Şeyhler Yalan mı Soyluyor?


SORU: Ben yaklaşık 1 ay oncesine kadar tarikat ehli bir insandım. Ama son zamanlarda internette izlediğim bazı şeyler ve Abdulaziz Bayındır Hocamın sohbet ve kitaplarını okuduktan sonra tuttuğum yolun yanlış olduğu kanaatine vardım ve tarikattan cıktım. Ayet ve hadislere bakınca ve sahabe hayatını inceleyince tuttuğum yolun yanlışlığı iyice arttı. Fakat yine de bazı soru işaretleri var kafamda; bunları cevaplayabilirseniz cık mutlu olurum.

Tarikatın icinde olan insanların ahlaki problemleri yok. Allah’ın rızasını arayan insanlar onlar ve hizmet icin koşturuyorlar. Bu insanların icinde ilahiyat profesorleri, imam hatip hocaları var. Bu insanlar benim şu an bildiklerimden fazlasını biliyorlar; bunlar neden cıkmıyorlar?

Bir diğer sorum ise şeyhler ima yollu “biz sizden uyurken bile haberdarız” mesajı veriyor. ( Şeyh Efendilerle Goruşme kitabınızda siz de ele aldınız. Cok merak ediyorum, keşke sorsaydınız M. Ustaosmanoğlu “Allah dilerse gosteremez mi” deyince “siz haberdar mısınız, goruyor musunuz” diye) Ayrıca olum anında sofisinin imanla gocmesine vesile olacağı gibi. Bu ornekler o kadar coğaltılabilir ki…

Esas sorum ise ayet ve hadislere gore bu ozellikler onlarda olamaz, bunu anladık. Peki, bu insanlar kendilerinin oyle olmadığını bile bile insanlara yalan mı soyluyorlar? Bu kadar ahlaken iyi gorunen insanlar nasıl yalan soyleyebilir ve bu işin icinde olan insanlar hep mi muşrik? Eğer muşrikseler bunun farkında bile değiller… Mahşer gunu halleri ne olur?
Buyuk bir merakla cevabınızı bekliyorum.

CEVAP: Ergenlik cağına gelinceye kadar her insanın, Allah’ın varlığı ve birliği konusunda kanaati kesinleşir. Bilgi ve tecrubesi olcusunde doğruların bircoğunu da bilir. Sonra kendine bir yol cizer ve hedefini belirler.

Allah’ın secde emri olmasaydı İblis isyan etmezdi. Allah’ın emir ve yasakları, hayat tarzına ters duşenler, tıpkı İblis gibi onlardan rahatsız olurlar. Allah TeÂl şoyle buyurur:

“Onların soylediklerinin seni uzduğunu elbette biliyoruz. Onlar seni yalanlamıyorlar, aslında o zalimler bile bile Allah’ın ayetlerini yalanlıyorlar.” (En’Âm, 6/33)

Allah’ın Âyetlerinden rahatsız olma konusunda onların İblis’ten farkı yoktur. Onlar da Allah’a rağmen kendilerinin haklı olduklarına inanırlar. Allah TeÂl şoyle buyurur:

“Meleklere: “Âdem’e secde edin” dediğimizde hemen secde ettiler; ama İblis oyle yapmadı; kendini buyuk gorerek direndi ve kÂfirlerden oldu.” (Bakara, 2/34)

“İblis “Camur olarak yarattığına secde mi ederim?” dedi ve ekledi; “Sen kendine baktın mı; bana tercih ettiğin bu mu? Beni Kıyamet gunune kadar yaşatırsan birazı dışında onun butun soyunu kendime bağlarım” dedi.” (İsrÂ, 17/61-62)

Allah’a karşı cıkarken, yine Allah’ın yaptığı bir işi delil getirerek yanlışın kendinde değil, Allah’ta olduğunu gostermek icin şoyle demiştir:

“Ben ondan hayırlıyım beni ateşten yarattın, ama onu camurdan yarattın.” (Sad, 28/76)

“Kuru balcıktan, yıllanmış kara topraktan yarattığın bir beşere secde mi ederim?” (Hicr, 15/33)

