yazı uzun okumaktan cekinirseniz en azından renkli kısımları okumanızı tavsiye ederim

BAŞINI VERMEYEN ŞEHİT


"...Hak budur ki o gazilerin icinde boyle gaziler olmasa, Zigetvara bu kadar yakında dort yan kafir hisarı iken bekleyiş, duraklama ozellikle boyle cenge calışmane mumkun idi."
Pecevî tarihi, s. 355

Yarın arifeydi. Obur gunku bayram icin hazırlanan beyaz kurbanlar, kucuk Grigal palankasının etrafında otluyorlardı. Karşıda... Yarım mil otede Toygun Paşa'nın
son kuşatmasındÂn cılgın kışın hiddeti sayesinde kurtulan Zigetvar Kalesi, sonmuş bir yanardağ gibi, simsiyah duruyordu. Hava bozuktu. Ufku, kuflu demir renginde,
ağır bulut yığınları eziyor, suru suru gecen kargalar tam hisarın ustunden ucarken sanki gizli bir kara haber goturuyorlarmış gibi, acı acı bağırıyorlardı. Palanka kapısının sağındaki beden siperinde sahipsiz bir golge kadar sakin duran Kuru Kadı yavaşca kımıldadı; ikindiden beri rutubetli ruzgÂrın altında duşunuyor, uzakta, belirsiz sisler icinde suzulen kurşuni kulelere bakıyordu. Bunların hepsi Turklerin elindeydi. Yalnız şu Zigetvar... yıkılmaz bir olum seddi halinde "Kızılelma" yolunu kapatıyordu. Sanki bu uğursuz kargalar hep onun mazgallarından taşıyor, anlaşılmaz bir lisanın cirkin kufurlerine benzeyen sesleriyle her tarafı gurultuye boğuyorlardı.
Kuru Kadı icini cekti. Sonra "Ah..." dedi. İncecik, sinirli boynunun ustunde bir taş topuz gibi duran cıkık alınlı iri kafasını salladı. Yeşil sarığını arkaya itti. Islak gozlerini oğuşturdu. Şimdiye kadar, asker olmadığı halde, her muharebeye girmişti. Birkac bin yeniceriyle dort beş topu olsa... bir gece icinde şu kaleyi alıvermek işten bile değildi. Şimdi vakıa mustakildi. Ne isterse yapabilirdi.Palankanın kumandanı Ahmet Bey oteki boy beyleriyle beraber Toygun Paşa ordusuna katılıp Kapuşvar fethine gitmiş... Kapuşvardan sonra Zigetvarı saran ordu kışın aman vermez zoruyla, zaptı yarı bırakarak Budin'e donunce, o da askerleriyle tekrar palankasına gelmemiş,
Toygun Paşa'nın yanında kalmıştı. Bugun Grigal'den altı mil uzaktaydı. Palankaya yalnız Kuru Kadı karışıyordu; esmer, zayıf yuzunu buruşturdu: "Palanka... amma topu tufeği kac kişi?" dedi. Butun genc savaşcıları Ahmet Bey beraberinde goturmuştu.. Hisardakiler zayıflardan,bekcilerden, hastalardan, ihtiyar sipahilerden ibaretti.Hepsi yuz on uc kişiydi! Duşman, galiba oteki palankalardan cekiniyordu: Yoksa burasını bırakmaz, mutlaka almağa kalkardı. Biraz eğildi. İnce yosunlu, soğuk sipere dirseklerini dayadı. Aşağıya baktı. İki uc asker beyaz koyunların arasında dolaşıyordu. Bir tanesi karşısına gectiği iri bir kocu, başına dokunarak kızdırıyordu, tos vuruyordu. Oburleri, elleri silahlarında, bu oyunu seyrediyorlardı. Bağırdı:
- Oynamayın şu hayvanla...
Askerler, başlarını tepelerden gelen sese doğru kaldırdılar. Kuru Kadı'dan hepsi cekinirlerdi. Gayet sert,gayet titiz, gayet sinirli bir adamdı. Adeta deli gibi bir şeydi. Sabahtan akşama kadar namaz kılar, zikreder,geceleri hic uyumazdı. Daha yatıp uyuduğunu kalede goren yoktu. Vali Ahmet Bey ona "bizim yarasa" derdi.
