KIYAMET DUNYANIN OLUMU


UZERİNDE FANİLERİ BARINDIRAN DUNYAMIZIN DA BİR ECELİ VARDIR;

O GUN GELDİĞİNDE, HERKES GİBİ O DA OLUR—TABİİ,

KENDİNE YARAŞAN BİR OLUMLE


UMİT ŞİMŞEK


DUNYANIN olumlu bir dunya olduğu, herşeyden once, onun yaratılışından bellidir. Gerek uzerinde yaşadığımız gezegen, gerekse onun icinde yer aldığı evren, sonsuza kadar yaşamak uzere plÂnlanmamıştır. Bu evrende butun guneşler, gezegenler ve diğer gok cisimleri doğar, yaşar ve olurler. Hayatları suresince de onlar her an ceşitli felÂketlerle karşı karşıyadırlar. Bir kuyrukluyıldız carpması bile bir gezegen uzerindeki hayatı yok etmeye kÂfi gelebilir ki, Dunyamızın gecmişte boyle pek cok olay yaşadığı hesaplanmaktadır. Diğer yandan, gezegenimizin icinden beklenebilecek tehlikeler, uzaydan gelenleri aratmayacak kadar buyuktur. Unutmayalım ki, biz, bir elma ile kıyaslandığında, onun kabuğu kadar kalınlığı ancak bulabilecek bir yerkabuğu uzerinde yaşıyoruz. Onun altında ise kızgın kayalar, erimiş madenler var. Ve yerkabuğu, bu kızgın Dunyanın uzerinde, her an hareket ediyor, her saniye kıpırdanıp duruyor. İşte, gokten seller gibi yağan kozmik ışınlar, bircoğu bizi kıl payı sıyırıp gecen goktaşları ve kuyrukluyıldızlar, altta kaynayan madenler, yarılan yerler, puskuren volkanlar, taşan denizler arasında Dunyamız milyonlarca tur canlıya beşiklik ediyorsa, bu, ancak cok dikkatli bir koruma sayesinde mumkun oluyor demektir. Gun gelir, boyle bir koruma artık gereksiz olur veya Dunyamızın kendisi, ya da uzerindeki hayat yokluğa karışıverir. Milyarlarca yılda ancak bugunku hÂlini alan bir Dunyanın yok olup gitmesi yahut olu bir gezegen hÂlini alması icin, başına gelecek felÂketin buyukluğune gore, gunler, saatler, hatt bir an bile yetebilir. Dunyanın olumu, hic şuphe yok ki, doğumundan daha kolaydır ve onun doğumu ne kadar gercek ise, olumu de o kadar gercektir. Acıkta kalan iki soru ise, “ne zaman” ve “nasıl” sorularından ibarettir.


DUNYAMIZ, bir amacla yaratılmıştır. Var olduğu surece bu gezegen o amaca hizmet eder; o amaca hizmet ettiği surece de var olmaya devam eder. Şu kadar var ki, bu amaca uygun şekilde, Dunyamızda pek cok şey karışık halde bulunur, zıtlar bir arada var olur, iyilikler ve kotulukler beraberce yaşanır. Bir yerde kuşlar yavrularını beslerken, bir başka yerde kaplanlar yavru ceylanları parcalar. Bir yerde insanlar kanadı kırık kuşlar icin yuva yaparken, bir başka yerde nesiller imha edilir. Bir yerde fidanlar dikilir, bir yerde şehirler bombalanır. Bir yerde bulbuller oter, bir yerde analar ağlar. Bir yerde ezanlar okunur, bir yerde Rabbini ananlar kapılardan kovulur. Hayır da, şer de birbiriyle yarış hÂlindedir bu gezegende. Gorunmeyen Âlemlerin kameraları da surekli kayıttadır. Besbelli, birgun gelecek, bu gezegenin urettiği iyilikler de, kotulukler de kendilerine yaraşan yerde toplanıp başka Âlemlerin temelini teşkil edecektir.

