İman ile Kaygı
‘İman’ kelimesinin koku ile ‘emniyet’ ve ‘guven’ kelimeleri arasında bir anlam ilgisi vardır. Buna gore imanın tam zıddı olan kavram, ‘kaygı’dır.

Kaygı, psikoloji literaturunde onemli bir kavramdır. Butun nevrotik psikolojik rahatsızlıkların temelinde kaygı rol oynar.

İbadetler, imanın belirtisi olmanın yanında iman nurunu besleyen etkinliklerdir.

Yuce Allah (c.c.), dunyadaki her şeyi insan icin yaratmıştır. Onun nimetlerini saymak istesek buna bir omur yetmeyecektir.

İbadetler gorunuşte yuce Allah (c.c.) icin yapılır. Ama yuce Allah’ın (c.c.) insanların yaptığı ibadetlere hic ihtiyacı yoktur. İbadetler ayrıntılı bir şekilde incelenirse bunların da insanların yararına olmak uzere farz kılındığı anlaşılır.

İbadetlerin psikolojik dunyamızda en onemli işlevi, kaygıları yok etmeleridir. Birer psikoterapi (ruhsal iyileştirme) olarak hizmette bulunmalarıdır.

İmandan yoksun bir insan buyuk bir varoluşsal bir kaygı icerisinde bulunur.

Olum, her insanı buyuk bir varoluşsal kaygı icerisine sokar. Yaş ilerledikce bu kaygı artar. Her insan olume karşı kendince bir vaziyet alır. Genellikle bu varoluşsal kaygıdan kurtulmak icin imana ve ibadetlere sığınılır. İman derece derece olduğu gibi insanların olum karşısında kaygıları da boyledir.

İnsan-ı kÂmil (veli) icin olum asıl sevgiliye (yuce Allah’a) vuslattır. Aşktır.

Olumle iman esaslarını oluşturan bazı şeylerin perdesi kaldırılacaktır. Orneğin kişi olduğunde melekleri gorecek, cennet ve cehennem sahnelerinden bazı şeylere tanık olacaktır. KÂfirler icin de muminler icin de bunlar yuce Allah’a (c.c.) imanda bir yakinlik sağlayacaktır.

İnsanların buyuk coğunluğu icin olum buyuk bir kaygı kaynağıdır. Bu buyuk kaygıdan kurtulmanın tek yolu iman ve onun kaynağı ve besleyicisi olan ibadetlerdir.

Mevlana Celalettin Rumi (k.s.), Mesnevi’de bu konu uzerinde mealen şu şekilde bir yorumda bulunur: ‘Ana karnındaki bir yavruya deseniz ki, sen şu anda kan, irin icerisinde ve dar bir mekÂnda bulunuyorsun. Dışarıda dunya kadar geniş bir alan bulunmaktadır. Orada yuce Allah’ın (c.c.) sonsuz nimetleri onune rızık olarak serilmektedir. Gel buradan oraya gidelim. Cenin bu sozlere inanmayacaktır. Bu teklifi de kabul etmeyecektir. Cunku dunyayı tanımamaktadır. Doğmaktan ve dunyaya gelmekten buyuk bir kaygı duyacaktır. Zaten bebeğin dunyaya gelirken ağlaması da bu kaygının ifadesidir. Bunun gibi yuce Allah (c.c.) da, mumin kullarına ilahi kitaplarında şoyle seslenmektedir: Olumle yok olmayacaksınız. Ceninin anne karnında buyuyup oradan dunyaya gelmesi gibi olumle başka bir Âlemde doğmaktasınız. Yuce Allah’ın cennette kerem sofrasına ebedi olarak misafir olmaktasınız. Fakat yine de insanlar olumden kaygı duyarlar. Alıştıkları bu dunya hayatından oraya gitmeye pek istekli olmazlar. HÂlbuki bu dunya hayatı bir imtihan yurdu olması dolayısıyla ahret yurduna gore bir cenin hayatından farksızdır.’