Zavallının sabahı bekleme denilen hastalığını kerametine de yoranlar vardı. Tekrar bağırdı: .
- Haydi, artık akşam oluyor, iceri alın onları.Askerler koyunları toplamağa başladılar. Kuru Kadı'nın dirsekleri acıdı. Doğruldu. Tekrar Zigetvar'a bak-
tı. Ust tarafındaki gol, kirli bakır bir levha gibi yeri kaplıyordu. Kargalar, havaya boşaltılmış bir cuval canlı komur ellemeleri gibi karmakarışık geciyorlar, sukûtu parcalayan keskin, sivri sesleriyle gaklıyorlardı.Kalbinde ağır bir elem duydu. "Hayırdır inşallah" dedi.Canı o kadar sıkılıyordu ki... Elleri arkasında, başı
onune eğik, bastığı siyah kaplama taşlarına gormez bir dikkatle bakarak yavaş yavaş yurudu. Derin bir karanlık kuyusunu andıran merdivenin dar basamaklarında kayboldu.
... Arife sabahı, herkes uyurken, o, her vakit ki gibi yine uyanıktı! Mescit odasının onundeki taş yalakta, iki buklum, abdestini tazeliyordu. Giden gece, daha golgeden eteklerini toplayamamıştı. Bahceye cıkan kapı kemerinde asılı kandil, sonuk ışığıyla, duvarları titretiyordu.
- Hey, cavuşbaşı... Hey!...
Elindeki ibriği bıraktı. Kulak kabarttı. Bu, kuledeki nobetcinin sesiydi. Kolları sıvalı, ayakları cıplak, başında takke, hemen yukarı koştu. Merdivende cavuşa
rastgeldi. Onu itti. Yurudu. Nobetcinin yanına atıldı:
- Ne var?
- Kaleden duşman cıkıyor.
Erguvani bir esmerlik icinde siyah bir kaya gibi duran Zigetvara baktı. Bu kayadan yine koyu, uzun bir karartı suzuluyor, palankaya doğru akıyordu.
- Bize geliyorlar... dedi:Cavuşa dondu:
- Haydi, gazileri uyandır. Kurban bayramını bugunden yapacağız. Koş. Bana da cabuk topcuyu gonder.Cavuş, bir eliyle bakır tolgasını tutarak, koştu.
Merdivene daldı. Kuru Kadı, uzakta, kara yerin ustunde daha kara bir leke gibi yavaş yavaş ilerleyen duşman alayına dikkatle baktı. Gozlerini kuculttu, buyult-
tu. Onlerinde birkac top da surukluyorlardı. Binden fazla idiler. Halbuki hisardaki gaziler? Kendisiyle beraber yuz on dort kişi... "Ama, yine haklarından geliriz!"dedi. Uyanan, yukarı koşuyordu. Hisar kapısının iyice bağlanmasını emretti. Sarığını, cubbesini, kılıcını, tufeğini getirtti. İhtiyar topcu gelince, ona da, hemen "haber topları"nı atmasını soyledi. Bu bir adetti. Taarruza uğrayan bir palanka hemen "İşaret topu" atarak etrafındaki kuleleri imdadına cağırırdı.
Biraz sonra duşman hisarın onunde, harp duzeninegirmiş bulunuyordu. Zaplar başsız, gur ejderha yavruları gibi siyah ağızlarını bedenlere cevirmişti. Turkce
bağırdılar:
- Size teklifimiz var. Elcimizi iceri alır mısınız?
