Omer Celakıl'ı tanırsınız ama tanımayanlarınız vardır diye biraz tanıtalım.2002 yılından beri televizyonlara cıkarak Kur'an'ın şifresini cozduğunu soyleyen genc bir matematikci, fizikci ve aynı zamanda da ilahiyatcı.Kur'an'ın şifresini cozme aşamasını 30'a ayırdığını ve bunlardan 2 tanesini fiziksel-matematiksel yontemlerle cozduğunu idda eden biri.2007 nin sonlarına doğruysa, 3. ve 4. evreleride tamamladığını belirterek yeni kitabını piyasaya sundu ve hemen ardından canlı yayınlara, haberlere cıkmaya başladı, basında yankı uyandırdı.Cunku Kur'an'ın gelecek hakkında bilgi verdiğini ve bircok bilimsel acıklamayı 1400 yıl onceden cok detaylı bir şekilde acıkladığını ileri suruyordu.

FİZİK ALANI:
DEMİRDEKİ SIR
Demir, Kuran'da dikkat cekilen elementlerden biridir. Kuran'ın "Hadid", yani "Demir" adlı suresinde şoyle buyrulur:

... Ve kendisinde cetin bir sertlik ve insanlar icin (ceşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik... (Hadid Suresi, 25)

Kelimenin, yağmur ve guneş ışınları icin kullanılan "gokten fiziksel olarak indirme" şeklindeki gercek anlamı dikkate alındığında, ayetin cok onemli bir bilimsel mucize icerdiği gorulmektedir. Cunku modern astronomik bulgular, Dunya'daki demir madeninin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini ortaya koymuştur. Sadece Dunya'daki değil, tum Guneş Sistemi'ndeki demir, dış uzaydan elde edilmiştir. Cunku Guneş'in sıcaklığı demir elementinin meydana gelmesi icin yeterli değildir. Guneş'in 6000 0C'lık bir yuzey ısısı ve 20 milyon 0C'lik bir cekirdek ısısı vardır. Demir ancak Guneş'ten cok daha buyuk yıldızlarda, birkac yuz milyon dereceye varan sıcaklıklarda oluşabilmektedir. Nova veya Supernova olarak adlandırılan bu yıldızlardaki demir miktarı belli bir oranı gecince, artık yıldız bunu taşıyamaz ve patlar. Demirin uzaya dağılması işte bu patlamalar sonucunda mumkun olur.

KANDAKİ OKSİTLENME
Kuran-ı Kerim'in Mutaffifin suresi 13.ayetinde "Kalplerin uzeri Pas bağladı..." şeklinde bir cumle yer almaktadır. Dikkat ederseniz camurlandı veya tozlandı gibi kelimeler değil de "Pas bağladı" ifadesi kullanılmaktadır. Paslanma "Demirin Oksitlenmesi" demektir. İlginctir ki Kuran'da bahsedildiği gibi vucudumuzdaki kanda (dolayısıyla kan dolaşımının merkezi olan kalpteki) demir surekli oksitlenmektedir.

Yani Kuran'da bahsedildiği gibi kalbimizde ve damarlarımızda her gun her saat paslanmaya benzer bir reaksiyon gercekleşmektedir ve demir oksitlenmektedir. Havadan aldığımız oksijen kandaki hemoglobinde bulunan demir sayesinde vucutta taşınmaktadır. Yani aldığımız oksijen kandaki demir ile reaksiyona girmektedir ve bir anlamda paslanmaktadır. Fakat biz bu reaksiyonu gozle goremeyiz. Kısacası bu ayette bilimsel ve mucizevi bir benzetme yapıldığını duşunuyoruz fakat bu sadece bir yorumdur. Eski calışmalarımızda da Kuran'ın hemoglobin ve demir atomuyla ilgili mucizevi kanıtlar sunduğunu dile getirmiştik bunlar da sitede mevcuttur.

TELEVİZYONUN İCADI
Televizyon yayınları ışık hızındaki elektromanyetik dalgaların evlerimize kadar ulaşmasıyla gercekleştirilmektedir. Televizyon dalgaları oylesine hızlıdır ki kilometrelerce uzaklıktan aynı saniye icerisinde goruntu nakli yapılabilmektedir. Kuran'daki Neml suresinde Suleyman Peygamber'in farklı bir ulkede bulunan kralicenin tahtını aynı saniye icerisinde mucizevi bir bicimde getirttiği anlatılır. Bu ayet ilk bakışta bize teleportasyon (ışınlama) veya goruntu naklini (televizyonu) anımsatmaktadır.