İnsan, olumu hatırlamaz gorunse bile aslında bilincdışında bir an bile bunu unutmaz. Ruh, ebedi bir hayatı yaşamak icin yaratılmıştır. Zaten olumle de olmemektedir. Başka bir hayata intikal etmektedir. Ruh, olumle berzah Âleminde yaşamakta, ebedi hayatı icin bu istasyonda kısa bir sureliğine bekletilmektedir. Fakat dunya hayatında olum olgusu ruhun onunde bir kaygı olarak durur. Bu, ancak iman ve ibadetlerle aşılabilinir. Kişi iman ve nurla bu dunya hayatının olumle başka bir hayata intikal ettiğini kavrar. Bu konuda bir emniyete ve guvene ulaşır. İhtiyarlık ve olum ebedi hayata kavuşmada bir merdiven basamağı olarak kabul edilir. Boylece olum bir kaygı kaynağı olmaktan cıkarak bir aşk ve umit kapısı olur. Veliler olume bu gozle bakarlar. İman derecesine gore muminler de olume bu şekilde bir bakış acısı geliştirmeye başlarlar.

Olum nasıl bir aşk ve umit kapısı olmasın ki, yuce Allah’ın(c.c.) guzel isimlerinden birisi de el-Mumit’tir. El-Mumit, yuce Allah’ın (c.c.) canlı varlıkları oldurmesi anlamına gelen guzel bir ismidir. Şayet olum guzel ve iyi bir olgu olmasa idi yuce Allah (c.c.) bu guzel ismi uzerine almazdı. Olum guzel ve iyi bir olgu olmanın otesinde veliler icin de bir aşk kaynağıdır. Mevlana’nın (k.s) olum gununde insanların matem tutmalarını istememesi ve olunu şeb-i arus (duğun, gelin gecesi) olarak adlandırması da bu nedene dayanır.

Elbette bu sozlerimiz insanların hayatlarına son vermeleri icin veya intihar etmelerine bir gerekce olmamalıdır. Zira insanın kendi irade ve elleriyle hayatına son vermeye hakkı yoktur. Bu, bir cinayettir. Başka bir insanı oldurmek kadar buyuk bir gunahtır. El-Mumit olan yuce Allah’ın (c.c.) işine karışmak doğru değildir. Yuce Allah (c.c.), bu guzel ismini bizlere sevmeyi nasip eylesin. Âmin.

İmandan yoksun bir insan buyuk bir varoluşsal kaygı icerisindedir. Dunyaya gelip de ağlayan bir bebek gibidir. İcerisinde bulunduğu varoluşsal kaygı ile boğulmaktadır. İmanın verdiği huzurdan yoksundur.

Bir bebek anne sutu kadar annenin verdiği sevgi ve guven duygusuna da muhtactır. Bu manevi ihtiyaclar annenin sarılmaları ve ninnileri ile bebeğin ruhunu besler. Sevgi ve guven duyguları annenin ruhundan bebeğe bir enerji dalgası ile ulaşır. Bebeğin bedeni annenin sutu ile buyurken ruhsal dunyası da yakın cevresinden, ozellikle annesinden ve babasından gelen, sevgi ve guven telkin eden sozlerle, davranışlarla, eylemlerle ve bunların manası olan ruhsal enerjiler ile gelişir. İnsan yetişkin olduğunda da bir bebek kadar caresizdir. Yine yaşamak icin yiyeceğe, iceceğe muhtactır. Ruhsal dunyası da boyledir. Ama bebekken anne ve babadan gelen ruhsal enerjinin yerini başka şeyler tutar. Bu sefer anne ve babanın yerini yuce Allah (c.c.) ve O’na iman alır. İman nur ve feyz kaynağıdır. Bunlar ruhun gerekli olduğu enerji kaynaklarıdır. Bedenin yemesi ve icmesi gibi nur ve feyz de imanla ruhu besler. Bu acıdan namaz imanın adeta tecessum etmiş halidir. Kişi namazda yuce Allah’ın (c.c.) huzurunda durduğunu varsayarak O’nunla ruhsal bir ilişkiye girer. Bu sırada nura ve feyze gark olur.

