Kur’an oyle rehber ve yol gosterici bir kitap ki, onu anlayarak, bilerek ve duşunerek okuduğumuzda, gonul gozumuzu acacağını ve o Kur’an ın NURU ile gonlumuzu aydınlatacağını anlatır bizlere.
Yazıma başlamadan once, sizleri peygamberimizin yaşadığı donemi duşunmeye davet ediyorum. Acaba peygamberimiz, Allah tan elcilik gorevini almadan once ne konumdaydı. Yani peygamberimiz yoldan sapmış, sanı ve rivayetlerle yaşanan Yahudi ya da Hıristiyanlık inancına tabi miydi?
Bu sorunun cevabını vermeden once, Yahudilerin ve Hıristiyanların o devirde itikat ve inanclarının durumu nasıldı? Yine Kur’an dan oğrendiğimize gore, Allah ın kitapları devre dışı bırakılmış, rivayetler, atalarından gelen hurafeler ve sanı dine hukmeder olmuş bir durumda olduğunu anlıyoruz. Allah tan yardım isteneceğine, edindikleri şefaatcilerden/velilerden medet umar olmuşlar.
Peygamberimizde yaşanan dinin yanlışlığının farkında olarak, her zaman buyuk bir arayış icinde olmuş ve Allah a surekli yalvararak, doğruyu arama cabasında olduğunu, Kur’an dan bakın nasıl anlıyoruz.
Bakara 144: Biz senin, yuzunun habire goğe doğru cevrildiğini elbette goruyoruz. Hoşlanacağın bir kıbleye seni elbette dondureceğiz. Artık yuzunu Mescid-i haram yonune cevir. Nerede olsanız yuzunuzu Mescid-i haram yonune dondurun. Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gercek olduğunu cok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir.
Yukarıdaki ayeti Kur’an butunluğunde, dikkatlice incelediğimizde, peygamberimizin o gunku yoldan cıkmış itikada, inanca, dini fırkalara tabi olmayarak, habire yuzunu gokyuzune cevirip Allah a dua ettiğini, Allah ın bu duayı gorduğunu soyluyor. Peygamberimizin duası, Allah ın doğru yolunu bulmak adına olduğunu anlıyoruz.
Ayetin devamında, seni hoşlanacağın bir kıbleye elbette dondureceğiz diyor. İşte tam burada hatırlatmak istediğim bir konu olacak. Burada belirtilen kıble ne anlama geliyor? Bugun ne yazık ki bu ayette gecen şu sozlerden yola cıkılarak, bakın nasıl bir anlam veriliyor.
(Artık yuzunu Mescid-i haram yonune cevir.)
Bu cumleden yola cıkarak, namazlarınızı kılarken Mescid-i Harama donun anlamı cıkartılıyor. HÂlbuki Allah bu konudan tek kelime dahi bahsetmiyor, yani namazlarınızı kılarken bu yone donun demiyor. Eğer oyle soylemiş olsaydı, bunu acıkca soylerdi. Cunku Allah biz her şeyden nice ornekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız diyor.
Yaradan daha once Ehli kitaba namazlarını kılarken, Mescidi Aksaya donerek kılın demiş olsaydı ki boyle bir bilgi Kur’an da asla gecmez, bunun acıklaması da mutlaka yapılırdı. Cunku namaz yalnız peygamberimize değil, tum Ehli kitaba farz kılınmıştır. Ne yazık ki bu ve buna benzer yanlış anlaşılmalar, ayetleri Kur’an a gore değil, rivayetlere gore anlamaya calıştığımız icin olmaktadır.
Peki, yuzunu Mescid-i haram yonune cevir demekle neyi kast ediyor. Once bu ayette kıble kelimesinden ne anlamalıyız ona bakalım.
Kıble: Sıkıntılı bir durumda yardım umarak başvurulan, takip edilecek doğru yon.
Bakın ayette kıble kelimesi nasıl yerini buldu. Takip edilecek doğru yon. Zaten ayetin devamında da;
(Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gercek olduğunu cok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir.)
Buradan da anlaşılıyor ki, takip edilecek yok Allah ın gonderdiği rehber Kur’an ın yolu. Peygamberimizin devrinde din ve iman o kadar yanlış yollara saptırılmış ki, Allah ın doğru yolundan, yani KIBLESİNDEN sapmıştı. Bakın aşağıdaki ayette bu konu ne kadar guzel acıklanıyor.