Bu olayın anlatıldığı Neml suresinde bazı harflerin gizli bir bicimde yan yana gelip TELEVİZYON kelimesini oluşturduğunu goruyoruz. Televizyon kelimesini oluşturan harfler tamda Hz.Suleyman'ın bu surede isminin gecmeye başladığı ayetlerde yan yana dizilmiş durumdadır. (17.ayet)
bknz. resim: kuranca.com/television.jpg

"Yanında kitaptan bir ilim olan kimse ise: "Gozunu acıp kapamadan ben onu (tahtı) sana getiririm" dedi. (O anda Suleyman) onu (tahtı) yanıbaşına yerleşmiş olarak gorunce..." (Neml 40)

Televizyon kelimesi Turkce, İngilizce, Arapca ve farklı dillerde hemen hemen aynı şekilde yazılıp okunmaktadır.(Fransızca ve İngilizce'de Television) Televizyon kelimesini oluşturan bu harfler normalden farklı olarak ayette soldan sağa yanyana geliyor.(Diğer şekilde bu harfler tum Kuran'da sağdan sola hic yan yana gelmiyor)

YARATILIŞTAKİ CİFTLER
Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden butun ciftleri yaratan (Allah cok) yucedir. (Yasin Suresi, 36)

Erkeklik-dişilik, "cift" kavramının bir karşılığı olmakla birlikte, ayette bahsedilen "bilmedikleri nice şeylerden" ifadesi daha geniş bir anlam icermektedir. Nitekim gunumuzde ayetin işaret ettiği anlamlardan biri ile karşılaşmaktayız. Maddenin ciftler halinde yaratıldığını ortaya koyan İngiliz bilim adamı Paul Dirac, 1933 yılında Nobel Fizik Odulu'nu kazanmıştır. "Parité" adı verilen bu buluş, maddenin anti-madde denilen bir cifti olduğunu ortaya koymuştur. Antimadde, maddenin tersi ozellikler taşır. Orneğin maddenin tersine antimaddenin elektronları artı, protonları da eksi yukludur.
Yaratılıştaki ciftlere bir diğer ornek de bitkilerdir. Botanikciler bitkilerde cinsiyet ayrımı olduğunu ancak 100 sene evvel keşfedebilmişlerdir. Halbuki bitkilerin ciftler halinde yaratıldığı Kuran'da 1400 sene once aşağıdaki ayette acıkca bildirilmiştir:

"Ki (Rabbim), yeryuzunu sizin icin bir beşik kıldı, onda sizin icin yollar doşedi ve gokten su indirdi; boylelikle bununla her tur bitkiden ciftler cıkardık." (Taha Suresi, 53)

BİYOLOJİ ALANI:
GİZLİ KELİME: RETİNA
Retina, gormemizi sağlayan hucrelerin bulunduğu goz tabakasıdır. Gorme işlevini sağlayan goz bolumunun aslında Retina olduğu Kur'an'ın indirildiği yıllarda bilinmiyordu hatta kimse retina kelimesinden haberdar bile değildi. Buna rağmen Kuran'da "Retina" kelimesinin gectiğine dair acık kanıtlara rastlıyoruz.

bknz. resim:kuranca.com/reti.JPG

R-E-T-İ-N-A harfleri sadece 35:8 numaralı ayette gecmektedir. Ustelik bu ayette "gormekten" ve "gostermekten" bahsedilmektedir dolayısıyla retinaya işaret guclenmektedir. Gormeyi sağlayan retina kelimesinin gectiği bu ayette "...guzel gosterilip de guzel goren kimse..." cumlesi yer almaktadır. Sonraki ayetlerde aynı surenin 19.ayetinde "Kor ve goren aynı olmaz" cumlesi geciyor. Bilindiği gibi retina hasarları kalıcı korluğe neden olur. Sonraki 20.ayette ise "Karanlık ve aydınlık da aynı olmaz" ifadesi gecmektedir ki zaten retinada ışığa duyarlı hucreler bulunur. Bu saydığımız ayetlerdeki gormeyle ilgili cumleler tum Kuran'da cok nadir gecmektedir o nedenle retina kelimesinin binlerce ayetin arasında sadece bu ayetlere denk gelmesi matematiksel acıdan tesadufi değildir.