Tabii namazdaki ihlÂsına gore kişide nur ve feyiz artar veya azalır. Ama namaz kılan hicbir insan nurdan ve feyizden nasipsiz olmaz. Az cok her insan namazla yuzunu, vucudunu yuce Allah’a (c.c.) dondurduğunde O’ndan nur ve feyiz yonuyle nasiplenir. Tıpkı bitkilerin guneşten istifade ettikleri gibi namaz sırasında yonunu Allah’a donen muminlerin ruhları da nur ve feyiz ile gıdalanırlar.

Nur ve feyizle beslenen bir ruhta kaygı azalır. İman yakinleşir. Hayata pozitif bir gozle bakma gelişir. Yaşamın boş olmadığını, her şeyin yuce Allah’ın emri ile işlediğini gorur. Hayır ve şerrin yuce Allah’ın (c.c.) yaratması ile olduğuna inandığı icin başına gelebilecek kotu olaylardan oturu bir kaygı duymamaya, iyi şeylerden de nefsine bir pay cıkarmamaya calışır. Her şeyin bir imtihan konusu olduğunu unutmaz: ‘Yeryuzunde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan once bir kitapta yazılmış olmasın. Şuphesiz bu Allah’a kolaydır. Boylece kaybettiğinize uzulmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız. Cunku Allah kendini beğenenleri, kibirlileri sevmez (Hadid suresi, 23-24)’

Olum olgusu yaş ilerledikce muminde iman ve ibadet nuruyla kaygı uyandırmamaya; umit ve aşk duygularının kaynağı olmaya başlar.

Gunahlar kaygı kaynaklarıdır. Bir mumin de gunahlardan masum değildir. Hayatındaki sıkıntılar, problemler, kaygılar hep bunlardan kaynaklanır.

Bir gun bir genc kız bana evlenmek istediği bir erkekten soz edip onunla evlenip evlenmemesinin doğru olup olmadığını sordu. Delikanlı namaza olumlu bir gozle baktığı halde namaz kılmıyormuş. Ben de bu yuzden konuya olumsuz bakıyordum. Goruşumu bildirdim. Ama bu bildirmede biraz cizgiyi aşan ifadeler kullandım. Ayağım kaydı. O akşam bende oyle bir ruh haleti oldu ki bunun nedeninin bu kızın kararına karşı olumsuz goruşumden ve haddimi aşan ifadeler olduğundan zerre kadar şuphe etmedim. Cunku genc kız o delikanlı ile evlenmeyi kafasına koymuş ve kararını vermişti. Benim sozlerim onda buyuk bir kuşku meydana getirmiş, onun o vaziyeti benim ruhsal dunyama tesir etmişti. İnsan tasavvuf yolunda belli bir merhaleye geldiğinde şeytanın vesveselerini, Allah’tan gelenleri cok rahat bir şekilde ayırabilmektedir. Ben de Âcizane bu yolda sadatların himmeti ile biraz sağımı solumu anlayabilmekteydim. Tum gece boyunca hayatımdaki bazı insanlardan ve ilişkilerden oyle bir buyuk kuşku ve kaygıya duşmuştum ki gozume sabaha kadar uyku girmedi. Bu halin bana şeytanların vesveseleri ile gelmediğini yakinen bildim. Bu hal, bu konudaki ayak surcmemin cezasıydı. O zaman şunu anladım ki, insan ilişkilerinde ufacık bir hatanın bile bedeli cok buyuk olabilmektedir. İnsanın haddini bilmesi kadar buyuk bir erdem yoktur. Bir de sozu o kadar olculu kullanmalı ki kaş yapayım derken goz cıkarmamak gerekiyor. Kalbimizdeki kaygıların en temel nedeni, başkalarına farkında olmadan yaşattığımız şeylerden, zulumlerden kaynaklanmaktadır. Tabii bu olay benim bu ilahi yasayı ilk olarak derinden yaşamamda bir milattı. O yuzden hic aklımdan cıkmamaktadır. Daha sonra belki yuzlerce olayla bunun tecrubesini ve sağlamasını yaşadım. Bu konudaki goruşum daha bir pekişti ve bana bir sunnetullah olarak gorundu.

