İslÂm'ın en onemli sorunu temsil noksanlığıdır
Kitapta bulunmayan bir şey olursa, benden vÂhi olan sunnet esastır. Benden vÂhi bir sunnet yoksa AshÂbımın soylediğine uyacaksınız. AshÂbım gokteki yıldızlar gibidir. Onlardan hangisini esas alırsanız hidÂyete erersiniz.
Din tamamlanmıştır Ne eksiği ne de fazlası var
Allah insanlara son kitabı ve son uyarıcıyı gonderdi. Bundan boyle artık ne bir kitap gelecek nede ozel gorevli bir uyarıcı. Allah–u TeÂl Kur'an–ı Kerim'de "…Bugun kafirler, sizin dininizden, (onu yok etmekten) umit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugun size dininizi ikmal ettim, uzerinize nimetimi tamamladım ve sizin icin din olarak İslÂm'ı sectim…"(1) buyurmaktadır. Din tamamlandı, bu dine artık ne bir ilave ne bir eksiltme yapılmayacaktır. Yapılması gerekenler yapılmış, bundan sonra izlenecek yol, son uyarıcının ve ashabının izlediği yol olacaktır. Herkim ki bu yolda giderse, işte gercek kurtuluşa eren o olacaktır.
Din kemale erdi, bunun icin dine ne bir ilave nede bir eskitme yapılabilir. Hal boyle olunca, mezhep imamlarının, muctehit imamların ortaya koydukları ictihatlar nasıl izah edilebilir? Onlar ortaya koydukları, ilke, prensip ve reyleri ile dine ilave yapmış sayılmazlar mı?
Muctehit imamlar dine yeni bir ilave yapmadıkları gibi herhangi bir hususu da cıkarmamışlardır. Onlar gecen zaman icinde gelişen cağın, ortaya cıkardığı, gecmişte olmayan meselelere, Kur'an, Hadis ışığında, yeni ilke ve prensipler getirdiler.
İslÂm dininin beşer icindeki en ust temsil noktası peygamberdir. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem hayatta bulunduğu zamanda, İslÂm dini geniş bir alana yayıldı. O gorevini hakkıyla tamamladı. O'nun zamanın da insanlar herhangi bir sorun ile karşı karşıya kaldıklarında, bu sorunu direk kaynağından oğrenip cozum yolunu buluyorlardı. Bu nedenledir ki; Resulullah'ın doneminde cozulmeyen problem yoktu.
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den sonra, sahabelerin devri başladı, bu devirde de, ihtilaflar cıkmasına rağmen cozulmeyen problem yoktu. Cunku; onlar dinin kaynağını bizzat gormuş, yaşamış ve kaynaktan gerektiği gibi istifade etmişlerdi. Onlar kendi aralarında ihtilaf etseler bile, onların ihtilafında rahmet vardır. Bu konuda Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şoyle buyurdular:
"Kitap'ta size ne gelmişse onunla amel edeceksiniz, onu terketmekte hicbir ozur kabûl edilmez. Kitapta bulunmayan bir şey olursa, benden vÂhi olan sunnet esastır. Benden vÂhi bir sunnet yoksa AshÂbımın soylediğine uyacaksınız. AshÂbım gokteki yıldızlar gibidir. Onlardan hangisini esas alırsanız hidÂyete erersiniz. Ashabımın ihtilafı sizin icin rahmettir."(2)
SAHABELERE UYAN KURTULDU
Hadisi şeriften cıkaracağımız mana şudur; sahabelerin tamamı muctehit seviyesindeydi. Sahabelerin hicbirinde zerre miktarı itikat ve ameli bozukluk yoktur. Onları diğer insanlara ustun kılan ozelliklerin başında itikat ve ameli bozukluklarının olmamalarıdır. Bunun icindir ki: "onlara uyan gercek kurtuluşa erdi."
Sahabe devrinde İslÂm oyle bir hızla gelişti ki, batıdan doğuya cok kısa bir surede dort bir yana yayıldı. Afrika'nın ortalarından, Cin'e, Kafkasya'dan Hindistan'a her tarafa yayılan İslÂm, her gittiği yerde o yerin yapısına ve konumuna bağlı olarak yeni yeni sorularla karşı karşıya kaldı.
Hicri 1. asırda İslÂm'ın boyle buyuk bir hızla yayılmasının sebebi ise sahabe–i kiramın İslÂm'ı en ust duzeyde temsil etmelerindendir. Onlar, peygamberin kendilerine vaaz ettiği İslÂm'ın ilke ve prensiplerini nefislerinde harfi harfine yaşadılar. Once kendileri yaşadı, sonrada insanlara guzel ornek oldular. Boylece İslÂm dininin cok hızlı yayılmasına vesile oldular.
Rivayetlere gore yuz binin uzerinde sahabe olduğu bilinmektedir. Bu yuz bin insan tek bir gaye icin yer kure uzerine dağıldı, iclerinden cok azı doğduğu topraklarda kaldı. Tarihi kaynaklardan gelen haberlerde Arabistan'daki sahabe mezarlarının sayısı onbin civarındadır. Yuz bin sahabenin mezarları ise Arabistan yarımadasının dışındadır. Cin'den, Hint yarım adasına, Orta Asya'dan Kafkasya'ya, Balkanlardan, Anadolu'ya, Kuzey Afrika'dan, Guney Afrika'ya bu coğrafyanın her bir yerinde bir sahabe mezarı bulmak mumkundur. Demek ki bu guzide insanlar, doğup buyudukleri yurtlarını terk ederek, İslÂm dinini tebliğ etmek icin yollara dokulmuşler.
