Ey!Butun Âlemlerin ve tum duygularımızın Rabbi olan Allahım, bizleri de emir buyurduğun ve razı olduğun SırÂt-ı Mustakîm yoluna eriştir ve o yolda sabit kıl.

Sonsuzluk Âleminin yolcusu olan insanın ruhlar Âleminden başlayan yolculuğu, Cennet veya Cehennem'den biri ile noktalanacaktır.

Dunyayı aşan ve sonsuzluğa uzanan bir yaşam icin yaratılan insanın, diğer canlılardan cok farklı ozellikleri vardır.

Taş devrinde yaşayan bir avuc insan, koskocaman ve bomboş bir dunya ile tatmin olamayıp, yıldızlarla ilgilenmişler ve başka bir hayatın ozlemini sergilemişlerdir.

Bugunun insanı gercekten dunyayı aşmış ve taş devri insanlarının hayÂlen dolaştığı yerlerde uydularla dolaşmaya başlamıştır.

Eğer, yakında kıyamet kopmaz ve insanlığın başına buyuk bir felÂket gelmezse, yarının insanı daha ileri teknoloji ile, daha ileri gidebilir ve bazı gezegenlerde yaşayan canlılarla karşılaşabilir.

Ancak, insanoğlunu bunlar tatmin edemez. Elde edilen yeni bilgiler ve ilginc keşifler, cocukların yeni ve değişik oyuncaklara karşı olan ilgi ve tutkusu gibidir.

Gundeme gelen yeni olaylar, yeni bilgiler ve yeni keşifler, yepyeni bir oyuncak gibi insanlığın ilgisini cekebilir ve biraz oyalayabilir. Ama kesinlikle tatmin edemez. Ancak, Allah'ın zikri ile tatmin olan kalplerin doğal yer ve yorungeleri, Allah'ın yolu olan ve kişiyi Cennete taşıyacak olan SırÂt-ı Mustakîm yoludur.

SırÂt-ı Mustakîm denen Kur'an yolunu, sapık ve yapay yollarla ve yabancı ideolojilerle değiştirmeye kalkışmak, insanın doğal inancına ve doğal yaşamına terstir. Bu yoldaki baskı ve zorlamalar, ruhsal bunalımlara, sapıklıklara, toplumsal dengesizliklere ve kargaşalara neden olurlar.

İslÂm dışı yaşantıya ve inanca, insanların bedensel ve ruhsal yapıları elverişli değildir. Allah'ın haram kıldığı her şeyin, rûh ve bedende onarılamayacak kadar buyuk zararları vardır.

Sevgili Peygamberimiz, elindeki Âsa (değnek) ile dosdoğru bir yol cizdi. Anlamını soran sahabelerine :"Bu dosdoğru yol, Allah yolu olan SırÂt-ı Mustakîm yoludur. Etrafındaki eğri ve cıkmaz yollar ise, sapık yollardır. Sapık yolların başlarında birer şeytan vardır ve her şeytan insanları kendi sapık yoluna cağırır" buyurdu.

İşte!SırÂt-ı Mustakîm yolu da, Sırat Koprusu gibi kıldan ince ve kılınctan keskindir. Ama dosdoğrudur, cok kolay, cok rahat ve tehlikesizdir ve dunyadan Cennete giden tek yoldur. Allah'ın îmanlı, ihlÂslı ve Âşık kulları, binbir zevkle bu yolu aşıp Cennete veCemalullah'a kavuşurlar.

Bir hukumdarın (devlet başkanının)cok sevdiği biricik kızı varmış. Kız, evlenme cağına gelince, dunurluğe gelenlerle saray dolup taşmaya başlamış.

Hukumdar bazı damat adaylarını olumlu karşılamakla birlikte, kızını bir turlu evlenmeye razı edememiş. Canı sıkılan hukumdar, kızına neden evlenmek istemediğini sorunca, kız:"Babacığım, ben bir cobanın kızı olsaydım bu adaylar bana talip olmazdı. Onların amacı ben değil, sana damat olmaktır. Bu tur menfaata dayalı gonulsuz evlilikler renksiz ve tatsız karpuza benzer" demiş.

Hukumdar kızına hak vermiş ve bu soruna bir cozum bulmaları icin gonul ehli Âlimleri sarayına dÂvet etmiş.