Dunyanın Âkıbeti, tumuyle işte bu hayır-şer rekabetine bağlıdır. Eğer bu dunya, yaratılış amacına zıt bir şekilde, iyilikten cok kotuluk ureten bir fesat yerine donerse, onu yaratan, elbette ki bu duruma cok uzun bir sure musaade etmez. Nitekim, tarih boyunca pek cok beldenin helÂkine boyle bir durum sebep olmuştur. “Yoksa, Rabbin, ahalisi duzgun kimseler olduğu halde beldeleri haksız yere helÂk edecek değildi.”1

Kur’Ân, başından sonuna kadar, boyle pek cok helÂk haberleriyle doludur. Yuce Allah, kitabında bunları bizim onumuze birer ibret numunesi olarak serer ve onlardan gerekli dersleri cıkarmamızı ister:


“Onların hepsini de gunahlarıyla yakaladık. Kiminin başına taş yağdırdık. Kimini o korkunc ses yakaladı. Kimini yerin dibine gecirdik. Kimini de boğduk. Allah onlara haksızlık etmedi; onlar kendilerine zulmedip duruyordu.”2


“Zulmeden nice beldeyi Biz kırıp gecirdik; sonra da yerlerine başka kavimler getirdik.

Onlar, daha azabımızı hisseder etmez kacışmaya başladılar.

Kacmasanıza! Donun icinde yuzduğunuz nimetlere ve konaklarınıza; cunku sorgulanacaksınız.

‘Eyvah!’ dediler. ‘Biz gercekten kendimize yazık etmişiz.’

Biz onları kokten bicip ocaklarını sondurunceye kadar boylece feryat edip durdular.

Biz gokleri, yeri ve ikisi arasındakileri oyun oynamak icin yaratmadık.

Eğer bir oyun edinmek isteseydik, kendi katımızdan edinirdik—tabii, eğer boyle bir şey yapacak olsaydık!

Biz hakkı bÂtılın ustune oyle bir atarız ki, onu darmadağın eder ve bÂtıl yok olup gider. Size de, Allah’a yakıştırdığınız şeyler yuzunden hayıflanmak kalır.” 3

Gecmişin kıssaları, geleceğin haberleridir. Şartlar tekrarlandığında sonuc da tekrarlanır. Onun icin, Kur’Ân, bircok Âyetinde bizi yeryuzunu dolaşmaya ve etrafa ibret gozuyle bakmaya cağırır. Cunku, gecmişte beldeler ve ulkeler olceğinde yaşanan şey, birgun gelecek, cok daha buyuk bir olcekte yaşanacaktır:

“İnsanların kendi elleriyle işledikleri yuzunden karada ve denizde fesat ortaya cıktı. Belki vazgecerler diye, yaptıklarından bir kısmını Biz onlara boylece tattırıyoruz.

De ki: Yeryuzunde gezin de, daha oncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bir bakın. Onların coğu Allah’a ortak koşan kimselerdi.

Donuşu olmayan o gun Allah tarafından gelmeden once yuzunu dosdoğru dine cevir ki, o gun geldiğinde insanlar zumre zumre ayrılacaklardır.”4


YERYUZUNDE kotulukler iyiliklere ustun gelmeye başladığında, onu izleyecek Âkıbetin habercileri de bir bir belirmeye başlar. Peygamberimiz, “kıyamet alÂmetleri” olarak adlandırılan bu belirtilerden bircok hadisinde soz etmiştir. Hayırlı işlerin azalması, cimriliğin yaygınlaşması, fitnelerin belirmesi, adam oldurmenin coğalması;5 bir kısım Muslumanların muşriklere katılarak putlara tapması, yalancı peygamberlerin cıkması;6 ilmin kaldırılıp cehaletin meydan alması, zinanın yaygınlaşması, kadınların coğalıp erkeklerin azalması7 bu alÂmetler arasındadır. Ne var ki, bu alÂmetlerin kısmen veya tamamen cıkmış olması, bize kıyametin vaktini belirleme imkÂnı vermez. Cunku Yuce Allah buna dair bilginin sadece kendisinde olduğunu, ceşitli Âyetlerde acıkca bildirmiştir:

“Bir de diyorlar ki: Doğru soyluyorsanız, vaad ettiğiniz şey ne zaman?”

