donuşle aşabilmemiz mumkundur� Aksi taktirde Kur�an�ın ve Rasulun tazirine maruz kalırız:
�Peygamber dedi ki: Ey Rabbim! Doğrusu kavmim bu Kur�an�ı terk edilmiş bıraktılar.� (Furkan-30)
Hafızamızda tuttuğumuz ayetler, hayatımızda tutunamıyorsa, bunun nedenini yaşamımızdaki tutarsızlıklarda aramak lazım�
Kur�an�ı kutsayarak hayatın dışında tutma gafletini sonlandırmadan yol almamız mumkun değildir� Cozum uretememenin, cozulmenin onune gecememenin, curumenin toplumsallaşmasının temelinde bu vardır� Kendimizi Kitaba actıkca, vahiy merkezli acılımlar gecikmeyecektir�
Okuya geldiğimiz Kitab�la yuzleşebilme cesaretini gosterebilmeliyiz, artık� Kur�an�dan kopuş surecinin arka-planına inmemiz gerekiyor� Ne turden zihinsel donuşumlere maruz kaldık? Zaaflarımız, onyargılarımız, saplantılarımız, şartlanmışlıklarımız vahye yonelik soğuklukları nasıl besledi?
Yuruyen Kur�an olması gereken bizler, neden bu kadar durgun ve donuk? Neden duyarsız kaldık?
Safiyetler ve samimiyetler bozuldu� Yeni kuşakların beslenme kaynakları bulanıklaştı� Grek felsefesi ve mantığı� Pers efsaneleri ve duşunce bicimi� Ehli Kitap israiliyatı� Hıristiyan mistisizmi� Batı rasyonalizmi� Batılın tortuları İslam duşuncesine musallat oldu� Kaynaklardaki bulanıklık, zihinsel donuşumu ve tezebzubu hazırladı� İdeolojik savrulmalar, sekuler saplantılar birbirini izledi�
Boylesi bir anaforda hazlarımız, hırslarımız, hızlarımız, hevÂmız hala vahyin havasını solumamızı erteliyorsa, cetin bir hesaba doğru surukleniyoruz demektir�
Kur�an�la doğrulanmayan bilgi, ilahi kelamla barışık olmayan akıl, ayetlerle test edilmeyen tasavvur, tecrube, gelenek� celişkiler yumağıdır�
Vahiyle acılmayan zihin, Kur�an�la titremeyen yurek, zikirle ıslanmayan goz, ayetlerle arınmayan nefis, teheccudle bolunmeyen uyku� yuk olmaktan başka bir şey değildir�
Zihinlerin ve sayfaların icinde sıkışıp kalan �Kitab�ı alıp, hayatın seyir cizgisini belirleyecek, yaşama anlam ve ruh katacak bir konuma taşımak gerekiyor� Kitab�ın kapalı sayfalarını acık tutmak, okunur kılmak� Yaşanır kılmak� Kur�an�ın harekete gecmesi� Hayata intikali ve mudahil olması� Bizim de yuruyen Kur�an�a eşlik etmemiz� Unutulan, unutturulan vahyi gundemleştirmek� Vahye dayalı bir onderlik ve orneklik� Kur�an cıkışlı bir tanıklık bizi bekliyor�
Vahiy dışı kuşatmaların labirentlerinde insanoğlu ruhunu ve nurunu arıyor� Derin bunalımlar icinde kıvranan insanlık tutunacak sağlam bir kulpa ihtiyac duyuyor� Arayış icinde olan insanların elleri boşlukta kalmamalı� Gokten salınmış sağlam ip, Kur�an�dır� Soğuk dunyaların yalnızlığında, kimsesizleşen insanlar vahyin sıcak soluğu ile Sahibine donebilmeliler�
�Mutlak doğru�nun karartıldığı, vahye rağmenciliğin kutsandığı bir cağda yaşıyoruz� Zannın, kizbin, hevanın, bağyin alkışlandığı bir dunya� Bu surecte Kur�an�ın golgesine sığınmanın ve onun işaret ettiği hedefe yurumenin onemi one cıkıyor�
Ancak sorun bunun nasıl gercekleşeceğidir? Hayati soru; yuruyen Kur�an olabilecek miyiz?