CANLILARIN KOPYALANACAĞINI YUZYILLAR ONCESİNDEN KURAN-I KERİM HABER VERİYOR MUYDU?
Kopyalama yuce dinimiz İslam'a aykırıdır ve etik dışı yanlış bir uygulamadır. Fakat genetik biliminin ve embryolojinin olmadığı bir cağda yani 1400 yıl once indirilen Kuranı Kerim'de sanki bilim adamlarının kopyalama yapacakları haber verilirmişcesine işaretler bulunmaktadır. Kur'an-ı Kerim'in bu ayetinde Şeytan'ın kotu faaliyetleri vurgulanmaktadır.

Kopyalanmış bir hayvandan cok sayıda kopya hayvan uretme (ikinci nesil kopyalama) deneylerinde Kulak Dokusundan hucreler alınarak kopyalama gercekleştirilmiştir. Yani yakın tarihte yapılan ilk deneylerde hayvanların kulağı kesilip hucre alınarak kopyası uretilmiştir. Kuran-ı Kerimin bir ayeti şoyledir:

"...(Şeytan dedi ki) Mutlaka onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını kesecekler ve yine mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler..." (Nisa Suresi 119.ayet)

Az once tarihteki ilk 2.nesil kopyalamaların hayvanların kulakları kesilerek alınan hucrelerle gercekleştirildiğini vurgulamıştık. Ayrıca bu hucrelerin genetik yapısıyla oynayarak yaratılış kanunlarına mudahelede bulunmaya calışan kimseler de vardır. Dolayısıyla genetik biliminin olmadığı bir cağda yani 1400 yıl once indirilen ayetteki ifadelerle mucizevi benzerlikler vardır.

Yapılan bazı kopyalamalarda meme dokusundan da hucreler alınmıştır fakat Tarihteki ilk 2.nesil kopyalamalarda hucreler kulaktan alınmıştır.(Japonya'daki Kagoşima Enstitusunde ve Brezilya'daki Vitoria ineği)

KADINLARDAKİ 23.KROMOZOM ve GENETİK
Daha onceki orneklerimizde "Arı" suresinin Kuran'da 16. sure olduğunu ve Arı'nın kromozom sayısının da 16 olduğunu belirtmiştik. Bildiğiniz gibi boy, goz rengi gibi tum fiziksel ozellikler hucre icindeki gozle goremediğimiz kromozomlarda yer alan genler tarafından belirlenir. Hucrelerimizin icindeki 23.kromozom cifti kişinin cinsiyetini belirler. Genetik olarak Erkek ve Kadındaki kromozomlar aynıdır sadece kadınlardaki 23.kromozom cifti erkeklerden farklıdır. Kadınların fiziksel ozelliklerinin erkeklerden farklı olması da bu 23.kromozoma bağlıdır.

Kuran-ı Kerim'deki "Nisa" suresi de "Kadınlar" anlamına gelir. İlginctir ki "Nisa(Kadınlar)" suresinin 23.ayetinde başka hicbir yerde gecmediği kadar cok sayıda "kız,kadın,anne" gibi dişil kelimeler tekrarlanmaktadır. Yani "kız, kadın, anne" gibi dişil kelimeler KURAN'IN TUMUNDE en cok Nisa suresi 23.ayette gecmektedir. Dolayısıyla ayetin numarası olan 23 sayısıyla kadınlardaki 23.kromozom ciftine işaret edildiğini duşunuyoruz.

MODERN TIP VE MUCİZEVİ BİR İŞARET:HEMOGLOBİN İLE DEMİR YAN YANA
Kuran'ın indirildiği cağda henuz kimse oksijen ve karbondioksiti vucudumuzdaki kanda taşıyan Hemoglobin molekulunden haberdar değildi ve boyle bir tıp terimi de yoktu. Nitekim mikroskoplar da henuz icad edilmemişti. Ayrıca kana kırmızı rengi veren de yine Hemoglobin'dir ve demir eksikliğinde anemi hastalığı (kansızlık) ortaya cıkar.