İblis Allah’ın ne varlığını, ne birliğini, ne yaratıcılığını ne de kudretini inkÂr eder. Bulunduğu makamdan kovulunca ona “Rabbim” diye hitap etmiş ve şoyle demişti:

“Rabbim! Hic olmazsa, tekrar dirilecekleri gune kadar bana sure tanı.” (Hicr, 15/36)

KÂfir ve muşrikler, Allah’ın duzenine ters duştukleri icin bozgunculuğa sebep olurlar. Allah TeÂl şoyle buyurur:

“İşte ahiret yurdu; onu yeryuzunde ululuk ve bozgunculuk istemeyenlere tahsis ederiz. Bu sonuc, kendini koruyanlar icindir.” (Kasas, 28/83)

Onların bu tavrı, dunyayı Ahirete tercih etmelerinden kaynaklanır. O zaman Allah’ın emirlerini ikinci sıraya koyar ve onun yolundan uzaklaşırlar. Allah TeÂl şoyle buyurur:

“KÂfirlerin cetin bir azaptan cekecekleri var. Onlar, yaşadıkları anı ilerisinden cok seven, Allah’ın yolunu carpıtmaya calışarak ondan uzaklaşan kimselerdir. Onlar derin bir sapkınlık icindedirler.” (İbrahim, 14/2-3)

Aslında herkes İblis gibi once inanmış, sonra yoldan cıkmıştır. Bunu şu Âyetten anlıyoruz:
“O gun nice yuzler ak cıkar, nice yuzler de kararır. Yuzleri kararanlara şoyle denir: “Siz inandıktan sonra kÂfir oldunuz, değil mi? KÂfir olmanıza karşılık, tadın şu azabı!” (Al-i İmran, 3/106)

Şeytanlık kolay değildir; doğru yolu bilmeyen o işi yapamaz. Cunku şeytan doğru yolun ustunde oturur. Kıyamete kadar yaşama suresi alınca o, Allah’a şoyle seslenmişti:

“Madem beni azdırdın, ben de onlar icin, senin doğru yolunun ustune oturacağıma yemin ederim. Sonra onlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulurum. Gorursun, onların coğu sana teşekkur etmezler.” (Araf, 7/16-17)

İblis, dini iyi bildiğinden insanların nasıl yoldan cıkaracağını da bilir. Allah TeÂlÂ, şeytanın bu ozelliğini şoyle anlatmaktadır:

“O onlara soz verir ve beklenti icine sokar. Şeytanın onlara soz vermesi, sadece aldatmak icindir.” (Nisa, 4/120)

Bu sebeple, dini daha iyi yaşamak ve Allah katında daha değerli olmak icin yola cıkanlar, karşılarında şeytanı bulurlar. Şeytanlar, insanlar ve cinlerden olur. Allah’a daha yakın olmak icin yola cıkan bu insanlara, din buyuklerini araya sokmalarını soylerler. Bu maksatla Allah’ta olan bazı ozellikleri onara vererek karşı tarafı aldatmaya calışırlar. Allah TeÂl şoyle buyurur:

“Allah’ın yolundan saptırmak icin ozde Allah’a benzer varlıklar uydurdular. De ki: “Gecinip gidin; ama gidişiniz kesinlikle ateşe doğrudur.” (İbrahim, 14/30)

Din buyuklerini tanrılaştırmaya Muhammed aleyhisselamla başlarlar. Bunun icin Hakîkat-i Muhammediye diye bir terim uydurmuşlardır. Bu konudaki sozleri ozetle şoyledir:

“Hakîkat-i Muhammediye ile Allah, aynı gerceğin on ve arka yuzleridir. Allah’tan başka hicbir şey yokken ilk defa hakîkat-i Muhammediye var olmuş, butun yaratıklar ondan ve onun icin yaratılmıştır. O, peygamberle­rin ve velilerin ledunnî ve bÂtınî bilgileri aldıkları kaynaktır[1].”