Hicbir mazeret one surmeden, yollara duşmuşler, cunku insanın dunyaya geliş gayesinin en yuksek amacının tebliğ olduğunu cok iyi biliyorlardı. Bir insanın hidayetine sebep olmak icin dahi eşlerini, arkadaşlarını, yurtlarını terk ederek dunyaya dağıldılar. İşte bunun icindir ki; insanın dunyaya geliş gayesini en guzel anlayan ve anladığını uygulayanlar Resulullah'ın arkadaşlarıdır. Bu nedenle Resulullah arkadaşları icin:
"AshÂbım gokteki yıldızlar gibidir. Onlardan hangisini esas alırsanız hidÂyete erersiniz."(3) buyuruyor.
Bu soz oyle sıradan bir soz değildir. Bu sozun manasını iyi anlamak lazım. Bu soz ashabın, hatasız, kusursuz yada eleştirilmez olduğunu soylemiyor. Hic şuphesiz Ashabın da icinde gunahkÂr olanlar, hata yapanlar vardı. Ancak onların icinde tek bir şey yoktu. O da sapıklık ve itikat bozukluğudur. Bir insanın itikadında zerre kadar noksanlık ve bozukluk yoksa yani itikadı garanti ise "ona kesin cennetliksin denilebilir mi?" denilebilir.
KURTULUŞUN ANAHTARI SAĞLAM İTİKATTADIR
İnsan ameline guvenerek cennete gidemez, cennete sağlam ve doğru itikatla gidilir. Amelin cok olur, ama itikadında bozukluk varsa, seni amelin kurtaramaz. İtikadında sağlam duvarlar gibisindir ama amelin noksansa, amelden kaynaklanan sorumluluk ve cezayı cektikten sonra Allah'ın izni ile kurtulanlardan olursun. Demek ki asıl olan itikattır.
Sahabeye baktığımızda karşımıza cıkan, sapasağlam, zerre tereddude mahal vermeyecek şekilde itikattır. Sahabelerin hicbirinde itikadî bozukluk, bir şaşkınlık bir tereddut mevcut değildir. İşte kainatın Efendisi bunun icin "AshÂbım gokteki yıldızlar gibidir" buyuruyor. Evet Sahabeye uyan, kesin kurtuldu. Onlar ki, bu manada gece yolunu kaybedip de yıldızlardan istifade ederek yolunu bulan insanlara ornektir. İşte bu manada gokteki yıldızlar gibidirler. Gokteki yıldız olmalarının bir başka nedeni de; bulundukları makam itibariyle onlara ulaşılamayacak olmalarıdır.
Onların itikadı o kadar ust seviyede idi ki, onlardan sonra hicbir insan onların itikadı seviyesine ulaşamaz. Cunku onlar kaynak suyunun menbağında bulunuyorlardı. Onlar suyun ilk cıkış noktasından susuzluklarını giderdiler. Onlar vahye, yakın derecesinde şahit oldular. Onlar her sorunun cevabını en yetkili ve etkili ağızdan direk, aracısız aldılar. Onlar icin zerre miktarınca bir acaba, hicbir zaman olmadı. İşte bunun icindir ki; ashap da itikadî bozukluk olmadı.
Sahabe Kainatın efendisinden ne gordu ise onu yaşadı ve insanlara yaşattı. Sahabenin insanlara anlattığı, Kainatın efendisinin yaşadığı İslÂm, direk olarak kaynağından alınan İslÂm'dı. Bu nedenlerden dolayı sahabelerin her biri birer muctehit imamdı. Kac tane ashap varsa o kadarda mezhep var desek abartmış olmayız. Cunku her birinin Kainatın efendisi ile yaşadığı birden cok hadisesi vardı. Her biri hadiseleri bizzat yaşamış yada yanı başındaki arkadaşı yaşamıştı.
Ashap her gittiği yere kendi anlayış ve kapasitesine gore İslÂm'ı goturdu.
SAHABELER TEMSİLİN ZİRVESİNDE BULUNUYORDU
Ashabın bir başka ozelliği de şudur; Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Selemden gorduğunu, duyduğunu bizzat nefsinde yaşamasıdır. İnandıklarını yaşadılar, inandıklarını yaşadıkları icinde temsili en ust seviyede yaptılar. Yani İslÂm dinini en ust duzeyde temsil ettikleri icin gayretlerinden sonuc aldılar. Onlar zamanında insan ve insanlık en ust seviyede bulunuyordu. Resulullah'ın arkadaşlarının nasıl insanlar olduklarını anlamak icin şu iki hadis–i şerifi dikkatlice okuyalım. Bu hadisi şerifleri anlayabilirsek, sahabeleri de anlamış sayılırız…
Sehl İbnu Sa'd es–SÂidî radıyallahu anh anlatıyor:
"Bir gun Resûlullah'a bir adam gelerek:
"Ey Allah'ın Resulu! Bana oyle bir amel gosterin ki, ben onu yaptığım taktirde Allah beni sevsin, halk da beni sevsin" dedi. Resûlullah aleyhissalÂtu vesselÂm: "Dunyaya rağbet gosterme, Allah seni sevsin, insanların elinde bulunanlara goz dikme ki onlar da seni sevsin!" buyurdular."(4)
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu hadisi şerifte haber verdiği konuyu sahabenin tamamı kendisine şiar edinmişti. Cok az bir kısmı haric tutulacak olsa, yuzde yuze yakını "dunyaya rağbet gostermedi, insanların ellerinde bulunanlara goz dikmediler." Bunun en guzel orneği şu hadisede anlatılmaktadır.