Sen de ki: Onun bilgisi Allah katındadır; ben ise apacık bir uyarıcıyım.8

“Sana kıyametin ne zaman geleceğini soruyorlar. De ki: Bu bilgi Rabbimin katındadır; onun vaktini Ondan başkası acıklayamaz. Gokler ve yer icin o cok buyuk birşeydir. Size ansızın geliverir. Sanki onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Bu bilgi Allah katındadır; lÂkin insanların coğu bunu bilmiyor.” 9


“İnsanlar sana kıyameti soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Allah katındadır. Nereden bileceksin, belki de onun vakti cok yaklaşmıştır.”10


Kıyamet vakti gelecektir. Herkes calışmasının karşılığını gorsun diye onu gizliyorum.11


Kıyametin vaktini bilemesek de, bu konuda kesin olarak bildiğimiz birşey, onun pek yakın olduğudur. Kur’Ân bu konuda pek sık vurgu yapar ve kıyameti hafife alanları uyarır:

“Onlar o gunu uzak goruyorlar.

Biz ise yakın goruyoruz.” 12

“O Allah ki, kitabı ve mizanı hak ile indirdi. Nereden bileceksin, belki de kıyametin vakti yakındır.

Ona inanmayanlar, kıyametin cabuk gelmesini istiyorlar. İman edenler ise onun gercek olduğunu biliyor ve ondan korkuyorlar. Bilmiş olun ki, kıyamet hakkında tartışanlar, derin bir aldanış icindedirler.” 13


KIYAMETİN yakın oluşu, bugun veya yarın kopacağı anlamına gelmeyebilir. Fakat yarın ile bin sene sonrası arasında ne fark var? Kişinin, kendi eceli eriştiğinde onun icin kıyamet kopmuştur; bu ise her an pek yakınımızda olan bir Âkıbettir. Kendi kıyameti kopmuş olan kimse icin de dunyanın kıyameti cok yeni bir haber sayılmaz! Gerek Kur’Ân, gerekse Hadis, bu konudaki muteaddit uyarılarıyla, insanları dunyaya kapılıp gitmekten korumak ve her an başlarına gelebilecek bir sonuc hakkında hazırlıklı tutmak istemektedir. Peygamberimizin SahÂbîleri bu uyarıların sonunda oyle bir duyarlılık kazanmışlardı ki, kuvvetli bir ruzgÂr estiğinde “Kıyamet kopuyor” diye Mescid-i Nebevîye sığınırlardı. Bugun ise, birer kıyamet provası niteliğindeki felÂketleri henuz yaşamış insanlar, etraflarındaki onca oluler ve yıkıntılar arasında her zamanki eğlencelerine sığınıyorlar; bir yandan da butun bu olup bitenlerde Allah’ın bir payı olmadığını iddia ederek, Rablerine karşı inkÂr ve tuğyan yarışına cıkıyorlar! Kur’Ân’ın uyarıları da, henuz inmişcesine bir tazelikle, bugunun sağır kulaklarında yankılanıyor:


“Evvelki Âd kavmini de O helÂk etti.

Semud’dan da geriye birşey bırakmadı.

Daha once Nuh kavmini de O helÂk etti. Cunku onlar zulme sapmış ve azıtmıştı.

Alt ust edilen beldeleri de yerin dibine O gecirdi.

Onları kaplayan oyle bir kapladı ki!

Şimdi Rabbinin hangi bir nimetinden şuphe edersin?