Bakara 145: Yemin olsun, Ehlikitap'a sen her turlu mucizeyi getirsen de onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uymayacaksın. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Eğer sen, ilimden nasibin sana geldikten sonra onların boş ve iğreti arzularına uyarsan, işte o zaman kesinlikle zalimlerden olursun.
Allah peygamberimize, sen ehlikitaba istediğin mucizeyi getir sende, senin kıblene yani senin doğru yoluna uymazlar, cunku Allah ın yolundan KIBLESİNDEN sapmışlardır diye acıklama yapıyor. Elbette sende onların kıblesine yani takip ettikleri inanca, imana uymayacaksın diyerek uyarıyor. Bir başka ornek daha verip, onlar kendi aralarında da bolunmuşler ve farklı yollar izledikleri icin, birbirlerinin kıblelerini yani yoneldikleri yolu kabul etmezler, diyerek dikkatimizi cekiyor.
Yukarıdaki ayette gecen KIBLE kelimesini dikkatle inceleyelim. Eğer Allah bu kelimeyle namazlarınızı kılarken bu yone donun anlamında soyleseydi, bunu acıkca soylerdi. Fakat dikkat ediniz, namaz yani salÂt kelimesi asla gecmiyor.
Şimdide size, peygamberimizin elcilik gorevi tebliğ edildiğindeki bir ozelliğinden daha bahsetmek istiyorum. Once ayeti yazalım.
Araf 158: De ki: 'Ey insanlar, ben Allah'ın hepinize gonderdiği bir elcisi (peygamberi)yim. Goklerin ve yerin mulku yalnız O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve oldurur. Oyleyse Allah'a ve ummi peygamber olan elcisine iman edin. O da Allah'a ve O'nun sozlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz.
Ayette gecen UMMİ peygamber sozu ile Allah ne anlatmak istiyor bizlere? Burası cok onemli. Hatırlarsanız ummi kelimesini gunumuzde, okuma yazma bilmeyen olarak acıklanır. Acaba Allah bu ayetiyle elcisinden bahsederek, okuma yazma bilmeyen bir elciye uyun demiş olabilir mi? Ya da Allah okuma yazma bilmeyen bir elci gorevlendirir mi? Gelin UMMİ kelimesinin ne anlama geldiğini, yine Kur’an dan anlamaya calışalım ki, peygamberimizin o donemdeki konumu, cok daha iyi anlaşılabilsin.
Ali İmran 20: Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim." Ehl-i kitaba ve ummilere de: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok, eğer yuz cevirdilerse sana duşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını cok iyi gormektedir.
Yukarıdaki ayette, Allah elcisinin Ehli kitaba ve ummilere seslenerek, Allah a teslim oldunuz mu demesini istiyor. Dikkat ettiyseniz Ehli kitap ve ummiler. Yani iki farklı toplum var. Eğer ummilere okuma yazma bilmeyenler dersek yanlış olur. Cunku Ehli kitap icinde, zaten okuma yazma bilmeyen cok insan vardı o devirde. Okuma yazma bilmemek, Ehli kitap tan olmadığı anlamına asla gelmez. Demek ki ummi sozcuğunun anlamı cok farklı. Devam edelim, ummi kelimesiyle Rabbimiz ne anlatmak istiyor.
Ali İmran 75: Ehlikitap'tan oylesi vardır ki, ona yuklerle emanet teslim etsen onu sana iade eder. Onlardan oylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine cokmedikce onu sana geri vermez. Bunun sebebi şudur: Onlar: "Ummîlerin, bizim aleyhimize yol bulmaları mumkun değildir." demişlerdir. Onlar, bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan soylerler.
Yukarıdaki ayette aslında ummilerin, Ehli kitap olmayan toplumlar olduğu anlaşılıyor. Cunku Ehli kitap tan olanlar, ummilere karşı cok sert davranıp, onların haklarını gasp ettiklerinde, buna kendilerinin haklarının olduğunu duşunmelerinden kaynaklanıyor. Cunku ummiler Ehli kitabın inanclarını kabul etmiyorlardı. Tabi yoldan sapmış Allah ın kitabından uzaklaşmış bir Ehli kitaptan bahsediyoruz, bunu da unutmayalım. Ummilere haksızca davranan ve kendilerinin buna hakları olduğunu duşunenlere, Rahmanın cevabı aslında cok duşundurucudur.