Yıllarca Kur�an�ı anlamak, ecir kazanmak icin tefsir okumalarımız oldu� Rivayet, dirayet hatta işÃ‚ri tefsir taramalarında ciddi mesafeler alındı. Sakın ola ki, tefsir okumalarımız, sohbet halkalarımız bizi oyalıyor olmasın! Bunca yoğunluklu okumalardan sonra hayatımız Kur�an�ın tefsiri olabiliyor mu? Tercuman-ul Kur�an olmak gibi bir sorumluluk altında değil miyiz? Varoluşumuz, duruşumuz, yuruyuşumuz ayet-ayet, sure-sure vahyin yansıması olarak belirginleşmesi gerekmiyor mu? Kişiliğimizde, kimliğimizde Kur�an mufesser olmalı� Davranışlarımızda vahiy muessir olmalı� Murekkeble, kalemle yazılan tefsirlerden gecilmiyor, bir doyum var� İnsanımız kanıyla, gozyaşıyla, teriyle tefsirini yazacak mufessirlerini arıyor�
Hareketsiz duran, dermansız kalan bireye, topluma, ummete bir ruh lazım� Atalet, rehavet, gaflet, kasvet, zillet ve esaret girdabında silikleşen insanlara hayat iksiri olacak bir soluk gerekiyor� Balcığımıza bir can katmamız zarureti beliriyor� İşte yeniden hayata donuşun adresi�
�Boylece sana emrimizden bir ruh vahyettik.� (Şura-52)
Diriliş, direniş ve dinamizm vesilesi olacak bir Ruh� Ruhsuzlaşan, iradesizleşen, nesneleşen birey ve toplumların yeniden hayat bulmasının garantisi� Kalpleri, vicdanları, irade ve idrakleri ayağa kaldıran Ruh� Ozgurleştiren, ozgunleştiren, ozneleştiren hayat iksiri� Bu ruh vahyin dışında bir şey değildir�
Ruhsuz (Kur�an�sız) bir insanın anlamı, değeri sorulur mu?
Vahye teslimiyet iki ruhun buluşması ve barışması demektir. Beden kalıbında bulunan ruhla, Rabbin Kitabında olan ruh� İki ruhun tevhidi� Bileşkesi� Muvahhid ve muttaki insan� İşte mahza hayat budur� Ruh�a ruh katmak� Allah�ın ruhu ile ruhlanmak� Boyası ile boyanmak� AhlÂkı ile ahlÂklanmak� Beden ve ten camurundan huzur ve huşu iklimine uzanmak� Ruhsal sorunların, duşunsel coraklığın, sosyal curumelerin ve siyasal kirlenmelerin temelinde bu Ruh�tan (Kur�an�dan) kopuşun yattığını goruyoruz�
Dunya lezzetlerinin, şehvetlerinin cekici, caydırıcı, baştan cıkarıcı etkilerinden sıyrıldıkca vahyin manyetik alanında anlam yuklenmesini gercekleştirmiş olacağız�
Dunya merkezli bir bakış acısından kurtulup, ahiret merkezli bir yaşam tercihinde netleşme oranında hareket gucumuz artmış olacaktır�
Rabbimizin bizden istediği adanmışlığı goze aldığımız zaman, Kur�an�ın refakatinde yurumeyi başarıyoruz demektir� Boylesi bir yuruyuşu gercekleştiren mu�minleri Allah Rasulu (sav) bize şu ifadelerle takdim ediyor:
Rasulullah (sav) şoyle buyurdu:
�Size en hayırlınızı haber vereyim mi?� Ashab:
�Evet, ey Allah�ın Rasulu� dediler. Dedi ki:
�Sizin en hayırlınız gorulduğunde Allah�ı hatırlatandır� (Kutubu � sitte)
İşte vahye tanıklığın, vahye sabitlenmenin, kendini Kitab�a kodlamanın dışa vurumu boylece gercekleşiyor�
Kur�an; kendi insanını erdem, onur ve ahlÂk hamuru ile yoğuruyor� Bedevilikten, bağnazlıktan kurtulmak isteyenlerin ellerinden tutuyor, bu Kitap� Bir disiplin, bir terbiye sistemi sunuyor� Kur�an�a iman, Rahman�ın mektebindeki eğitim sistemine bağlı kalmaktır� En guzel ornek, en guzel insan Hz. Rasulun rahle-i tedrisinden gecmektir�
İlk Kur�an nesli, bu mufredatı hayatlarında gercekleştiren ustun bir toplumdu. Onlar bilgilenmek icin değil, uygulamak icin Kitab�a muhatabdılar. Onlar Kur�an�ı kendilerinin ve icinde yaşadıkları toplumun yaşamlarının her boyutunu duzenleyen Allah�ın buyruğu olarak karşılıyorlardı. Bir asker disiplini ile �gunluk direktifler� kitabı olarak okuyorlardı� Anında hayata intikali gereken hukumlerdi�
İlk neslin Kur�an�a karşı sorumluluğu amel ve eyleme yonelikti� Sonrakiler de durum değişti. Araştırma, tartışma gibi amaclar one cıktı. İş daha da ilerledi� Kur�an�ın musikisinden yararlanmak ve kulturunu arttırmak arzuları daha fazla kabul gordu�
Rasullullah(sav)ın şu muthiş uyarısı unutuldu:
�Allah şu Kur�an�la amel eden toplulukları yuceltir. Onun izinden gitmeyenleri de alcaltır.� (Muslim)
Bu bağlamda ummetin son iki asırdır maruz kaldığı esaret ve zilletin nereden kaynaklandığını gorebilecek durumdayız�
Vahiyle ilişkimiz ne duzeyde ve hangi amaca yonelik?