Sonra sıra şeyhi tanrılaştırmaya gelir. Bunun icin kullanılan kelime İnsan-ı KÂmil’dir. Onunla ilgili sozleri ozetle şoyledir:

“İnsan-ı kÂmil, maddî-manevi bu­tun kemÂl mertebelerini kapsar. Onun kalbi Arş’la, benliği Kursu’le, makamı Sidre-i muntehÂyla, aklı KÂlem-i a’lÂ’yla, nefsi Levh-i mahfûz’la ve tabiatı anÂsır-ı erbaayla bağlantılıdır[2]”.

“İnsan-ı kÂmil Âlemde daima vardır, birden fazla olmaz. İnsan-ı kÂmil icin mulkte, melekûtta ve ceberûtta hicbir şey gizli değildir. O eşyayı ve eş­yanın hikmetini olduğu gibi bilir…” [3]

Tarikatcılara gore; “şeyhin bakışı kalp hastalıklarına şifadır. Yuzunu gostermesi, manevi hastalıkları giderir. O, anlatılan olgunlukların sahibi, vaktin imamı, zamanın halifesidir. Kutuplar, bedeller onun ma­kamları sayesinde yetişip yaşarlar. EvtÂd, nucebÂ, onun kemalÂt denizinden akıp gelen bir katredir. Onun irşadı guneş misalidir. Kendi iste­meden her şeye feyzini yağdırır…[4]”.

Bir de rÂbıtaları vardır. Onlara gore rÂbıta yapan murit, şeyhinin dışında her şeyden ilgisini kesmek ve kalbinde yalnız ona yer vermek zorundadır[5]. O, şeyhin suretini alnı­nın ortasında hayal eder, sonra onu kalbinin or­tasına indirir, kendini yok, şeyhini var bilir[6]. Biri doğuda, biri batıda da olsa, şeyhin ruhaniyeti onu rÂbıta ile terbiye eder ve Allah’a ulaştırır[7].

Tarikatcılara gore hakiki şeyh, muritle Allah arasında vasıtadır. Ondan yuz cevirmek Allah’tan yuz cevirmektir[8]. Murit inanır ki, şeyhini nerede duşunse, ruhaniyeti orada hazır olur. Yine inanır ki, şeyhin ruhani tasarrufları Allah’ın tasarruflarıdır[9].

Bunlar hicbir delile dayanmadan o kimselere kul olmaktır. Allah TeÂl şoyle buyurur:

“Allah ile kendi aralarına koydukları oyle şeylere kul olurlar ki, Allah onun hakkında hic bir delil indirmemiştir. Onunla ilgili kendilerinin de bir bilgisi yoktur. O zalimlerin yardımcısı olmaz.”(Hacc, 22/71)

Kur’an’ı ve sunneti kendilerine uydurarak yeni bir din oluşturan bu kimseler, kendilerini doğru yolun ortasında gorurler. Allah TeÂl şoyle buyurur:

“Allah insanların bir takımını yoluna kabul eder, bir takımı da sapıklığı hak eder. Sapıklar, Allah’tan once şeytanları veli edinen ve kendilerini doğru yolda goren kimselerdir.” (Araf, 7/30)

Onların en buyuk sıkıntısı, Kur’Ân’da şirki reddeden Âyetlerdir. Ya Âyetlerin ilişkisini bozarak, ya bir ayeti diğer ayetle celişir gostererek yahut bazı hadislerle ayetleri catıştırarak kendilerini haklı cıkarmaya calışırlar. Bunun cok sayıda orneği vardır. Mesela Cubbeli Ahmed, bir Âyetin şu bolumunu sıkca tekrarlar:

“Onlar (Melekler) rablerine bir vesile ararlar.” (İsra, 17/)

Sonra der ki, “Melekler dahi Allah’a karşı bir aracı koymaya calışıyorlar”
Arkasından vardığı şu hukmu ilan eder: “Allah’a karşı bir aracı bulmak, Allah’ın emridir.”

