Dunyanın şu andaki nufusu bu konuda bize bir fikir vermektedir. İlk insan on beş bin yıl once yaratılmış olsa, tarih boyunca ortalama omrun hep 70 yıl olduğu kabul edildiğinde, dunya nufusunun şimdi 1 trilyon civarında olması gerekir. Şu andaki teorik anlayışa gore yuz binler yıl olduğu ileri surulen insanlık tarihinin 15 bin yıldan daha kısa olması gerekiyor.

Bu da kafi gelmemekte, atalarımızın ilk zamanlar 600-1000 yıl gibi uzun omurlu olduklarını kabul etmek durumundayız. Geriye doğru gittiğimizde, Hz. İsa doneminde dunya nufusunun 250 milyon kadar olduğu hesaplanıyor (Miller, C.Tyler. “Living In the Environment” Kaliforniya A.B.D. 1975). Dunya nufusuna tesir eden veba gibi salgınlar ve savaşlarda olenlerin ancak nufusun yuzde bir bucuğuna karşılık geldiği kabul ediliyor. Bu durumda insanlığın omrunun yuz binler yıl olduğu iddiası da gecerliliğini kaybediyor. Sadece nufus artış hızı bile insanlığın omrunun 10 bin yılı gecemeyeceğini gosteriyor.

Bugunku tarih hesaplamalarında kullanılan metot, yetersiz bir metottur. En guvenilir ve doğru kaynak, Kur’an ve Hadislerin haberleri olmalıdır. Zaten ilmin doğru sonucları ile Kur’an’a ait gercekler birbiriyle her zaman mutabık kalmış, birbirini curutmemiştir... Cunku kainat ve Kur’an, Allah’ın iki ayrı kitabıdır. Yeter ki her iki kitabı da doğru anlayalım ve yorumlamayı bilelim. Bazen gorulen yanlışlıklar, yorumlayanların yetersizliğinden ileri gelmektedir.

Peygamberimiz “Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.” buyuruyor. Diğer bir hadisinde ise “Benim ummetimin omru 1500 seneyi pek gecmeyecek.” buyurmuş. Gunun dortte ya da beşte biri olan ikindiden akşama kadar ki vakti 1500 yıl kabul ettiğimizde, insanlığın omrunun 6000 - 7500 yıl arasında olduğu ortaya cıkar. Diğer bir meşhur hadis rivayetinde ise bu acıkca ortaya konmuştur: “Adem’den kıyamete kadar insanlığın omru yedi bin senedir.” Gorulduğu gibi bu iki hadis birbirini doğrulamakta ve tamamlamaktadır. (bk. Kenzu’l-Ummal, h.no: 16459; Tezkiretu’l-Mevduat, I/223.; Sahavî, el-Makasıdu’l-hasene (Deylemi’den naklen), I/693, h.no: 1243; Munavî Feyzu’l-Kadir, III/547; h.no: 4278 (Deylemi’den naklen)

Bununla beraber, bu acıklamalar sadece birer yorumdur. Cunku insanlığın omrunun 7000 yıl olduğuyla ilgili rivayette gecen "yıl" ifadesinin ne anlama geldiği kesin değildir. Bu acıdan başka ve farklı yorumlar da yapılabilir. Başka derin manÂlarının da olabileceği ve onların acıklamaya başka man boyutu getirebileceği de duşunulebilir.

Dunyanın kendi ekseni etrafındaki ve guneş etrafındaki hareket hızlarının eski devirlerden şimdiye değişiklik gosterdiğinden şimdiye kadar hic bahsedilmediği ve zamanın da hıza bağlı olarak değişebileceği gozonune alınarak, sadece eski devirlerdeki buyuk bitki ve hayvanların omur muddetleri ile şimdikileri kıyaslayarak eski devirlerde zamanın daha hızlı aktığı soylenebilir.

Ademoğlunun (insanlığın) dunya uzerindeki omru kac yıldır?

Kıyametin kopacağı konusunda dinimizde şuphe olmadığı gibi, gunumuz ilmi araştırmalar da goruş birliğindedir. Ancak zamanlama konusunda farklı tefsir ve yorumlar yapılmaktadır.