Enes Radıyallahu Anh anlatıyor:
"Resûlullah hastalanmıştı. Sa'd İbnu Ebi VakkÂs gecmiş olsun ziyaretine gitti. Yanına varınca Selman'ı ağlıyor buldu. Sa'd:
"Niye ağlıyorsun? Ey kardeşim, sen Resûlullah'a arkadaşlık etmedin mi?" Şoyle değil mi, boyle değil mi, diye ağlamasını abes kılan bir kısım faziletleri hatırlattı.
Selman radıyallahu anh şu cevabı verdi:
"Ben şu iki şeyden biri icin ağlamıyorum: "Ben ne bir dunya duşkunluğu ne de ahiret gafleti sebebiyle ağlıyor değilim. Beni ağlatan Resûlullah aleyhissalÂtu vesselÂm'ın bir ahdidir. O bana bir husus ahdetmişti, şimdi kendimi o ahde tecavuz etmiş goruyorum."
SelmÂn: Resulullah bana:
"Birinize dunyalık olarak bir yolcunun azığı kadarı yeterli" diye ahdetmişti. Ben kendimi bu haddi aşmış goruyorum. Sana gelince, ey Sa'd! Hukum verdiğin zaman hukmunden, hak taksim ettiğin zaman taksiminden, bir şeye yoneldiğin zaman niyetinden Allah'tan kork." Ravilerden SÂbit der ki:
"Selman radıyallahu anh'ın vefat ettiğinde geriye nafaka olarak sadece yirmi kusur dirhemlik bir mal bıraktığı haberi bana geldi."(5)
İşte Resulullah'ın arkadaşları, onlar yıldızlardır, yıldızlara ulaşmak mumkun değildir.
TEMSİL ZAYIFLAYINCA PROBLEMLER ARTMAYA BAŞLADI
Zamanla sahabeler aradan cekilmiş, insanlar muşkullerini kendilerinden alıp, ilimle uğraşan insanlardan sorup oğrenmeye başlamışlardı. Sahabelerin ebedi aleme gocmeleri, beraberinde sıkıntıları da getirmişti. Bazen anlatılanlarda bazen de uygulamalarda farklılıklar ortaya cıkmaya başlanmıştı.
Bu durumu değerlendirmek isteyen İslÂm duşmanları, munafıklar, sonra Hıristiyan ve Yahudiler harekete gectiler. İslÂmî uygulamalarda ki farklılıkları, abartarak meydana gelen ciddi farklılıkları kullanarak, İslÂm kalesini icten yıkmaya başladılar. Zaten bircok problemle uğraşmakta olan İslÂm alemi birde inanc bazında sıkıntıya duşunce, ciddi olarak tehlike canları calmaya başladı.
Hicri 2. asrın başlarında bu kaos ortamında Mezhep imamları ortaya cıkmaya başladı.
Gelişen ve hızla buyuyen İslÂm coğrafyası, sahabe aradan cıkınca, gerek gelişen dunya şartlarından, gerek coğrafi şartlardan, gerekse atalarından kalan kultur ve geleneklerden kaynaklanan meselelerden dolayı bir cok sorunla karşı karşıya kalmıştı.
Ortaya cıkan ve cevap bekleyen sorunları, İslÂm duşmanları birer fırsat olarak değerlendirdi. Sahabeden gelen sağlam itikat ve amellerin yerini sapık itikatlar ve şirk kokan ameller almaya başladı. Bu durum bircok ilim ehlini ve muminleri tedirgin etmeye başladı. Aynı donemde birde siyasi karışıklıklar, makam–mevki peşinde koşma ve dunyalık elde etme merakları eklenince, İslÂm inancı ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kaldı.
MEZHEP İMAMLARI İŞ BAŞINDA
Bu şartlarda Mezhep imamları, muctehit imamlar ortaya cıktı. Mezhep imamları kendi istekleri ile ortaya cıkmış değillerdir. Mezhep imamlarının cıkışı gelişen şartlardan dolayı olmuştur.
Hanefi Mezhebinin İmam–ı Ebu Hanife; hicri 80 de doğdu ve hicri 150 de vefat etti. Hanefi mezhebinin ilke ve prensiplerini ortaya koydu. Yaşadığı donem ile Resulullah'ın yaşadığı donem arasında yuz yıl var.
MÂliki Mezhebinin kurucusu olan İmam MÂlik hicri 93 yılında doğdu ve hicri 179 yılında vefat etti. İmam MÂlik de Kainatın efendisinden yuz elli sene sonra Mezhebini oluşturdu.
Şafi-i mezhebinin imamı İmam Şafi-i hicri 150 yılında doğdu ve hicri 204 yılında vefat etti. İmam Şafii de kaynaktan 180 yıl sonra mezhebini kurdu.
Hambeli Mezhebinin imamı Ahmed Bin Hanbel hicri 164 yılında doğdu ve hicri 241 yılında vefat etti. Ahmed bin Hanbel de Kainatın efendisinden 200 yıl sonra mezhebini kurdu.
Bu acıklamalardan sonra ortaya cıkan gercek şudur ki; mezhepler hicri ikinci yuzyılın icinde, İslÂm coğrafyasında meydana gelen hadiselerin zorlaması ile ortaya cıkmıştır.
Mezheplerin ortaya cıkmasının ana sebebi, İslÂm dininin itikadı ve ameli esaslarının zedelenmeye başlamasıdır. İlimde buyuk mesafeler almış olan bu dev şahsiyetler, gidişatın ne kadar kotu olduğunu anladılar, mezheplerinin ilke ve prensiplerini ortaya koydular.
