Taha YILDIZ -Semerkand

Bugunun İslÂm dunyası ile “gelişmiş” Batı arasında ekonomik, politik, askerî, bilimsel ve teknolojik acıdan buyuk mesafe var.

Kimi cevreler bu halin sebepleri arasında tasavvuf kulturunu, sûfiliğin zuhd ve takva odaklı oğretisini de sayıyorlar. Bir anlamda İslÂm dunyasının “geriliğinin” asıl kabahatini yine muslumanda buluyorlar.

Sahiden boyle midir? Tasavvuf kulturu, ozelde zuhd anlayışı dunyadan el etek mi cektirir?

Tasavvuf kitaplarında dunyanın onemsizliği, ahiretin onceliği one cıkarılır. Dunyaya onem vermeyen zuhd aleminin buyuklerinin sozlerinden ve munzevî hayatlarından ornekler verilerek dunyadan uzak durmanın onemi anlatılır.

Elimizdeki zuhde dair eserlerde gecen tavsiyeler ve bazı kıssa ve menkıbelerde anlatılanlara bakan cağımızdaki bazı insanlar, muslumanların gunumuzde hak ettikleri konumda olmamalarının nedenleri arasında zuhd anlayışını ve tasavvuf kitaplarının muminleri dunyadan uzaklaştırmasını sayarlar.

Bu iddiaya gore, tasavvuf kitaplarını ve sûfilerin sozlerini okuyan, yaşantılarını oğrenen muminler dunyaya onem vermemişler ve hayattan koparak tamamen ibadet odaklı bir yaşam surmuşlerdir. Bir hırka bir lokma ile hayatlarını devam ettirmişlerdir.

Bu arada musluman olmayanlar, dunya hayatını onemseyenler boş durmamışlar, ceşitli icatlar yaparak ilerlemişler, dunyaya hakim olmuşlar, muslumanlar da onların gerisinde kalmışlardır. Ustelik onlara muhtac duruma duşmuşlerdir.

Tarihin yalanladığı iddia

Farklı cevrelerde sık sık duyduğumuz bu iddialar gercek midir? Bu sorunun cevabını aramak, iddianın ne kadar sağlam bir zemine dayandığını anlamak icin, oncelikle onumuze bir İslÂm tarihi kitabı koymamız gerekir.

Masaya bir İslÂm tarihi koyduktan sonra, soz konusu zuhd hayatının onderlerinin yaşadıkları donemlerin siyasi tarihini okumamız icap eder.

En baştan soyleyelim: Eğer bahsettiğimiz şekilde tarihe bakarsak, başta zuhd onderlerinin yaşadıkları devirler olmak uzere, İslÂm devletlerinin hicbirinde hayatı dışlamanın, ahiret adına dunyayı unutmanın soz konusu olmadığını goruruz.

Bırakın dunyaya boş vermeyi, İslÂm’ın ilk asırları dunyevî başarılar anlamında gunumuz muslumanlarının ovundukleri donemlerin başında gelir. Zira bu yıllar fetihlerle, siyaset, ekonomi, kultur ve medeniyet... kısaca her alanda İslÂm dunyasının muhteşem başarılar gercekleştirdiği donemlerdir.

Peki, butun bu başarıların dunyadan uzaklaşıp, bir abaya burunerek dağ başına cıkıp uzlete cekilerek gercekleşmesi mumkun mudur? Elbette mumkun değildir. O zaman zuhd onderlerine ve onların etkisinde kaldığı iddia edilen muslumanlara yoneltilen suclama pek de sağlam bir zeminde yukselmiyor demektir.

Gunumuzdeki durum

Esasında cok eskilere gitmemize gerek yok. Şu donemde de tasavvuf hayatını benimsemiş olan insanlar aynı kitaplara son derece onem vermekte ve bu kitaplardaki dunyayı oteleyen, ahirete yonelmeyi teşvik eden sozleri ve yaşantıları okumaktadırlar.

Bizler bu cemaatlerin muntesiplerinin hayatlarına baktığımızda ne dunyadan koptuklarını ne de bir yere kapanıp gunlerini ve gecelerini sadece ibadetle gecirdiklerini gormekteyiz.

Onlarda gorduğumuz yegÂne durum kulluğu oncelemeleri, nafile ibadetlere herkesten fazla onem vermeleri, birbirleri arasında dayanışmayı diğer muminlerden fazla gercekleştirmeleri, bu arada da gundelik hayatlarını surdurmeleridir.