Bu konularda derinleşince şunu kavradım ki, gonul almalar ruha cok olumlu tesirde bulunmaktadır. Yani Allah rızası icin insanın kendisini biraz zorlayarak tebessum etmesinin, selam vermesinin, hal hatır sormasının, hediyeleşmesinin, hizmet etmesinin, başkalarının işlerini gormesinin, sıkıntılarını ve problemlerini cozmesinin boş olmadığını, hemen o gun veya o gece geri bildiriminin olduğunu, ruha buyuk bir genişlik, huzur ve sevinc verdiğini anladım. Bu ne guzel bir yaşam ticaretiydi! Veriyorsun, alıyorsun. Bu kadar basitti. Hele hele daha buyuk iyiliklerin bu konuda daha buyuk nimetlere donuştuklerini de kavradım. Bunların sureclerinin daha da uzadığına şahit oldum. Gerci bu soylediğimiz şeyler ilahi kitaplarda, konuyla ilgili dini ve tasavvufi kitaplarda gecmektedir ama bunlar soyut bilgilerdir. İnsanlar, hayatında bunları yaşayınca adeta bunları yeniden keşfetmiş gibi oluyorlar. Bunlar o zaman daha bir anlamlı gorunuyorlar. Bunların değerini insan o zaman daha bir derinden kavrıyordu.

Haberlerde nedense artık sık duyar olduk: Bir adam cinnet gecirdi, tum ailesini, eşini, şu kadar cocuğunu oldurdu diye. Hemen kendimi o cinnet geciren adamın yerine koyarım. Ne oldu ki boyle bir karar aldı. Haberin kırıntıları arasında işini kaybettiğini, ekonomik olarak zor durumda olduğunu duyarız. Ama bu durumda olan binlerce insan vardır. Onlar neden boyle bir şey yapmıyorlar?.. Neden bu kişi cinnet gecirdi, bu işleri yaptı? Kalpler Allah’ın elindedir. Bazen kalpleri yuce Allah (c.c.) oyle bir sıkar ki, kişiye butun genişliğine rağmen yeryuzu ve hayat dar gelir. Kaygıyla bunaltır. Adeta kalpte imanın hicbir izi kalmaz. Kişiye intihar etmekten ve ailesini yok etmekten başka cıkar yol gorunmez. İşte burada bir sır vardır. Bu kalp darlığı, kabz halinin, yani yoğun bir kaygıyla bunalmanın en başlıca nedeni, gunahlarımız veya ibadetlerimizdeki ihmallerimizdir. Bir de başkalarına zulmetmektir. Allah (c.c.) bizleri bunlardan korusun. Başkalarının malına, canına, namusuna ve şerefine musallat olup da onların ahlarını almak kalplerimizi o kadar daraltır ki boyle durumlara duşmek işten bile olmayabilir. Nefis herkeste aynıdır. Gunahlar her insana hitap eder. Bir zamanlar kucuk gorduğumuz ve kendimizden uzak olduğunu duşunduğumuz bir gunah bizleri pencesine alabilir. Bir de bakarız ki ailemizin bireylerini ortadan kaldıran ve sonra kendi canına kıymak zorunda olan birisine donuşmuş olabiliriz. Allah bizleri boyle manevi afatlardan korusun. Âmin.

İnsan ilişkilerinde başkalarına bir kaygı yaşatan mutlaka o nicelikte ve nitelikte bir kaygı icerisinde olmaktadır. Yine insan ilişkilerinde pozitif olan da mutlaka bu olumlu durumu ruhsal dunyasında yaşamaktadır. Onun icin şu ayet gayet duşundurucudur ve sadece ahret hayatına hitap etmemekte, dunyadaki ve hayatımızdaki bir ilahi yasaya da işaret etmektedir: ‘Kim zerre ağırlığınca bir iyilik işlerse onun karşılığını gorecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kotuluk işlerse onun cezasını gorecektir (Zilzal suresi, 7-8).’