Mezhep imamları ilimde, ferasette o kadar ileri seviyeye ulaşmışlardı ki; guclu bir feraset, ancak buyuk akıl sahiplerinde gorulen bir durumdur. Feraset Allah–u Teala'nın, fikir onderliğine soyunan ihlaslı kullarına bahşettiği bir nurdur. Mezhep imamları bu ozelliklere sahipti. Onlar, buyuk bir akla ve guclu bir sezgiye sahiptiler. Onlar Kainatın Efendisinin şu hadisi şerifine mazhar olmuşlardı. "Mu'minin ferasetinden kacının, cunku o Allah–u TeÂla'nın nuruyla bakar."(6)
Onlar izzeti bizler zilleti NİCİN YAŞIYORUZ?
Mezhep imamlarını, hicbir dunyalık eğemedi, onlar inandıkları bir konuda eğilmediler, bukulmediler, her şartta dik durmasını başardılar. Her şartta ve yerde hakkı ve hakikati soylemekten bir an bile geri durmadılar.
O kadar başarılı oldular ki; Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimize, O'nun ashabına ve mezhep imamlarına uyanlar kurtuldu. Onları iyi anlayanlar, onlardan aldıklarını yaşayanlar rıza–i ilahiyi kazandı. Sonucta insan ve insanlık yucelttiler.
Onların elinde yukselen değerler, bizim elimizde bizi nicin alcaltıyor. Bu sorunun cevabı aranmalıdır. Ne oldu da, Muslumanlar alcaldı, zilleti yaşıyorlar. Onumuzde bu kadar guzel, harikulÂde ornekler, rehberler, ilkeler, prensipler varken nicin surunuyoruz.
Bu guzel orneklere uyulduğu donemlerde insan ve insanlık izzeti yaşadı. Aradan gecen zaman neyi değiştirdi ki, İslÂm alemi bir turlu zilletten kurtulamıyor.
Adamlar karanlıklar icinden, zillet icinden geldi, şimdi Muslumanlara insanlık dersi vermeye kalkıyorlar, hatta insanlık dersi veriyorlar. Gecmişlerinde ovunecekleri, ornek alacakları bir tek guzel hadise olmayan batılı milletler, İslÂm alemine insan hakları dersi veriyor. Bizde batının onumuze koyduğu insanlık dersi ile insan olmaya calışıyoruz.
İslÂm alemine, hukuk–adalet, insan hakları getirmek isteyenlerin, arka planlarında ve gecmişlerinde ne referansları var, nede gosterebilecekleri guzel bir ornek. Buna rağmen gene de İslÂm alemine insanlık dersi vermeye calışıyorlar. Halbuki, bizim elimizde oyle mukemmel ornekler, referanslar, butun alemi hizaya getirecek, alemi rahmete boğacak guzellikler var.
Yağ var, tuz var, su var, et var, ateş var, gerekli tum malzemeler var, aşcı da var, ancak ağız tadında, guzel bir yemek ortalarda yok. İşte meselenin puf noktası burasıdır. Her turlu imkan olmasına rağmen, yemek nicin olması gerektiği şekilde olmuyor.
DEDEMİN DİNİNİ DEĞİŞTİRMEYE CALIŞAN SEN MİSİN?
Mezhep imamları da temsilde en ust seviyeye ulaşmışlardır. Onların da inandıklarını harfi harfine hayatlarında yaşadığı goze carpmaktadır. Mezhep imamlarının nasıl insanlar olduğunu, onların dunyaya ve insanlara bakışını bilmeden, onların nasıl bir yurek ve kişiliğe sahip olduklarını anlamadan, mezhepleri anlamamız mumkun değildir.
Asıl kaynağa en yakın olan ve Mezhep imamlarının ilki olan İmam–ı A'zam Ebu Hanife ile başlayalım.
Kerbela'da şehid duşen Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in torunu Hazreti Huseyin'in, Kerbela katliamından kurtulan Ali Zeynelabidin'ın oğlu alim ve tasavvuf buyuğu Muhammed Bakır Kuddise Sırruhudur. Muhammed Bakır Hicri 2. yuzyılda yaşamıştır. Gerek ilmi, gerekse zuhdu ve uzerindeki manevi mirastan dolayıdır ki, İslÂm coğrafyasının her tarafından cokca ziyaret edilen bir zattı. Bu ziyaretler genellikle onun bilgi ve gorgusunden istifade etmek icin yapılmaktaydı.