Vucudumuzdaki Demir (Fe) elementi sayesinde oluşan Hemoglobin hayatın devamı icin şarttır. Hemoglobinin ortasında bulunan Demir (Fe) elementi oksijeni kendisine bağlar ve kanda taşır. Kuran'daki Hadid yani Demir suresinde demirin insanlar icin faydalar taşıdığı şoyle belirtiliyor:

"...Demiri de indirdik ki onda buyuk bir kuvvet ve insanlar icin faydalar vardır..." (Hadid suresi 25)

bknz. resim:kuranca.com/hemoglobin.JPG[/url]

Gorduğunuz gibi 48:25 numaralı ayette yan yana gelen harfler mucizevi bir bicimde FE (Demir) ve Hemoglobin kelimelerini oluşturmaktadır.(Hemoglobin kelimesini oluşturan harfler soldan sağa ters, Demir yani (Fe) sağdan sola.) Ayrıca Hemoglobini oluşturan harfler başka hicbir ayette yan yana gelmiyor dolayısıyla rastlantı diyemeyiz

Hemoglobin kelimesi Turkce, Arapca, İngilizce ve farklı dillerde hemen hemen aynı şekilde yazılıp okunmaktadır. Başka orneklerde olduğu gibi burda da aynı yontemi kullandık o nedenle matematiksel acıdan tum bunlara tesaduf gozuyle bakamayız. Hemoglobin terimi modern tıp tarihinde 1869 yılında ortaya cıkmıştır KuranıKerim ise 610 yılında indirilmeye başlanmıştır. Dolayısıyla yuzyıllar oncesinden bu hayati molekule ismen işaret edildiğini duşunuyoruz.

SİVRİSİNEKTEKİ MİKROSKOBİK SIR
Milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine neden olan Sıtma (Malaria) hastalığının nedeni dişi sivrisineklerdir (Anofel). Kan emici sivrisinekler de yine aynı şekilde dişi olanlardır. Sivrisinekler hakkındaki bu bilimsel gercek 1800 yılından sonra keşfedilmiştir (Ronald Ross). Fakat 600'lu yıllarda yani mikroskobun olmadığı bir cağda vahyedilen Kur'an-ı Kerim dişi sivrisineklere yuzyıllar once dikkat cekiyordu:

"Şuphesiz ki Allah, (Dişi) sivrisineği hatta onun da otesinde (kucuk bir varlığı) misal getirmekten cekinmez....." (Bakara 26)

"Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız bunun icin bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu da geri alamazlar. İsteyen de aciz, istenen de! " (Hac 73)

Ayette dişi sivrisineğin insanlardan birşeyler kaptığı belirtiliyor dolayısıyla ilk okuyuşta sivrisineğin aldığı kucuk bir miktar kan aklımıza geliyor. Gercekten de insanlardan kan emen veya sıtma hastalığını yayan sivrisinekler dişi olanlardır. Ayetteki "Bedu'at" ve "Fevka'ha" kelimeleri de dişil anlam icermektedir. O cağda yaşayan insanlar sivrisinek gibi onemsiz gorunen bir canlının neden misal olarak verildiğini anlayamamışlardı. Cunku milyonlarca insanın olumune neden olan sıtmanın bu yolla yayıldığını bilmiyorlardı. Kan emen veya sıtmayı yayan sivrisineklerin dişi veya erkek olup olmadığı da o cağda bilinmiyordu.

İNSANIN SUDAN YARATILIŞI
Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı uzerinde yurumekte, kimi iki ayağı uzerinde yurumekte, kimi de dort (ayağı) uzerinde yurumektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hic şuphesiz Allah, herşeye guc yetirendir. (Nur Suresi, 45)

Canlıların ve insanın yaratılışı konusundaki ayetlere baktığımızda, bu yaratılışların mucizevi şekilde olduğunu acıkca goruruz. Bu mucizevi yaratılış şekillerinden biri, canlıların sudan yaratılmasıdır. Pek cok ayette acıkca ifade edilen bu bilgiye insanların ulaşmaları ise, yuzyıllar sonra mikroskobun icadı ile mumkun olmuştur. Bugun en temel ansiklopedilerde "Su, canlı maddenin en buyuk oğesidir. Canlı organizmaların ağırlığının %50-90'ı sudur" ifadeleri yer almaktadır. Ayrıca butun biyoloji kitaplarında bahsi gecen standart bir hayvan hucresinin sitoplazması (hucrenin temel maddesi) da %80 sudan oluşur. Sitoplazmanın analiz edilip bilimsel kayıtlara gecirilmesi, Kuran'ın indirilmesinden yuzyıllar sonra gercekleşmiştir. Dolayısıyla bugun bilim dunyasının kabul ettiği bu gerceğin Kuran'ın indirildiği donemde bilinmesi kuşkusuz ki mumkun değildi. Ancak buna rağmen insanların keşfinden 14 yuzyıl once Kuran'da bu bilgiye dikkat cekilmiştir.