Kuru Kadı:
- Alırız. Gonderin, gelsin! cevabını verdi.Bedenler, kalkanlı, tufekli, oklu gazilerle dolmuştu.Palankanın ruhu, neşesi, keyfi olan iki arkadaş, bu esnada tuhaf tuhaf laflar soyleyip yine herkesi gulduruyordu. Bunların ikisine de "deli" derlerdi: Deli Mehmet,Deli Husrev... Serhatın muharebelerinde, hayale sığmayacak yararlılıklarıyla masal kahramanları gibi inanılmaz bir şohret kazanan bu iki deli, hicbir nizama
hicbir kayda, hicbir disipline girmeyen, dunya şerefinde gozleri olmayan Anadolu dervişlerindendi. Her zaferden sonra kumandanlar onlara rutbe, hil'at, murassa kılıc gibi şeyler vermeye kalkınca gulerler: "İstemeyiz, fani vucuda kefen gerektir. Hil'at nadanları sevindirir..." derler, hak uğrundaki gayretlerine ucret, mukafat, ovgu kabul etmezlerdi. Harp onların bayramıydı.
Tufekler, oklar, atılmağa; toplar gurlemeğe; kılıclar,kalkanlar şakırdamağa başladı mı, hemen coşarlar, kendilerinden gecerler; naralar savunarak duşman saflarına saldırırlar... alevi gozlerle takip edilemeyen birer canlı yıldırım olup tutuşurlardı. Kuru Kadı, onların herkesi gulduren munakaşalarını, sacma sapan sozlerini gulumseyerek dinlerken, elciyi yanına getirdi, iki deli de sustu. Herkes kulak kesildi. Bu elci Turkce biliyordu. Kustahca tekliflerini soyledi.
Palankayı saran Zigetvar kumandanı Kıracin'di.
Yanında iki bine yakın savaşcısı vardı. Grijgal'in "Vire
ile verilmesini istiyordu. Ateşe, nura, haca, İncil"e, Zebur'a yemin ediyor; cıkıp giderlerken muhafızlara hicbir ziyanı dokunmayacağına dair soz veriyordu.
Kuru Kadı:
- PekÂlÂ!... Haydi git. Biz aramızda anlaşalım, kararımızı size oğleden sonra bildiririz! diye elciyi aşağı gonderip kapıdan attırdı. Sonra etrafındakilere dondu.
Şoyle bir goz gezdirdi. Sırtının hafıf kamburu iceri cekildi:
- İşittiniz ya, gaziler! dedi, Kıracin haini bizim yuz on kişiden ibaret olduğumuzu anlamış... uzerimize ikibin kişi ile geldi. Teklif ettiği "Vire"yi kabul etmek isteyenler vÂrsa ellerini kaldırsın!
Kimsenin eli kalkmadı.
- Oyleyse hazır olalım. Haydi...
Bir gurultudur koptu;
- Hazırız...
- Hepimiz, hepimiz...
- Hepimiz, hepimiz hazırız.
- Kılıclarımız, kalkanlarımız yağlı.
-(~klanmı~ havlı_
- Yatağanlanmız keskin...
- Bugun nusret bizim.
- Amin, amin...Kuru Kadı, "Ey alemlerin rabbi" diye ellerini kaldırdı. Bir duaya başlayacaktı. Deli Mehmet yalın kılıc karşısına dikildi. Palabıyık, gok gozlu, geniş beyaz cehresi,
yeni doğmuş bir ay gibi parlıyordu:
- Duayı bırak, efendi dedi, gaza duadan faziletlidir. Gel... Lutfet. Bize şu kapıyı ac. Kalbindeki korkuyu at. İşte hepimiz hazırız. Şu ayağımıza gelen gaza fırsatını kacırmayalım.
Kuru Kadı'nın elleri aşağı duştu. Deli Husrev de arkadaşının yanına sokulmuştu. Butun gaziler bu iki delinin arkasına uşuştu. Sanki hepsi bir anda deli oldu-
lar... bir ağızdan.
- Ac bize kapıyı, ac... diye bağırmaya başladılar.Kuru Kadı'nın iri patlak gozleri yaşardı. Yuzu sapsarı oldu. Uzun siyah sakalı kımıldadı. İki deliyi bile
titreten, butun gazilerin saclarını urperten ilahi bir
ağıt ahengi kadar etkili sesiyle haykırdı.