Aslında aşağıdaki ayet, tum soylediklerimizin bir ozeti konumunda. Bakın Allah elcisinin UMMİ oluşu konusunda ki acıklamayı nasıl yapıyor.
Şura 52: İşte biz boylece sana da emrimizden Kur'Ân'ı vahyettik. YOKSA SEN KİTAP NEDİR? İMAN NEDİR BİLMİYORDUN. Fakat biz onu bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimizi doğru yola iletiyoruz. Şuphesiz ki sen de insanları doğru bir yola goturuyorsun.
Bu ayetten de anlaşılıyor ki, peygamberimiz o gun yaşanan ehli kitabın hic birisine tabi olmamış. Peki, neden tabi olmamış? Cunku yukarıda da belirttiğimiz gibi, Allah ın emrettiği din yolundan sapmış da ondan. Tum bu bilgiler ışığında duşunduğumuzde, yoldan sapmış bir inanca tabi olmaktansa, doğrunun arayışında olmak, Allah katında en doğru olan olduğunu cok daha iyi anlıyoruz. Allah ın değişmeyen ve korunan rehberi, bugun elimizde sapasağlam duruyorsa, bizlerin yapacağı da cok acıktır.
Bakara suresi 78. ayette, ummi konusuna acıklama yapıyor ve bakın ne diyor.
(Onlardan bir kısmı ummidir. Kitabı bilmezler; (bildikleri) bir suru asılsız şeylerden başkası değildir ve yalnızca zannederler.)
Demek ki UMMİLER kitabı bilmeyenler, yani o gunun ehli kitabın inanclarına tabi olmayanlar. Aşağıdaki ayet ise peygamberimizin o donemdeki konumunu daha da net acıklıyor.
Cum’a suresi 2: O, ummîler icinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları arındırıp-temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti oğreten bir elci gonderendir. Oysa onlar, bundan once gercekten acıkca bir sapıklık icinde idiler.
Allah ayetlerini o kadar guzel acıklıyor ki, yeter ki onu anlamaya calışmak icin caba harcayalım. Ayetleri birilerinin nefsine, inancına feda etmeyelim. Ayette Allah, gorev verdiğim elciyi UMMİLERİN icinden sectim diyor. Ayete dikkat ediniz, kendilerinden olan ve onlara ayetleri okuyan, onları arındırmaya calışan, kitabı oğreten peygamberimizden bahsediyor.
Buradan da anlıyoruz ki, ummiler okuma yazma bilmeyen değil, tam tersine Ehli kitaba tabi olmayanlar olduğu anlaşılıyor. Peygamberimizin de bunların icinden, hakkın/doğrunun arayışında, guvenilir ve saygın bir insan olduğunu Kur’an dan oğreniyoruz.
Zaten o devrin Ehli kitap toplumunun, peygamberimize en buyuk karşı cıkışı, inanmak istemeyişindeki itirazları, kendi iclerinden bir peygamber cıkmayışınadır. Ehli kitap, Allah elci gondermiş olsaydı, bizim aramızdan gonderirdi diyerek itiraz ediyorlardı.
Gunumuzde UMMİ nin anlamını, okuma yazma bilmeyen anlamına delil gosterdikleri ayeti once hatırlayalım, daha sonrada uzerinde birlikte duşunelim.
Ankebut 48: Sen bundan once herhangi bir kitap okumuyordun; onu sağ elinle de yazmıyorsun. Eğer oyle olsaydı, batıla saplananlar mutlaka kuşku duyacaklardı.
Aynı ayeti başka bir mealden de yazalım ki, ayet daha iyi anlaşılsın.
Ankebut 48: Cunku [ey Muhammed,] sen bu [vahyin gelmesi]nden once herhangi bir ilahî kelÂmı okumuş ya da onu kendi ellerinle yazmış değildin; oyle olsaydı, [sana vahyetmiş olduğumuz] hakikati curutmeye calışanlar, insanları [onun hakkında] kuşkuya sevk edebilirlerdi.
Şura suresi 52. ayetini hatırlayalım ne diyordu elcisine Yaradan?
(Yoksa sen kitap nedir? İman nedir bilmiyordun.)