Yani Allah’ın asla affetmeyeceği şirki, Allah’ın emrettiğini Allah’ın Âyetiyle ispatlamaya calışır. HÂlbuki o sozler, Melekleri Allah’a karşı aracı yapan Mekkelilerin kotu durumunu anlatan Âyetlerin kucuk bir bolumudur. Ayetlerin tamamı şoyledir:

“De ki: “Allah’a yakın saydıklarınızı cağırın; sıkıntınızı ne gidermeye gucleri yeter ne de sizden uzaklaştırmaya.” Onlar; yani cağırdıkları (melekler) kendilerini rablerine daha da yaklaştıracak bir vesilenin peşinde olurlar[10]. Rahmetini umar, azabından korkarlar. Rabbinin azabı kacınılması gereken şeydir.” (İsrÂ, 17/56-57)

Allah’a yaklaştıracak vesilenin ne olduğunu Allah TeÂl şu Âyette bildirmiştir.
“Bizim katımızda, sizi bize yaklaştıracak olan ne mallarınız ne de evlÂdınızdır. Ama kim iman eder iyi iş yaparsa boylelerine yaptıklarının kat kat karşılığı verilir. Onlar yuksek makamlarda guven icinde olacaklardır.” (Sebe’, 34/37)

Şu Âyetler onların durumunu ozetlemektedir:

“Allah’ın Âyetleri hakkında mucadele edenleri gormedin mi. Onlar nasıl bu hale getiriliyorlar? Hem bu Kitaba karşı hem de elcilerimizle birlikte gonderdiklerimize karşı yalan soyleyip dururlar; ama yakında oğreneceklerdir. O zaman boyunlarına takılı halkalar ve zincirlerle suruklenecekler; once kaynar suyun, sonra ateşin icine doldurulacaklardır. Sonra onlara şoyle denecektir: “Allah’a ortak ozellikler verdikleriniz neredeler?” (Nerede) Allah ile aranıza koyduklarınız? Derler ki; “Kaybolup gittiler; aslında biz daha once bir şeye yalvarmazdık ki” İşte Allah o kÂfirleri bu şekilde şaşkınlaştırır. Size verilen bu ceza, o yerde (dunyada) haksız bir sevinc icine girmenizden ve şımarık hale gelmenizden dolayıdır. Olumsuzler olarak cehennemin kapılarından girin. Buyuklenenlerin kalacakları yer ne kotudur!” (Mumin, 40/69-76)

“Kendilerine gelmiş bir belgeye dayanmadan Allah’ın Âyetleri hakkında mucadele edenler var ya; Allah yanında da muminler yanında onlara karşı buyuk bir nefret olur. İşte Allah, kendini buyuk goren her zorbanın kalbinde boyle bir tabiat oluşturur.” (Mumin, 40/35)


Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır

[1] Mehmet DEMİRCİ, “Hakikati Muhammediye”, DİA, c. XV, s. 179-180.
[2] Hasan KÂmil YILMAZ, İnsÂnı KÂmil, Altınoluk Mecmuası, Temmuz 1996, sayı, 125; s. 31.
Arş: Tum Âlemi kuşatan, insan aklının kavrayamayacağı en yuksek kat, gokler, Cennet, Sidre ve Kursu hep onun altında duşunulur. Kursu: Allah’ın kudret ve hakimiyetinin sembolu. Sidre-i muntehÂ: Yedi kat goğun ustunde bir makam, Cennet’ul-me’v onun yanındadır. KÂlem-i a’lÂ: İlahi bilgilerin yazıldığı en yuksek kÂlem. Levh-i mahfûz: Allah’ın ilminin, kainatta olmuş ve olacak şeylerin yazılı olduğu levha. AnÂsır-ı erbaa: Maddi Âlemin kendisinden meydana geldiğine inanılan toprak, su, hava ve ateş.
[3] Hasan KÂmil YILMAZ, a.g.e, s. 31.
[4] Muhammed b. Abdullah Hani, AdÂb, Cev. Abdulkadir AKCİCEK, İstanbul, 1396/1976.s. 238
[5] Sadık DÂnÂ, Altınoluk Sohbetleri I, s. 39-40.
[6] Muhammed b. Abdullah Hani, AdÂb, s. 239-242.
[7] Muhammed b. Abdullah Hani, AdÂb, s. 239-242.
[8] Muhammed b. Abdullah Hani, AdÂb, s. 244.
[9] Muhammed b. Abdullah Hani, AdÂb, s. 239-242.
[10] Eyyu ismi mevsul olduğu icin bu anlam verilmiştir.
__________________