...:::Adalet Hakkındaki Pırlanta Serisi:::...

AdÂlet, ifrat ve tefrit arasında bir orta hÂldir. Yani: Aşırılıkla, alÂkasızlık arası dengeli bir yoldur. AdÂlet, pek cok hayra vesile olmak uzere insanın mÂhiyetinde bulunan bir kısım istidatların, yaratıcı tarafından belirlenen yonde kullanılmasından ibarettir. Evet, insanda bulunan şehvet, ofke, vehim ve akıl gibi kuvva ve istidatlar, guzelce kanalize edilirse adalet; ifrat ve tefrite duşulurse, sapıklıklar meydana gelir.

MeselÂ: İnsandaki şehvet duygusu ki; umumî mÂnÂsı itibariyle hem ferdin hayatının devamına, hem de insan nev'inin devamına vesile olan şeylere arzu duyma anlamına gelir. Bu duygunun bir yonu olan yeme, icme ve sÂire gibi şeylerle insan, cismani varlığını ve sıhhatini devam ettirmeye muvaffak olur. Şimdi, bu duyguya, arzedilen mulÂhazanın dışında bakıldığında, ya onu, kemÂle giden yolda onumuzu kesen bir cellÂd gorerek ve kilise babalarının yÂptığı gibi, ondan tamamen uzaklaşacağız ki, işte bu bir tefrit ve alÂkasızlıktır. Veya gunumuzun sefil anlayışı icinde, hicbir olcu tanımadan bu mevzûda her munasebeti meşrû sayacağız ki, bu da bir ifrat ve taşkınlıktır.

Ofke de oyledir; hic olmayacak şeyler karşısında feve, ran ve halk dilinde “pireye kızıp yorgan yakmak” bir ifrat en aziz ve mukaddes şeylerin pÂyimÂl oluşu; ırzın ciğnenip, namusun doğranması karşısında sukût da, bir tefrittir. AdÂlet ise, kufur, zulum ve cevr karşısında bir kukreme ve bunların berisinde ve bilhassa sabır ve hayra vesile olacak yerlerde de, musÂmahalı ve yumuşak olma hÂlidir.

Aynı durum, vehimde na de cereyan eder; olmayacak şeylerden korku ve endişe, hayatı azaba ceviren bir ifrat; korkulması, endişe edilmesi gereken şeylerden korkup endişe etmeme işi, bir tefrittir. Birinde kÂinattaki her şeyden korkup, her şeye ulûhiyet isnÂd etme duşuncesi vardır ki; Ganj dolayları, bu telÂşın doğurduğu putlarla doludur. Diğeri de, yerde ve gokte kimseden endişe etmeme gibi bir cinnet, kendini ve kendine bağlı olanları olumlere surukleyebilecek bir cılgınlıktır. AdÂlet ise, hayÂtî ehemmiyet arzeden şeyleri hesaba katarak, ihtiyat ve tedbire riÂyetle beraber, cok uzak ihtimÂllerle melhuz olan bir kısım endişe verici şeylere karşı da olduğundan fazla ehemmiyet vermemekten ibarettir.

Akıl icin de benzeri mutalÂalar serd edilebilir: Muşahede ve hissin urunlerini hesaba katmadan, sadece akla itimad bir ifrat; aklı tamamen azl edip, katı bir pozivitizme girme veya sadece vicdÂnı esas alıp; onun dışındaki her şeyi inkÂr etmek de bir tefrittir. Birincisinde eski mantıkcıların cerbezelerini, şimdiki materyalistlerin de diyalektiğini; ikincisinde de, Auguste Comte pozitivizmini ve hıristiyan mistisizmini goruruz. Akılda adÂlet, his ve muşÃ‚hedenin mahsullerini değerlendirerek yeni terkibler yapma, bununla his ve muşÃ‚hede altına girmeyen şeyleri kavramaya calışmaktır. Aklın istikÂmeti ise, ancak vahyin aydınlatıcı tayfları altında mumkun gorulmektedir. Semavî esintilere sırtı donuk bir akıl, ya Aristotales gururu icinde bir fir'avun veya kilise duvarları icinde acezeden kış sineği gibi bir şey olmaya mahkûmdur.