Yani onlar hem bu kitaplarda anlatılanlara onem vermekteler hem de hayat standartlarını ust seviyeye cıkarmak, ailelerine daha iyi imkanlar sunmak ile İslÂm’ın daha geniş coğrafyalarda yaşanması icin maddi imkanlarını seferber etmek icin cabalamaktadırlar. Hatta gunumuz Turkiye’sinde pek cok ust seviyede zenginin, tasavvufu kendisine yaşam tarzı olarak benimsediğini hepimiz bilmekteyiz.

Bu gercek bizlere zuhd hayatını oven sozler ile kıssa ve menkıbelerin muslumanları dunyadan kopardığı şeklindeki iddianın haklı bir suclama olmadığını gostermektedir. Zira gunumuzdeki muminlerin dunyaya bakışları nasılsa, gecmiş donemlerde de ortalama olarak aynıydı.

Gerceği doğru okumak

Burada esasında gormek istemediğimiz veya gormemiz gerektiği halde aklımıza gelmeyen bir hakikat vardır. O da şudur:

Zuhd ve tasavvuf kitaplarında, buyuk sahabi Hz. Ebu Zer r.a. misali dunyadan kopuk bir hayat yaşadıkları ve maddiyat olarak bir şeylerinin olmadığı zikredilen insanlar, toplumun ahireti unutmaması, dunyaya kendini kaptırmaması acısından onemli bir vazife gormuştur. Toplumun yakasını tamamen dunyaya kaptırmamalarını sağlamıştır. Cunku bu zatların sohbetleri ve sergiledikleri ibadet anlayışı gonuller uzerinde etki yapmıştır. Diğer insanlara nisbetle dunyadan kopuk yaşamaları ise genelleşmemiş, insanlar gundelik yaşamlarını devam ettirmişlerdir.

Dolayısıyla toplumun genelinden farklı olarak munzevî hayatları bireysel tercihleri olarak anlamak ve toplum icinde boyle insanların bulunmasının gayet normal olduğunu soylemek durumundayız. Hatta bunun bir rahmet olduğundan dahi soz edebiliriz.

Nitekim gunumuzde de farklı İslamî anlayışlar cercevesinde genel musluman kitleye gore değişik tutum ve yontemler icinde olan gruplar vardır. Bunların toplumun genel yonelimlerini değiştirmek gibi bir işlevi yoktur. Bu insanların dinin ruhuyla veya zahir hukumleriyle celişmediği surece hakikatin bir yonune işaret eden unsurlar olarak kabul edilmesi en guzel yoldur.

Kaldı ki klasik kitaplarda anılan insanların esasında tamamen dunyadan kopmadıkları da zikredilmektedir. Dolayısıyla gecmiş yansıtılırken bilgiler secilerek alınmamalı, aynı hususla ilgili farklı rivayetler goz ardı edilmemelidir. Cunku boyle bir tavır tabloyu yanlış okumaya veya muhatap kitleyi yanlış bilgilendirmeye sevk eder.

Halbuki zuhd hayatının onderlerine dair aşağıda zikredeceğimiz bilgilere bakan bir insan bu zatların dunyadan tamamen koptuklarını anlamaz. Aynı şekilde dunyayı ihmal etmek, ondan tamamen uzaklaşmak gerektiği sonucunu da cıkarmaz.

ZÂhidler ne diyor?

Bu hususu teyit etmek, meşhur sûfilerden birkacının zuhd konusunda ne dediklerine bakalım.

İbn ŞihÂb ez-Zuhrî k.s. (v: 742)

“Zuhd, haramın sabrı yenemediği, helÂlin de şukre mani olamadığı şeydir.”

Sufyan es-Sevrî k.s. (vı: 778):

“Zuhd, emel ve arzuları azaltmak ve hırstan sıyrılmaktır. Yoksa ne adi şeyler yemek ne de yırtık ve yamalı şeyler giymektir.”

Yanındakiler:

– Kişi hem zengin hem zÂhid olabilir mi, diye sorduklarında da şu cevabı verir:

– Evet zÂhid olabilir. Yeter ki herhangi bir belaya maruz kaldığında sabredebilsin, bir nimete erişince de şukredebilsin.