Âlimlerden biri, Al-i imran sûresinin 14. ve 15. Âyetlerinden aldığı feyiz ve mÂnevî işaretle, "Hukumdarım :Sarayın bahcesini ve ozellikle sarayın giriş bolumunu cok ilgi cekici, goz kamaştırıcı, cok renkli ve cok sesli bir dekorasyonla donatın. "Kızımla evlenmek isteyenler filÂn gunu saraya gelsinler. Kızım, kimi isterse onunla evlendireceğim" diye, fermÂn-ı umûmiye (genel bildiri) yayınlayın. Kızını gercekten seven kişi veya kişiler belli olur." demiş.

Bu goruş hukumdarın ve kızının cok hoşuna gitmiş ve hemen uygulamaya gecmişler.

Randevu gunu dış kapıdan sarayın bahcesine alınan damat adayları, dort gozle ve şaşkınlıkla etrafı izlerken fakir bir delikanlı kalabalığın arasından sıyrılıp doğruca saraya gitmiş ve başı onunde umitsiz bekleyişe başlamış. Bir hukumdar kızı ile evlenebilmesinin hayÂl ve ruyaların da otesinde olduğunu ve gizli aşkının yine gizli kalacağını duşunurken, damatlık mujdesini alınca, hemen ağlayarak şukur secdesine kapanmış.

Allah'ın gercek, Âşık ve ihlÂslı kulları, SırÂt-ı Mustakîm yolunun etrafındaki şeytan tuzaklarına ve cok renkli ve cok sesli goruntulere aldanmazlar. Barlar, pavyonlar, gazinolar ve plajlar bunları yollarından ayıramaz.

Hukumdarın kızına gercekten Âşık olan ve ona kavuşmaktan başka bir emeli olmayan fakir delikanlı gibi, bunlar da Allah'tan başka bir şeyle tatmin olamazlar. Allah'ın yolu olan SırÂt-ı Mustakîm'den ayrılmayıp Cennete ve Cemalullah'a kavuşurlar.

Hazret-i Muhammed son peygamberdir. Kendisine indirilen Kur'an'daki ilÂhî emirler kıyamete kadar yururlukte kalacak ve dunyaya başka peygamber gelmeyecektir.

İleride muslumanların başlarına gelebilecek her turlu olayların bir benzerinin Asr-ı Saadet'te yaşanması ve gelecek kuşaklara dîni belge ve ornek olması gerekiyordu.

Asr-ı Saadet'in Mekke devrinde İslÂmi faaliyetler gizlice yapılabiliyordu. "Allahtan başka ilÂh yoktur" diyen Hazret-i Muhammed'e ve sahabelerine, insanlık ve hukuk dışı baskı, zulum ve işkence uygulanıyordu. Mekke'ye hÂkim olan muşrikler, putlarını ve rejimlerini korumak icin devlet teroru estiriyorlardı.

Mekke muşriklerinin uzantıları olan putcular, dunyanın hangi ulkesinde olurlarsa olsunlar ve hangi cağda yaşarlarsa yaşasınlar, aynı yontemlerini hic acımasızca uygulamaya koyarlar. Yeter ki, kendilerini guclu hissetsinler.

Fatih Sultan hazretleri İstanbul'u fethettiği zaman, 21 yaşlarında cok genc, cok dinamik ve cok hızlı bir padişahtı. Dunyanın en buyuk devletinin ve en guclu ordusunun başında idi. Karşısında kendisini sorgulayabilecek bir guc ve kuruluş yoktu. Butun kiliseleri yıktırır, papazları katleder ve Rum halkını zorla ve baskı ile musluman yaptırabilirdi.

Azınlık statusu, insan hakları sozleşmeleri, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Hristiyan Birliği gibi, ic işlerimize karışacak ve bizi denetlemeye kalkışacak kuruluşlar olmadığı halde, dîni inanclarında, dîni kıyafetlerinde, dîni eğitimlerinde, ibadetlerinde ve her turlu dînî ve sosyal faaliyetlerinde bugun 21. yuzyılda oz yurdumuzda bizlere tanınmayan haklar, orta cağlarda onlara tanınmıştı.