Gunahlardan tovbe etmek ruha buyuk bir huzur ve rahatlık verir. Bunu ancak gercekten gunahlarına tovbe etmiş olanlar derinden kavrarlar. Bu hafiflik ve huzur duygusu onların butun ruhlarını sarar. Cunku onlar kaygılardan kurtulmuşlardır.
Yuce Allah (c.c.) bizlere bu dunya hayatında da cennet hayatına benzer bir hayatı yaşamamız icin ilahi yasalarını bildirdi. İlahi emir ve yasaklar en başta bizlerin ruhsal sağlıklarını korumak icin konulmuştur. Her biri psikoterapi vazifesi taşır. Bu ilk cemberdir. Ayrıca toplumsal yaşamda da iyileştirici ve koruyucu işlevleri vardır. Fakat insanlar o kadar nefis bataklığında ve şeytanların vesveselerinde bunalmışlardır ki bunun farkına varamamaktadırlar. Buyuk coğunluğu ilahi buyruklara karşı olumsuz tavır almakta ve daha dunyada iken kaygılarla dolu cehennem gibi bir yaşama rıza gostermektedirler.

Kaygı ruhsal bir olgudur. Oyle duşunce jimnastikleri ile ruhsal dunyadan atılamamaktadır. Kaygının ceşitleri vardır. Şeytanların vesveseleri kaygıyı başlatan ve besleyen bir kaynaktır. Ama nefisten kaynaklananlar daha guclu ve inatcıdır. Olum kaygısı bu ikincisine aittir. Bunu insan oyle kolay kolay uzerinden atamaz. Bunun icin kaygının zıddı olan kavrama yani imana, dolayısıyla ibadetlere iyi yapışmak gerekir.

Ruh namaz sırasında bilincsiz de olsa nur ve feyz dalgalarını algılamaya başlar. Bu onda yavaş yavaş itminan duygusunu oluşturur. İtminan imanın guc kazanması ve yakinleşmesidir. Bu konuda insanlar o kadar derece derecedirler ki…

İnsanlar bazı kaygılarından korunmak icin bedel odemek zorundadırlar. Gorunmez kazaların buyuk kısmı bu kategoriye girer. Psikanaliz yontemiyle bazı insanların yaşadıkları kazalarda bu bilincdışı kendini cezalandırma isteğinin etkin rol oynadığı gorulmuştur. Yani kişi bir bilincdışı sucluluk duygusunun etkisiyle kendisini cezalandırma yoluna gitmekte, boylece bir kaza gecirmekte ve rahatlamaktadır. Psikoloji ve psikanaliz literaturune girmiş bu olgunun doğruluğunu tartışmak bana pek akıllı ve mantıklı bir davranış olarak gorunmemektedir. Şahsen ben bunun doğruluğuna, yani hak olduğuna yurekten inanmaktayım. Dinde de bunun karşılığının bulunduğunu ve kurban kesmenin bu anlama geldiğini duşunmekteyim. Kişinin bilincdışında kendini cezalandırma gereksinimi, kendisinden kurban edilen hayvana yonlendirilerek buyuk bir beladan, başına gelebilecek bir gorunmez kazadan kurtardığına inanmaktayım.

Elbette bedel olarak odenen bu kaygıların nedeni gunahlarımızdır. Her ne kadar her gunaha tovbe etmek mumkun ise de kul hakları her zaman uzerimizde bulunmaktadır. Hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı uzere şayet hak sahibi affetmemişse bunlar tovbe ile de uzerimizden duşmemekte, ahrette yakamızı bırakmamaktadır. Ahrette guzel amellerimizin hak sahiplerine verilmesiyle affa uğramaktadırlar. Yuce Allah (c.c.), uzerimizdeki kul haklarını odeyecek sevap sermayesini bu dunyada fazlasıyla bizlere nasip eylesin. Âmin.