Fudayl b. İyaz k.s. (v: 803):

“Zuhdun aslı Allah’tan razı olmaktır. KanaatkÂr kişi zÂhiddir. ZÂhid ise zengindir. Her kim yakîni elde ederse butun işlerinde Allah’a guvenir. O’nun yazdığı kadere razı olur, umitle korku halinde mahlukattan gonlunu ceker. Bu durum onun gayri meşru bir yolla dunyayı talep etmesini engeller. İşte boyle yapan bir kimse dunyalık hicbir şeye sahip bulunmasa bile zÂhid ve insanların en zenginidir.”

Ebu Suleyman DÂrÂnî k.s. (v: 820):

“Gercek zÂhid dunyayı ne kotuler ne de metheder. Ona iltifat etmez. Dunya kendisine yoneldiğinde sevinmediği gibi ondan uzaklaştığında da uzulmez.”

HÂris el-MuhÂsibî k.s. (v: 857):

“Zuhd, dunyaya ait kıymet ve değerlerin kalpten atılması ve dunya ile ilgili her şeyin kelpten cıkarılmasıdır. Kalpten dunya varının değeri duştuğu zaman, onun varlığı ile yokluğu eşit olur. İşte o zaman zuhd gercekleşmiş olur.”

Yahya b. Muaz k.s. (v: 872):

“Gercek zÂhid, Allah’ın dışında butun isteklerden kalbini boşaltan kimsedir.”

BÂyezid BistÂmî k.s. (v: 874):

“ZÂhid, bir şeye sahip olmayan demek değildir. Asıl zÂhid, malın mulkun kendisine sahip olmadığı kimsedir.”

Cuneyd BağdÂdî k.s. (v: 909):

“Zuhd, dunyanın kucuk gorulup izlerinin kalpten cıkarılmasıdır.”

Ebû TÂlib Mekkî k.s. (v: 996):

Zuhdun, varlıklı kişilerle yoksul kişilere gore farklılık arz ettiğini soyler. Zenginin zuhdu malı harcaması ve kalbini ona bağlamamasıdır. Kişinin varlık icindeyken malı kendisi icin alıkoyması uygun duşmez. Cunku bu tutumu varlığa duşkun olduğunu gosterir. Fakirin zuhdu ise yokluk icinde varlığa imrenmemek ve yokluğa rıza gostermekle olur.

Şimdi buraya alıntıladığımız bu rivayetlerde, “dunyayı ihmal edin, hic onem vermeyin, yeryuzunu Allah’ın dinini inkÂr edenlere bırakın” diye bir anlam var mı? Yoksa burada, dunyayı yaşarken ahireti unutmayın mı deniyor? Elbette olum sonrasını unutmadan ihlÂslı kullukla bezeli bir hayat surulmesi istenmektedir.

Suclanan kitaplar

Muslumanların dunyadan kopma nedenleri arasında sayılan zuhd ve tasavvuf eserlerine gelince... Once şu sorulara cevap bulmak gerekir:

Bu kitaplar dunyayı elden mi cıkartın diyor, yoksa kalpten cıkartın mı diyor?

Bu kitaplarda tavsiye edilen “fakr hali”nin tam karşılığı nedir? Başkalarının yardımına muhtac yaşamak mı, yoksa kulun hen an ve halde Rabbine muhtac olduğunun idrakinde olmak mı?

Bu kitapları yazanlar muminlerin zenginleri hakkında neden tek kelime olumsuz bir şey soylemiyor?

Yuzyıllar boyunca bu kitapları başucundan ayırmayan nice alim, arif, kÂmil zatlar dunyadan el etek mi cekmişlerdir?

Bu sorulara verilecek hicbir insaflı cevapta icinde “dunyayı tamamen terk etmek gerekir” sonucu bulunamaz. Cunku bu kitaplar “dunyayı bırakın, dağ başında bir başınıza yaşayın” demiyor.

Peki, zuhd ve takvayı oğutleyen, hayatı bir ibadet olarak yaşamayı teklif ve tavsiye eden bu kitaplar ne diyor?

Son derece kıymetli, faydalı, ilahî hakikatleri ve hikmetleri gonul diliyle anlatan bu eserler: Muslumanların kendilerini mala kaptırmamalarını, ne kadar zengin olurlarsa olsunlar ahireti unutmamalarını, zekÂtlarını ihmal etmemelerini, daima Allah yolunda infak etmelerini, iffetli olmalarını, kalplerine ve dillerine sahip olmalarını ve buna benzer guzellikleri anlatıyor.