İşte bu da evvelki uyarıcılardan bir uyarıcıdır.

Yaklaşan iyice yaklaştı.

Onu Allah’tan başka acığa cıkaracak yoktur.

Siz bu soze mi şaşıyorsunuz?

Ağlamıyor, guluyorsunuz.

Ve hÂl eğleniyorsunuz.”14

OLUMLERİN EN KORKUNCU



“Onlar kıyametin Âniden başlarına gelmesinden başka birşey mi bekliyorlar? Onun alÂmetleri şimdiden gelmiştir. Kıyamet koptuğunda

ibret almaları neye yarar?”

— Muhammed Sûresi, 47:18



DUNYAMIZ bir film setini andırır. Burada hergun nice dekorlar kurulur ve kaldırılır, hergun nice kayıtlar yapılır. Burada herşey anlamlıdır, ama hicbir şey devamlı değildir. Herşey, kendisinden beklenen sonucu verinceye kadar var olur; sonra yerini başkalarına bırakarak buradan gider. Bu arada filmler cekilmiş, herşey tek tek kaydedilmiştir. Onun icin, bu dunyaya gelip giden herkes ve herşey, bu kısa zaman aralığı icinde, sonsuza kadar var olacak izler bırakır.

Bu gezegenin her koşesinde, her mevsim ayrı ayrı dekorlar kurulur. Herbir dekorun kuruluşu, sayısız dillerin muhteşem topluluklar hÂlinde tesbihata başlaması demektir. Herhangi bir anda, bu gezegenin bir tarafında bahar koroları seslenir Âleme, bir başka tarafında yaz, guz ve kış koroları. Herbirinin dili farklıysa da anlattıkları birdir, yahut aynı hakikatin değişik yuzleridir. Herhangi bir anda, yeryuzu, milyonlarca tur varlığın sayısız bireyleriyle Rabbini over. Dekorlar değişince ovguler bir başka perdede surup gider. Boylece, bu mavi gezegen, kÂinatın dort bir tarafına zikir ve tesbih sadÂları sacarak, İlÂhî sanatın en guzel orneklerini sergileyerek, muhteşem bir galaksinin merkezi etrafında saniyede 250 kilometre hızla ucar, gider. O ucarken, kÂinat onu yıldızlardan ve meleklerden gozlerle seyreder, onun her hÂlini hafızasına nakşeder.

Hepsinden onemli olanı, bu gezegen uzerinde insanın varlığıdır. Onun dilinden, bu dunya en fasih bir lisanla Kur’Ân okur, Yer ve Gokler Rabbini zikreder; onun hÂlinden, bin bir İlÂhî ismin nakışlarını Âleme gosterir. Gormediği halde gormuşcesine Rabbine inanan, Onun sozunu dinleyen ve Ona muhatap olan bu aziz konuğun soylediklerini de, yaptıklarını da bu dunya iftiharla Âleme gosterir. Gayb Âlemlerinin kameraları hicbir şeyi kacırmaz; herşeyi en ince ayrıntısıyla kaydeder.


Nihayet gun gelir, gorevler yerine getirilir, dunyanın işi biter. İşte o gun, dekorların tumuyle kaldırıldığı gundur. Bu ise, tıpkı Âlemin yaratılışında olduğu gibi, bir muhteşem gosterinin vaktini işaretler. Zira bu Âlemde dekorların kaldırılması demek, dağların un ufak olması, denizlerin kaynaması, goklerin yarılması, yıldızların dokulmesi demektir. Gulun narin yuzunde sanatın, arının kanadında hikmetin, bahar bahcelerinde rahmetin eserlerine mazhar olan dunya, bu sefer butun zerreleriyle kudret tecellîlerine sahne olur.