İslÂmı ocu gibi gostermeye calışan din duşmanları, lutfen Fatih'in ve diğer İslÂm buyuklerinin uygulamalarından, din ve vicdan hurriyetinin, azınlık haklarının, insanlık haklarının, adaletin ve hukukun ustunluğunun ve tum ozgurluklerin tek standartlı uygulamasının yalnızca İslÂmda olduğunu gorsunler.

Osmanlı devleti şeriatla yonetilen bir İslÂm devleti idi. Allah'ın adaleti ve Allah'ın nizamı uygulanıyordu. Osmanlı hudutları icinde yaşayan muslim ve gayr-i muslim butun insanlar, inanclarında, ibadetlerinde, dînî eğitimlerinde, kılık, kıyafetlerinde ve dilediği yerde, dilediği işi yapmalarında, dunyanın en ozgur insanları idiler. Bu nedenle dunyanın dort bir bucağında ezilen, somurulen ve aşağılanıp yurtlarından surulenlerin ve başta yahudiler olmak uzere tum azınlıkların Cenneti idi.

Asr-ı Saadet'in Medine devrinde de, Abdullah bin Ubey'in başını cektiği munafıklar grubu vardı. Mekke muşrikleri ile ve Yahudilerle gizlice iş birliği yaparak, İslÂm'ın ve muslumanların aleyhinde cok sinsice faaliyetlerde bulunuyorlardı.

Medine munafıklarının uzantısı olan dış bağlantılı ajanlar da tum İslÂm ulkelerinde cok sinsice ve kurnazca faaliyetlerde bulunmaktadırlar.

Konuşmalarında ve yazılarında evvel sûret-i hak gorunumunu ve izlenimini sergileyip gizlice oldurucu zehirlerini kusmaktadırlar.

İnanc ve yaşamları acısından İslÂmla hic bir ilgileri olmayan hristiyan ozentisi bu sapık ajanlar, docent ve profesor gibi resmî unvanların ve belirli fakultelerin golgesinde bilincli ve programlı olarak İslÂmın temel yapısını sarsmaya ve yıkmaya calışmaktadırlar.

Peygamberimizden, sahabelerden ve muctehid imamlarımızdan kopuk ve uydurma bir din oluşturmaya calışmaktadırlar. Yazılı ve goruntulu medyadaki yandaşları da bu sapık goruşlerin yaygınlaşmasına calışmaktadırlar.

Ayrıca bir gerceği onemle belirtelim. İlÂhi kitaplar ve şer'i hukumler, yalnız Resul makamındaki peygamberlere verilir.

Nebiy makamındaki peygamberler ise, kendilerinden onceki Resullerin şeriatlarına ve o Resule indirilen Kitaba tabidirler.

Gunumuzdeki bazı sapıkların Nebiy makamındaki peygamberlere verilmeyen yetkileri aşarak, dinin temel ibadetleri olan namaz, oruc ve hac ile oynamaya kalkışmaları ve bazı haramları değiştirmeye calışmaları sapıklığın en aşağı sapıklığıdır.

Peki, kişinin niyeti iyi olduğu halde, sapıklara aldanırsa sucu nedir?

Canlı ve cansız tum varlıklar, ancak kendi cinsleri ile uyum sağlayıp, butunleşirler. Aynı cins atomlar birleşerek elementleri ve aynı cins hucreler birleşerek organları ve aynı cins hayvanlar birleşerek suruleri oluştururlar.

Kedi ile kopeğin, karga ile guvercinin, kurt ile ayının ve tavuk ile ordeğin birlikte ve uyum icinde yaşadıkları gorulmemiştir.

İnsanlar da ruhsal yapılarına, inanc ve yaşamlarına uygun kişilerle dostluk ve arkadaşlık kurup uyum icinde yaşarlar.

İmanlı, ihlÂslı ve İslam'ı bilincli yaşayan bir musluman, aynı oranda olmayan muslumanlarla tam uyum sağlayamaz.

Ulkesinin bir ucundan, diğer ucuna giden muslumanlar, ruhsal ve mÂnevi derecelerine yakın kişilerle hemen kaynaştıkları gibi, abdestsiz, namazsız, alkol ve uyuşturucu bağımlıları da, kendileri gibi fasıkları bulup onlarla kaynaşırlar.