HÂiz olduğumuz bu duygularda adÂlet bir esas olduğu gibi, mukellef olduğumuz şeylerin butununde de bir esastır. Bu cumleden olarak îtikadda adÂlet şarttır ve en başta da, bir ilÂhın vucudunu tasdik ve O'nun kemÂl sıfatlarıyla muttasıf, noksan sıfatlardan da munezzeh olduğu gelir. ZîrÂ; bir ilÂhın vucudunu veyahut sıfatını kabul etmeme bir ilhÂd ve ta'til olduğu gibi, "Allah cisimdir, cevlıerdir, uzuvlardan meydana gelmiştir ve bir mekÂnı vardır" demek dahi bir teşbih ve kufurdur. "Allah vardır, kemÂl sıfatlarıyla vardır, cisim, cevher; az ve Âlet gibi şeylerden munezzehtir. MekÂndan mustağnidir" duşunce ve akîdesi ise, evvelki iki inhiraf arasında orta bir yol ve adalettir.

Diğer itikadî meseleleri de aynı usûlle ele almak mumkundur. MeselÂ, "İnsanın kudreti ve ihtiyÂrı yoktur" demek bir cebir, "İnsan, kendinden meydana gelen butun işlerin mûcid ve hÂlıkıdır" demek de, ifratkÂr bir irÂdeciliktir. Şart-ı Âdî kaydıyla, insan irÂdesini kabul etmek ve herşeyi AIlah'ın yaratması esasıyla ele almak ise, bir adÂlettir.

Amelî hususlarda da adÂletin cereyanına şÃ‚hid oluruz. EvvelÂ, mutlak olarak butun işlerimizi dunya ve ukbÂ, ruh ve cesed muvÂzenesi icinde ele almak bir adÂlettir. Buna rağmen cismanî yaşayış ve hayvanî hayat; Âhirete ve kalbî hayata baktırmayacak şekilde ise, bu bir maddiyecilik ve ifrattır. CismÂniyeti nefy ve inkÂr eden mistikce bir spritualizm ise, bir tefrittir. Ve, bu iki şey arasındaki muvÂzene ise istikÂmettir.

Bu hususlardan birini yahudilik temsil ediyorsa diğerini de hıristiyanlık temsil etmektedir. MeselÂ, yÂhudilikte kasden adam oldurulduğunde afv tarafına gidilmeden behemehal kÂtilin oldurulmesi gerekmektedir. Hıristiyanlıkta ise mutlaka afvedilmesi lÂzımdır. Bu hÂliyle birinde ifrat, diğrinde de tefrit vardır. AdÂlet ise, afv yolu acık olmakla beraber kısasın yapılmasıdır. Nazarî ve amelî butun bir hayat icinde bu şekilde adÂleti gormek ve gostermek mumkundur.

Gunumuzde cok bahis mevzûu edilen "sosyal adÂlet" ise, adÂlet anlayışının ictimÂiye akseden bolumlerinden sadece biridir. Tasavvurda ve pratikte istikÂmete ermiş kimselerin adÂletsizliği duşunulemeyeceği gibi, onlar arasında ictimÂi adaletsizlikten soz etmek de, asla bahis mevzûu olmayacaktır.

Belki sosyal-adÂletten ne anladığımızı merak edip soranlarda olacaktır. Ne var ki, sual-cevap mevzûu icine sıkıştıramayacağımız boyle bir hususu tahlilde, şimdilik fÂide mulÂhaza etmemekteviz. [1]

HAK VE ADALET

Adalet, adedi bilinmeyen mekanize birliklerden daha gucludur.

Hak, tepene inen bir kılıc da olsa, boynunu uzatmaktan cekinme..!

Hak, anlatanla anlayanı, temsil edenle alÂka duyanı bulunca kanatlanır.

AdÂlet, heryerde gecerli olan bir sermayedir.

AdÂlet, Allah’a yakın olma yollarındandır ama, nedense insanların coğu ondan uzak kalmayı tercih etmiştir.

İslÂm’ın surları hak, kapısı adalet; ici de saadettir.