O Ânın başlangıcını, İsrafil AleyhisselÂmın sûr ufuruşu işaretler:


“Sûr’a bir ufuruş ufurulduğunde,

Yer ve dağlar kaldırılıp tek bir darbeyle parcalandığında,

İşte o gun olan olmuştur.” 15


Sûr’un nasıl birşey olduğunu bilmiyoruz; cunku onu ne gorduk, ne sesini işittik. Kur’Ân’ın haber verdiğine gore, biri kıyametin kopması, diğeri de olulerin dirilip haşir meydanında toplanması icin olmak uzere, sûr’a iki defa ufurulecektir. Bir ufuruluşuyle kıyamet koparan bir sûr’un ve sesinin, elbette ki, gorduğu işe munasip bir şekli ve azameti olmalıdır. Ancak bunlar bizim bu dunya hayatındaki olculerimizle tartılacak şeyler değildir. Bununla birlikte, Peygamberimiz, bilmediğimiz bu şeyi, bildiğimiz birşeye kıyas ederek bize tanıtmakta ve sûr’un “icine uflenen bir boynuza”16 benzediğini haber vermektedir. Bundan da anlıyoruz ki, İsrafil’in sûrunu işiten varlıklar, tıpkı bir boru sesiyle dağılan veya toplanan izci veya asker toplulukları gibi, hep birden o sese cevap verecektir.

Bundan sonrasını tasvir eden bircok Âyet vardır:


“O gun kitap sayfalarını durer gibi semÂyı dureriz.” 17


“O gun gok erimiş madene doner.

Dağlar erimiş yun gibi olur.” 18


“O gun yer ve dağlar sarsılır; koca dağlar kum yığınına doner.” 19


“Guneş durulduğunde,

Yıldızlar sacıldığında,

Dağlar yurutulduğunde,

Gebe develer başıboş kaldığında,20

Vahşî hayvanlar toplandığında,21

Denizler tutuştuğunda…” 22


“Gok yarıldığında,

Yıldızlar sacıldığında,

Denizler taştığında,

Kabirler deşildiğinde,

Herkes ne yaptığını, neyi geri bıraktığını oğrenir.” 23

“Gok yarıldığında,

Ve Rabbinin emrini dinlediğinde—zaten ona bu yaraşır.

Yer duzlendiğinde,

İcinde ne varsa atıp boşaldığında,

Ve Rabbinin emrini dinlediğinde—zaten ona bu yaraşır.”24


“Yer o muthiş sarsıntıyla sarsıldığında,

Ve butun ağırlıklarını dışarı cıkardığında,

Ve insan “Ne oluyor buna?” dediğinde,

İşte o gun yeryuzu haberlerini anlatır.

Cunku Rabbin ona bunu vahyetmiştir.”25


“O gun insanlar yere serilmiş pervanelere doner.

Dağlar atılmış yun gibi olur.” 26


Butun bu tasvirler gosteriyor ki, bugun yeryuzunde yaşanan en buyuk felÂketler, kıyamet gununun olayları yanında birer catapat eğlencesi olarak kalmaya namzettir. Bugun on metrelik yer kaymalarından, yirmi metrelik deniz dalgalarından “kıyamet” diye soz eden insanlar, altlarında binlerce kilometre derinlere ulaşan kazanların kaynadığından, ustlerinde supersonik hızlarla ucuşan goktaşlarının dolaştığından hic de haberdar gorunmuyorlar! Oysa o yer icindekini fırlattığında dağları goren olmaz; o goğun kapıları acıldığında yerkabuğu diye birşey kalmaz. O gun, kısacık bir zaman diliminde cağların olayları yaşanır, cocuklar yaşlanır, insanın gozu hicbir şeyi gormez olur. O gun, yeryuzunde Rabbini inkÂr eden hicbir kul bulunmaz! Fakat ibret almak icin de, iman etmek icin de vakit coktan gelip gecmiştir.


“İnkÂr ederseniz, cocukları ihtiyarlatan o gunden nasıl korunacaksınız?