Akademik kariyer icin Kur�an araştırmaları mı? Kulturel bir birikim mi? Bilimsel bir tetkik mi? Tartışmalarda muhatabı mat etmek icin mi? Kur�an uzerinden gecim hesapları mı? Bu Kitap bize nerede lazım?
Sloganlaşan ayetler� Mızrakların ucunda taşınan ayetler� Mezar taşlarında yankılanan ayetler� Muarızları ve muhalifleri paylamak icin sıralanan ayetler� �Az bir pahaya satılan ayetler�� Coğu zamanda �gizlenen ayetler��
Zihni bulanıklığın, kalbi teşvişin, ruhi tedenninin temelinde vahyi algılama, yorumlama, uygulama ve vahye uyum sorununun olduğunu goruyoruz�
Cozum mu?
Garazsız, şeksiz, şuphesiz, pazarlıksız, on yargısız, tereddutsuz; �İşittik ve itaat ettik� diyebilmektir�
Bu kararla ortuşmeyen; kabulleri, değerleri, teklifleri reddetmektir� Yani bu Kitab�ın bizden istediği; sadakattir� Samimiyettir� Ciddiyettir�
Boylesi bir teslimiyetle Kur�an�a tutunup derinleşenler ve �Yuruyen Kur�an� vasfını kuşanan ashaba benzeşenler veraların verasına yol bulabilirler�
Şimdi kendimizi ve hayatımızı Kur�an�a acma zamanıdır�
Vakit gec olmadan�
---------
Azrail aleyhisselÂm, Suleyman aleyhisselÂmin yanina gelince, vazirlerinden
birine dikkatle bakti Vezir, melegin boyle sert bakisindan korktu. Azrail
aleyhisselam gidince, Suleyman aleyhisselama yalvarip, ruzgara emretmesini,
ruzgarin kendisini garp (bati) memleketlerinden birine goturup, Azrail
aleyhisselam'dan kurtarmasini istedi.
Vezirin istegi yerine getirildi.
Azrail aleyhisselam tekrar gelince, Suleyman aleyhisselam o vezirin yuzune
nicin sert baktigini sordu. Azrail aleyhisselam;
"-Bir saat sonra, garptaki (batidaki) sehirlerden birinde, o kimsenin canini
almak icin emir olunmustum. Onu senin yaninda gorunce, hayretimden dikkatle
baktim. Emre uyup garba gidince, onu orada gorup canini aldim" dedi.
Suleyman aleyhisselam, Azrail aleyhisselam'a:
"Goruyorum ki Allah'in
takdirinden kurtulus yok. Insanlar Allah'in takdir ettigi omur kadar yasiyor
ve ecele kendi istegi ile kosarak gidiyorlar.
Oyle degil mi?" diye sordu.
Azrail aleyhisselam da:
"Aynen boyle, ben sadece gorevimi yerine
getiriyorum" dedi.
---------
Varlığa Doğan Guneş (a.s.m.)
Saat 5.00: Varlık yok! Zaman yok! MekÂn yok! Yok da yok! Her şey yokluk uykusunda! Yalnızca O var! Ve Onun Nuru... Yaratılış ağacının başı ve sonu olacak Nur... Tek nokta: Yaratılışın biricik cekirdeği. Altı gun surecek uzun bir zamanın ilk gunune hazırlanıyor hilkat...
Saat 5.30: Ve cekirdek toprağa duşuyor. Ana rahmine duşen varlık gibi. KÂinatın rahmi ihtizazda. Ve tecelliler evre evre. Bir hamur... Nurdan bir hamur yoğruluyor... Gezegenlerin, yıldızların ve guneşlerin hamuru. Kimisine gore esirden. Bazılarına gore ise kor ateşlerden... Hilkat ağacı yayılıyor her tarafa. Her yerde bahar kokusu.. Fakat bahar nerede? Fecri bekleseydi, "Sabah oluyor, sabah oluyor" derdi gozler... Ufukta ince bir ışıltı...