- Meydan erleri! Ey mertler! Padişahımız Suleyman Gazi aşkına şu sozumu dinleyin. Benim muradım
sizi gazadan engellemek değildir. Bugun can, baş feda
olsun... Ozellikle yarın kurban bayramı... Fakat bakınız maksadım ne? Bugun cuma... hem de arife. Bugun
hacılarımız Arafat'ta, diğer mu'minler camilerde bizim
gibi gazilerin zaferi icin dua etmekteler... Bunda şuphesi olan var mı?
- Hayır.
- Hayır, asla...
- Hayır.
- O halde munasip olan budur ki, biz de namazlarımızı eda edelim. Gozlerimizin yaşını dokelim. Duaedelim. Birbirimizle helallaşalım. Sonra gazaya girişelim. Kalanlarımız gazi, olenlerimiz şehit olsun! Dunyada iyi nam ile anılalım. Ahirette Peygamberimizin(SAV) Âlemi dibinde toplanalım... Ne dersiniz?
- Hay hay!
- Uygun...
- PekÂlÂ!
Gazilerin hepsi buna razı oldu. Oğleye kadar durdular. Abdest aldılar, namaz kıldılar, tekbir cektiler, helallaştılar. Kıracin'in askeri, sardıkları palankadan yukselen derin uğultuyu hep teklif ettikleri "Vire" munakaşasının gurultusu sanıyorlardı.Ansızın, uzaktaki Turk kulelerinden atılan "işaret
topları" işitildi. Bu, "Biz, dortnala geliyoruz" demekti.
Kuru Kadı eliyle hisarın kapısını actı. Grijal gazileri
"Allah, Allah" naralarıyla muthiş bir taşkın deniz gibi
fışkırdılar. İki koldan hucum olunuyordu. Kollardan birisine Deli Husrev, birisine Deli Mehmet baş olmuştu.
Ovada, Grijgal'e gelen yollardan bir toz dumanıdır
kalkıyordu. Nice bin atlı imdada koşuyor sanılırdı. Duşman, bu hali gorunce şaşırdı. İki ateş arasında kaldığını anladı. Halbuki toz duman icinde yaklaşan ancak
beş on gaziydi.
... Bozgun başladı.
Deli Mehmet'le Deli Husrevin takımları duşmanı
kacırmamak icin iyice sarıyordu. Kara Kadı cubbesini
atmış. Elindeki kılıc, cesaretlendirdiği gazileri arkasından yuruyordu. Deli Husrev, bir sarhoş gibi Kıracin'inalayına dalmış kesiyor, kesiyor... inanılmaz bir cabuklukla kacanlara yetişiyor, ikiye biciyordu.
Kuru Kadı'nın gozleri Deli Mehmet'i aradı.
Bakındı, bakındı.
Goremedi.
Acaba o muydu? Yureği ağzına geldi. Duşman safına karışıp kaynaşan kolun arkasında iri bir vucut yereuzanmıştı... Elli altmış adım kadar kendisinden uzaktı... Siyah, yuksek atlı bir şovalye, uzun bir kargıyı bu
uzanmış vucuda saplıyordu. Durmadı. İlerledi. Koşarken ayağı bir taşa takıldı. Yuvarlanıyordu. Kılıcı ile fırladı. Hemen toplandı. Kalktı. Duşen kılıcını aldı. Doğ-
ruldu. Koşacağı tarafa baktı. Şovalye atından inmiş,kargıladığı şehidin başını teninden ayırmıştı. Bu anda,bu kestiği baş elinde, yine siyah bir şeytan gibi şahlanan atma sıcradı. Kacacaktı... Kuru Kadı, butun kuvvetiyle ona yetişmek icin koşarken, baktı ki sol ilerisinde Deli Husrev kalkanını sallayarak, avazı cıktığı kadar bağınyor,
- Mehmet, Mehmet!... Canını verdin!... BÂşını
verme Mehmet!...
