Hayır ve Şerri Allah'ın Yaratması: İnsanın irade ve ih*tiyariyle işlediği, hayır olsun şer olsun, butun amellerini yaratan ancak CenÂb-ı Hak'tır. O'ndan başka Halik yok*tur ve yaratmak O'na mahsustur. lakin, hayrı ve şerri insan kendi ihtiyariyle istemekte, dolayısıyla da mes'uliyeti o cekmektedir. Bu hakikate iki misÂl ile işaret etmeye calışalım.

İnsan ruhuna gorme kabiliyetini veren, ruh ile goz arasındaki munasebeti kuran ve goz fabrikasına ışığın bir hammadde gibi girerek gormeyi netice vermesini tak*dir eden Allahu AzimuşşÃ‚n'dır. Bu fiillerde insan iradesi*nin ve kudretinin hicbir te'siri yoktur. O halde, gorme fii*lini yaratan ancak O HÂlık-ı Kullî Şey'dir. Fakat CenÂb-ı Hak, insana bazı şeylere bakmasını helÂl, bazılarını ise haram kılmıştır. İşte insan O'nun helÂl kıldığı şeylere bakmakla hayır, haram kıldıklarına bakmakla şer işlemiş olur. Her iki hali de, yÂni hayır ve şerri netice veren iki gorme fiilini de, yaratan Allah'tır.

Aynı şekilde, yurume fiilini yaratan da CenÂb-ı Hak'tır. İnsanın herhangi bir yere veya istikamete gitmeyi arzu etmesiyle birlikte ayaklar onun sectiği hedefe doğru harekete başlar. İnsanın bu hareketi ihtiyari bir fiildir. Bu fiil ile bir ıztırarî fiilin, meselÂ, dunyanın guneş etra*fında donmesinin farkı acıktır.

CenÂb-ı Hak guneşe dunyayı istediği gibi hareket ettir*me iradesini vermemiştir. Bu sebeble dunya Allah'ın tak*dir ettiği yorungede milyarlarca seneden beri donmekte*dir. Fakat insanın yurume fiilinin yonunun tÂyin ve tesbitini onun cuz'î iradesine bırakmıştır. Yurume fiilini Al*lah yaratmakla birlikte, gidilecek yeri insan tercih ettiğin*den, mes'uliyet ona aittir. O halde insan CenÂb-ı Hakk'ın yarattığı yurume fiiliyle O'nun emrettiği bir yere gittiğin*de hayır, yasakladığı bir yere gittiğinde ise şer işlemiş olur.

Bu iki misÂle insanın diğer fiillerini kıyas edebiliriz.

O halde, hayır ve şerrin Allah'tan olması, bizim yaptı*ğımız butun amelleri O'nun yaratması demektir.

• HidÂyet ve dalÂlet: Hayır ve şerrin Allah'tan olması cihetiyle, insanları hidÂyete erdiren ve dalÂlete duşuren ancak O'dur. İnsanlar birbirinin hidÂyet ve dalÂletine sa*dece sebeb olurlar. HidÂyet ve dalÂleti CenÂb-ı Hakk'ın yaratmasını yanlış anlayan bazı kimseler, HidÂyet Al*lah'tandır, O nasib etmedikten sonra insan doğru yola giremez, diyerek, hem başkalarını ikaz ve irşad etme yolunu ka*patmakta, hem de kendilerini kusurlarından mazur gos*termek istemektedirler.

Once şunu belirtelim. CenÂb-ı Hakk'ın dilediğine hidÂyet buyurması caizdir. İnsanları saadete erdiren ve şekavete duşuren ancak O'dur. LÂkin HÂ^ık-ı Hakîm'in bir kulunda dalÂlet yaratması, o kulun kendi cuz'î irade*sini kotuye kullanması sebebiyledir. Yoksa, kul kendi ka*biliyetini dalÂlete yoneltmedikce, CenÂb-ı Hakk onu o yo*la sevketmez. Aynı durum hidÂyet icin de sozkonusudur. Nasıl ki insan rızık icin gerekli butun teşebbusleri yaptık*tan ve sebeblere tevessul ettikten sonra neticeyi Allah'tan bekler. Zira RezzÂk (rızık verici) ancak O'dur. Sebebleri mukemmel bir şekilde yerine getirmekle rızkı elde etmeye muhakkak gozuyle bakamaz. Aynen oyle de bir kimseye Allah'ın emir ve yasaklarını en guzel bir şekilde tebliğ eden insan, neticeye kesin gozuyle bakamaz. Zira, Hadi (hidayete erdirici) ancak Allahu AzimuşşÃ‚n'dır. O ZÂt-ı ZulcelÂl'in dilediğine hidÂyet vermesi ise, hidÂyet şartlarına riayet eden kimseye, dilerse hidÂyet vereceği demektir.