Yaşayan kişinin kimliği dost ve arkadaşlarından ve musallÂda yatan cenazenin kimliği de cemaatinden belli olur.

İnsanları yonlendiren "İrade" gucudur. Ancak, irade gucu ozgur olmayıp aklın, hayalin, vehmin, nefsÂni duyguların ve gonlun etkisindedir.

Tum duyguların irade gucu uzerinde etkileyici ozellikleri vardır. Ama en guclusu "gonul" duygusudur. Gonulden gelen kesin ve guclu sinyaller karşısında, diğer duygulardan gelen sinyaller etkisiz kalır.

Cadırda yaşayan bir yoruk kızı, kendisini seven sultanın oğlu ile evlenmeyi kabul etmemiş ve kendisi gibi bir yorukle evlenmiş. Kendisini kınayanlara da: "Gonul kimi severse, sultan odur" demiş.

Emr-i RabbÂni olan gonul, insanın ozu ve gerceğidir ve insan oradan yonlendirilir.

Ancak, gonul de melekle, şeytanın arasındadır. Her ikisi de tum gucleri ile gonul uzerinde etkili olmaya calışılar.

Nurdan yaratılan melek, gonlu kendi Âlemine, yÂni nurlar Âlemine cekmeye calışır. Meleğin etkisine giren gonul nurlanır ve melek gibi tertemiz ahlÂka erişir. Gonlunde ve genel durumunda genişlik, huzur, sukûn ve rahatlama olur. Elinden ve dilinden kimseye zarar gelmez, haramlardan tiksinip her turlu gunahlardan ve kotu arkadaşlarından kopar. Gonlunde ve genel durumunda darlık, sıkıntı ve gerilim olmadığı icin, bilincli olarak ibadetlere yonelir. MÂnevi feyizlerle, ruhsal zevklerle ve guclu imanın nûru ile genişleyen gonlu Cennet bahcesine donuşur.

Ateşten (ısıdan) yaratılan şeytan da gonlu kendi Âlemine cekmeye calışır. Şeytanın etkisine giren gonullerde darlık, sıkıntı, gerilim, huzursuzluk ve bunalım başlar. İmanı zayıflar, ibadetlerden kopar ve harama yonelir. Aceleci olur, cabuk kızar, merhameti azalır ve elinden, dilinden her turlu kotulukler gelebilir. Gunahlarla kararan gonlu Cehennem cukuruna donuşur.

Butun insanlar İslÂm fıtratı uzere doğarlar. Gonulleri tertemiz, pırılpırıl ve nur gibi şeffaftır.

Asli fıtratını (doğal yapısını) koruyan bu gibi gonullerin, nurdan yaratılan melekle uyum icinde olmaları fıtratın gereğidir, doğaldır ve eşyanın tabiatına uygundur.

Melekle butunleşen gonullerin, şeytanlardan nefret edip kacınmaları da fıtrîdir, doğaldır ve eşyanın tabiatına uygundur.

Gonullerinin fıtratını koruyan imanlı, ihlÂslı ve İslÂmı bilincli yaşayan muslumanları, ne iclerindeki şeytanlar ve ne de dışarıdaki şeytan vasıflı sapık ajanlar kesinlikle yanıltamaz ve aldatamazlar.

Mecnun'u Leyla'sından kimse ayıramadığı gibi, gercek mu'minleri de MevlÂ'dan ve MevlÂ'nın yolu olan Sırat-ı Mustakîm'den kimse ayıramaz.

Peygamberlerden başka hic kimse mÂsum (gunahlardan korunmuş) değildir. Bir gunahı ilk defa işlemeye yeltenen kişinin gonlu daralır ve eli, ayağı titrer. Pişmanlık duyarak hemen tevbe ederse, gunahı işlememiş gibi olur. Gonlu, pırıl pırıl nûrunu ve melekle uyumunu surdurur.

Aksi halde, yÂni gunah işlemeye veya namaz gibi farz olan ibadetleri terk etmeye devam ederse, gonlu kararmaya başlar. Kararan gonul doğal olarak melekten uzaklaşır ve şeytana yaklaşır.

Gonlun, şeytanla uyumu ve butunleşmesi uzun muddet devam ederse, o kişinin işi zorlaşır. Gerci tevbe kapısı herkese acıktır ama, uzun muddet şeytanla butunleşenlerin tevbe etmeleri cok gucleşir.