Bu konu da Kur'an, kıyamet anının Allah’ın ilminde olduğunu bildirmiştir. Ayrıca kıyametin alametlerini ve oluşumu esnasındaki tasvirine geniş yer vermektedir. Hadislerde de kıyamet alametlerine geniş yer verilir. Adeta kansere yakalanmış yetmişlik bir ihtiyarın olum sinyallerinin raporize edilmesi gibi.

Kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allah bilir.

Bazı mufessirlere gore muteşabih ayetleri Allah’ın bildirdiği, bazı ilimde derinlik kazanmış ulemanın da bilebileceği bir gercektir.

Bu acıdan baktığımız da “Yaş ve Kuru” her şeyin bulunduğu Kur'an’dan ve kıyametle ilgili bazı hadislerden kıyametin zamanı ile ilgili yerleri tefsir ve şerh eden ulemayı gormekteyiz. Bu ayet ve hadislerin işaretlerinden kıyametin 150-200 sene sonra kopabileceğini cıkarmışlar.

Ancak bu anlayışlar geleceği bilmek manasına gelmeyip, ayet ve hadislerin işaretlerini anlamaktır. Allah’ın koyduğu işaretleri bulmaktır.

Ozet olarak, Peygamberimiz (asv)'in zaten ahir zaman peygamberi oluşu, yeni bir peygamber kapısının kapanması, dunyamızın ve evrenin yuzlerce hastalıkla yuz yuze gelmesi, guneşteki siyah lekelerin buyumesi, termodinamiğin ikinci kanununun işlemesi (ısı kaybetmesi), fizik kurallarına gore dunyanın mucize eseri yaşantısına devam etmesi birer gercektir.

Mufessirlerin ve gunumuz ilmi araştırmalarının ortak goruşu, dunyanın omrunun gittikce yaklaştığı yonundedir. Kur'an'da: “Kıyamet yaklaştı” diyerek aynı kelimeye vurgu yapmaktadır. Kimi altmış yıl, kimi yuz yıl , kimi yuz elli, kimi de başka bir rakam soyler. Bunların ortak yonu, kıyametin yakın ve kacınılmaz olmasıdır. Bu bizi korkutmamalı ve tanbelliğe sevk etmemelidir. Cunku “Yarın kıyamet kopsa elinizdeki fidanı dikin” hakikatı var.

Şu da bir gercektir ki Kıyamet yok oluş değil, ahiret alemine acılacak bir kapıdır.

İlk insan Hz. Adem (as)'dan bu yana ne kadar zaman gecmiştir? Ve bu hususta ileri surulen yuz binler yıllık tarihler, ne derece doğrudur?

Bugunku kabule gore, dunya beş milyar yıl once sıcak ve yoğun bir gaz kumesi idi. Dort milyar yıl once ise, koyu bir ateş topu halinde bulunuyordu. Hayat ise, tek hucrelilerin ortaya cıktığı bir milyar yıl oncesine dayanıyor.

Bu tahmin, cağlar boyunca zamanın hep aynı aktığı ve sabit kaldığı duşunulerek yapılıyor. Halbuki zamanın değişken bir boyut olduğu ve onun, atomda, ışınlarda, olayların başında ve sonunda farklı bir seyir takip ettiği anlaşıldı. Bu durum, bir ırmağın yeryuzu şartlarına gore aynı hızlarda seyretmemesine benziyordu.

Zaman, mesela, ilk cağlarda genişleme gosterip durgun akabildiği gibi, asrımızdaki şekliyle de daha hızlı bir seyir takip edebiliyor. İlk cağlardaki iri hayvan ve bitkilerin, şimdikilere oranla on kat daha fazla yaşadıklarına bakılacak olursa, o cağlarda zamanın on kat daha yavaş aktığı soylenebilir. Bu durumda yaş hesaplamalarını, şimdiki zaman akışına gore yaklaşık (1/10) onda bir olcusunde kucultmek mantıklı olur. Buna gore Guneş Sisteminin dort milyar değil dort yuz milyon, hayat başlangıcının bir milyar yıl değil yuz milyon yıl once ortaya cıktığı ve yuz bin yıl olduğu farz edilen insanlık tarihinin on bin yıl olduğu sonucu ortaya cıkar.