İNSANDAKİ ORGANLARIN GELİŞİM SIRASI
O, sizin icin kulakları, gozleri ve gonulleri inşa edendir; ne az şukrediyorsunuz. (Mu'minun Suresi, 78)

Allah, sizi annelerinizin karnından hicbir şey bilmezken cıkardı ve umulur ki şukredersiniz diye işitme, gorme (duyularını) ve gonuller verdi. (Nahl Suresi, 78)

Yukarıdaki ayetlerde Allah'ın insana bahşettiği birtakım duyulardan bahsedilmektedir. Dikkat edilirse, Kuran'da bu duyulardan hep belli bir sıra ile bahsedilmektedir: Duyma, gorme, hissetme ve anlama. Embriyolog Dr. Keith Moore, Journal of Islamic Medical Association'da yayınlanan bir makalesinde, embriyonun gelişim surecinde ic kulakların ilk halinin belirmesinden sonra gozun oluşmaya başladığını ifade etmektedir. Hissetme ve anlama merkezi olan beynin ise, kulak ve gozun ardından gelişimine başladığını soylemektedir. Anne karnındaki cocuk fetus halindeyken, hamileliğin yirmi ikinci gunu gibi erken bir donemde kulaklar gelişir ve hamileliğin dorduncu ayında kulak tam olarak fonksiyonel hale gelir. Fetus bundan sonra annenin karnındaki sesleri duyabilir. Dolayısıyla yeni doğan bir bebek icin işitme duyusu, diğer yaşamsal fonksiyonlardan once oluşur. Kuran ayetlerindeki oncelik sırası bu bakımdan dikkat cekicidir.

UC KARANLIK EVRE
Kuran'da insanın anne karnında uc aşamalı bir yaratılışla yaratıldığı bildirilmektedir:
... Sizi annelerinizin karınlarında, uc karanlık icinde, bir yaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (donuşturup) yaratmaktadır�(Zumer Suresi, 6)

Yukarıdaki ayette Turkceye "uc karanlık icinde", "uc katlı karanlık icinde" olarak cevrilen Arapca "fi zulumatin selasin" ifadesi embriyonun gelişimi sırasında bulunduğu uc karanlık bolgeye işaret etmektedir. Bu bolgeler sırasıyla:
a) Batın duvarı karanlığı
b) Rahim duvarı karanlığı
c) Amniyon zarı karanlığıdır.

Gorulduğu gibi bugun modern biyoloji, bebeğin embriyolojik gelişiminin yukarıdaki ayette bildirildiği şekilde, uc farklı karanlık bolgede gercekleştiğini ortaya koymuştur.

CAMURDAN YARATILIŞ
Allah Kuran'da insanın yaratılışının mucizevi bir bicimde olduğunu haber verir. İlk insan, Allah'ın camuru şekillendirip insan bedeni haline getirmesi ve ardından bu bedene ruh uflemesiyle yaratılmıştır:

Hani Rabbin meleklere: "Gercekten Ben, camurdan bir beşer yaratacağım" demişti. "Onu bir bicime sokup, ona ruhumdan uflediğim zaman siz onun icin hemen secdeye kapanın." (Sad Suresi, 71-72)

Bugun insan dokuları incelendiğinde, yeryuzunde bulunan pek cok elementin insanın dokularında da bulunduğu ortaya cıkar. Canlı dokuların %95'i karbon (C), hidrojen (H), oksijen (O), nitrojen (N), fosfor (P) ve sulfur (S)'den oluşur ve canlı dokularda toplam 26 element bulunur. Gorulduğu gibi Kuran'da 14 asır evvel bildirilenler, modern bilimin bize soylediklerini -insanın yaratılışındaki malzeme ile toprağın icerdiği temel elementlerin ortak olduğu gerceğini- tasdik etmektedir.