Gunlerden bir gun Irak bolgesinden kalabalık bir heyet Muhammed Bakır Kuddise Sırruhu Hazretlerini ziyarete gelir. Bu heyetin icinde Ebu Hanife de bulunmaktadır. Tanışma faslı sırasında, Ebu Hanife adını duyan Muhammed Bakır Kuddise Sırruhu hazretleri, sert bir uslupla sorar:
–"Dedemin metodunu ve hadislerini kıyasla değiştiren sen misin?" Ebu Hanife cevap verir:
–"Sen kendine yaraşır bir bicimde yerine otur. Bende kendime yaraşır bir şekilde yanına oturayım. Cunku benim sana olan saygım, dedenin sağlığında sahabelerin ona olan saygısı gibidir." Ebu Hanife'nin bu sozu uzerine gergin ortam yumuşadı, herkes yerli yerine oturunca Ebu Hanife tekrar soz aldı:
– "Size sorular soracağım, sizden bu soruların cevabını istiyorum. İlk sorum:
– "Kadın mı daha zayıftır, yoksa erkek mi daha zayıftır?" Muhammed Bakır:
– "Elbetteki kadın zayıftır." Ebu Hanife:
– "Kadının mirastaki hissesi, erkeğinkine gore ne kadardır?" Muhammed Bakır:
– "Erkeğin payı iki, kadının payı birdir." Ebu Hanife:
– "Dedenizin dediği de budur. Eğer ben onun dinini değiştirmiş olsaydım, kıyasa
gore erkeğe bir, kadına iki pay verirdim. Cunku kadın erkeğe gore daha zayıftır. Bir diğer sorum ise şudur:
– "Namaz mı yoksa oruc mu daha efdaldir?" Muhammed Bakır:
–"Namaz daha efdaldir." Ebu Hanife:
–"Dedenizin de dediği budur. Eğer dedenizin sozunu değiştirseydim, ay halinden temizlenen kadına kıyas gereği, kılmadığı namazları kaza etmesini, tutmadığı orucları ise kaza etmemesini soylerdim. Ucuncu sorum:
– "İdrar mı, yoksa meni mi daha necistir?" Muhammed Bakır:
–"İdrar daha necistir." Ebu Hanife:
–"Eğer dedenizin dinini kıyasla değiştiriyor olsaydım; idrardan sonra gusledilmesini, meniden sonra ise abdest alınmasını isterdim. Fakat dedenizin dinini kıyasla değiştirmekten Allah'a sığınırım." Bu konuşmanın ardından Muhammed Bakır Kuddise Sırruhu Hazretleri oturduğu yerden kalkar, Ebu Hanife'yi tekrar kucaklar ve alnından oper.(7)
ORNEK ALINMASI GEREKENİ ALMIYORUZ
Tarih tekerrurden ibarettir derler. Hic tarihten ders alınsaydı tarih tekerrur mu ederdi? Tarihten gerekli dersleri doğru bir şekilde almış olsaydık, elbetteki bu durumlara duşmeyecektik. Alınması gerekeni almayıp, bizim icin onem arz etmeyen, tali konuları ders olarak alırsak bugun geldiğimiz noktayı surpriz sayamayacağız.
Gecmiş ile ilgili olarak bize anlatılanlarla bu kadar oluyor. İnsana kişilik verecek, ornek ve uygulamaları goz ardı edersek, asıl anlatılacakların yerine hikaye ve masal anlatırsak olacağı budur. Yuz yıllardır insanların gonlune hitap eden, duygularına hitap eden, insanın yapamayacağı olağan ustu konular insanların onune kondu.
Kerametler, olağan ustu haller, son derece abartılı bir şekilde dilden dile dolaşarak, insanların onune kondu. İnsanlara guzel ornek olacak, uygulanırsa insanı yuceltecek fiilleri anlatma yerine, uctu kactı, hikayeleri ile insanlar uyutuluyor.
Bu oyle bir uyku ki, biz uyurken birileri geldi, ruhumuzu, bedenimizi hatta inancımızı bile aldı, her şeyimizle bizi kole yaptı. Boynumuza da boyunduruğu gecirdi, şimdi hangi yana cekerse o yana gitmek zorunda kalıyoruz.
Şeyh ucmaz, murit ucurur deler. Murit nicin ucurur? Bugun şeyhi, hocası, lideri ucacak, yarında sıra kendisine geldi mi, bu seferde kendisi ucacak. Bu şekilde miras devam edecek… Ucan ucana…
Gecmişten gunumuze gelen kaynak kitapların coğunda bu uctu kactı hikayeleri bol miktarda bulmak mumkundur. Yuzyıllardır, insanlar bu uctulu katcılı hikayelerle adeta uyutuldu. Dinleyene hicbir faydası olmayan, hatta bircok zararı olan bu hikayeler coklarını hurafe bataklığına sapladı, bu bataklık Allah korusun insanı şirk camuruna batırır, coklarını da batırdı.
EN BUYUK KERAMET İSTİKAMETTİR
Allah dostlarına nispet edilen keramet, yani sıra dışı fiiller, olağan ustu haller sergilemek haktır. Allah dostları keramet gostermiştir. Ancak onlar keramet gostermeyi cok kotu ve sevimsiz bir hal olarak gormuşlerdir. Hatta şoyle denilmiştir:
"Bir kadının muayyen hali kadın icin neyse, bir Allah dostu icinde keramet gostermek oyledir." Bu kadar gizlenmesi gereken, hatta sevimsiz kabul edilen bir haldir. Bir kısım Allah dostuna sormuşlar "Siz nicin keramet gostermiyorsunuz?" Allah dostluğuna yakışır cevapları:
"Uzerimize bu kadar gunah yuku varken, bunca nimet icinde bulunmamızdan daha buyuk keramet mi olur?" Bir başkası da:
"İstikamet uzere olmamızdan daha buyuk keramet mi olur?"
Allah dostlarının keramete bakışları boyle olmasına rağmen, zaman zaman haddi aşan, akıl ve mantık sınırlarını zorlayan hikayeler İslÂm inancını tehdit eder boyutlara ulaşmaktadır. Burada şunu soyleyeceğiz, bu hal Ashab–ı Kiram da yoktu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in arkadaşlarında, olağan ustu haller goremiyoruz. CÂbir Rradıyallahu Anh Resûlullah'ın şoyle dediğini nakletmiştir:
"CenÂb–ı Hakk, AshÂbımı nebiler ve peygamberler hÂric butun cin ve ins'e tercih etmiş, ustun tutmuştur."(8)
Diğer insanlara karşı Ashabın ustunluğu tartışılamaz, bu derece ustun olanlarda bu haller hem gorulmemiş, cok az sayıda gorunse de onlar icin bir değer ifade etmemiştir. Bu manada sahabelerden alacağımız ders şudur: Eğer biz Resulullah ve Ashabının yolunda gideceksek, onların yolunda, boyle hikayeler yoktur.