Cisimler hızlandığında ve ışık hızına yaklaştığında, mutlak sandığımız değerlerin bir bir değiştiğini gozleriz. Mesela ışık hızına cok yaklaşan birinin zamandaki seyri, bize gore on dort defa daha yavaştır. Yani o kişi bir yıl yaşadığında, biz on dort yaş almış oluruz. Bu hızda seyreden birinin sadece zamanı değil, boyu da değişikliğe uğrayarak yarıya iner. Ağırlığı ise uc misli artar. Diğer bir ifadeyle, ağırlığı 70 kg'dan 210 kg'a yukselen o kişinin elindeki metre yarı yarıya kısalmış, kolundaki saat ise yerdeki bir insana gore on dort defa daha yavaşlamıştır. O kişinin boyle bir saatle kainatın gecmişini ve insanlığın tarihini olcmesi halinde ulaştığı sonuclar doğru olabilir mi?

Aynı şekilde yerdeki biri de, enerji dunyasını normal saat ve cetvelle olcmeye teşebbus ederse başarı elde edebilir mi? Maddi alemin capını, kutle hesabını ve zamanını bu olculerle incelersek doğru sonuclara ulaşamayız. Aynı hesaplamayı, enerji dunyasında yaşayan enerji-varlık cinlerden biri yapmaya kalkışsa, enerjinin olculeriyle maddi dunyayı olcmeye calışsa, doğru sonuclar elde edemeyecektir.

Radyoaktif elementler, “yarı omur” denen sırlı bir olayla, belli bir zaman sonra, esrarını bilemediğimiz bir şekilde enerji denen mahiyete cevrilir. Mesela bir kg. Uranyum, 1620 sene sonra yarım kiloya iner. Bu sure Uranyumun yarı omrudur. Maddenin bir şekli ve boyutu varken onun hamuru ve aslı olan enerjinin, boyutsuz ve zamansız dunyasının sırlarına henuz vakıf değiliz. Bildiğimiz bir şey, enerjinin ışık hızında olduğu ve maddeden tamamen farklı ozellikler sergilediğidir.

Radyoaktif elementlerin belli bir zaman sonra yarıya inmesi, canlıların ozellikle yakın gecmişleri ile ilgili ipucları vermektedir. Ne var ki, biz, hesaplamaları hep madde konusuyla ele alıyoruz. Bu hesabı enerjinin olculerine gore yaparsak: Yani neredeyse ışık hızı dediğimiz ışık hızının yuzde doksan dokuz kusuru ile ele alırsak (Elektron gibi bircok atomaltı ve kozmik parcacıklar bu hızda seyrederler. Tabii ki bu hızda parcacık değil ışın halindedirler), hesaplarımızda duzeltme yapmak zorunda kalır ve kainatın yaşının on altı-yirmi milyar yıl değil, bunun on dortte biri olduğu sonucuyla karşılaşırız. Dunyanın yaşı ise dort milyar yıl yerine uc yuz milyon yıl bulunur. Yuz bin yıl once ortaya cıktığına inandığımız insanlık tarihi ise, aniden yedi bin yıla iniverir.

Bu anlatılanları destekleyen meselenin bir başka yonu de, ivmeli bir artış gosteren dunyanın şu andaki nufus miktarıdır. Eğer insanlık tarihinin on beş bin yıldan bu yana devam ettiği ve bu tarih boyunca ortalama omrun hep yetmiş yıl olduğu kabul edilirse, dunya nufusu yapılan hesaplamalara gore şimdi bir trilyon civarında olmalıydı. Şu andaki teorik anlayışa gore yuz binler yıl olduğu ileri surulen insanlık tarihinin on beş bin yıldan daha kısa olması gerekiyor. Bu da kafi gelmemekte, atalarımızın ilk zamanlar 600-1000 yıl gibi daha uzun omurlu olduklarını kabul etmek durumundayız. Yuz sene sonra dunya nufusunun ne kadar olacağını tahmin edebileceğimiz gibi, aynı tahmini geriye doğru gittiğimizde, Hz. İsa (as) doneminde dunya nufusunun iki yuz elli milyon kadar olduğu hesaplanıyor (Miller, C.Tyler. “Living In the Environment” Kaliforniya A.B.D. 1975). Dunya nufusuna tesir eden veba gibi salgınlar ve savaşlarda olenlerin ancak nufusun yuzde bir bucuğuna tekabul ettiği kabul ediliyor. Bu durumda insanlığın omrunun yuz binler yıl olduğu iddiası da gecerliliğini kaybediyor. Sadece nufus artış hızı bile insanlığın omrunun on bin bin yılı gecemeyeceğini gosteriyor.