YERYUZU:
OZON TABAKASI KURAN'DA YAZIYOR MUYDU?
Ozon kelimesi Arapca'da, Turkce'de ve diğer tum yabancı dillerde hemen hemen aynı şekilde okunup yazılır. Ozon kelimesini oluşturan O-Z-O-N harfleri 72:6 numaralı ayette gecmektedir. Ustelik bu ayetten sonraki ayetlerde "Gokyuzunun koruyucusu (bekcisi)" ifadesi kullanılıyor. Aslında bu ifade ozon tabakası icin de cok yerinde ve doğru bir tanımlamadır. Cunku ozon gokyuzundeki koruyucu tabakadır ve dunyayı tehlikeli guneş ışınlarından korur.

Halbuki Kuran'ın indirildiği 7.yuzyılda kimse ozon tabakasından haberdar değildi. Bu ayetin dışında 18:90 numaralı ayetin de ayrıca ozona işaret ettiğini duşunuyoruz cunku bu ayette de "Guneşe karşı bir siper (koruyucu)" ifadesi yer almaktadır. Tum bunlar icin rastlantı diyemeyiz cunku O-Z-O-N (Arapca'da Vav-Ze-Vav-Nun) harfleri cok nadir olarak binlerce ayette bir yan yana gelmektedir ve "Gokyuzunun koruyucusu (bekcisi)" ifadesiyle aynı bolumde gecmektedir.

YENİ BİR KUR'AN MUCİZESİ DAHA: YERALTINDAKİ ENERJİ VE PETROL KELİMESİ
İcinde bulunduğumuz cağda maalesef enerji kaynakları uğruna savaşlar cıkmaktadır. Enerji kaynaklarının başında gelen petrolun oluşumuna ve ismine Kuran-ı Kerim yuzyıllar oncesinden işaret etmektedir. Petrol ismine işaret edilmesi mucizevi niteliktedir cunku petrol kelimesi ilk olarak bir Alman minerologun 1556 tarihli "De Re Metallica" isimli eserinde gecmektedir yani Kuran'dan yuzyıllar sonra... Kısacası Kuran'dan asırlar sonra dunya dillerinde petrol kelimesi kullanılmaya başlanmıştır dolayısıyla Kuran petrol kelimesinin tum dunyada kullanılacağına onceden işaret etmiştir.(Petrolun farklı dillerdeki yazılışı veya okunuşu hemen hemen aynıdır Turkce,İngilizce,Arapca'da olduğu gibi)

Petrol kelimesini oluşturan harfler tum Kuran'da baştan sona sadece iki yerde gecmektedir (harfler soldan sağa doğru ters diziliyor). Bunlardan ilki 6:59 nolu ayettir ve bu ayette petrole işaret edercesine "yeraltının karanlıklarındaki" ifadesi kullanılmaktadır. Yani petrolun yer altında olduğuna işaret edilmektedir.

Ayrıca bilimadamları petrolun oluşum kokenini hem hayvansal hem de bitkisel olarak acıklamaktadırlar. Yani eski cağlardaki yeşil bitkilerin uzun bir zaman aralığından sonra petrole donuştuğunu ifade etmektedirler. Kuran'daki bir ayet de bununla ortuşmektedir: " (Rabbin) yeşil otu cıkardı, sonra da onu kapkara(simsiyah) bir sel artığına(sıvıya) cevirdi..." (Ala suresi 4,5)

MODERN BİLİMDEN YUZYILLAR ONCE KURAN'DA ATMOSFER KELİMESİNE İŞARET EDİLİYORDU
Modern bilimde Atmosfer kelimesi 17. yuzyılda kullanılmaya başlanmıştır halbuki Kur'an zamanın otesine gecerek bu kelimeye nerdeyse bin yıl oncesinden işaret ediyordu. Yani henuz dunyada kullanılmayan bilimsel bir terim yuzyıllar oncesinden Kuran'da yazıyordu o nedenle Kur'an buyuk bir mucize daha sergilemiştir.(Atmosferin farklı dillerdeki yazılışı veya okunuşu hemen hemen aynıdır Turkce,İngilizce,Arapca'da olduğu gibi)

Atmosfer kelimesi dunyayı cevreleyen Hava Kure anlamına gelir. Dunya'nın kuresel(sphere) yapısı anlaşıldıktan sonra bu kelime kullanılmaya başlanmıştır. Halbuki Kuran'ın indirildiği donemde Dunya'nın yuvarlak olduğu da bilinmiyordu ve bu da Kuran'ın ayrı bir mucizesidir.