Allahu a’lem bu kul hakları bilincdışı dunyada buyuk bir kaygı oluşturmakta ve cezalandırılma gereksinimine neden olmaktadır. Yuce Allah (c.c.), lutf u keremiyle kurban kesme yolu ile bizlere bu konuda bir cıkış kapısı acmakta, ruhsal dunyamızı buyuk bir kaygıdan ve sıkıntıdan kurtarmaktadır. Ayrıca bela ve musibetlerden, gorunmez kazalardan korumaktadır.

Ben bu olguda sadece şuna karşıyım: Bilincdışında olan bu kendini cezalandırma olgusuna karşı değilim. Ama bu kavramın yalnızca bilincdışına hasredilmesini doğru bulmamaktayım. Bilincdışında boyle bir cezalandırılma gereksinimi olmadan da insanların başlarına gunahları yuzunden bela ve musibetler, hususiyle gorunmez kazalar gelebilir. Kurban kesme ve eti fakir ve fukaraya verme bunlara da kefaret olabilir. Bunu bilincdışının algılayıp algılamamasını gereksiz gormekteyim.

İnsan tasavvuf yolunda cinni şeytanları daha yakından tanıma imkÂnı buluyor ve onlar hakkındaki marifeti artıyor. Bu konuda şu kanaate ulaştım ki, onların elinde insanları kaygıya duşurmek dışında başka bir guc ve kuvvet yoktur. Şeytanların butun faaliyetlerinin temel ekseni, insanları kaygıya duşurmektir. Kaygı ile imandan uzaklaştırmak, psikolojilerini bozmaktır. Kişi kaygı ile insanlara guvenini kaybettiği gibi imani konularda da kuşkular yaşamaya başlamaktadır.

Butun kaygı ruyaları şeytanlardan kaynaklanır. Şeytanların bilincdışında insanda kaygı uyandıran sozcukleri ve cumleleri tekrarlaması ile meydana gelmektedir. Onun icin iceriği kaygı olan ruyalara zerre kadar itibar edilmemeli, peygamberimizin (s.a.s) hadis-i şerifte buyurduğu uzere sol tarafa tukurerek şeytana bedeli odenmelidir.

Aklımıza gelen kaygılar da boyledir. Şeytan vesveseleridir. İrademize ve yaşamımıza hÂkim olmak isteyen cinni şeytanların vesveselerinin urunudurler. Bunlar icimize doğduğunda ‘Hasbinallah ve Ni’mel-Vekil (Allah yeter ve O ne guzel Vekil’dir.)’ zikri bu şeytanların suratlarına bir şamar gibi carpar. Onların psikolojilerini bozar.

Şeytanlar vesvese yolu ile derler ki, ‘Eşin seni aldatıyor.’ Kişi hemen ‘Hasbinallah ve Nimel-Vekil (Allah yeter ve O ne guzel Vekil’dir.)’ zikrini cekerse ilgili kaygı bu sozle anlamsız olur. Cunku bu zikirle Allah’a dayanılır. Bu tur olaylarda yuce Allah’ın kula yeteceği ve bu tur olumsuz bir durum gercekleşse bile ancak onun yararına donuşeceği dile getirilir. Cunku yuce Allah (c.c.) şer olan şeylerden hayırlar da yaratır.

Şeytanlar vesvese yolu ile diyorlar ki ‘İşinden olup mahvolacaksın. Şerefin, itibarın ayaklar altında olacak.’ Kişi hemen ‘Hasbinallah ve Nimel-Vekil (Allah yeter ve O ne guzel Vekil’dir.)’ diyerek bu kaygı icin Allah’a dayanacak ve şeytanlar bu işten bıkmaya başlayacaklardır. Caresizliklerinden tepineceklerdir. Bu zikir kaygıların ilacı gibidir. İmanı da bileyen, yakinleştiren bir etkiye sahiptir. Ara sıra cekmek veya belli bir sayısını virt edinmek kaygıları def etmede ve imanı yakinleştirmede buyuk yararlar sağlar.