Demek ki Allah, sen bundan once din adına herhangi bir kitap okumuyordun ve yazmıyordun demekle, o gunun ehli kitabına ait kitapları okumuyordun ve bu konuda hic bir şeyde yazmamıştın yani hicbir bilgin yoktu, dediği cok acık anlaşılıyor. Eğer Allah Ankebut 48. ayetinde, sen okuma yazma bilmiyordun demek isteseydi, bunu cok acıkca soylerdi. Kur’an ın hicbir ayetinde, peygamberimizin okuma yazma bilmediğine dair tek bir acıklama yoktur. Ummi kelimesinin anlamı da yukarıda verdiğim ayet ornekleri ile cok acık anlaşılmaktadır. Allah ilk ayetinde, Allah ın adıyla oku diyor da, elcisi okuma yazma bilmiyorsa, bu bilgi mutlaka Kur’an da acıkca verilir, izah edilirdi.
Ayetin sonunda Allah ın soylediği cumle, aslında dikkatle duşunulduğunde her şeyi acıklıyor.
(Eğer oyle olsaydı, batıla saplananlar mutlaka kuşku duyacaklardı.)
Peki, kuşku duyulacak ne olabilir? Eğer ummi kelimesine, okuma yazma bilmeyen anlamını verirsek, asıl o zaman kuşku duyulurdu. Cunku okuma yazma bilmeyen bir insana uyulmanın, buyuk hata olacağı toplumda tedirginlik yaratırdı. Asıl kuşku duyulmamasına neden, peygamberimizin bir ehli kitap olmadığı icin, bu kitabı kendisinin yazmasının mumkun olamayacağı, o devrin inanclarından uzak olması nedeniyle, insanların Allah ın elcisine indirdiği kitaptan, şuphe edemeyecekleri anlatılıyor. Ama bizler UMMİ kelimesine, ne yazık ki Allah ın tek kelime bile soylemediği bir anlamı vererek, peygamberimizi okuma yazma bilmeyen bir insan ilan etmekten cekinmiyoruz bile.
HÂlbuki peygamberimiz cok tanınan, cevresinde saygın, guvenilir buyuk bir ticaret adamıydı. Boyle bir insanın, okuma yazma bilmemesi mumkun mu sizce? O devirde, peygamberimizin kendi iclerinden gorevlendirilmemesini kabullenemeyenler, ne yazık ki bugunde aynı hatayı yaparak, peygamberimize hakkı olmayan bir yakıştırmayı yapmaktadırlar. Allah ın elcisine yaptığımız bu saygısızlıktan dolayı, Rabbimiz bizleri affetsin.
Tum bunlardan cıkaracağımız ders, bugun icinde yaşadığımız durumun acı gerceklerinin, o devrin Allah ın kitabından uzaklaşmış toplumlarla, aynı konumda olduğu gerceğidir. Cunku bugunde, o gunde Allah ın indirdiği kitap devre dışı bırakılmış, atalarından gelen rivayetler, itikatlar ve sanı ile din, iman yaşanır olmuş.
Yaradan gondermiş olduğu kitaptan uzaklaşmış, rivayet ve sanıya iman edenler arasından bir elci secmeyip, ummilerden yani Ehli kitaptan olmayanlar ama gercekleri arayan, doğrunun arayışı icinde olan kulları icinden elci secmesi, cok duşundurucu ve dikkat cekicidir. Bunun uzerinde dikkatle duşunmeliyiz. Bu konuda alacağımız cok derslerin olduğunu duşunuyorum.
Bizler Kur’an dan gercekleri aramak yerine, rivayet ve hurafe inanclarımıza delil aramak adına, art niyetlerle Kur’an a bakmaya devam edersek, elbette Allah ın nurundan, guneşinden de, gereği gibi istifade etmemiz mumkun olmayacaktır.
Tekrar hatırlatmak isterim, Yuce Allah gorev verdiği elcisini, yoldan cıkmış Ehli kitaptan secmemiştir. Bununla bizlere Allah ın anlatmaya calıştığı, cok onemli bir mesaj vardır. Lutfen bu mesajı cok iyi anlamaya calışalım ve kendimizi temize cıkarmadan, hic kimseyi din ve iman adına otekileştirmeden, elde Kur’an onun ipine sarılarak imanımızı yaşayalım.
Allah cumlemizin yardımcısı olsun. Dilerim Rabbimden, Hurafe ve sanıya değil, Kur’an ın sınırlarını zorlamayan, FURKAN ın ipine sarılan, Allah ın halis kullarından oluruz.
Saygılarımla Haluk GUMUŞTABAK
__________________
Peygamberimizin UMMİ Oluşundan Alacağımız Dersler
Dini Bilgiler0 Mesaj
●28 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Peygamberimizin UMMİ Oluşundan Alacağımız Dersler