Saat 7.30: Onun nuru ufukları tutmuş. Nisan yağmurlarının şıpıltıları her yerde... Yedi kat sema hazırlanırken muazzam bir hareket var varlıklarda. Varlık Âlemi "Mevlevî zikrine" kalkmış. Tasavvur ve ifadesi bizce imkÂnsız hÂdiseler cereyan ediyor. Yayıldıkca, kÂinatta urperten boşluklar oluşuyor. Kureler, yıldızlar, top ateşleri... Birbirlerini kovalıyorlar boşluklarda... Fakat hepsinin dizgini ve zinciri Onun elinde. O Nur, oyle bir Sultana dellÂl olacak ki, kamer Onun mulkunde bir sinek gibidir. Yer kuremiz sukût ve sukûnete ermek uzere...
Saat 9.30: Guneş yukseleli epey oldu. O, cemaati olacak gezegenleri toplamakla meşgul. Varlık adım adım yokluğa galip gelirken, hayat emareleri goruluyor nazenin kuremizde. Atlas ortuye burundurulmuş. Karnındaki ateşlerle ara ara başı dumanlansa da, hÂlinden memnun. Kime hazırlandığının şuurunda. Âdeta raks ediyor. Guneşler Guneşinin ortaya cıkacağı coğrafya Onun sıcaklığıyla hayata her yerden once hazır hale gelmiş. Mutlu kıt'a, mutlu ada ve mutlu şehir başlarını herkesten once okyanusların uzerine cıkarmışlar.
Saat 11.00: Guneş zirveye doğru… Beşik bebeğe, dunya Âdem (a.s.) ve Âdem'den zuhur eden nura hazırlanıyor. Hazırlıklar seri, sur'atli. Her şey yoktan var oluyor. Dunyayı yoktan var oluşların heyecanı sarmış. Her şey cift cift sahnedeki yerlerini alıyorlar. Cennetli misafirleri karşılama heyecanı var dunyada. Her yer ışıl ışıl. Cennetlileri uzmemek icin Cenneti taklit hÂli var onda. Nebatat, hayvanat el ele. İşte ucan kuşlar, koşuşturan ceylÂnlar, coşan pınarlar ve oynaşan balıklar… Yer kuremiz ilk mujdesini bekliyor.
Saat 12.30: Guneş tepemizde. Olgunlaşıyor her şey. İşte zuhur vakti. Zuhr'da zuhur ediyor Adem ile Havva. İlk cedlerimiz. Cennette hareketlenmeler var.
Hareketli ve kalabalık meclisler... İmtihan meclislerine benziyor. Ayrışmalar var orada. Gergin bekleyişler… Ayak sesleri geliyor... Bize doğru... Ağlayışlarla geliyorlar ve kapıların gıcırtısı duyuluyor sanki. Cennet sakinlerini gonderiyor. Âdem ve Havva'da huzun. Ayrılık acısı ve ilk gurbet...
Saat 13.30: Boynu bukuk gariplerin ilkidir Âdem (a.s.) babamız... Serendip'e değerken ayakları, dunyanın hızlı hareketiyle Havva Anamıza Yemen sahilleri duşuyor. Şeytana karşı Cibril tutuyor gariplerin ellerinden ve "onları nurlu torunlarının" kutsal dağına tırmandırıyor. Gozyaşlarıyla yıkanırken Arafat, Muzdelife seller icinde kalıyor. Acıklı yakarış-yalvarışların sesinden Şeytan, t Mina Vadisine kacıyor. Ne zaman kacış kurtuluş oldu ki! Cihanı dolduracak nurdan Mina mı kurtulacaktı? Âdem ve Havva'da sekinet ve sukûnet. Âdem'de ise bir emanet... Sut-beyaz bir cevher... Cebrail'in işaret ettiği yere koyuyor: İşte burası kÂinatın merkezi. Allah'ın evi. Nurlu torunun yurdu. Buradan cihana yayılacak sonsuzluk Nuru. Emin belde.
Saat 14.30: Hilkat ağacı kÂinata yayıldıkca, Âdem'in (a.s.) nesli de dağılıyor zemine. Arabistan, Hint, Afrika ve derken Anadolu. Bırakır mı peşini iblis Benî Âdemin. Ruhlar yakalandıkca onun pis ellerine, ahirlerini, cedleri ve cedlerinden elciliği devralan dedelerinin vasiyetlerini unutur oldular. Obek obek insanlar... Kimi Habil'e, kimi de Kabil'e vÂris... İsyanları bazen zehirli duman olur, yakar gezegenlerini... Bazen simsiyah bir bulut, patlar asilerin suratına... Bakın! Hayat nasıl kukreyen dağlardan koşe-bucak saklanıyor. Olsun… Butun bu tufanlar, volkanlar, zelzeleler sarsamıyor Nebîlerin zincirini. Butun dudaklarda aynı mujde: O gelecek ve bu zulum de bitecek! Hilkatin sebebi doğmadan dunyamıza bir şey olmaz, diyorlar.