Şeytanlar neden kaygıları kullanırlar? Cunku tek sermayeleri insanlara verdikleri kaygılardır. Şimdi bir an icin dunyadaki duşmanlarınızı duşununuz ve onların size zarar vermede en cok nelerden yararlanacağını bir gozunuzun onune getiriniz. Goreceksiniz ki duşmanlarınız sizlere en cok zayıf noktalarınızdan yukleneceklerdir. İşlediğiniz suclar, yanlış hareketleriniz ve sozleriniz onlara bulunmaz fırsatlar sağlayacaktır. Onlar bunları her fırsatta sizin aleyhinize kullanmaya calışacaklardır. Ruhsal dunyada da kaygı boyle bir işleve sahiptir. Şeytanlar turlu kaygılarla insanlara yuklenirler. Bakarlar ki bir kaygı kişinin ruhsal dunyasında cok etkili olmakta ve o kişinin ruhsal dunyasını alt ust etmektedir. Bunu azami derecede kullanmaya bakarlar. Boylece o kişinin yularını ellerine gecirmiş olurlar. Onu o kaygıyla yonetmeye, yonlendirmeye ve ceşitli gunahları işlemeye sevk ederler.

Kaygı konusu olan olgu genellikle bilincte değildir. Daha doğrusu bilince geldiğinde hemen bastırılır. Bilincaltına itilir. Gucu bu bastırılmadan gelir. Şeytanların vesveseleri de bilincaltında olur. Algılanmaz. Kaygı olarak dışa vurur. Kişi kaygı psikolojisi ile kendisini savunmaya gecer. Orneğin eşinin kendisini aldattığı yonunde bir kaygının kıskacında olan birisi sigaraya yuklenir, icki icer. Zinaya yonelir. Yani icerisinde bulunduğu kaygı psikolojisini ortadan kaldırmak icin ceşitli gunahları irtikÂp eder. Bataklığa batmış birisinin debelendikce dibe doğru cekilmesi gibi bir hal yaşar.

Şeytanların kaygı ile hedefledikleri şey, kişinin hayata, insanlara ve Allah’a karşı umidini kırmaktır. Onu daha buyuk suclara teşvik etmektir. Umitsizlik zaten kufurle eşanlamlıdır (bk. Yusuf suresi, 87). Buyuk suclar genellikle buyuk bir umitsizlik ve buhran icerisinde olan insanlarca işlenir. Bu suclar genellikle kul haklarına girdiği icin kişinin buyuk bir olasılıkla imansız olarak ahrete gideceğinin alametleridir.

İnsan soyuna ebedi bir kinle duşman olan şeytanlar, bir insan buyuk bir suc işleyince sevinclerinden hoplayıp zıplarlar ve bunu bir parti ile de kutlarlar. Kendilerince bir zafer kazanmış olurlar. Boyle bir insan hatasını anlayıp pişmanlık hali yaşayıp ilahi emirleri yerine getirmeye başladığında şeytanlar uzuntulerinden kahrolurlar. O kadar ki butun sermayesini kaybeden bir zengin kadar derin bir kederle mahvolurlar. Yuce Allah (c.c.) sonsuz lutf u keremiyle tovbe kapısını her gunahkÂra acar. Onun kapısında affedilmeyecek hicbir gunah yoktur: ‘De ki ey gunahta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş kullarım! Allah’ın rahmetinden umidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah, butun gunahları bağışlar. Şuphesiz ki O cok bağışlayıcı ve merhamet edicidir. Oyleyse azap gelmeden once Rabbinize donun ve O’na teslim olun. Sonra kimseden yardım goremezsiniz (Zumer suresi, 53-54)’

Yuce Allah (c.c.), her birimize son nefeste iman ve rızasını nasip eylesin. Şeytanların imanlarımızı calmak icin verdikleri vesveselerdeki kaygıları boşa cıkarsın. Âmin.
Muhsin İyi
__________________