Oyle bir gun ki, dehşetiyle gok yarılır. Allah’ın vaadi gercekleşmiş demektir.” 27


“Ey insanlar, Rabbinize karşı gelmekten sakının. Cunku kıyamet gununun sarsıntısı cok buyuk birşeydir.

O gunu gorduğunuzde, herbir emzikli emzirdiğini unutur, herbir gebe kadın cocuğunu duşurur. İnsanları da sarhoş gorursun. Halbuki onlar sarhoş değillerdir. LÂkin Allah’ın azabı pek şiddetlidir.” 28


Butun yeryuzu ahalisini sarhoşa ceviren bir felÂketin buyukluğunu, elbette ki, en gorkemli filmler bile anlatamaz, en guclu hayaller bile kuşatamaz. O, kÂinatta sadece bir defa yaşanacak, benzeri daha once gelmemiş ve ondan sonra da tekrarlanmayacak bir olaydır. Ve bu olay, ondan cekinmeyenlerin başına gelecektir. Zira Peygamberimiz “yeryuzunde Allah Allah dendiği surece kıyametin kopmayacağını”29 bildirmiş, “Ancak insanların en kotulerinin başında kıyamet kopar”30 buyurmuştur. Âyet-i kerime de “Dehşetin en buyuğu onları tasalandırmaz”31 buyurmak suretiyle, bu konuda mu’minlerin gonullerine su serpmektedir. Gercekten de, kıyamet, ancak ona inanmayan, Allah’ı vaadlerinde yalanlayıp Onun huzurunda hesap vermeyi inkÂr ederek Ona karşı inatla inkÂr ve isyanını surduren beşerin en azgınlarına Yer ve Gokler Rabbinin tattıracağı bir felÂkettir.

O felÂketle artık dunya kapısı ebediyen kapanır, dekorlar sokulur, defterler kaldırılır. Tutulan kayıtlar, başka bir Âlemde en ince ayrıntısına kadar hesabı gorulmek uzere koruma altına alınır.

Ve Âlem, sûr’un ikinci uflenişine kadar olum uykusuna yatar.



DİPNOTLAR:


1 Hûd Sûresi, 11:117.

2 Ankebût Sûresi, 29:40.

3 Enbiy Sûresi, 21:11-18. 4 Rûm Sûresi, 30:41-43.

5 BuhÂrî, Fiten: 25; Muslim, İlim: 11.

6 Tirmizî, Fiten: 43.

7 Muslim, İlim: 9; Tirmizî, Fiten: 34.

8 Mulk Sûresi, 67:25-26.

9 A’rÂf Sûresi, 7:187.

10 AhzÂb Sûresi, 33:63.

11 TÂh Sûresi, 20:15.

12 MeÂric Sûresi, 70:6-7.

13 Şûr Sûresi, 42:17-18.

14 Necm Sûresi, 53:50-61.

15 HÂkka Sûresi, 69:13-15.

16 Ebû DÂvud, Sunnet: 20, 21.

17 Enbiy Sûresi, 21:104.

18 MeÂric Sûresi, 69:8-9.

19 Muzzemmil Sûresi, 73:14.

20 Arapların gozundeki en değerli mal olan gebe develeri bile kimse umursamadığı zaman.

21 FelÂketi sezinleyip de toplandıklarında; yahut felÂketin buyukluğu yuzunden, birbirlerinden korkmayı bile unutarak bir araya geldiklerinde.

22 Tekvir Sûresi, 81:1-6.

23 İnfitar Sûresi, 82:1-5.

24 İnşikak Sûresi, 84:1-5.

25 ZilzÂl Sûresi, 99:1-5.

26 Karia Sûresi, 101:4-5.

27 Muzzemmil Sûresi, 73:17-18.

28 Hacc Sûresi, 22:1-2.

29 Muslim, İman: 234.

30 Muslim, İmare: 176; İbni MÂce, Fiten: 24.

31 Enbiy Sûresi, 21:103.
__________________