EBU HANİFE BU DEĞİL
Şimdi akıllara durgunluk veren, insanları uyutan bu halleri ortaya koyacak birkac ornek verelim.
İmam–ı A'zam anıldığında ilk aklımıza gelen nedir diye bir soru ile karşılaştığımızda bir coğumuz şunu diyecektir. Talebelerinden bir anlatıyor:
"On dokuz sene Ebu Hanife'nin hizmetinde bulundum. Bu sure icinde sabah namazını hep yatsı namazı icin aldığı abdestle eda ediyordu."(9)
Yine bir başka olay da şoyle anlatılmaktadır:
"İmam–ı A'zam bir gun yoldan gecerken, bir cocuk diğerine şoyle diyordu:
"Şu zat her gece bir rekat namaz kılmaktadır." Bunu duyan Ebu Hanife, o gunden sonra her gece bin rekat namaz kılar olmuştu."(10)
Her iki hadisede de cok gariplikler bulunmaktadır. Bu ve benzeri hadiseleri ne Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'de ne de onun arkadaşlarında gormekteyiz. İmam–ı A'zam'a atfedilen bu haller, bir insan icin yapılması mumkun olmayan hallerdir. Bu halleri yapsa yapsa ancak melekler yapabilir. Bir insanın bir gecede bin rekat namaz kılması, maddi planda mumkun değildir. Her bir rekatını bir dakikada kıldığı hesap edilirse, bin rekat kılmak icin on altı saate ihtiyac vardır. Her gece on altı saat namaz kılmak, insanın yapabileceği bir iş değildir, bu ancak meleklere mahsus bir iştir. İmam–ı A'zam'ın melekleştiğini soylesek, o zaman da melekler biz insanlar icin olcu olmaz. İmam–ı A'zam ile ilgili bu ve benzeri yuzlerce olay anlatılır. Bu olayların muminlere zarardan başka verdikleri bir şey yoktur. Asıl anlatılması gerekenler anlatılmamış, anlatılmaması gerekenler anlatılmıştır.
Meleklere mahsus halleri anlatırken, neleri kacırdığımızı ve bu kacırdıklarımızdan dolayı insanlığın nasıl bozulduğunu ornekleri ile goreceğiz. Şimdi anlatacağımız hadiselerin, insanlara anlatılması halinde, insanlar uyanacak, insanlar uyanınca da birilerinin dunyalık emelleri zarar gorecektir. Cıkar ve menfaatleri engellenecektir. Halbuki ne gereği var, insanlar akıl etmesin, duşunmesin, tartışmasın… Birileri diyor ki; "biz insanların yerine akıl edelim, duşunelim, tartışalım, insanlarda bize uysun, biz ne dersek onu yapsın." İşte buna insanları uyutma denilmektedir. İnsanları uyutmak icin tıpta ilac kullanılırken, maneviyatta da bu hikayeler kullanılmaktadır.
İŞTE GERCEK İMAM–I A'ZAM
Değerli okuyucular! Şimdi dikkat edin, bakın İmam–ı A'zam ne adammış. Bırakın İmam–ı A'zam'ı melekleştirmeyi, melek sıfatları ile donatmayı, o akıl ve mantık dairesinde yaptığı işlerle, değil meleklerin makamını, o makamı coktan aştı bile. Bir takım cıkarcı, dunyacı ve hurafeciler, buyuk imamı ucurmaya devam ediyor. Halbuki o buyuk İmam'ın ucmaya kacmaya ihtiyacı yoktur. Hele bir bakalım İmam–ı A'zam nasıl bir adammış…
Ebu Hanife'nin yaşadığı devir, her bakımdan karışıklık ve cekişmelerin bolca yaşandığı devirdir. Siyasette, Emevi saltanatı ve zulmu, din acısından da tartışmaların, cekişmelerin, eleştirilerin yoğun olarak yaşandığı bir donemdir.
Devrin ilimle uğraşan insanları, kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek icin olanca guclerini sarf etmekte. Birbirlerini alt etmek icin, karşı tarafa ustunluk sağlamak amacı ile her yolu denemektedirler. İmam–ı A'zam da bir olcu dahilinde bu tartışmalara katılır. Ancak başkalarının bu tur tartışmalara girmesine izin vermez, ozelliklede kelÂm konusunda tartışmaya kesinlikle musaadesi yoktur. Bunu kendisine sorduklarında bakın ne cevap vermiştir. İşte İmam–ı A'zam'ı her devrin imamı yapan ozelliği:
"Evet biz tartışıyorduk. Ancak biz tartışırken, arkadaşlarımız yanılgıya duşer korkusuyla, başımızda her an ucup gidecek bir kuş varmış gibi bir eda takınırdık. Siz ise, tartışıyor ve arkadaşınızın yanılmasını diliyorsunuz. Kim arkadaşının yanılmasını dilerse, onun kufre duşmesini dilemiş demektir. Arkadaşının kufre duşmesini dileyen ise, arkadaşından once kufre duşer."(11)
Bu tavır Ebu Hanife tavrıdır, adam gibi adamın tavrıdır. Onun bu tavrı kendisinden sonra yaşamış olan bir Mezhep imamı olan İmam Şafii'yi bakın nasıl etkilemiştir.