Bugunku tarih hesaplamalarında kullanılan metot, termodinamik soğuma gibi kaba bir metottur. Radyoaktif yarılanmaya dayanan hesaplama metodu ise, uzak zamanlar icin doğru sonuclar vermemektedir. Bu durumda en guvenilir ve doğru kaynak, Kur'an ve Hadislerin haberleri olmalıdır. Zaten ilmin doğru sonucları ile Kur'an'a ait gercekler birbiriyle her zaman mutabık kalmış, birbirini curutmemiştir... Cunku kainat ve Kur'an, Allah'ın iki ayrı kitabıdır. Yeter ki her iki kitabı da doğru anlayalım ve yorumlamayı bilelim. Bazen gorulen yanlışlıklar, yorumlayanların yetersizliğinden ileri gelmektedir.

Peygamberimiz (asv) “Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.” buyuruyor. Diğer bir hadisinde ise “Benim ummetimin omru 1500 seneyi pek gecmeyecek.” buyurmuş. Gunun dortte ya da beşte biri olan ikindiden akşama kadar ki vakti 1500 yıl kabul ettiğimizde, insanlığın omrunun 6000 - 7500 yıl arasında olduğu ortaya cıkar. Diğer bir meşhur hadis rivayetinde ise bu acıkca ortaya konmuştur: “Adem'den kıyamete kadar insanlığın omru yedi bin senedir.” Gorulduğu gibi bu uc hadis birbirini teyit etmekte ve tamamlamaktadır. Muhbir-i Sadık olan Peygamberimizin (s.a.v.) ahir zamanla ilgili verdiği haberler bir bir cıkmaktadır. (bkz. Kenzu’l-Ummal, h.no: 16459; Tezkiretu’l-Mevduat, I/223.; Sahavî, el-Makasıdu’l-hasene (Deylemi’den naklen), I/693, h.no: 1243; Munavî Feyzu’l-Kadir, III/547; h.no: 4278 (Deylemi’den naklen)

Not: Aşağıdaki acıklamaları da okumanızı tavsiye ederiz:

Kur'an'da insanlığın ve kainatın yaşı konusunda bilgi var mıdır?

Kur'an-ı Kerim'de insanlığın gecmişi ve kÂinatın teşekkul zamanı ile alÂkalı ceşitli Âyet ve hadisler mevcuttur. Ancak, bunlarda mesele, ya işaret nev'inden nazara verilmiş, ya da teşbihlerle belirtilmiştir. Bu sebepledir ki, gerek Hz. Âdem'in ne kadar zaman once yaratıldığı ve gerekse kÂinatın yaşının ne olduğu hususunda değişik rivayetler soz konusudur.

Kur'an-ı Kerim'de goklerin ve yerin altı gunde, arzın iki gunde, bitki ve hayvanların ise dort gunde yaratıldığı nazara verilir. (1)

Bir hadiste de, Allah'ın toprağı Cumartesi, dağları Pazar gunu, ağaclan Pazartesi, madenleri Salı, Nur'u Carşamba gunu, hayvanları Perşembe gunu, Hz. Âdem'i de Cuma gunu ikindi vakti sonunda yarattığı belirtilir. (2)

CenÂbı Hak, bir Âyet-i kerime'de bir gunun, bizim saydığımız gunlerle bin yıl, bir başka Âyette ise, elli bin yıl olduğunu nazara verir. Dolayısıyla burada "gun" tabirinden neyin anlaşılması gerektiği hususunda tam bir acıklık olmadığı icin İslÂm Âlimleri arasında konuya farklı yaklaşımlar olmuştur. (3)