Kuran'ın başından sonuna kadar sadece iki yerde atmosfer kelimesini oluşturan harfler yanyana gelmektedir. Bunlardan ilki 26:173 nolu ayettir. (Atmosfer kelimesini oluşturan harfler soldan sağa yanyana geliyor, sağdan sola hic yok) Ustelik bu ayette YAĞMUR dan bahsediliyor. Dolayısıyla Kuran'da yağmurun atmosferden yağdığına da işaret ediliyor. Yani hem atmosfer hem de yağmur kelimelerinin yanyana gelmesini matematiksel acıdan rastlantı olarak değerlendiremeyiz tum bunlar tesaduf olamaz.

DAĞLARIN HAREKET ETMESİ
Bir ayette dağların gorundukleri gibi sabit olmadıkları, surekli hareket halinde bulundukları şoyle bildirilmektedir:

Dağları gorursun de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların suruklenmesi gibi suruklenirler... (Neml Suresi, 88)

Dağların bu hareketi, uzerinde bulundukları yer kabuğunun hareketinden kaynaklanır. Yer kabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası uzerinde adeta yuzer gibi hareket etmektedir. İlk olarak 20. yuzyılın başlarında Alfred Wegener isimli Alman bir bilim adamı, yeryuzundeki kıtaların Dunya'nın ilk donemlerinde birarada bulunduklarını, daha sonra farklı yonlerde suruklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıklarını one surmuştu. Ancak jeologlar, Wegener'in haklı olduğunu onun olumunden 50 yıl sonra yani 1980'li yıllarda anlayabildiler. Wegener'in, 1915 yılında yayınlanan bir makalesinde belirtmiş olduğu gibi; yeryuzundeki kara parcaları yaklaşık 500 milyon yıl once birbirlerine bağlılardı ve Pangaea ismi verilen bu buyuk kara parcası Guney Kutbu'nda bulunuyordu. Yaklaşık 180 milyon yıl once Pangaea ikiye ayrıldı. Farklı yonlere suruklenen bu iki dev kıtadan birincisi Afrika, Avustralya, Antartika ve Hindistan'ı kapsayan Gondwana idi. İkincisi ise, Avrupa, Kuzey Amerika ve Hindistansız Asya'dan oluşan Laurasia idi. Bu bolunmeyi izleyen yaklaşık 150 milyon yıl icindeki ceşitli zamanlarda Gondwana ve Laurasia daha kucuk parcalara ayrıldılar. İşte Pangaea'nın parcalanmasıyla ortaya cıkan bu kıtalar surekli olarak kara ve deniz arasındaki dağılımı değiştirerek, yılda birkac santimetrelik hızlarla Dunya yuzeyinde suruklenmektedirler. Burada belirtilmesi gereken onemli bir nokta da şudur: Allah dağların hareketini ayette "suruklenme" olarak bildirmiştir. Nitekim bilim adamlarının bugun bu hareket icin kullandıkları İngilizce terim de "continental drift" yani "kıtasal suruklenme"dir. Kıtaların kayması Kuran'ın indirildiği donemde gozlemlenemeyecek bir bilgidir ve Allah ayette gecen "dağları gorursun de, donmuş sanırsın" ifadesiyle insanların bu konuyu ne şekilde değerlendireceklerini onceden bildirmiştir. Ancak bunun ardından bir gerceği acıklamış ve dağların bulutların suruklendikleri gibi suruklendiklerini haber vermiştir. Gorulduğu gibi ayette dağların bulunduğu tabakanın hareketliliğine acıkca dikkat cekilmiştir.

DAĞLARIN GOREVİ
Kuran'da dağların onemli bir jeolojik işlevine dikkat cekilmektedir:

Yeryuzunde, onları sarsmasın diye, bir takım dağlar diktik... (Enbiya Suresi, 31)

Dikkat edilirse ayette, dağların yeryuzundeki sarsıntıları onleyici ozelliğinin olduğu haber verilmektedir. Kuran'ın indirildiği donemde hicbir insan tarafından bilinmeyen bu gercek, gunumuzde modern jeolojinin bulguları sonucunda ortaya cıkarılmıştır. Eskiden dağların sadece yeryuzunun yuzeyinde kalan yukseltiler olduğu duşunulmekteydi. Ancak bilim adamları dağların sadece yuzey yukseltileri olmadıklarını, dağ koku adı verilen kısımları ile kimi zaman kendi boylarının 10-15 katı kadar yerin altına doğru uzandıklarını fark ettiler. Bu ozellikleriyle dağlar, tıpkı bir civinin ya da kazığın cadırı sıkıca yere bağlamasına benzer bir role sahiptir. Orneğin zirvesi yeryuzunden yaklaşık 9 km yukarıda olan Everest Dağı'nın 125 km'den fazla koku vardır.