İmam Şafi-i bu buyuk insan hakkında, "İnsanlar fıkıhta Ebu Hanife'nin cocuklarıdır" demiştir.(12)
İki farklı ekol, iki farklı metot ama ne catışma var, ne kıskanclık var, nede olumsuz bir eleştiri.
Varlıklarını muhataplarını kotulemek uzerine kurmadılar
Ey Muminler! Allah icin aklınızı kullanın ve şu hadiseyi bir tefekkur edin, bu duruma 21. yuzyılda ne kadarda cok ihtiyacımız var. Bir camii, bir medrese, bir kurs yada bir kitap, bir dergi cıkarıyorsun, karşı taraf hemen saldırıya geciyor. İnsanlar varlıklarını, başkalarında bulacakları kusurlar uzerine kurmaya calışıyorlar.
Karşı tarafı alt etmek, yanlışlarını ortaya dokmek icin yola cıkanlar, hep yolda kaldı. Fakat muhataplarına hak ettiği değeri verenler de zirve insanı oldu, kendileri gideli bin yılı aşkın zaman oldu ama, isimleri, işleri, ekolleri hala tazeliğini koruyor ve kıyamete kadarda koruyacaktır.
İmam–ı A'zam, gecimini ticaret yaparak sağlardı. Maneviyatını, dunyalığına, ticaretine hicbir şekilde karıştırmamıştır. Kumaş ticareti yapardı. İşini ortağına bırakmış, arada sırada kontrol eder, hesaplar yapılır kendisine kalan kazancı da dini hizmetlere, insanlara yardıma harcardı.
"Ebu Hanife, her sene yıllık kazancını biriktiriyor, onunla ilim adamlarının ve muhaddislerin ihtiyaclarını karşılıyor, azıklarını temin ediyor, giyecek ve diğer tum ihtiyaclarını karşılıyordu. Sonra, eğer artarsa geri kalan paraları onlara nakit olarak veriyor ve şoyle diyordu:
"Bu paralarla diğer ihtiyaclarınızı karşılayın ve sadece Allah'a şukredin. Cunku ben size yalnızca Allah'ın malı olan şeyi veriyorum…"(13)
İşte ilim adamına en guzel ornek. Her hÂli, her işi ile kendisini dine vakfetmek buna denir. Ebu Hanife'nin bu guzel ozellikleri dururken, bunlarla insanları irşad etmek varken, imamı ucurmanın, kacırmanın ne gereği var?
Ebu Hanife, mal–mulk ve para konusunda o kadar titizdir ki, kaynağını bilmediği maldan uzak durmuş, hicbir şekilde hizmet dahi olsa ona dokunmamıştır. Dunya ve dunya malının onun gozunde hicbir değeri yoktur. Sadece mal–mulk mu? Makam ve mevkiinde onun gozunde hicbir değeri yoktur.
Devlet adamlarından yardım almayı, devlet makamlarından destek gormeyi hicbir şekilde kabul etmezdi.
MAKAMI ELİNİN TERSİYLE İTMİŞTİR
Emeviler son donemlerini geciriyordu, devlet yapısı tamamen bozulmuş, adaletten eser kalmamış, kul hakkı goz ardı edilmiş, zulum isyan almış başını gitmişti. İmam–ı A'zam bu hÂl ve gidişten buyuk ızdırap duyuyordu. Emevi idarecileri sonlarının geldiğinin farkında idiler. Buna care arıyor, son bir care olarak ilim ehlini kullanmak istediler.
Emevi devletinin etkili valilerinden İbn–u Hubeyre, devrin fakihlerine muracaat eder. Başta Ebu Hanife olmak uzere devrin fakihlerini devlette gorev almaya cağırır.
Ebu Hanife'yi gorev vermek icin cağırdığında, buyuk imam bunu şiddetle reddetmiştir.
İbn–u Hubeyre, muhrun Ebu Hanife de olmasını, tum işlerinin onun imzasından gecmesini, onun imzalamadığı hicbir yazının işleme sokulmamasını ve onun izni olmadan Beytu'l–mal'dan cıkış yapılmamasını istemişti. Ancak buyuk imam bundan şiddetle kacındı. Bunun uzerine İbn–u Hubeyre, bu gorevi kabul etmezse onu dovdureceğine dair yemin etti. Diğer fakihler, gorevi kabul etmesi icin Ebu Hanife'yi yumuşatmaya calıştılar ve ona şoyle dediler:
"Allah icin, kendini tehlikeye atmayasın diye sana oğut veriyoruz. Biz senin kardeşleriniz ve hicbirimiz bu gorevlerden hoşnut değiliz. Fakat başka da care olmadığını goruyoruz…" Kendisine telkinde bulunan arkadaşlarına şu cevabı verir:
"O adam benden Vasat Mescidi'nin kapılarını dahi saymamı isteseydi, yine kabul etmezdim. Nasıl olurda benden, boynu vurulacak bir adamın yazısını imzalamamı istiyor? Allah'a yemin olsun ki, bu işe ebediyen girmem!.."