Uzayda her bir gezegen ve yıldızın hareketi farklıdır. Dunya kendi etrafında bir gunde donerken, Merkur bu donuşunu, dunya gunu ile elli sekiz bucuk gunde yapar. Dunyanın guneş etrafındaki dolanımı bir yıl iken, Pluton'un guneş etrafında bir defa donuşu iki yuz kırk sekiz yıldır. (4)

Konuya Risale-i Nur'un Yaklaşımı

Risale-i Nur'da goklerin ve yerin altı gunde yaratıldığından bahisle, insan dunyası ve hayvan Âleminin altı gun yaşayacağına, kÂinatın omrunun de bu paralelde olabileceğine işaret edilir. Kur'an'da bildirilen bin ve elli bin Kur'an gununu ise, asır ve seneleri temsil eden "devir" manasında ele alır. (5)

Kur'an hakikatlerinin hukum ferma olacağı sure, Risale-i Nur'da, Hz. Muhammed'in (sav) kÂinatın hem cekirdeği, hem de meyvesi olduğu, dolayısıyla Kur'an hakikatlerinin de, Hz. Âdem (as)'dan şimdiye kadar, silsile halinde peygamberlerin suhuf ve kitaplarında neşredilerek nihayette Kur'an suretinde tezahur ettiği belirtilir. Kur'an-ı Kerim'deki Âyet sayısının 6666 olmasının, bir bakıma Kur'an-ı Kerim'in ne kadar sure hukum ferma olacağının işareti kabul edilir.

Bediuzzaman, Hz. Âdem (as)'dan kıyamete kadar insanlık tarihinin, Kur'an gunu ile yedi bin sene olduğunu belirten bir rivayete atfen, mutlak fetret devrinin bundan cıkarılmasıyla, 6666 senenin elde edildiğini, bunun da Kur'an Âyetlerinin sayısına eşit bulunduğunu, dolayısıyla Kur'an hakikatlerinin de bu kadar sure hakim olacağını nazara verir. (6)

Fen bilimlerinin gecmişe bakışı, fen ve felsefenin insanlık tarihi ile arz ve kÂinatın gecmişi hakkında ileriye surduğu değerler, yukarıda sozu edilenlerden oldukca farklıdır. İlk insandan gunumuze kadar gecen sure, milyonlarca yıl olarak ele alınır. Bitki ve hayvanları icine alan ilk canlılığın iki milyar yıl once teşekkul ettiği, arzın gecmişinin ise, dort milyar yıl olduğu kabul edilir. (7)

Bu yaş tayinleri gunumuzde, paleontolojik, radyoaktif veya karbon on dort metotlarıyla, ya da ışık tayflarından faydalanarak yapılır. Hepsinin de sıhhat derecesi tartışmalıdır. Gecmişle alÂkalı bu yaş tayinlerinin gercek değerleri değil, nispi bir değeri verdiği kabul edilmektedir. Dolayısıyla, gerek insanın gecmişi, gerekse diğer canlıların, ya da kÂinatın yaşı hakkında ileri surulen değerlerin hakiki yaşı gostermediği bilinmektedir.

Nitekim son on-on beş yıla gelinceye kadar, kÂinatın yaşı beş milyar yıl kabul ediliyordu. Şimdilerde, bazı araştırmacılar, uzaydaki galaksilerin yaşını on beş milyar olarak bildirirken, bazıları bunu otuz milyar yıla kadar cıkarmaktadır. (8)

Bediuzzaman, tarih, coğrafya, jeoloji ve antropolojik acıdan insanlık tarihinin yedi bin sene değil, yuz binler sene olarak ifade edildiği kabul edilse bile, bunun Hz. Âdem (as)'dan kıyamete kadar insanlık omrunun yedi bin sene olduğunu belirten rivayete ve Kur'ani hakikatlerin 6666 sene hukum ferma olduğuna ters duşmediğini belirtir. O, Kur'ani gunlerin dort saatten elli bin seneye kadar şumulunun olduğunu nazara verir. (9)

Arzın, insanlık tarihinin ve kÂinatın omru Risale-i Nurlarda; arzın, guneş sisteminin ve galaksinin ayrı ayrı hareketlerine dikkat cekilerek, Kur'an-ı Kerim'de bunların her birisine işaret edildiği belirtilir. Kur'an'da "Rabb-uş-şi'ra" tÂbir edilen ve guneşten buyuk "Şi'ra" namındaki bir guneşin bin seneden ibaret gunune, Şems-uş-Şumus'un elli bin seneden ibaret bir Kur'an gununun olabileceğine dikkat cekilir.