İşte!İslÂmda tevbe etmenin gerekcesi budur. İbadetlerin gereği ve onemi budur. Tum gunahlardan titizlikle kacınmanın gereği de budur.Nefis ile cihadın gercek anlamı da budur.

Cok tehlikeli duşmanımız olan şeytan, cok akıllı ve cok bilinclidir. İnsanların yaşamına, bilincine, bedensel ve ruhsal ozelliklerine gore hareket eder.

İhlÂs ve takva uzere İslÂmı yaşamaya calışan kişiyi, sapık bir yola cekemez ve haram işlemeğe sevk edemez ise, dinin direği olan namazdan koparmağa calışır. Îmana eş değere yakın olan ve tum ibadetlerin başı olan namazı ikinci plÂna cekmek icin, abdest, gusûl ve temizlik gibi konuları titizlikle ve aşırılıkla gundeme getirir.

Ozellikle ruhsal acıdan aşırı duyarlı olanları ve beyin yorgunluğu olan kişileri, abdest, gusûl ve temizlikle oyalayıp huzurlu ve feyizli namaz kılmalarını onlemeğe calışır. Musluktan kopamayan ve banyodan cıkamayan kişilere, hem vaktini ve hem de suyunu israf ettirir.

Namazda da aynı plÂnını uygulamaya başlayan şeytan, zavallı kişiyi namazdan soğutur.

Beyinde evham ile başlayan gerilim, gonulde sıkıntı, dalgınlık, unutkanlık, baş ağrısı, uykusuzluk, halsizlik ve sinirsel bunalıma donuşur. Kararsızlıktan ve karamsarlıktan irade gucu sarsılır. Bu duruma gelen kişi tum ibadetlerden kopar ve yalnızlığa itilir.

Şeytan bu eyleminde başarılı olursa, bunalan ve irade gucunu kaybeden kişinin îmanını soru işaretleri ile sarsmaya calışır.

Şeytanın inkÂrcı, şirk ve kufur ile ilgili sozlerini, acık ve net bir şekilde duyan kişi, kÂfir olduğu zannı ile korkuya kapılır ve karamsarlığa duşer.

Eğer şeytan bu eyleminde de başarıya ulaşırsa, son eylemine gecer. Aşırı bunalıma duşen kişiyi, "ol de kurtul" diye intihara teşvik eder.

Bu durumda olan kişiler, cok bilincli davranmalı, banyoda ve musluğun başında kesinlikle oyalanmamalıdır. Usûl-u Fıkhın "yakîn zan ile bozulmaz" hukmunu uygulamalıdır. Abdest aldığı veya gusul yaptığı kesin iken, acaba şurasını yıkadım mı? veya kac sefer yıkadım?gibi zanlarla ve varsayıma dayalı vehimlerle kesinlikle musluğa veya banyoya geri donmemelidir. Bilincli ve kasıtlı eksiklik yapılmayınca, hata ve unutkanlığın af edileceğine ilişkin Bakara sûresinin son Âyetindeki ilÂhî fermana ve Peygamberimizin hadîsine kesinlikle inanmalıdır.

Dînin direği namaz ve namazın rûhu da huzurdur. Tum gucunu ve duygularını namaza verip, huzurlu ve feyizli namaz kılmağa calışmalı ve sevabına karışmamalıdır. İbadetlerdeki gercek amac itaattir.

Yatağından fırlayan ve işini, gucunu bırakıp Allah'ın huzurunda el bağlayıp teslim olan kişi, elinden geleni yapmıştır.

Diğer yandan, gonlune gelen soru işaretleri ve vehimlerle ilgilenmemeli ve onların uzerinde durup, cevap vermeye uğraşmamalıdır. Atalarımızın:"İt urur, kervan yurur" sozunu uygulamalı ve kesinlikle şeytana muhatab olmamalıdır.

Yalnızlığını ve sessizliğini bozmalı ve dış duygularını calıştırmalıdır. Sesli Kur'an okumalı, zikir yapmalı, İlÂhî soylemeli ve topluma karışıp gunah olmaması kaydı ile boş şeylerle bile oyalanmalıdır.


__________________