AdÂletin hukumferm olduğu harabeler saraylardan daha değerli, zulmun hay - huyuna boğulmuş saraylar harabelerden daha perişandır.

Oteler hakkında yakînin kuvvetli olması, hak ve adalet duşuncesinin de kuvvetli ve sağlam olması demektir.

Hakla carpışan er-gec yenik duşer.

Başkalarını ezerken, seni ezebilecek bir gucun bulunduğunu da kat’iyyen hatırdan cıkarma! [2]

ZULUM CEZASIZ KALMAZ

Efendimizin şu beyanı:

“Allah, zalime mehil verir. Bir de onu yakaladı mı, artık iflah etmez.” Sonra da Allah Rasûlu sozlerine şu Âyetle devam ettiler: “İşte Rabbinin yakalaması boyledir. O zalim ahaliyi boyle yakalar. Zira O’nun yakalaması cok can yakıcı, cok şiddetlidir.” (Hûd 11/102) .334

Allah, zalime mehil ustune mehil verir. Zulmedeni, kendine baş kaldıranı ve kendisine isyan edeni, hep mehillerle karşılar. Ama bir kere de yakaladı mı gayri onu iflah etmez. Demek ki, yapılan şeyler artık gayrete dokunmuş ve bir son damla gibi bardağı taşırmıştır..

Cenab-ı Hakk’ın kÂinatta cÂri bazı kanunları vardır. Bunlar asla değişmezler. Âyeti de bize bunu anlatmaktadır. “Allah’ın yarattığında değiştirmek yoktur..” (Rûm,30/30). Bu kanunlardan biri de, zalimin Allah’ın kılıcı olma keyfiyetidir. Efendimiz bu durumu bildirirken: “Zalim Allah’ın adaletidir. Onunla intikam alır, sonra da o zalimden intikam alınır”335 buyurmaktadırlar.

Zalim seyfullah’tır. Haddini bilmezlere Allah, zalimle haddini bildirir. Sonra da zalimden bir intikam alır ki, siz de şaşar kalırsınız. Zalimler, bugunku halleriyle, gemi azıya almış gidiyorlar. Ancak sakın siz bu duruma bakıp umitsizliğe duşmeyin. Nice “karye”lere Allah boyle mehil, muddet vermiş, ve Âdeta onlara “yiyin, icin, yaşayın” demiştir; ama bir de bakmışsınız derdest etmiş ve işlerini bitirmiştir.336

Şoyle etrafınıza ibretle bir bakıverseniz, arzettiklerimizin muşahhas manzaralarını siz de apacık goreceksiniz. Sodom, Gomore ve Pompei, bunun sadece uc misali... Kimbilir daha adını bilmediğimiz veya onlar kadar ibret verici olmadığı icin unutulmuş daha nice misaller var ki, hepsi de, bu ilÂhî kanuna hÂl dilleriyle şahidlik yapmaktadır.

Uzağa gitmeye ne gerek var? Bir zamanlar şu uzerinde yaşadığımız topraklarda bir Devlet-i Aliyye vardı. Onun yıkılması, ruyalarda bile gorulecek şey değildi. Kimsenin aklının koşesinden gecmeyen bu yıkılış, bugun ciğerleri sızlatan acı bir duygu olarak tarihin hafızasına kaydedilmekten kurtulamamıştır. Bugun, bir avuc insan, Misak-ı Millî ile hudutları cizilmiş bu kucucuk ulkede varlıklarını koruma mucadelesi vermekte... Hatta haricî, dahilî şekÂvet cereyanları, onlara bu kadarcık hayat hakkını bile cok gormektedir...

... Ve değişmeyen kanun: “ İşte Rabbinin derdest etmesi boyledir..!” Hakiki tarihci ve ictimaiyatcılar, Cenab-ı Hakk’ın bu değişmeyen kanunundan ve onun tarih mezarlığındaki misallerinden cok istifade edecekler. Belki de bu istifadeleri onların asırlar boyu canlı kalmalarını sağlayacaktır.

----------------------------------------------------------------

[1] Asrın getirdiği tereddudler 1

[2] olcu 4



Kaynak : menba.org
__________________