Bu nara o kadar muthiş, o kadar tesirli, o kadar yanıktı ki... Kuru Kadı: "Vah Deli Mehmet'miş!" diye olduğu yerde dikildi kaldı. Durur durmaz, o an, kırk adım kadar yaklaştığı kesik başlı şehidin yerden fırladığını
gordu. Nefesi tutuldu. Şaşırdı. Bu başsız vucut ucar gibi koşuyordu. Kendi kellesini goturen zırhlı şovalyeye
yetişti. Eliyle oyle bir vuruş vurdu ki... Lanetli hemen
yuksek atından tepesi ustu yuvarlandı. Goturmek istediği baş elinden yere duştu. Deli Mehmet'in başsız vucudu canlıymış gibi eğildi. Yerden kendi kesik başını aldı. Hemen oracığa yorgun bir kahraman gibi, uzanıverdi. Bunu Kuru Kadı'dan başka kimse gormemişti. Herkes kacan duşmanı kovalıyordu. Yalnız Deli Husrev,- Yuzun ak olsun, ey yiğit! diye bağırdı. Sonra Kuru Kadı'ya doğru koşarak sordu.
- Nasıl, gordun mu bu civanı?
- Gormedin mi?
Kuru kadı sesini cıkaramadı. Gorduğu harika onu
dondurmuştu. Olduğu yerde oyle dimdik kaldı. Sanki
olmuştu. Deli Husrev, onu hızla sarstı.
- Ne durursun be can! Ne olsun, haydi gazaya.
Duşman kacıyor... Deli Husrev'in kalkması Kuru Kadı'yı baştan can verdi, "Allah Allah" diyerek ileri atıldı.
Mucahitlere karıştı.
Cenk akşama kadar surdu.
Er meydanının kanlı yuzune "gece siyah saclarını"
dağıtırken cağırıcının
- Gaziler hisara!
Sesi duyuldu. Donen gaziler icinde kılıcından kanlar damlayan Kuru Kadı, birkac sipahi ile dışarıda kaldı. Yaralıları taşıttı. Şehit olanları saydırdı. Bunlar tam ondokuz kahramandı.:. Duşman altmış dort ceset bırakmış, diğer olulerinin hepsini kacırmıştı. Kuru Kadı sabahtan beri yemek yememiş, su icmemiş, durup dinlenmemişti... Toplattığı şehitleri hisarın onundeki meydana yığdırdı. Şehit Deli Mehmet'in cesedini kendi buldu. Kesik başı koltuğunda, uyur gibi, sakin yatıyordu.
Olduğu yerde gomdurdu. Sonra yanındakileri. savdı. Bu taze mezarın başına coktu. Ezberden "Yasin" okumağabaşladı. Dışarılarda kimse yoktu, yalnız uzakta palanka kapısındaki nobetci dolaşıyordu. Kuru Kadı okurken, onundeki mezarın birden yeşil yeşil nurlarla tutuştuğunu gordu. Sesi kısıldı. Dudaklarını oynatamadı.Ceneleri kitlendi. Bu yeşil nurun icinde Deli Mehmet'in kanlı boynuna sarılmış beyaz kanatlı bir melaike, hem onu nurdan elleriyle okşuyor, hem acık alnını opuyordu. Bu sıcak, bu yeşil nur buyudu, taştı, butun Âlem bu nurun icinde kaldı. Kuru Kadı'nın gozleri kamaştı. Ruhu yandı. Kendinden gecti.
Onu, daha ilk defa boyle derin bir uykuya dalmış
goren yoldaşları zorla kaldırdılar. Koltuklarına girdiler:
- Haydi, kapı kapanacak dediler, iceri gir.
Kuru Kadı'nın dili tutulmuştu. Cevap veremedi.
Sarhoş gibi sallana sallana hisara girdi. HÂl titriyordu. Palankanın icinde Deli Husrev'in menzilinden gecerken durdu. Kulak verdi; ağlıyor mu, inliyor mu di-
ye... Hayır, Deli şıkır şıkır atını kaşağılıyor, keyifli bir turku soyluyordu. Seslendi:
- Husrev.
- Efendim?...
Kapı acıldı. Kaşağı elinde, kolları, pacaları sıvalı,
başı kabak Deli Husrev... daha Kuru Kadı bir şey sormadan,
- Gordun mu Deli Mehmet'in zevkini? dedi.
- Siz de benim gibi buradan gordunuz mu?
- "Gozluye hotti gizli yoktur!"
