
İnsanın yukselmesi, saÂdet-i ebediyyeye kavuşması, bir ucağın ucmasına benzetilirse, i’tikÂd ile amel, yani îmÂn ile ibÂdet, bu ucağın govdesi ve motorları gibidir. Tasavvuf yolunda ilerlemek de, bu ucağın enerji maddesi, yani benzini demektir. Maksada ulaşmak icin, tayyÂre, ucak elde edilir. Yani îmÂn ve ibÂdet kazanılır. Harekete gecmek icin de, kuvvet maddesi yani tasavvuf yolunda ilerlemek lÂzımdır.
Tasavvufun gÂyesi, insanı Ma’rifet-i ilÂhiyyeye kavuşturmaktır. Yani Allahu teÂlÂnın sıfatlarını tanıtmaktır. Onun zÂtını yani kendisini tanımak mumkun değildir. Peygamber efendimiz; (Allahu teÂlÂnın zÂtını duşunmeyiniz. Onun nimetlerini duşununuz!) buyurmuştur. Yani Onun kendisinin nasıl olduğunu değil, sıfatlarını ve insanlara verdiği nimetleri duşunmelidir. Resûlullah efendimiz bir kerre de; (Allahu teÂlÂnın nasıl olduğunu duşunduğun zamÂn, hÂtırına her ne gelirse, bu gelenlerin hicbiri, Allah değildir) buyurmuştur.
AKLIN KAPASİTESİ SINIRLI!..
İnsanın aklının kapasitesi, sÂhası sınırlıdır. Bu sınırın dışında olanları anlayamaz. Bunları duşunurse, yanılır, hakîkate kavuşamaz. İnsan aklı, insan duşuncesi, din bilgilerindeki incelikleri, hikmetleri anlayamaz. Bunun icin, din bilgilerine felsefe karıştıranlar, İslÂm dîninin gosterdiği doğru yoldan ayrılmışlar, Bid’at ehli vey Murtet olmuşlardır. Bid’at ehli olanlar, kÂfir değildir, MuslumÂndırlar. Fakat, doğru yoldan ayrılmış, 72 bozuk fırkanın birinden olmuşlardır. Bu, felsefe kurbanlarının, Kur’Ân-ı kerîmden anladıkları yanlış akîdeler, kufre sebep olmadığı icin, MuslumÂndırlar.
İslÂm felsefesi diye bir şey yoktur. İslÂmiyyete sonradan felsefe karıştıranlar olmuştur. Ehl-i sunnet Âlimlerine gore, İslÂm bilgilerinin olcusu, insan aklı, insanın duşuncesi değil, manaları acık olan Âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîflerdir.
Tasavvufun esÂsı da, insanın kendini, aczini, zavallılığını tanımaktır. Tasavvuf, sırf Allah sevgisi, yuce, ulvî aşk esÂsı uzerine kurulmuştur. Buna da ancak, Muhammed aleyhisselÂma uymakla kavuşulabilir. Tasavvuf yolunda ilerlerken, kalbde, bircok hÂller hÂsıl olur. Bu hallerin ve tecellilerin, akıl ile alÂkası yoktur. Tasavvuf ehli, Allahın tecellîsini kalbinde duyar. Onun icin tesavvuf ehline, olum, bir felÂket değil, guzel ve tatlı bir şeydir. Tekrar Allaha donmek olduğundan ancak bir sevinc vesîlesidir. Bunun icin MevlÂn CelÂluddîn-i Rûmî hazretleri, olume, “Şeb-i arûs, duğun gecesi” adını vermektedir. Tasavvufta, keder ve umîtsizlik yoktur. Yalnız sevgi, haller ve tecellîler vardır. MevlÂn CelÂluddîn-i Rûmî hazretleri; “BÂzÂ, BÂzÂ, Her ance hestî BÂzÂ. Gel, gel, her kim olursan ol gel, Allaha ikilik koşanlardan, Mecûsîlerden, puta tapanlardan da olsan gel! Bizim dergÂhımız umîtsizlik dergÂhı değildir. Tovbeni yuz defa bozmuş olsan bile, gel!” buyurmuştur.
Tasavvuf, ehl-i sunnet i’tikÂdından ve İslÂmiyyetin emirlerinden başka şeylere kavuşmak icin değildir. Ehl-i sunnet i’tikÂdının, yakîni ve vicdÂnî olması, yani sağlamlaşması, şuphe getiren tesîrlerle sarsılmaması icindir. Akıl ile, delîl ile kuvvetlendirilen îmÂn, boyle sağlam olamaz. Ra’d sûresi 30. Âyetinde meÂlen; (Kalblere îmÂnın sinmesi, yerleşmesi ancak ve yalnız zikir ile olur) buyuruldu.
SONSUZ KUDRETİN ŞAHİTLERİ!..
Netice olarak tasavvufun gÂyesi, ibÂdetlerde kolaylık, lezzet hÂsıl olması, nefisten doğan tembelliklerin, sıkıntıların giderilmesidir. Tasavvufa sarılmak, herkesin bilmediklerini gormek, gaybdan haber vermek, nûrları, rûhları ve kıymetli ruyÂlar gormek icin değildir. Bunların hepsi, boş ve faydasız şeylerdir. Her zamÂn gorulen ışığın, ziyÂnın, ceşitli renklerin ve tabîattaki guzelliklerin ne kusûrları vardır ki, insan bunları bırakıp da, başka şeyler gormek icin, bircok sıkıntılara katlansın. Cunku bu ziyÂ, ışık da, o nûrlar da, bu guzel şekiller de, var olan şeylerin hepsi de, Allahu teÂlÂnın yarattıklarıdır. Butun bu yaratılanların hepsi, Onun varlığını ve kudretinin sonsuzluğunu gosteren şÃ‚hitlerdir.
Kaynak
__________________