Şam'a ticaret icin gelen Medineli tuccarlardan biri devesini kaybeder. Her tarafı arar ve nihayet devesini bir ahırda bulur. Medineli tuccar, bunun uzerine Şam Valisi Hazret-i Muaviye'ye muracaat ederek devesini kurtarmasını ister. Vali olayı doğrulatmak icin iki adamını bahsedilen ahıra gondererek, burada boyle bir devenin var olup olmadığını oğrenmelerini ister. Ahırda kayıp deveyle karşılaşan gorevliler, bunu valiye bildirirler. Vali sorar: "Baktığınız deve erkek miydi, dişi miydi?"
Bu sual karşısında birbiriyle bakışan gorevliler, "Biz devenin erkek mi dişi mi olduğunu bilmiyoruz" derler.
Halbuki devenin cinsiyetini ilk bakışta oğrenmekten daha kolay birşey yoktur. Hazret-i Muaviye o zaman Medineli tuccara donerek, şu tarihi sozunu sarfeder:
"Hazret-i Ali'ye (r.a) soyle. Baktığı devenin erkek mi yoksa dişi mi olduğunu bilemeyeceklerden yuz bin kişilik bir orduyla uzerine geliyorum."
Cok enteresan bir sozdur bu. "Baktığı devenin erkek
mi yoksa dişi mi olduğunu bilemeyecek" kadar kultur seviyesi, zek durumu, mantık ve muhakemesi aşağıda olan duşuk insanları iyiye de yonlendirmek mumkun, kotuye de...
İşte biz bu gunun Muslumanının boyle olmasını istemiyoruz. Hareketlerinin mÂnÂsını ve davasına ne kazandırdığını bilsin, bunun muhakemesini yapabilsin. Yani, hissi olmaktan cıkıp aklî ve mantıkî olsun. "Baktığı devenin erkek mi yoksa dişi mi olduğunu bilemeyecek" durumda olmasın.
Aslında dindarlar, akıllı, mantıklı ve muhakemeli olmalıdırlar. Cunku irşad eserlerinde dindar insanın ozellikleri boyle zikrediliyor.
Allah-u Azimuşşan Hazret-i Âdem'i (a.s.) topraktan yaratıp, heykelini ortaya serdiğinde kendisine hicbir duygu ve duşunce vermezden evvel aklı yaratmış, sonra imanı, daha sonra da utanma duygusunu yaratmıştır. Cenab-ı Hak, Cebrail'e (a.s.) buyuruyor ki:
"Ben Âdem isminde bir varlık yarattım. Ona şu uc vasfı gotureceksin: Akıl, iman ve utanma. Sonra kendisine diyeceksin ki, Cenab-ı Hak emrediyor ki, bunlardan birini tercih etsin. Cebrail (a.s.) bu uc vasfı Hazret-i Âdem'e getirerek bunlardan birini secmesini ister. Hazret-i Âdem (a.s.) biraz duşundukten sonra, aklı tercih ettiğini soyler.
Bunun uzerine Cebrail (a.s.) İlahî emre uyarak, sadece aklı Hazret-i Âdem'e (a.s.) verir. İman ile utanma vasıflarıyla donmek isterken, iman der ki: "Dur bakalım ey Cebrail. Sen aklı buraya verdin, ama ben akıldan ayrılmam. Oyle bir ikiziz ki birbirimizden ayrılamayız. Akıl nerede ise biz de oradayız. Madem aklı verdin, ben de oraya gideceğim."
Cebrail (a.s.) bu vaziyet karşısında haya (utanma duygusu) ile birlikte yola devam etmek ister. Ancak haya da der ki:
"Ben imansız olamam. İman.neredeyse ben de oradayım. Aklın yanında iman oldu, imanın yanında da ben varım, ucumuz de birbirimizden ayrılamayız." Boylece akıl, iman ve haya birlikte Hazret-i Âdem'e verilerek, butun mahlukattan ustun olur.
Âdem (a.s.) bir peygamberdir ve biz ona sahip cıkıyoruz. İlk babamızdır ve rehberimizdir. Âdem'in (a.s.) kitaplarda gecen bu misali bize neler anlatıyor: Akıllı olacaksınız. Nitekim Efendimizin (a.s.m.) hadisi de bunu anlatıyor:
"Aklı olmayanın imanı yoktur."
Yani akıl hastaları icin dini mesuliyet yoktur. Demek ki, Musluman akıllı.olur. Aklın yanında iman, imanın yanında haya olmalıdır. Musluman bu uc vasfıyla bariz bir şekle gelebilir. Musluman, olaylar karşısında aklını iptal edemez, aklın yanında olan dinin emirlerini de iptal edemez, dinin emirlerinin yanında olan hayayı da iptal edemez.
Hangi hÂdise kendisine ne kadar imkan verir, ne kadar hareket kabiliyeti verir, aklıyla bunları duşunur. İmanıyla o duşunduğu şeyi tatbik eder, hayasıyla da o tatbik ettiği şeyi şekillendirir. Dolayısıyla baktığı şeyin erkek mi yoksa dişi mi olduğunu bilemeyecek duruma duşmez mu'min olan kişi. Duşerse, aklını, mantığını, duşuncesini ve muhakemesini geliştirmiyor demektir. Oyle toplulukları yanlışa yonlendirmek, istismar edip kullanmak cok kolay olur. Halbuki mu'min kolayca istismar edilip Âlet edilen kimse değildir, olmamalıdır. Efendimiz oyle buyuruyor:
"Mu'minin ferasetinden sakının. Cunku o, Allah'ın nuruyla bakar."
__________________