Yoksa, hidÂyet sebeblerine teşebbus etmemek mÂnÂsına gelmez. Bu duşunce tarzı rızık misÂlinde, tarlaya tohum ekmeden mahsul beklemeye benzer.

Bu noktada bir hususun acıklanması gerekmektedir. Tarlasına tohum ekemeyen kimsenin mahsul alamayaca*ğı kesindir. Her sebebe hakkıyla riayet eden kimse ise yuzde doksan dokuz ihtimalle mahsule kavuşur. Yuzde bir ihtimal ile dolu, sel, kuraklık gibi bir musibet sozkonusu olabilir. İşte, az da olsa netice alamama ihtimalinin bulunması insanın dergÂh-ı İlÂhiye'ye iltica etmesi ve O'na yalvarması hikmetine binÂendir. Bu hakikat, hidÂyet meselesi icin de sozkonusudur.

• Butun iyiliklerin Allah'tan, Kotuluklerin Nefisten Olması: MisÂllerin hakikat yıldızlarını gozetmekte birer durbun vazifesi gormesi kaidesince, bu hakikati bir temsil ile acıklamaya" calışacağız.

Bir padişahın, memurlarından birisine kÂfi miktarda altın vererek, bunların bir kısmıyla Kur'Ân-ı Kerim tab'edip dağıtmasını emrettiğini, diğer kısmıyla da ahali*nin ibÂdeti icin Suleymaniye gibi bir cami, ilim ve irfan sahasında terakkileri icin Fatih Kulliyesi gibi bir kulliye ve duşmana karşı en guzel şekilde hazırlanmaları icin de Selimiye gibi bir kışla yaptırmasını ferman buyurduğunu farzediniz. Bu memur verilen emirleri aynen yerine getir*diği takdirde ortaya cıkacak hayırlı neticelere sahip cıka*bilir mi? "Butun bu Kur'Ân-ı Kerim'leri ben bastırdım, bu cami, kulliye ve kışla hep benim eserlerimdir" diyebilir mi?

Fakat o memur, padişahın emrinin hilÂfına, altınlarla Kur'an bastırmak yerine, insanların itikad ve ahlÂkım bo*zacak eserler bastırarak dağıtsa; cami, kulliye, kışla yeri*ne insanları ahlaken sukut ettiren rezalet yuvalan acsa, gencleri devlete ve millete duşman hale getirecek kamp*lar kursa butun bu faaliyetlerin neticesi olarak cemiyet hayatı alt ust olsa, bu adam diyebilir mi ki, "Butun bu işle*ri padişah yaptı, cunku bana bunları yapmam icin gerekli sermayeyi o verdi?"

Her iki halde de sermayeyi veren padişahtır. Sermaye padişahın emri uzerine kullanıldığında butun şeref ona aittir. Emrinin aksine kullanıldığında ise ortaya cıkacak butun şer ve tahribat sermayeyi yanlış yolda kullanan ki*şiye ait olur.

CenÂb-ı Hak da herbir insana akıl, hafıza, hayal gibi hÂrika cihazlar takmış ve herbiri ayrı bir Âlemin kapısını acan gorme, işitme, korkma, sevme gibi nice hisler ver*miştir.

Gozun buyukluğunu ve gorme sahasını iradesiyle tak*dir ettiği gibi, neye bakılıp neye bakılmayacağını da hikmetiyle tÂyin etmiş ve tercihi insanın cuz'î iradesine bı*rakmıştır. Aynı şekilde, insanın neyi dinleyip neyi dinle*meyeceğini, neyi konuşup neyi konuşmayacağını tesbit etmiştir. Butun azaların ve latifelerin kendi emri uzere kullanılması halinde, insana mukÂfat olarak Cennet'te ebedî bir saadet ihsan edeceğini de vaad etmiştir.

İşte insan, Hak TeÂlÂ'nın ihsan ettiği bu buyuk serma*yeyi O'nun nzası istikametinde kullandığında, ortaya cı*kan dunyevî ve uhrevî neticeleri Allah'tan bilmeli ve O'na minnettar olmalıdır. Lezzetli uzum salkımlarının hasiyetleri kuru cubuğunda aranılmaz, hakikatini rehber edinerek ken*disine ihsan edilen nimetleri gasb ve temelluk etmemeli*dir. CenÂb-ı Hakk'ın ona lutfettiği bu buyuk sermayeyi, O'nun nzası hilÂfına kullanan kimse, elde edeceği şerli neticelerden elbette ki tamamen mes'ul olacaktır.

Kaynak
__________________