Ebu Hanife'nin bu tavrı karşında valinin yapacağı tek bir iş kalmıştı o da onu yaptı. Ebu Hanife'yi gunlerce hapsettikten sonra, ona ceşitli işkenceler yaptılar. Hapiste bulunan Ebu Hanife'nin sağlığı bozulmaya başladı. Bu durum Emevi idaresini sıkıntıya soktu, Ebu Hanife hapiste olurse, Emeviler tohmet altında kalır, yıllarca bunun altından kalkamazlardı. İbn–u Hubeyre diğer fakihlere şoyle bir oneri getirdi:
"Ebu Hanifeye soyleyin bari bizi yeminimizden kurtarsın." Bu teklif Ebu Hanife'ye goturulunce, buyuk imam bu teklifi de hic duşunmeden red eder.
İbn–u Hubeyre bu kez de fakihlerden aracılık yapmalarını ister ve yeni bir teklifte bulunur. "Ebu Hanife şimdi kabul etmemekle birlikte ileride kabul edebileceğini soylesin bende onu serbest bırakayım." Buyuk imam bu teklifi de red eder. İbn–u Hubeyre imam ile baş edemeyeceğini anlamıştır, başına dert almamak icin onu serbest bırakmaktan başka care bulamaz ve Ebu Hanife serbest bırakılır.(14)
İmam–ı A'zam'ın bu hareketini, ulviliğini, yuceliğini kelimelerle anlatmak imkansızdır. İmam tam bir duruş sergilemiştir. Bu duruşu kendisinden sonra gelecek butun nesillere ders olacak turdendi. Ne yazık ki imamın bu derslik, ibretlik hareketi anlatılacağına, imam nasıl uctu, nasıl kactı, gecede bin rekat namazı nasıl kıldı gibi şeyler anlatıldı.
SİZE KADI OLMAKTANSA NEHİRDE BOĞULMAM DAHA HAYIRLIDIR
Ebu Hanife esaretten kurtulunca, doğru Beytullah'a sığınır.
Uzunca bir zaman Hicaz bolgesinde kalır. Ne zaman Emevi devleti yıkılır ve idare Abbasilere gecer, Ebu Hanife de Irak'a geri doner. İlk zamanlar işler yolunda gitmektedir. Ancak zaman gectikce, Abbasilerin de yaptığı uygulamalar Emeviler'e benzemeye başlar. Bu durum buyuk imamı rahatsız etmektedir.
Bu sefer Abbasi halifesi, İmam–ı A'zam'a devletin genel kadılığını teklif eder. İmam bu gorevi kabul etmeyeceğini soyler. Halife ısrar ettikce imam red eder. Halife konuyu hem cıkar meselesi hem de gurur meselesi yapmıştır. Emevi valisinin yaptığını yapar, Ebu Hanife'ye gorevi kabul ettireceğine dair oda yemin eder.
Ebu Hanife, halifeye der ki;
"Senin bana yaptığın kadılık teklifini kabul etmek yerine, beni şu nehirde boğmakla tehdit etsen, ben nehirde boğulmayı kabul ederim. Cevrende bu işi yapacak cok kişi var, hatta benim tavsiye edeceklerim dahi vardır."
Halife Mansur, İmam'ın hapsedilmesi ve her gun on kırbac vurulması talimatını verir. Buyuk imama hapis yolları yine gorunmuştur, bu seferde ağır işkencelere maruz kalır. İmam'ın yaşı ilerlemiş, sağlık sorunları da baş gostermiştir.
Hastadır, uğradığı işkenceler vucudunu gucsuz duşurmuştur. İmam'ın sağlığının yerinde olmadığı haberini Halifeye ulaştırdılar. Bu haberi alan halife, Ebu Hanife'yi bundan sonra fetva vermemek şartı ile şartlı salıverir. Ebu Hanife, hapisten cıktıktan kısa sure sonra ebedi aleme gocer. Vefatından once yakınlarına derki:
"Cesedimi Halifeye ait toprağa gommeyin" Vefatından sonra bu vasiyetini duyan halife Mansur onun icin şoyle demiştir:
"Beni Ebu Hanife'nin dirisinden de olusunden de kim koruyacak…"(15)
Dipnotlar:
1– Maide;5/3
2–"Kutub–i Sitte Muhtasarı Tercumesi ve Şerhi",
İbrahim Canan, Akcağ Yayınları c. 1, s. 524
3–"Kutub–i Sitte Muhtasarı Tercumesi ve Şerhi",
İbrahim Canan, Akcağ Yayınları c. 1, s. 524
4–"Kutub–i Sitte Muhtasarı Tercumesi ve Şerhi",
İbrahim Canan, Akcağ Yayınları c. 17, s. 564, (4102) (7243)
5–"Kutub–i Sitte Muhtasarı Tercumesi ve Şerhi",
İbrahim Canan, Akcağ Yayınları c. 17, s. 564, (4104) (7244)
6– Tirmizî, Tefsir, Hicr, (3125)
7– Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, Yeni Şafak, s.652
8–"Kutub–i Sitte Muhtasarı Tercumesi ve Şerhi",
İbrahim Canan, Akcağ Yayınları c. 1, s. 524
9– Suleyman Uludağ, "Tezkiretu'l–Evliya", Feriduddin Attar,
Mavi Yayıncılık, c. 1, s. 241
10– Suleyman Uludağ, "Tezkiretu'l–Evliya", Feriduddin Attar,
Mavi Yayıncılık, c. 1, s. 244
11– Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, Yeni Şafak, s.345
12– Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, Yeni Şafak, s.341
13– Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, Yeni Şafak, s.359
14– Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, Yeni Şafak, s.362
15– Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, Yeni Şafak, s.366
__________________
İslÂm Âlemi Nicin Geri Kaldı?
Dini Bilgiler0 Mesaj
●25 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaþam & Danýþman
- Eðitim Öðretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- İslÂm Âlemi Nicin Geri Kaldı?