Dolayısıyla bu eserler, muslumanların geri kalmalarına değil, kulluğu unutmama noktasında buyuk bir tesire, dunya ahiret dengesini kurmaya sebep olduğunu soyleyebiliriz.

Kaldı ki, gunumuzde tasavvufu kendisine yol olarak benimsemiş, buyuk sûfilerin kaleminden cıkmış eserleri baş tacı etmiş kişilerin pek cok ticari faaliyette bulunması, dunyevî meşgalelere sahip olması da bu etkiyi teyit eder.

Ayet ve hadislerde dunya

Esasen dunyanın ve dunya hayatının mahiyeti, ahiret nimetlerinin değeri pek cok ayet-i kerime ve hadis-i şerifte de net olarak anlatılır. Bu ayet ve hadisler de muslumanlar tarafından dunyaya boş vermek şeklinde anlaşılmamış, tarih boyunca uygulama bu yonde olmamıştır. Tam aksine muslumanlar dunyanın imarına buyuk onem vermiş, fakat kalbin daima Cenab-ı Hakk’a bağlı kalması gerektiği şuuru icinde olmuşlardır. Soz konusu ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden birkac ornek zikredelim:

“Bilin ki dunya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir sus, aranızda bir ovunme ve daha cok mal ve evlÂt sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatcilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu gorursun; sonra da cer cop olur. Âhirette ise cetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dunya hayatı aldatıcı bir gecimlikten başka bir şey değildir.” (Hadîd, 20)

“Nefsanî arzulara, (ozellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gumuşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı duşkunluk insanlara cekici kılındı. Bunlar, dunya hayatının gecici menfaatleridir. Halbuki varılacak guzel yer, Allah’ın katındadır.” (Âl-i İmrÂn, 14)

“Rabbinin makamından korkan ve nefsini kotu arzulardan uzaklaştıran icin ise şuphesiz cennet yegÂne barınaktır.” (NÂziat, 40-41)

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, cunku Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşr, 18)

“Vallahi ahiretin yanında dunyanın durumu, sizden birinin parmağını denize daldırıp cıkarması gibidir. Cıkardığında parmağının (denizden) ne cıkardığına bir baksın!” (Hadis-i Şerif; Muslim, Cennet, 55)

“Eğer dunyanın Allah katında sivrisineğin bir kanadı kadar değeri olsaydı, ondan hicbir kÂfire bir yudum bir şey icirmezdi!” (Hadis-i Şerif; Tirmizî, Zuhd, 13)

“Allah Teal bir kulu sevdiği zaman, tıpkı sizin bir hastayı sudan koruduğunuz gibi onu dunyaya karşı himaye eder.” (Hadis-i Şerif; Tirmizî, Tıb, 1)

“Ailesi afiyette, bedeni sıhhatli, gunluk rızkı da bulunduğu halde sabahlayan kimseye sanki dunya verilmiş gibidir.” (Hadis-i Şerif; Tirmizî, Zuhd, 34)

Biz bunları okuduğumuzda dunyayı boş vermek gerektiğini değil, gonlu dunyaya kaptırmanın yanlışlığını anlıyoruz. Ama bu ayet ve hadislerin paralelindeki tasavvufî oğutler sozkonusu olduğunda kimi cevreler nedense pervasız olabiliyor. Sûfilerin sozlerini doğru anlamak icin caba sarf etmek yerine kolaycılığa kacarak geri kalmışlığın, yenilmişliğin sorumluluğunu onların uzerlerine yıkabiliyorlar.

Nasıl doğru okuyan bir goz Kur’an ve hadislerden dunyanın ihmaline dair bir mesaj cıkarmıyorsa zuhd onderlerinden nakledilen rivayetleri de aynı gozle okumak durumundayız. Daha saygılı yaklaşarak, yaşamlarının ve tavsiyelerinin muslumanların sosyal hayatları uzerinde olumlu yonde etkili olduğunu anlamaya calışmak, muminleri dunyadan koparmadığını gormek icap etmektedir.