Kuttedek kapıyı, kapadı. Yine turkusune başladı.
...
Kuru Kadı palankada sabahı dar etti. Guneş doğmadan, Deli Mehmet'in mezarına koştu. Artık butun gunlerini bu mezarın başında geciriyordu. Bu mezarın daimi ziyaretcisi oldu. Buyuk bir taş yontturdu. Yazdırdı. Başına diktirdi. Beş vakit namazlarını bile cemaatine bu kabrin başında kıldırmak isterdi. Artık ne hacet dilese, ona nail oluyordu.
Grijgal'de, komşu palankalarda Kuru Kadı icin "Deli oldu" diyorlardı. Her an "sonsuzluk" badesini icmiş ezeli bir sarhoş gibi nihayetsiz bir kendinden gecme,sonsuz sınırsız bir şevk, sukûn bulmaz bir heyecan icinde yaşıyordu. Fakat nasıl "deniz canağa sığmaz"sa,onun buyuk sırrı da ruhuna sığmadı. Taştı. Huruc gunu gorduğu harikayı herkese anlatmağa başladı. Hatta
daha ileri gitti, cok iyi okuduğu "Mevlid-i Şerif" lisanıyla o gun gorduğunu yazdı. Yuzlerce beyitlik bir destan duzdu.
Ama o eski şevki kayboluverdi. Ruhuna koyu bir karanlık doldu. Kalbine acı bir ağırlık coktu. Artık Deli Mehmet'in yeşil nurdan mezarı icinde surduğu ilahi
zevki goremez oldu. Bu mahrumiyet onu delirtti. Yemekten icmekten kesildi. Bir gun, yine perişan kırlarda dolaşırken Deli Husreve rast geldi. Meğer o da geziniyormuş. Elindeki yayıyla yavaşca Kuru Kadı'nın arkasına dokundu.
- Ahmak, dedi, niye gorduğunu halka soyledin?
Adam gorduğunu kaale gecirirse kazandığı hali kaybeder. Eğer sussaydın, gorduğun keramete olunceye kadar şahit olacaktın...
Kuru Kadı yere diz coktu, ağlamaya başladı:
- Cok perişanım diye inledi, lutfet. Gel, beni gaflet
uykusundan uyandır. Benim o gormuş olduğum durum
ne hikmettir? İcinde benimle senden başka onu goren
oldu mu?
- Bir goren daha var. O "can" herkese gorunmez.- Kimdir?
- Bilemezsin...
- Başkaları gormedi de, biz ikimiz nicin gorduk?- a şehitlik mujdesidir!" İkimiz de mutlaka şehit duşeceğiz!...
Kuru Kadı, gittikce oyle serseri, oyle perişan, oyle
berbat oldu ki... kendisini o kadar seven Vali Ahmet
Bey bile Budin'den gelince, onun hallerine dayanamadı.Nihayet "bu deli bir kişidir. Palankada hizmetinden istifade olunamaz" diye geriye gondermeye mecbur oldu.Aradan epey zaman gecti. Serhadde değil, hatta Grijgal
hisarında bile herkes Kuru Kadı'yı unuttu. Yalnız yazdığı destan okunuyor, hic unutulmuyordu.
On iki sene sonra...
Zigetvarın zaptı akabinde yaralılar toplanırken, meşhur kahraman Deli Husrevin bir gulleyle parcalanmış cesedi yanında, uzun boylu, ak saclı, ak sakallı,yeşil cubbeli bir şehit buldular. Kıbleye yuzukoyunuzanmış yatan bu şehidin buyuk, yeşil sarığı, henuz bozulmamıştı. Uzerinde hicbir silah yoktu. Yarası nere-
sinden olduğu belli değildi. Gunlerce suren kuşatma esnasında hic kimse boyle bir adam gormemişti. İnceden inceye araştırma yapıldı. Kim olduğu bir turlu anlaşılamadı.
O vakit bircok gazilerin "gayb ordusundan imdada gelmiş bir veli" sandıkları bu şehit, acaba, Grijgal hisarının o eski deli kadısı mıydı?..........

__________________