Amerikan Bilim Akademisi Başkanı olan Frank Press'in, dunya capında pek cok universitede ders kitabı olarak okutulan Earth (Dunya) adlı kitabında, dağların kazık şeklinde oldukları ve yeryuzune derinlemesine gomulu oldukları ifade edilmektedir. Kuran ayetlerinde ise, dağların bu işlevine, "kazık" benzetmesi yapılarak şoyle işaret edilir:

Biz, yeryuzunu bir doşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık? (Nebe Suresi, 6-7)

Gorulduğu gibi, modern jeolojik ve sismik araştırmalar sonucunda keşfedilen dağların cok hayati bir işlevi, yuzyıllar once indirilmiş olan Kuran-ı Kerim'de Allah'ın yaratmasındaki ustun hikmete bir ornek olarak verilmiştir. Bir ayette şoyle buyrulur:

... Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı... (Lokman Suresi, 10)

DENİZLERİN BİRBİRİNE KARIŞMAMASI
Denizlerin, araştırmacılar tarafından cok yakın bir gecmişte tespit edilen bir ozelliği, Kuran'ın Rahman Suresi'nde şoyle bildirilir:

Birbirleriyle kavuşmak uzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel vardır; birbirlerinin sınırını gecmezler. (Rahman Suresi, 19-20)

Birbirine acılan fakat suları kesinlikle birbiriyle karışmayan denizlerin ayette bildirilen bu ozelliği, okyanus bilimciler tarafından cok yakın bir zaman once keşfedilmiştir. "Yuzey gerilimi" adı verilen fiziksel bir kuvvet nedeniyle, komşu denizlerin sularının karışmadığı ortaya cıkmıştır. Denizlerin farklı yoğunluklarından kaynaklanan yuzey gerilimi, adeta bir duvar gibi sularının birbirine karışmasını engeller. Elbette ki insanların, fizikten, yuzey geriliminden, okyanus biliminden haberdar olmadıkları bir devirde bu gerceğin Kuran'da bildirilmiş olması son derece dikkat cekici bir durumdur.

GERİ DONDUREN GOK
Kuran-ı Kerim'de, Tarık Suresi'nin 11. ayetinde gokyuzunun "geri dondurucu" ozelliğinden şoyle bahsedilir:
Donuşlu olan goğe andolsun. (Tarık Suresi, 11)

Kuran meallerinde "donuşlu" olarak tercume edilen "rec'i" kelimesi, "geri ceviren" ya da "geri donduren" anlamlarına gelmektedir. Bilindiği gibi Dunya'yı cevreleyen atmosfer pek cok katmandan oluşur. Her katmanın, canlılığın yararına yonelik onemli bir gorevi vardır. İncelendiği zaman her tabakanın kendisine ulaşan madde ya da ışınları uzaya ya da yeryuzune geri dondurme ozelliklerinin olduğu anlaşılmıştır. Burada atmosfer katmanlarının geri dondurme ozelliğini birkac ornekle inceleyelim. Orneğin 13 ile 15 km yukseklikteki Troposfer tabakası, yeryuzunden yukselen su buharının yoğunlaşıp yağış olarak yere geri donmesini sağlar. 25 km yukseklikteki Stratosferin alt tabakası olan Ozonosfer, uzaydan gelen radyasyon ve zararlı ultraviyole ışınlarını yansıtarak, yeryuzune ulaşamadan uzaya geri donmelerini sağlar. İyonosfer tabakası da yeryuzunden yayınlanan radyo dalgalarını bir uydu gibi yeryuzunun farklı bolgelerine geri yansıtarak, telsiz konuşmalarının, radyo ve televizyon yayınlarının uzak mesafelerden izlenebilmesini sağlar.
kaynak: genelkulturvadisi.blogcu.com
__________________