Bediuzzaman'a gore; kÂinatın bir omru, arzın ondan daha kısa bir omru ve kure-i arzda yaşayan insanın da ondan daha kısa bir omru vardır. Bu birbiri icindeki mahlûkatın omurleri, saatin dakika, saniye ve saatleri sayan carklarının birbiriyle olan munasebetine benzetilir. İnsanlık omrunun, arzın kendi ekseni etrafındaki hareketiyle hasıl olan gun ile olduğu gibi, yeryuzunde canlıların ilk teşekkul ettiği andan kıyamete kadarki canlılık omrunun ise, guneşin kendi ekseni etrafındaki hareketi ile, kÂinatın omrunun de, Şems-uş-Şumus'un kendi ekseni etrafındaki hareketi ile meydana gelen gun ile olması gerektiği belirtilir.

Bir başka ifade ile, insanlık omru yedi bin sene olduğu gibi, canlılık tarihinin omru de yedi bin sene, kÂinatın omru de yedi bin senedir. Ancak, insanlığın omru arz gunu, bitki ve hayvan omru ise guneş gunu, kÂinatın omru de galaksi gunu esas alınarak olculmelidir. Bilindiği gibi arz, kendi ekseni etrafında donuşunu yirmi dort saatte, yani, bir gunde tamamlar. Guneş ise, butun sistemiyle birlikte, Herkul takım yıldızına saatte 7200 km. suratte gitmekte ve aynı zamanda kendi ekseni etrafında da donuş yapmaktadır. Guneş sistemini de icinde barındıran Samanyolu galaksisi ise, bir butun olarak kendi ekseni etrafında saatte doksan bin km. hızla donmekte ve bir defa donuşunu iki yuz milyon yılda tamamlamaktadır. (10)

Canlıların ve kÂinatın omru

Risale-i Nur'da sozu edilen "Şi'ra" guneşinin Herkul takım yıldızı, Şems-uş-Şumus'un da Samanyolu galaksisi olması muhtemeldir.

Bediuzzaman, insan nev'i omrunun arz gunu ile yedi bin sene olması durumunda, arzda hayatın başlamasından, yani bitki ve hayvanların teşekkulunden kıyamete kadar, guneş gunu ile iki yuz bin sene, yaklaşık iki bucuk milyar arz gunu olduğunu belirtir. KÂinatın yaşının da, Şems-uş-Şumus'un, Kur'an'ın işaretiyle bir gununun elli bin sene olduğu dikkate alınarak, yedi bin senelik surenin, bir yıl 360 gun hesabiyle yuz yirmi altı milyar yıla tekabul ettiğine işaret eder. (11)

Hz. Âdem (as)'dan once insan yaratılmış mıydı?

Cenab-ı Hak melÂikeye; "Ben yerde bir halife yaratacağım" hitabına, melÂike; "Yerde fesat yapacak, kan dokecek kimseleri mi yaratacaksın?" (12) mealindeki Âyetten hareketle, bazı mufessirler ve yorumcular, Hz. Âdem'den once de başka Âdemlerin mevcudiyetini ileri surmektedirler.

Bediuzzaman ise, arzın, insanların hayatına elverişli şartlara sahip olmadan once idrakli mahlûk olarak cinlerden bir nev'in bulunduğunu, yaptıkları fesattan dolayı insanlar ile mubadele edildiklerini belirtir. (13)

Hz. Âdem (as)'dan gunumuze kadar gecen sure nedir?

Bu sureyi tam olarak vermek mumkun olmamakla beraber, takribi bir rakam soylenebilir. Yukarıda temas edildiği gibi, insanlık tarihinin, yani Hz. Âdem'den kıyamete kadar gecen surenin yedi bin sene olarak alınabileceğini gorduk.