Kadercilik suclaması

Her olumsuzluğun faturasını muslumanlara kesme yaklaşımına gore, muminlerin geri kalmalarının en buyuk nedenlerinden biri de yanlış kader anlayışıdır. Bu iddiaya gore muslumanlar, sahip oldukları bu anlayışla başlarına gelen bela ve musibetlerin kaderde yazıldığını, yapacak bir şeyleri olmadığını duşunerek mucadeleyi terk etmişlerdir. Her felaketi kabulle karşılamışlar ve değiştirmek icin bir caba gostermemişlerdir.

Bu iddia karşısında İslÂm tarihine bir kez daha muracaat edelim.Tarihin hangi doneminde muslumanlar “kaderimiz bu” diyerek mucadele sahasından cekilmişler ve olan biteni refleks gostermeden olduğu gibi kabullenmişlerdir, diye bakalım. Bir tek ornek bulamayız.

Tam aksine İslÂm tarihi tamamen mucadeleler tarihidir. Ustelik hem iceride hem de dışarıya karşı... Diğer taraftan bilim alanında muthiş bir hareketlilik vardır. Bu nedenle İslÂm tarihini butunuyle eylem ve hareket tarihi olarak tanımlamak yanlış olmaz.

Yanlış kadercilik iddilarına bakan insan, “Kaderimiz boyleymiş diyerek bir koşeye sinmiş insanlar tarihin hangi doneminde yaşamış acaba?” diyecek, lakin herhangi bir tarih kitabının iki kapağı arasında boyle bir zumre bulamayacaktır.

Belki bireysel olarak bu tur bir bakış acısını benimsemiş insanlara veya kucuk gruplara rastlayabilecek, ancak kitlesel bir hareketi kesinlikle tespit edemeyecektir. Cunku soz konusu kader anlayışının muslumanları atalete ve teslimiyete teslim ettiği iddiası gercekliği olmayan bir soylemden ote bir şey değildir. Sadece ve sadece muminlerin bugunku zillet durumuna neden aramak icin ortaya atılmış ÂfÂki bir duşuncedir.

Kader inancı hayata bağlar

Peki muslumanların gercekten de bir teslimiyet icinde olmalarına neden olan bu kader anlayışının aslı nedir? Bu kader anlayışı, olan biten olumsuzluklar karşısında muslumanları rahatlatan bir aractır, otesi değil. Ucuncu halifenin şehit edilmesiyle başlayan surecte yaşanan felaketler karşısında kader anlayışı muminleri teskin eden, psikolojik olarak rahatlatan bir vasıta olmuştur. “Demek ki bunlar kaderimizde varmış, başımıza gelecekmiş” anlayışıyla inananlar olan biteni metanetle karşılamaya calışmışlardır.

Bu nevi bir kader anlayışının toplumun ruh dunyasının ve huzurunun temininde muspet etkisi olduğunu soylemek gerekir. Hatta gunumuzde de insanların başlarına gelen felaketleri olgunlukla karşılanmalarında aynı kader anlayışının olumlu etkisi olduğu gozlenebilir.

Biz burada boylesi bir kader anlayışının doğruluğunu veya yanlışlığını tartışıyor değiliz. Bizim yaptığımız, soz konusu kabulun muspet boyutunun olduğunu dile getirmekten, bu anlayışın muslumanların bugunku durumunda bir etkisi olmadığını ifade etmekten ibarettir.

Ne yapılmalı?

Sozun ozu, her yanı kendisine duşman bir coğrafya ile cevrilmiş ve bunlarla mucadele etmek durumunda kalmış bir ummetin bugunku durumunu cok basit nedenlere indirgemek ve sadece muslumanları suclamak hakkaniyet değildir. Bugunku zillette elbette muslumanların ve en başta da toplumları yonlendiren onderlerin olumsuz etkisi vardır. Ancak ağırlıklı nedenleri gormeden sucu başka alanlarda aramanın, sorumluluğu tamamıyla muminlerin uzerine yıkmanın akılla, insafla bağdaşır bir yanı yoktur.

Butun bu geri kalmışlığın ve zilletin sosyoloji, psikoloji, tarih, siyaset bilimi ve diğer ilim dalları acısından ortaya konabilecek pek cok nedeni vardır. Olan biten, bir iki nedene bağlanarak izah edilecek kadar basit değildir. Cok boyutlu ve karmaşıktır. Bunu anlamaya, ellerimizi muslumanların yakasından cekerek başlasak yeridir.
__________________