Saat 15.00: Guneşin rengi sararıyor, bicilmiş ekinler gibi, titriyor urperiyor "O gelmeden gun biter" diye. Guzun huznu var dunyada. Buyuk mujdeler en huzunlu zamanları beklermiş… Arif-i billÂhlar korku-umit tepelerinde koşturmaktalar. Tıpkı Hacer gibi. "Ne zaman, ne zaman gelecek o kutlu kişi? İbrahim'in ( a.s.) duası, iki kurbanın biricik evlÂdı. Davud'un (a.s.) yanık şiiri. Mûsa'nın (a.s.) tesellisi ve Mesih'in (a.s.) mujdesi acep gelmiş midir" diye, diyar diyar gezenler o kadar cok ki… Yemen'den t Konstantiniyye'ye kadar… Kalp gozleri acıkların dillerinde vird olmuştu Muhammed... Bahiralar, Kitab-ı Mukaddes'in yapraklarını ceviriyorlar.
İsa diyor: "Ben Rabbime ve Rabbinize gidiyorum. Gitmezsem zira, beklenen Faraklit size gelmez."
Dağatur, İstanbul'da... Yonu Hicaz'a donuk ve dudakları kıpır kıpır. Yuhanna'dan bir dua dilinde:
"Sizinle t ebediyete kadar olacak Faraklit'i Rabbimden istiyorum."
Habeş'ten başka bir haber. Necaşi'nin gozleri yıllardır uykuya hasret. Mutemadiyen Mekke ufuklarını tarıyor. Dudaklarında bir ozlem:
"Ah keşke şu saltanata bedel Muhammed'e kole olsaydım!"
Varaka'nın dunyasını med-cezirler yakıyor... Tevrat'ın şu ayeti olmasaydı, bu vahşeti hic yaşar mıydı, KÂbe'nin kulpuna tutunarak Onu beklerken:
"Muhammed Allah'ın Resuludur. Mekke'de doğacak, Medine'ye hicret edecek, Şam mulku olacak ve Onun ummeti de en cok hamd ve şukredenlerdendir."
Yakıcı bekleyişin ateşini mujdeler sondurmuyor. Yalnız peygamberler, velîler ve arifler değil. KÂhinler, hatifler, cinler, putlar ve hatta putlara kesilen kurbanlar mujde kesilmiş: O gelecek! KÂinatın oz nuru insan olarak ortaya cıkacak. Hilkat ağacının beklediği meyve dala duşecek. O gelecek!
Saat 15.30: İşte ikindi guneşi... Zaman doluyor. KÂinatın karnı burnunda. Sancılar arttıkca coğrafyalarda panikler yaşanıyor. Bekleyiş yalnız insanlarda değil. Heyecan yıldızları da sarmış. Yer yer catışmalar yaşanıyor. Vurulanlar, duşenler o kadar cok ki, her şeyde bir gariplik var. KÂbe'ye kast niyetiyle Mekke'ye yaklaşan Ebrehe'yi kuşlar vuralı henuz bir ay bile gecmedi. Ebabil ordusunun helÂk ettiği askerlerin kalıntılarını gayb selleri t Kızıldeniz'e goturmuş... Birileri Mekke'yi temizliyor. Her yer Nisan sularıyla yıkanıyor. Kupkuru vadide sular cağlıyor. Bir koku var Mekke'de. Misk u amberden ote… Gul kokusu diyorlar. Sahralar, vadiler, ovalar ve dağlar gul actı bu diyarda, hem de en kırmızısından! Fakat bu koku… Melekler bile bu kokuyu ilk kez duyuyorlar. Bu koku aslı nur olan gul-u Muhammed kokusu!
Her şey ve herkes ayakta sanki. İnsanlar dehşetli ruyalarla yollara duşmuşler. Yollar atlı, yollar elci ve ulak dolu. Herkes birbirine soruyor. Neler oluyor burada? KÂinatın kalbi bir kat daha hızlı carpıyor bu kez. İkindi vakti, guneşini bekliyor. Sanki ilk patlamanın heyecan
Her Turlu Dini Bilgi, Yazı, İcerik, Hikaye...
Dini Bilgiler0 Mesaj
●24 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Her Turlu Dini Bilgi, Yazı, İcerik, Hikaye...