Bediuzzaman, ahir zamana işaret eden; "La tezÂlu tÂifetun min ummeti zÂhirine alel hakkı, hatta ye'tiyallahu bi emrihi = Ummetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyÂmetin kopmasına kadar) hak uzerinde galip olacaktır.” (14) hadisi ile Fatiha suresinden hareketle, AllahuÂlem, 1545'te beşeriyet tarihinin sona ereceğini, sozu edilen hadis ve Âyetten boyle anladığını belirtir. (15)

Bu durumda insanlık tarihinin Milattan sonra yaklaşık 2150 yıl, Milattan once ise 4850 yıla kadar uzandığı soylenebilir. Demek ki, Hz. Âdem'in Milattan yaklaşık 4850 yıl once yeryuzunde gorunduğu anlaşılıyor. Bir hadiste Hz. Âdem'in dokuz yuz kırk sene yaşadığı belirtilir. (16)

Yazının icadı, Milattan once 4000 seneye kadar geriye goturulebildiğine gore, Hz. Âdem'le, yani ilk insanla yazı başlamış olmalıdır. Gerceği ve doğruyu ancak Allah bilir.

Sonuc

Bediuzzaman, hadis ve Âyetlerden hareketle, insan nevi ve arzdaki canlı hayatı ile kÂinatın omurleri hakkında değerlendirme yapar. İnsanlık omrunun dunya gunu ile, canlı hayatının, guneşin kendi ekseni etrafındaki donuş gunu ile, kÂinatın omrunun de Şems-uş-Şumus gunu ile hesaplanması gerektiğini belirtir.

Arz gunu ile duşunulduğu zaman, insanlık nevinin yaklaşık yedi bin sene, arzda hayatın iki bucuk milyar sene, kÂinatın da yuz yirmi altı milyar senelik omrunun olabileceğine işaret eder.

Bununla beraber, insanlığın omrunun 7000 yıl olduğuyla ilgili rivayette gecen "yıl" ifadesinin ne anlama geldiği kesin değildir. Bu acıdan başka ve farklı yorumlar da yapılabilir. Başka derin manÂlarının da olabileceği ve onların acıklamaya başka man boyutu getirebileceği de duşunulebilir.

Dunyanın kendi ekseni etrafındaki ve guneş etrafındaki hareket hızlarının eski devirlerden şimdiye değişiklik gosterdiğinden şimdiye kadar hic bahsedilmediği ve zamanın da hıza bağlı olarak değişebileceği gozonune alınarak, sadece eski devirlerdeki buyuk bitki ve hayvanların omur muddetleri ile şimdikileri kıyaslayarak eski devirlerde zamanın daha hızlı aktığı soylenebilir.

Dipnotlar:
l- Hud/7; Furkan/59; Fussilet/9-12
2- Canan, l..Kutub-i Sitte Muhtasarı Tercume ve Şerhi. Cilt 6, Akcağ Basım Yayın Pazarlama, Hadis no: 1692, s. 393, 1989, Ankara.
3- Hacc/47; Mearic/4
4- Taşkın, T. Uzay ve Otesi. Boğazici Yayınları, ikinci baskı, 1-280, 1995.
5- Nursi, S.B. Sozler. Envar Neşriyat, s. 163, 1996, İstanbul.
6- Nursi, S.B. Barla Lahikası. Envar Neşriyat, s.324, 1989, İstanbul.
7- Tatlı, A. Evrim ve Yaratılış, ikinci baskı, s.44-45, 1998, Kutahya.
8- Tatlı, A. a.g.e. s. 31-41.
9- Nursi, S.B. Barla Lahikası. s. 325.
10- Taşkın, T. a.g.e. s. 56-59.
11- Nursi, S.B. Barla Lahikası, s.326.
12- Bakara/30.
13- Nursi, S.B. İşarat-ul İ'caz. Envar Neşriyat, s.201, 1991, İstanbul.
14- Buhari 9:125,162, Muslim:137,2:1522.
15- Nursi, S.B. Kastamonu Lahikası Envar Neşriyat, s.27-29, 1995, İstanbul.
16- Canan, İ. a.g.e. hadis no: 1699, s.393.

Kaynak
__________________